" Tanrı bana büyük yetenekler vermiş. Bazılarına kanseri vermiş. Kimini budala olarak yaratmış. Kimini daha çocuk yaşta ölüme göndermiş. Tanrı'nın büyüklüğünün nerde olduğu belirsiz. İşte beş bin liret. Castellanzzo rahibi için. Kendi öykülerini anlatsın, kendi dinlesin. Hiç değilse anlattıklarına kendisinin inandığını umalım.
Kendinize bakın. Bana gelince, kendimi buz parçası içindeki balık gibi duyuyorum."
CIMITERO PRINCIPALI Mezarlığı.
İnsanın düşlerini ve imgelem gücünü aşan bir görüntü. Bu kapıların ardı, Katolik dininin tanımladığı cennete mi iniyor. Sessiz. Benden başka ziyaretçi yok. Kilometrelerce uzayan duvarlarda küçük, küçük, kutu mezarlar. Her mezarın üzerinde ölünün bir fotoğrafı. Her mezarın üzerinde bir vazo. Her vazonun üzerinde her renk plastik çiçek. Ve bu mezarlar, bu kutu mezarlar, ölü fotoğrafları, renkli plastik çiçekler avlunun iki yanını çevreleyen mezarlık duvarları boyunca, göz alabildiğince uzuyor, iniyor. Mezarlığın bitiminde Torino kentinin ağır ağır soluduğunu düşünemiyorum bile. Ölümün de ötesini gördüğüm bu duvarlar arasında yatmadığına mutluyum. Onun mezarı, iç avluda. Yeşil mermer. Mermerin ardında bir kırmızı gül. Mezarın iki başındaki mermer vazolarda da plastik plastik ortancalar hiç bozulmadan duruyor. Onun mezar taşında da resmi var. Acılı, zayıf, sevdiğim yüzünün. Ama bu mezarlığın bu plastik ortancaların, bu ağır mermerin, onun ne kişiliğiyle, ne de şiiri ile bağdaşmadığını neden düşünüyorum. Neden, onu, yalnız Piomente Tepelerinde, mısır tarlalarının hışırtısını duyan toprağa yakın, taşa dönüşmemiş bir mezarda görmeyi istiyorum...
Via Lamarmora 35'teki oturduğu son eve, yolun karşı kaldırımından bakıyorum. Burada soluduğum her an, onun intiharı yineleniyor. Bu evden çıkıp Otel Roma'ya gidiyor...
O katta, bugün de, onun ölmeye çıktığı asansör çalışıyor. Asansörden inince, koridorun hiç ışık sızmayan uzantısında, o odaya varılıyor. Kapıyı açıyorsun. Geniş odanın içindeki gizi, intihar odası, aynı karyola ile bekliyor. Onun intiharını yaşamak için mi bu koridordasın. Aynı asansörle inip çıkıyorsun.
" Yataktan kalkmak gerekmeyecek
Yalnız şafak girecek bomboş odaya "
Gitmeliyim. Gitmeliyim. Gitmeliyim. Gitmeliyim. Gitmeliyim. Ben giderken, ben ya da tren görünümleri içinden, kentlerden, köylerden, mısır tarlalarından, dağ sıraları önünden geçerken, ardından, bir göl kıyısından, bir nehir yatağı boyunca ya da gri bir deniz yüzeyi boyunca ilerlerken yol alırken, tanımadığım insanlar hızla gidiş yolunun aksi yönünde yitip giderken, her görüntüyle birlikte benden uzaklaşırken, yitip giderken, işte ancak o zaman uzaklaşıyorum yaşamın sonundan. Başlangıcından. Gitmeliyim. Koridorun sonunda 305 numaralı odanın bitişiğindeki gizli odada intiharı duruyor. Valentino bahçeleri, geceler, yalnızlık, galeriler, ağaçların ağır yeşili, mezarlığın uzun, solgun, sarı duvarları, Genç Ay burada sönüyor. Ağır ağır yükselen küçük asansör, tüm umutsuzluk, intihar tutkusu orada bitiyor. Orada yalnızlık en büyük yalnızlık içinde yitiyor. Hiçlikte.
"Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder