Ben bir insana gereksinimim olduğunu sanıyordum, bugün bile öyle sanıyorum.Gereksinimim yoktu, dolayısıyla da kimsem yoktu.Ama doğal olarak bir insana gereksinimimiz vardır, yoksa kaçınılmaz biçimde benim şimdiki durumumda buluruz kendimizi: yorucu, dayanılmaz, hasta, kelimenin tam anlamıyla imkansız. Ben, hep tamamen yalnız kalarak, herhangi bir insan olmadan zihinsel çalışmamı sürdürürüm sanıyordum, bunun yanılgı olduğu ortaya çıktı, ama gerçekten de birine gereksinimimiz olduğu da yanılgıydı, bu iş için bir insana gereksinimimiz var ve gereksinimimiz yok ve bazen gereksinimimiz oluyor bazen de olmuyor ve bazen oluyor bazen olmuyor aynı zamanda, bu gerçeklerin en saçması şimdi, bugün kafama dank etti; birine gereksinimimiz var mı yok mu ve hiçbir zaman gerçekte neye gereksinimimiz olduğunu asla bilemediğimiz için mutsusuzdur ve dolayısıyla istediğimiz ve bize görünen anda zihinsel bir çalışmaya başlayamayız.
***
***
Ablam...
Bir buçuk yıldır Mendelson Bartholdy diye zırvalayıp duruyorsun, nerde yapıtın? dedi.Sen yalnız ölülerle uğraşıyorsun, bense yaşayanlarla fark bu. Benim çevremde yaşayan insanlar var, seninkinde yalnız ölüler. Sen yaşayanlardan korktuğun için, diyor, en ufak bir hamle yapmaya istekli olmadığın için, insanın yaşayan insanlarla uğraşmak istemesi için gereken hamlede bulunmadığın için. Burada mezardan başka bir şey olmayan evinde oturuyor ve ölülerle uğraşıyorsun... Aslında haklı diye düşünüyorum. Zamanla evim olan bu mezara saplanıp kaldım. Sabahları mezarda uyanıyor ve bütün gün mezarda ordan oraya koşuyor ve akşamları da bu mezarda uykuya yatıyorum. Senin evin, diye bağırdı yüzüme karşı, senin mezarın.
Sana yardım edilemez, sana kimse yardım edemez dedi son öğle yemeğimizde. Sen her şeyi küçük görüyorsun, dedi, dünyadaki her şeyi, bana zevk veren her şeyi küçük görüyorsun. Ama en çok da kendini küçük görüyorsun, senin felaketin de bu.
Bir arkadaşım olsaydı, dedim gene kendime, ama bir arkadaşım yok ve neden bir arkadaşım olmadığını biliyorum. Bir kadın arkadaş! diye bağırdım, öyle ki sesim holde yankılandı. Ama bir kadın arkadaşım yok, son derece bilinçli olarak bir kadın arkadaşım yok, o zaman bütün zihinsel ihtiraslarımdan vazgeçmem gerekirdi, insanın hem kadın arkadaşı hem zihinsel ihtirasları olamaz, eğer genel durumu benim ki kadar kötü bir haldeyse. Bir kadın arkadaş ve zihinsel ihtiraslar düşünülemez. Ya kadın arkadaşım olur ya da zihinsel ihtiraslarım, ikisi bir arada olanaksızdır ve ben çok önceleri kadın arkadaşa karşı zihinsel ihtiraslarda karar kıldım. Bir arkadaşım olsun hiçbir zaman istemedim yirmi yaşımdan, dolayısıyla özgür düşünen biri olmamdan bu yana. Sahip olduğum tek dostlarım bu ölüler, bana edebiyatlarını bırakanlar, başkaca dostum yok.
Benim akrabalarım yok derdim durmadan ona, benim sadece zihinsel akrabalıklarım var, ölmüş filozoflar benim akrabalarım. Bunun üzerine her zamanki gibi o sinsi gülüşü belirirdi her zaman yüzünde...
Biz düşünülebilecek en zıt karakterleriz. Belki de aramızdaki gerilimin nedeni budur. Ben paradan hiç söz etmem ve ona sahibim, sen de felsefeden hiç söz etmiyorsun ve ona sahipsin, demişti bir seferinde. Bu cümle ikimizin nerede durduğunun kanıtı ve herhalde, korkarım ki durakladığımız yerin.
Senin hatan demişti ablam, bu evde tamamen izole olman, artık hiçbir dostunu aramaman, oysa ne çok dostumuz var. Gerçeği söylüyordu... Ablam herkese hemen dost der, hesabına uyuyorlarsa hiç tanımadıklarına bile. İyi düşündüğüm zaman hiçbir dostum olmadığını biliyorum, çocukluğum bittiğinden beri bir daha hiç dostum olmadı.
Senin en büyük hatan artık gezintiye çıkmaman, göl kıyısında gezerdin ve hiç değilse kendi arazinin tadını çıkarırdın, bugün artık evden çıkmıyorsun, bu en zararlı şey, dedi,... katolik olmadığın için artık kiliseye de gitmiyorsun dedi gülerek. Artık temiz havaya da hiç çıkmaz oldun. Bu yüzden mahvoluyor ve ölüyorsun.
Son zamanlarda bana hep sevgi dolu "Ölüyorsun", diyordu.
Ablam ayrılmadan önce, hiç değilse bir köpek besleseydin, dedi pat diye. İlk kez de söylemiyor bunu, bu onun yıllardır önüme sürdüğü gerekçelerden biri. Hiç değilse bir köpek !
Ya da bir yolculuk, dedi. Yolculuğa çık. Bir an önce yolculuğa çıkmazsan mahvolacaksın, çökeceksin. Senin kendini bir kıyıda köşede nasıl delirdiğini ve sonra da mahvolduğunu görüyorum. Yolculuk! Eskiden en sevdiğim şey, en büyük tutkumdu. Ama şimdi her türlü yolculuk için çok güçsüzüm dedim kendi kendime, bir yolculuğa çıkmayı düşünemem bile...
Ablam benim yanımda yolculuk sözcüğünü ağzından düşürmemekte haklı, hiç durmadan bana yolculuk sözcüğünü kamçılayıp duruyor, diyorum kendi kendime, her an yolculuk sözcüğünü öylesine söyleyip durmuyor sadece, benim varolma kurtuluşumun bu belirgin amacını izliyor. Gözlemci gözlemlediği insanı doğal olarak gözlemlenen kişinin kendisinden daha tarafsız ve daha özgün biçimde anlıyor, dedim kendi kendime.
Bir buçuk yıl oldu sen Peiskam'dan dışarı çıkmayalı demişti bir kaç kez. Beni Peiskam'dan çıkarmak için durmadan ısrar edişine kızmıştım.Kimse senin gibi severek yolculuğa çıkmaz ve sen bir buçuk yıldır burada oturup duruyor ve mahvoluyorsun. Bunu son derece sakin söylemişti, tıpkı bir doktor gibi diye düşündüm şimdi. Sen burada Mendelson Bartholdy'ne asla başlayamayacaksın, sana garanti ederim bunu. Sen üretimsizliğe çakılıp kaldın, Peiskam bir yandan mezar çukuru, öte yandan da yaşamı tehdit eden bir zindan,dedi.
...