Bir kişi kendini yetiştirmek üzere ne kadar çok okursa okusun, yine de hep okuyamadığı yığınla temel kitap kalır geride.
Büyük bir kitabı olgun yaşta okumanın olağanüstü bir zevk olduğunu söylemek istiyorum. Gençken okuduğumuzda aldığımızdan çok farklı bir zevk (o zevkin ne altında ne üstünde, yalnızca farklı). Gençlik her şeye olduğu gibi okumaya da başka bir lezzet, başka bir önem kazandırır; oysa olgun yaşta, çok daha fazla ayrıntıya hayran kalırız (ya da kalmayız), başka düzlemler bulur, başka anlamlar keşfederiz.
*
Onları okuyan ve seven için zenginlik oluşturan kitaplara klasik denir; ancak bu zenginlik, klasiklerden zevk alabilmek için onları en uygun koşullarda ilk kez okuma mutluluğunu saklı tutanlar açısından daha az değildir.
Dolayısıyla gençlik okumaları, sabırsızlık, dalgınlık, elindekini kullanma deneyimsizliği, yaşam deneyimsizliği yüzünden az yarar sağlar. Ancak aynı zamanda da bizim gelecekteki deneyimlerimize, bu deneyimlere modeller, karşılaştırma yapabileceğimiz öğeler, sınıflama şemaları, değer dizgeleri, güzellik örnekleri oluşturarak bir biçim vereceği için de yapıcı olabilirler; bütün bunlar, gençliğimizde okuduğumuz bir kitaptan aklımızda çok az şey, hatta hiçbir şey kalmasa bile kendi kendine iş görmeyi sürdüren şeylerdir. Bu kitabı olgun bir yaşta yeniden okuduğumuzda, kaynağını unuttuğumuz ve bizim artık iç mekanımızın parçası olmuş bütün bir değerler sistemini yeniden buluruz onda, Tohumunu atıp eser olarak kendini unutturmak: İşte edebiyat eseri bu spesifik güce sahiptir.
Klasikler hem kendilerini unutulmaz olarak kabul ettiren hem de kişisel ya da kolektif bilinçaltınca özümsenip, hafızanın kıvrımlarına gizlenerek çok özel bir etki yapan kitaplardır.
İşte bu yüzden olgun yaşta, gençliğimizde okuduğumuz en önemli kitapları yeniden keşfetmek için zaman ayırmalıyız. Çünkü kitaplar değişmeseler bile (aslında farklı bir perspektifin ışığında) onlar da değişir), biz değişmişizdir ve o kitaplarda bulduklarımız yepyeni şeyler olacaktır.
Bir klasiğin yeniden okunması ilk okuma gibi bir keşiftir.
Bir klasiğin ilk okunuşu aslında bir yeniden okumadır.
Bir klasik söylediği şeyi hep söyleyecektir.
Klasikler, aralıksız olarak bir eleştirel söylemler bulutu yaratan ve sürekli bu buluttan kurtulan yapıtlardır.
Klasikler okunduklarında bir yerlerden bildiğimizi sandığımız şeyleri yepyeni, beklenmedik, şaşırtıcı kılan kitaplardır.
Eski tılsımlar gibi evrene eş anlamlı tutulan kitaplara klasik denir.
Klasikler, diğer klasiklerden önce gelen kitaplardır; ama önce diğerlerini okumaya başlayan, sonra da söz konusu klasiği okuyan biri, onu hemen soyağacındaki yerine koyar diyebiliriz.
Söylenecek tek şey, klasikleri okumanın hiç okumamaktan daha iyi olduğudur.
Biri çıkıp, bu kadar zahmete değmeyeceğini söylerse, ona Cioran’dan örnek veririm:
“Zehir hazırlanırken Sokrates bir flüt parçasını öğrenmeye çalışıyormuş. ‘Bu ne işine yarayacak?’ diye sormuşlar. ‘Ölmeden önce bu parçayı öğrenmeme’ diye yanıtlamış.”
*
Bir Kitaplığın yarısı okuduğumuz ve bizim için önemli olan, diğer yarısı da okumayı düşündüğümüz ve bizim için önemli olacağını sandığımız kitaplardan oluşmalı diyorum. Bir raf da beklenmedik keşifler ve sürprizler için boş bırakılmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder