Ruth Fisher (63 episodes, 2001-2005)
Huzursuzluk Kitabı (sf. 78)
İnsan ruhunun bütün ömrü, loş ışıkta kıpırdanmakla geçer. Bilincin yarı karanlığında, olduğumuz ya da olduğumuzu varsaydığımız şeye asla uyum sağlayamadan yaşarız. En iyilerimiz bile içinden bir şeylerle övünür, oysa bakış açımızda bile tam ölçemediğimiz bir hata vardır. Bir gösteride verilen arada olup biten bir şeyiz biz; kimi zaman bazı kapıların ardında, belki yalnızca dekorun bir parçası olan nesnelere gözümüzün iliştiği oluyor. Koca dünya gecenin içinde kaybolan sesler gibi karmakarışık.
Hayatımı döktüğüm, hem de sırf onlar için varolan bir açık yüreklilikle bunu yaptığım bu sayfalar var ya, onları yeniden okudum ve şimdi kendimi sorguluyorum. Bütün bunlar nedir, neye yarar? Bir şeyler hissettiğim zaman kimim ben? Var iken, ölmekte olan hangi şeyim?
Bir vadide yaşayan varlıkları çok yüksekten ayırt etmeye çalışan bir insan gibi, bir doruktan kendimi izliyorum. Her şeye rağmen, karmakarışık, bulanık bir manzarayım ben.
Ruhumda bir uçurumun açıldığı bu saatlerde, en küçük bir ayrıntı, bir veda mektubu gibi bunaltır beni. Hep uyanacak gibi olurum, kendi kendimin zarfıyımdır adeta, imzalar beni boğmaktadır. Haykırdığımı duyan olsa, haykıracağım. Ne var ki kimi duygulardan daha başka duygulara bir bulut kafilesi gibi ilerleyen, derin bir uykudayım - gölgeli geniş çayırlara yeşiller, güneşler serpen bulutlardan bir kafile.
Görende der ki, el yordamıyla saklı bir nesneyi aramaktayım, ne nerede olduğumu biliyorum, ne de biri çıkıp ne olduğunu söylemiş. Hiçkimse ile saklambaç oynuyormuşuz. Bir yerlerde bizi aşan bir oyun varmış, yalnızca sesini duyduğumuz, şekilsiz bir tanrı.
Evet, sefillik içinde yaşanmış saatleri, rahatladığım kısacık anları, yanılsamaları, manzaraya doğru yön değiştirmiş büyük umutları, hiç girilmeyen odaları andıran hüzünleri, bazı sesleri, müthiş bir yorgunluğu tasvir eden bu sayfaları okuyorum tekrar - yazılmayı bekleyen incil bu.
Hepimizde kendini beğenmişlik var ve bu, başkalarının da varolduğunu, onlarında bizimkine benzer bir ruhu olduğunu unutturuyor bize. Benim kendini beğenmişliğim ise, şu üç beş sayfadan, bazı pasajlardan, bazı sorulardan ibaret...
Kendimi yeniden mi okudum? Yanlış! Buna cesaretim yok. Neye yarar ki? Bu sayfalarda mevcut olan bir başkası. Ben daha şimdiden, hiçbir şey anlayamaz haldeyim...
Hayatımı döktüğüm, hem de sırf onlar için varolan bir açık yüreklilikle bunu yaptığım bu sayfalar var ya, onları yeniden okudum ve şimdi kendimi sorguluyorum. Bütün bunlar nedir, neye yarar? Bir şeyler hissettiğim zaman kimim ben? Var iken, ölmekte olan hangi şeyim?
Bir vadide yaşayan varlıkları çok yüksekten ayırt etmeye çalışan bir insan gibi, bir doruktan kendimi izliyorum. Her şeye rağmen, karmakarışık, bulanık bir manzarayım ben.
Ruhumda bir uçurumun açıldığı bu saatlerde, en küçük bir ayrıntı, bir veda mektubu gibi bunaltır beni. Hep uyanacak gibi olurum, kendi kendimin zarfıyımdır adeta, imzalar beni boğmaktadır. Haykırdığımı duyan olsa, haykıracağım. Ne var ki kimi duygulardan daha başka duygulara bir bulut kafilesi gibi ilerleyen, derin bir uykudayım - gölgeli geniş çayırlara yeşiller, güneşler serpen bulutlardan bir kafile.
