Melankolik) erkekler, cinsel arzularında kendilerine gem vuramazlar; aşırıdırlar,
ölçüsüzdürler, bu yüzden arzularına gem vurmak zorunda kalırlarsa,
kolayca kafa hastalığına tutsak düşerler... bu erkekler sapık, ölümcüldürler,
kadınlardan nefret ederler (...) Zevk rüzgarı, iki küçük torbaya düştüğünde
ortalığı kasar kavurur, kazığı korkunç bir zorbalıkla diker. İblisin telkini öyle
taşkındır ki, elinden gelse erkek bu birleşmede kadını öldürebilir.
B. Hildegard
Melankoli sözcüğü, Grekçe'den kara (melaina) safra (khole) diye çevriliyor. Grek tıbbı, Hippokrates'le birlikte insan doğasını dört vücut sıvısıyla ayrıştırarak, doğadaki dört unsura gövdede bir karşılık buluyor. Sağlık dört sıvının dengesiyle sağlanıyor; hastalık ise bu dengenin bozulmasıyla, sıvılardan birinin artmasıyla ortaya çıkıyor. Melankolinin sıvısı, adı üstünde, kara safra, Galenos'un pekiştirdiği bu gelenekte dalaktan gövdenin her köşesine yayılıyor. Uzun süren korku ve kaygı, melankolinin rastlanan en eski tanımı olarak kabul ediliyor.
Aristotales, melankolik kişinin, imgelemin genişliği ve belleğinin gücü sayesinde, dehanın kişilik özelliğine sahip olduğunu ortaya atarak, bu hastalığa ikinci bir uç, bir ikilik ekliyor. Derin hüzün ve karamsarlık dönemlerinin coşku dolu yaratı anlarına gebe olduğu inancı yerleşiyor.
Rönesans'a gelince, Ficino özellikle, en üstün özellikler olan zekayı, imgelemi, bilgeliği, belleği ona atfediyor.
Onaltıncı yüzyılda, melankoli üzerine en kapsamlı çalışmalardan birini yapan Robert Burton, The anatomy of Melancholy'nin üçüncü bölümünde dev bir ok çıkararak aşk melankolisinin adını koyar.
Burton'un çağdaşı Felix Platter, kökünü Eros'tan alan Heroes diye adlandırdığı bir cins demansın aşk ateşiyle tetiklendiğini, kavrayış bozukluğuyla beslendiğini belirtir. Platter'a göre bu herkesin ortak derdidir, Eros'un oklarından kaçış da kurtuluş da yoktur. Bu belaya yakalananlar aşkta bir umut ışığı gördükleri anda, sevinç içinde kendilerinden geçerler, ne yaptıklarını bilmeksizin saçmalarlar, müstehcen davranışlarda bulunurlar... Öte yandan aşklarının karşılıksız kaldığına kani olurlarsa acıların en kesifine kapılır, asla avutulamazlar. Kimi kendi canını yakmaya, hatta canına kıymaya kadar vardırabilir işi.
Onyedinci yüzyıl başlarında Jacques Ferrand aşk melankolisinin kaynağının bütünüyle fiziksel olduğunu öne sürer; cinsel arzularını usun denetiminden kaçıran aşığın, tıpta farklı bir yeri olan bir hastalığa tutulduğunu ekler. Hastanın derdi hem içeride hem dışarıdadır; hem ruhsal hem bedenseldir. Melankolinin hissettiği hastalıklı tutku vücut sıvılarının dengesini bozar, sorunu fiziksel kılar.
Ferrand'a göre, güzel olduğu hissedilen aşk nesnesi, gözleri baştan çıkarır önce, imgelemi kamçılar, usulca karaciğere kayar, orayı ani bir arzuyla kavurur, şehveti azdırır ve dölyatağını etkisi altına alır. Bu arzu, tüm gövdeyi devinime sokar, ama usun altüst olmasından çekinerek yüreğe geçer, oradan da beyne atlar, imgelemi bozar. Aşık içinde ayaklanan şehveti, dinmeyen arzuları doyuramazsa kanı kurur. Düzensiz ve doyuma ulaşmamış arzular melankolik aşıkların yakalarını kurtaramadıkları hüzne dönüşür. Ruhun huzuru kaçmıştır artık, beyin kuru ve sığ hale gelir, melankolik vücut sıvısı da kül gibi soğuk ve kuru olduğundan tatlı bir buhar çıkaramaz olur, sinirleri tıkayarak tüm duyguları ve devinimleri durdurur. Doğa aşığa kendini toparlaması için bir an bir uyku bahşetse bile, uykuyu binlerce hayalet, korku dolu düşler basar ve aşık uyku öncesinden daha üzgün, daha düşünceli, kaygılı, korkulu uyanır.
Ferrand'ın halkaları art arda geldiğinde, aşk melankolisinin erotik içerikli olduğu ve fiziksel bir neden sonuç ilişkisine yerleştirildiği anlaşılır.
Aristotales melankoliklerin çoğunda cinsellik takıntısı olduğunu söyler, Ficino melankoliğin hatlarını belirlerken cinsel doyumsuzluğu temele çakmayı unutmaz. Freud da cinsel işlevlerde sorun olmaksızın nevrozların ortaya çıkamayacağını savlar, cinsel uyuşukluğun melankolik olduğu yorumunu yapar.
Münir Göle
(Cogito dergisindeki
yazısından bir özet)