Görende der ki, el yordamıyla saklı bir nesneyi aramaktayım, ne nerede olduğumu biliyorum, ne de biri çıkıp ne olduğunu söylemiş. Hiçkimse ile saklambaç oynuyormuşuz. Bir yerlerde bizi aşan bir oyun varmış, yalnızca sesini duyduğumuz, şekilsiz bir tanrı.
Evet, sefillik içinde yaşanmış saatleri, rahatladığım kısacık anları, yanılsamaları, manzaraya doğru yön değiştirmiş büyük umutları, hiç girilmeyen odaları andıran hüzünleri, bazı sesleri, müthiş bir yorgunluğu tasvir eden bu sayfaları okuyorum tekrar - yazılmayı bekleyen incil bu.
Hepimizde kendini beğenmişlik var ve bu, başkalarının da varolduğunu, onlarında bizimkine benzer bir ruhu olduğunu unutturuyor bize. Benim kendini beğenmişliğim ise, şu üç beş sayfadan, bazı pasajlardan, bazı sorulardan ibaret...
Kendimi yeniden mi okudum? Yanlış! Buna cesaretim yok. Neye yarar ki? Bu sayfalarda mevcut olan bir başkası. Ben daha şimdiden, hiçbir şey anlayamaz haldeyim...
Etiketler:
Huzursuzluk Kitabı
Fotoğraf ve Sinema - Roland Barthes
Fotoğrafın noemi (noem: düşünülen şey, düşünme edimi) görüntünün algısal "yapı"sı olamaz. Fotoğrafı teknik olarak değil elbette, ama fenomenolojik olarak ressamlar icat etmişlerdir. Karanlık Oda (camera oscura) Rönesansın perspektif geometrisini yansıtır.
Fotoğrafın noemi "çoğaltılabilirlik" (resim sanatı karşısındaki ayırıcı özelliktir bu) olamaz: Metin çoğaltılabilir özelliklidir: 1- matbaanın icadından beri özdeksel olarak; 2- her okumayla fenomenolojik olarak.
Fotoğrafın noemi "bakış açısı" olamaz: Kameranın kuşkusuz bu bakımdan çok fazla olanağı vardır.
Fotoğrafın noemi "Bu, olmuştu." yönünde aranmalıdır. Eğer bu noem doğruysa, sinemanın değil fotoğrafın noemidir. -sinema noemsiz kalır.
Noem açısından ("Bu, olmuştu") fotoğraf ve sinema:
1 Fotoğrafın kurmaca özellikli olmasına çok ender rastlanır. En son sınırına ulaşan deneyim, mizansenler ve canlı tablolarla Bernard Faucon'a aittir. Fotoğraf hep "Bu, olmuştu" yönünde kalır, sinema ise "Bu, sanki olmuştu" dur.
2 Sinemada "Bu, olmuştu" fotoğraf aracılığıyla var olur: Sinema fotoğrafın noeminin yönünü yapay olarak değiştirir. Aslında sinemada “”Bu, olmuştu" yanlıştır, tümüyle hazırlanmıştır, içine hile karışmıştır, bir tür kimyasal "bireşim"dir. Bir film çevirme deneyimi : a- kayıt sırası ile düzenleme sırası (kurgu) değişmesi b- görüntü ile sesin ayrılması: sonradan seslendirme
Kısacası ben fotoğrafa sinemadan daha fazla önem veririm, antropoloji sistemi serüvenine göre demek istiyorum. Fotoğrafın kuramı olanaklı olabilir belki; sinemanınsa belli bir kültürü olabilir yalnızca. Tarihsel bir antropoloji sistemi açısından Mutlak Yeni de, değişim de, başlangıç da fotoğraftır. Pierre Legendre Les Cahiers du Cinema’da dünyayı sinemadan önce / ve sinemadan sonra diye ayırmıştır. Ben buna karşı çıkıyor ve fotoğraftan önce / fotoğraftan sonra diyorum. Sinema belki de bir kültür tarihi içinde, başka biçimler içinde eriyecektir (tv'nin evrimi) = ama Fotoğraf: Bunun noemiyse her zaman bilinç için bir sürpriz, bir şaşırtmaca olmasıdır. "Bu kesin, bu olmuştu" nun şaşırtmasıdır. (düşündürücülüğüdür)
Sinema fotoğrafın güvenilirliğini rehin alır, yönünü değiştirerek yanılsamaya çevirir.
Fotoğrafın noemi "çoğaltılabilirlik" (resim sanatı karşısındaki ayırıcı özelliktir bu) olamaz: Metin çoğaltılabilir özelliklidir: 1- matbaanın icadından beri özdeksel olarak; 2- her okumayla fenomenolojik olarak.
Fotoğrafın noemi "bakış açısı" olamaz: Kameranın kuşkusuz bu bakımdan çok fazla olanağı vardır.
Fotoğrafın noemi "Bu, olmuştu." yönünde aranmalıdır. Eğer bu noem doğruysa, sinemanın değil fotoğrafın noemidir. -sinema noemsiz kalır.
Noem açısından ("Bu, olmuştu") fotoğraf ve sinema:
1 Fotoğrafın kurmaca özellikli olmasına çok ender rastlanır. En son sınırına ulaşan deneyim, mizansenler ve canlı tablolarla Bernard Faucon'a aittir. Fotoğraf hep "Bu, olmuştu" yönünde kalır, sinema ise "Bu, sanki olmuştu" dur.
2 Sinemada "Bu, olmuştu" fotoğraf aracılığıyla var olur: Sinema fotoğrafın noeminin yönünü yapay olarak değiştirir. Aslında sinemada “”Bu, olmuştu" yanlıştır, tümüyle hazırlanmıştır, içine hile karışmıştır, bir tür kimyasal "bireşim"dir. Bir film çevirme deneyimi : a- kayıt sırası ile düzenleme sırası (kurgu) değişmesi b- görüntü ile sesin ayrılması: sonradan seslendirme
Kısacası ben fotoğrafa sinemadan daha fazla önem veririm, antropoloji sistemi serüvenine göre demek istiyorum. Fotoğrafın kuramı olanaklı olabilir belki; sinemanınsa belli bir kültürü olabilir yalnızca. Tarihsel bir antropoloji sistemi açısından Mutlak Yeni de, değişim de, başlangıç da fotoğraftır. Pierre Legendre Les Cahiers du Cinema’da dünyayı sinemadan önce / ve sinemadan sonra diye ayırmıştır. Ben buna karşı çıkıyor ve fotoğraftan önce / fotoğraftan sonra diyorum. Sinema belki de bir kültür tarihi içinde, başka biçimler içinde eriyecektir (tv'nin evrimi) = ama Fotoğraf: Bunun noemiyse her zaman bilinç için bir sürpriz, bir şaşırtmaca olmasıdır. "Bu kesin, bu olmuştu" nun şaşırtmasıdır. (düşündürücülüğüdür)
Sinema fotoğrafın güvenilirliğini rehin alır, yönünü değiştirerek yanılsamaya çevirir.
hiç anlamıyorum şu şeyden... |
Etiketler:
Fotoğraf,
Fotoğraf Okumaları,
Roland Barthes,
Sinema
((Dawkins'e e-mail var))
Umarım kısa sürede ölürsün ve cehennemde yanarsın.
Senin Allah'ını...
Yaşamının koca bir aldatmacadan ibaret olduğunun farkına varmalısın.
Senin kaderin (...) dir. …ateist.
Git ve kendini...
Seni, koca kıçlı.
Senin yapay zekan tanrının osuruğundan fazlası değil.
Bok herif. Cehenneme git.
Şeytan sana işkence etmekten büyük haz alacak. Hristiyanlar Tanrı için yaşar. Bir Tanrı var. Ve bizi o yarattı.
Sadece kör biri bu kadar kaale almaz ve inatçı olabilir
Darwin'in zırvaladığı her şey yalan ve evrim hiçbir şeyi kanıtlamıyor. Hiçbir şeyin evrildiği yok. En iyi kitap İncil'dir. Hiçbir şey onun doğrularının kıyısına uğramıyor.
Eğer Tanrı'nın adaletinin yanlış olduğunu düşünüyorsan inanmayanlar için şeytanın çok daha kötü bir yargılama şekli var.
***
(Ve bu son derece acıklı.)
Senin koca götünü...
Umarım bu gece kilisenin önünde bir kamyonet çarpar da oracıkta ölürsün.
(Hahaha)
Senin Allah'ını...
Yaşamının koca bir aldatmacadan ibaret olduğunun farkına varmalısın.
Senin kaderin (...) dir. …ateist.
Git ve kendini...
Seni, koca kıçlı.
Senin yapay zekan tanrının osuruğundan fazlası değil.
Bok herif. Cehenneme git.
Şeytan sana işkence etmekten büyük haz alacak. Hristiyanlar Tanrı için yaşar. Bir Tanrı var. Ve bizi o yarattı.
Sadece kör biri bu kadar kaale almaz ve inatçı olabilir
Darwin'in zırvaladığı her şey yalan ve evrim hiçbir şeyi kanıtlamıyor. Hiçbir şeyin evrildiği yok. En iyi kitap İncil'dir. Hiçbir şey onun doğrularının kıyısına uğramıyor.
Eğer Tanrı'nın adaletinin yanlış olduğunu düşünüyorsan inanmayanlar için şeytanın çok daha kötü bir yargılama şekli var.
***
(Ve bu son derece acıklı.)
Senin koca götünü...
Umarım bu gece kilisenin önünde bir kamyonet çarpar da oracıkta ölürsün.
(Hahaha)
Richard Dawkins |
Etiketler:
Bilim
Doğa Tarihi Üzerine Düşünceler - Stephen Jay gould
Primatlar genel olarak diğer hayvanların çoğuna göre yavaş gelişir. Benzer vücut boylarına sahip diğer memelilere göre daha uzun yaşar ve daha yavaş olgunlaşırlar. Bu eğilim primatların evrim çizgileri boyunca devam eder. İnsansımaymunlar genellikle maymunlara ve yarımaymunlara göre daha büyüktür, daha yavaş olgunlaşır ve daha uzun yaşarlar..., diğer primatların birçoğu benzer organ gelişimlerini çoktan durdurmuşken bizim sistemimizin birçoğu büyümeyi sürdürür. W.M. Krogman şöyle diyor: " İnsan diğer bütün yaşam formları arasında kesinlikle en uzun bebeklik, çocukluk ve gençlik dönemlerine sahip olandır; yani neotenik, başka bir deyişle yavaş büyüyen bir hayvandır. Tüm yaşam süresinin neredeyse yüzde otuzu büyümekle geçer."
Biz her şeyden önce öğrenen hayvanlarız. Özel olarak güçlü, çevik yada iyi tasarlanmış değiliz; hızlı üremiyoruz. Avantajımız, olağanüstü bir deneyerek öğrenme kapasitesine sahip olan beynimizdir. Öğrenme sürecimizi güçlendirmek için, cinsel olgunluğu erteleyerek ve ergenliğe özgü bağımsızlık arzumuzu geciktirerek çocukluk süremizi uzattık.
Bizim bebeklerimiz, çoğu öngelişimsiz memelide olduğu gibi, aciz ve az gelişmiş doğar. (...) İnsan bebekleri embriyonik olarak doğar ve yaşamlarının ilk dokuz ayında da embriyon olarak kalır. Eğer kadınlar "doğru zamanda " -yaklaşık bir buçuk yıllık bir gebelikten sonra- doğum yapsalardı, bebeklerimiz diğer primatların sahip olduğu standart öngelişim özelliklerini paylaşıyor olacaktı.
Peki insan bebekleri niçin zamanından önce doğar? Evrim genel gelişim süremizi büyük ölçüde uzatmışken, niçin gebelik süremizi kısaltarak bize özünde embriyonik bir bebek vermiştir? Gebelik niçin diğer gelişim süreçleri kadar uzamamıştır?
...diğer memelilerin çoğuyla karşılaştırıldığında insanlarda doğumun daha zor olduğunun inkar edilemeyeceğini düşünüyorum. Primatlarda, dölütün kafası leğen kemiğinden geçemeyecek kadar büyük olduğunda, dişilerin doğum sırasında ölebildiğini biliyoruz. A.H. Schultz, ölü doğmuş bir habeş maymunu (iri bir Africa babunu) dölütünün ve yine ölmüş olan annesinin leğen kemiği kanalının resimlerini gösterir; embriyonun kafası kanaldan epey daha büyüktür. Schultz dölüt boyutunun bu türde üst sınır olduğu sonucuna varır:
" Doğal seçilim kuşkusuz dişi leğen kemiğinin çapının genişliğini destekleme eğilimindedir. Ancak bir yandan da gebeliğin uzun sürmesinin ya da en azından bebeklerin doğumda çok büyük olmasının karşısında işlemelidir."
Bir yaşında bir bebeği başarılı şekilde doğurabilecek çok fazla insan dişisi olmadığına eminim.
Darwin ve Sonrası
sf 58 - 66
Biz her şeyden önce öğrenen hayvanlarız. Özel olarak güçlü, çevik yada iyi tasarlanmış değiliz; hızlı üremiyoruz. Avantajımız, olağanüstü bir deneyerek öğrenme kapasitesine sahip olan beynimizdir. Öğrenme sürecimizi güçlendirmek için, cinsel olgunluğu erteleyerek ve ergenliğe özgü bağımsızlık arzumuzu geciktirerek çocukluk süremizi uzattık.
Bizim bebeklerimiz, çoğu öngelişimsiz memelide olduğu gibi, aciz ve az gelişmiş doğar. (...) İnsan bebekleri embriyonik olarak doğar ve yaşamlarının ilk dokuz ayında da embriyon olarak kalır. Eğer kadınlar "doğru zamanda " -yaklaşık bir buçuk yıllık bir gebelikten sonra- doğum yapsalardı, bebeklerimiz diğer primatların sahip olduğu standart öngelişim özelliklerini paylaşıyor olacaktı.
Peki insan bebekleri niçin zamanından önce doğar? Evrim genel gelişim süremizi büyük ölçüde uzatmışken, niçin gebelik süremizi kısaltarak bize özünde embriyonik bir bebek vermiştir? Gebelik niçin diğer gelişim süreçleri kadar uzamamıştır?
...diğer memelilerin çoğuyla karşılaştırıldığında insanlarda doğumun daha zor olduğunun inkar edilemeyeceğini düşünüyorum. Primatlarda, dölütün kafası leğen kemiğinden geçemeyecek kadar büyük olduğunda, dişilerin doğum sırasında ölebildiğini biliyoruz. A.H. Schultz, ölü doğmuş bir habeş maymunu (iri bir Africa babunu) dölütünün ve yine ölmüş olan annesinin leğen kemiği kanalının resimlerini gösterir; embriyonun kafası kanaldan epey daha büyüktür. Schultz dölüt boyutunun bu türde üst sınır olduğu sonucuna varır:
" Doğal seçilim kuşkusuz dişi leğen kemiğinin çapının genişliğini destekleme eğilimindedir. Ancak bir yandan da gebeliğin uzun sürmesinin ya da en azından bebeklerin doğumda çok büyük olmasının karşısında işlemelidir."
Bir yaşında bir bebeği başarılı şekilde doğurabilecek çok fazla insan dişisi olmadığına eminim.
Darwin ve Sonrası
sf 58 - 66
Etiketler:
Bilim
The Genius of Charles Darwin - Richard Dawkins
Beagle yolculuğunda kendi gözleriyle gördüğü kanıtlar, zihninde inanışa ters düşen büyük soruların tohumunu attı.Ve bir kez düşünmeye başladığında bunu durduramadı.
Darwin, aklı karışmış bir öğrenciyken, Beagle yolculuğundan, kararlı hatta saplantılı bir araştırmacı bilim adamı olarak geri döndü. Yolculuk onu değiştirmişti ve çok geçmeden bu durum dünyayı sonsuza dek değiştirecekti. 1830'ların sonlarında Londra'ya döndü, topladığı örnekler, ve yolculuk raporları Darwin'e bilimsel bir şöhret sağladı. Hatta daha önemli olarak, bulduklarını kataloglarken yaşam formlarının sabit olmadıklarını farketti. Zaman içinde değişmişlerdi. Evrim geçirmiş olmalıydılar. Şimdi, bunun nasıl ve niçin olmuş olduğunu anlamak için, tüm kanıtları biraraya getirmek istiyordu. Bu Darwin'in fikirlerini geliştirmesi için 20 yıllık bir araştırma süresi aldı.
Darwin, aklı karışmış bir öğrenciyken, Beagle yolculuğundan, kararlı hatta saplantılı bir araştırmacı bilim adamı olarak geri döndü. Yolculuk onu değiştirmişti ve çok geçmeden bu durum dünyayı sonsuza dek değiştirecekti. 1830'ların sonlarında Londra'ya döndü, topladığı örnekler, ve yolculuk raporları Darwin'e bilimsel bir şöhret sağladı. Hatta daha önemli olarak, bulduklarını kataloglarken yaşam formlarının sabit olmadıklarını farketti. Zaman içinde değişmişlerdi. Evrim geçirmiş olmalıydılar. Şimdi, bunun nasıl ve niçin olmuş olduğunu anlamak için, tüm kanıtları biraraya getirmek istiyordu. Bu Darwin'in fikirlerini geliştirmesi için 20 yıllık bir araştırma süresi aldı.
Darwin, yaşamın tarihini çok geniş bir aile ağacı olarak görmeye başladı. Yaşam milyonlarca yıl önce ağacın tabanında başladı ve zaman geçtikçe atalarımız evrildiler, ayrıldılar ve şu ana kadar dallar boyunca çoğaldılar, gezegen üzerindeki her tür bir dalın ucundaki sürgündür. Hepsi birbiriyle alakalıdır, birbirlerinin kuzenidir.Yaşam tek hücrelilerden kompleks gelişmiş varlıklara doğru evrim geçirmişti. Bu devasa bir adım gibi görünebilir, fakat Darwin bunun çok geniş bir zaman aralığında küçük adımlar sayesinde başarıldığını anladı.
Dünyanın yaşının çok büyük
olduğunu kavradı.
Darwin, dünyanın yüzlerce milyon
yaşında olduğuna inanıyordu.
Bugün, onun yaşının dört milyar yıldan fazla olduğunu biliyoruz, ve gerçekte etrafımızda gördüğümüz yaşam o zamanın önemsiz bir kısmında varoldu.
Dünyanın yaşının çok büyük
olduğunu kavradı.
Darwin, dünyanın yüzlerce milyon
yaşında olduğuna inanıyordu.
Bugün, onun yaşının dört milyar yıldan fazla olduğunu biliyoruz, ve gerçekte etrafımızda gördüğümüz yaşam o zamanın önemsiz bir kısmında varoldu.
Doğal dünyadaki ızdırabın toplam miktarı tüm iyi niyetli beklentilerin ötesindedir.
Ben bu kelimeleri söylerken geçen dakikalar içinde binlerce hayvan hayatları için koşuyorlar, korku içinde inleyerek, boğazlarına batan dişleri hissederek. Binlercesi açlıktan veya hastalıktan ölüyor, ya da bir asalağın içlerinden onları kemirdiğini hissediyorlar. Herhangi bir merkezi otorite veya güvenlik ağı yok.
Çoğu hayvan için, hayatın gerçeği mücadele, ızdırap ve ölümdür. Darwin için, doğanın korkunçluğuyla uğraşmak çok büyük bir meydan okuma olmuş olmalı. Genç bir adam olarak, bir taşra papazı olmak istemişti. Düzenli ve uyumlu bir hayvan krallığına inanmıştı. Şimdi, doğanın acımasız gerçeğini dikkatle izliyordu.
Ben bu kelimeleri söylerken geçen dakikalar içinde binlerce hayvan hayatları için koşuyorlar, korku içinde inleyerek, boğazlarına batan dişleri hissederek. Binlercesi açlıktan veya hastalıktan ölüyor, ya da bir asalağın içlerinden onları kemirdiğini hissediyorlar. Herhangi bir merkezi otorite veya güvenlik ağı yok.
Çoğu hayvan için, hayatın gerçeği mücadele, ızdırap ve ölümdür. Darwin için, doğanın korkunçluğuyla uğraşmak çok büyük bir meydan okuma olmuş olmalı. Genç bir adam olarak, bir taşra papazı olmak istemişti. Düzenli ve uyumlu bir hayvan krallığına inanmıştı. Şimdi, doğanın acımasız gerçeğini dikkatle izliyordu.
Etiketler:
Bilim
Seni selamlıyorum Saraybosna
...fotoğraflarsa başka bir şey yapar: olup bitenin aklımızdan çıkmamasını sağlarlar. Bosna savaşına dair en unutulmaz fotoğraflardan birini ele alalım. New York Times muhabiri John Kifner bu fotoğrafla ilgili şunları yazmıştı: "Görüntü gayet sade, Balkan savaşlarında çekilen fotoğraflardan en kalıcı olanı: bir sırp askeri can çekişen bir müslüman kadının kafasını tekmeliyor. Fotoğraf bilinmesi gereken her şeyi söylüyor."
Ama elbette bilmemiz gereken her şeyi söylemiyordu.
Fotoğrafçı Ron Haviv'in verdiği bilgilerden, bu fotoğrafın 1992 Nisanı'nda, yani Sırp azgınlığının Bosna'daki ilk ayında, Bijeljina kentinde çekilmiş olduğunu öğreniyoruz. Resmin arka planında üniformalı bir sırp askeri görüyoruz; güneş gözlüklerini yukarı sıyırmış, havaya kaldırdığı elinin işaret parmağıyla yüzük parmağı arasına bir sigara sıkıştırmış, sağ elinde bir tüfek var ve sağ ayağını diğer iki gövdenin arasında yüzükoyun yatmakta olan bir kadına vurmak üzere kaldırmış. Kadının müslüman olduğunu fotoğraftan anlayamıyoruz, ama onu başka türlü etiketlememize imkan yok, yoksa ne diye o ve diğer iki beden bir grup sırp askerinin bakışları altında yerde ölü gibi (neden ölmekte olsun ki) yatsınlar?
Aslında fotoğraf bize çok az şey anlatıyor - tek yaptığı savaşın cehennemden farksız olduğu ve zarif bir delikanlının silah taşıyarak, yerde çaresiz bir halde yatan, belki de çoktan ölmüş aşırı kilolu yaşlı kadınları tekmeleyebildiği.
Susan Sontag
Ama elbette bilmemiz gereken her şeyi söylemiyordu.
Fotoğrafçı Ron Haviv'in verdiği bilgilerden, bu fotoğrafın 1992 Nisanı'nda, yani Sırp azgınlığının Bosna'daki ilk ayında, Bijeljina kentinde çekilmiş olduğunu öğreniyoruz. Resmin arka planında üniformalı bir sırp askeri görüyoruz; güneş gözlüklerini yukarı sıyırmış, havaya kaldırdığı elinin işaret parmağıyla yüzük parmağı arasına bir sigara sıkıştırmış, sağ elinde bir tüfek var ve sağ ayağını diğer iki gövdenin arasında yüzükoyun yatmakta olan bir kadına vurmak üzere kaldırmış. Kadının müslüman olduğunu fotoğraftan anlayamıyoruz, ama onu başka türlü etiketlememize imkan yok, yoksa ne diye o ve diğer iki beden bir grup sırp askerinin bakışları altında yerde ölü gibi (neden ölmekte olsun ki) yatsınlar?
Aslında fotoğraf bize çok az şey anlatıyor - tek yaptığı savaşın cehennemden farksız olduğu ve zarif bir delikanlının silah taşıyarak, yerde çaresiz bir halde yatan, belki de çoktan ölmüş aşırı kilolu yaşlı kadınları tekmeleyebildiği.
Susan Sontag
*
"Je Vous Salue Sarajevo"
Godard
Etiketler:
Fotoğraf,
Fotoğraf Okumaları,
Susan Sontag
Sıradan hayatların tekdüzeliği gerçekten de dehşet verici (Huzursuzluk Kitabı)
Sıradan hayatların tekdüzeliği gerçekten de dehşet verici.
Kendimi bu sıradan lokantada, öğle yemeği yerken buluyorum, tezgahın arkasındaki aşçının saçının karaltısına ve yanı başımdaki, yaşını başını almış garsona bakıyorum, garson sanırım aşağı yukarı kırk yıldır bu mekana ve bana hizmet veriyor. Bu insanlarınki nasıl bir varoluştur? Şu insan karaltısı tam kırk yıldır neredeyse bütün gününü bir mutfakta geçiriyor; boş zamanı pek olmuyor, doğru dürüst uyku uyumuyor; memleketine nadiren gidiyor, hiç içi yanmadan, bir an bile düşünmeden dönüyor; ağır ağır kazandığı ve harcamaya niyetli olmadığı parayı ağır ağır biriktiriyor (...)
Ya bana servis yapan, masalara kahve bırakmakla geçmiş bir ömrün herhalde milyonuncu kahvesini şu an önüme koymakta olan şu ihtiyar garson? Hayatı aşçınınkiyle aynı, tek farkları, dört beş metrelik bir mesafeyle birinin mutfakta, öbürünün lokantanın salonunda durması.(...)
Bu hayatları korkuyla karışık bir şaşkınlıkla izliyorum ve tam dehşet, acı ve isyan duygularım kabarırken, birden fark ediyorum ki, dehşet, acı ya da isyan duyan yoksa, bunları hissetmek ilk başta bu hayatları yaşayanların hakkıdır. İmgelemin temel kusuru budur: Ötekilerin biz olduğuna bizim gibi hissetmek zorunda olduğuna inandırır bizi. Ama ne mutlu insanlığa ki, her insan yalnız kendidir ve fazladan birkaç kişi olma yeteneği sadece dehalara bahşedilmiştir.
(...)
Hayatı tekdüzeleştirmek bir bilgeliktir, çünkü o zaman en küçük olay bile insanı büyüleyebilir. Aslan avcısının serüveni üçüncü aslandan sonra biter. Bu tekdüze aşçı içinse, bir sokak kavgası ortalama bir kıyamet tadındadır.(...)
Kendimi bu sıradan lokantada, öğle yemeği yerken buluyorum, tezgahın arkasındaki aşçının saçının karaltısına ve yanı başımdaki, yaşını başını almış garsona bakıyorum, garson sanırım aşağı yukarı kırk yıldır bu mekana ve bana hizmet veriyor. Bu insanlarınki nasıl bir varoluştur? Şu insan karaltısı tam kırk yıldır neredeyse bütün gününü bir mutfakta geçiriyor; boş zamanı pek olmuyor, doğru dürüst uyku uyumuyor; memleketine nadiren gidiyor, hiç içi yanmadan, bir an bile düşünmeden dönüyor; ağır ağır kazandığı ve harcamaya niyetli olmadığı parayı ağır ağır biriktiriyor (...)
Ya bana servis yapan, masalara kahve bırakmakla geçmiş bir ömrün herhalde milyonuncu kahvesini şu an önüme koymakta olan şu ihtiyar garson? Hayatı aşçınınkiyle aynı, tek farkları, dört beş metrelik bir mesafeyle birinin mutfakta, öbürünün lokantanın salonunda durması.(...)
Bu hayatları korkuyla karışık bir şaşkınlıkla izliyorum ve tam dehşet, acı ve isyan duygularım kabarırken, birden fark ediyorum ki, dehşet, acı ya da isyan duyan yoksa, bunları hissetmek ilk başta bu hayatları yaşayanların hakkıdır. İmgelemin temel kusuru budur: Ötekilerin biz olduğuna bizim gibi hissetmek zorunda olduğuna inandırır bizi. Ama ne mutlu insanlığa ki, her insan yalnız kendidir ve fazladan birkaç kişi olma yeteneği sadece dehalara bahşedilmiştir.
(...)
Hayatı tekdüzeleştirmek bir bilgeliktir, çünkü o zaman en küçük olay bile insanı büyüleyebilir. Aslan avcısının serüveni üçüncü aslandan sonra biter. Bu tekdüze aşçı içinse, bir sokak kavgası ortalama bir kıyamet tadındadır.(...)
Etiketler:
Huzursuzluk Kitabı
Görüntü Üzerine Notlar - Jim Morrison
Kamera. her şeyi gören tanrı olarak, bilgelik arayışımızı tatmin eder.
Bu yükseklik ve bu açıdan başkalarını gözetlemek: Yayalar gelip geçerler, nadir deniz böcekleri gibi lenslerimizin önünden!
Bu yükseklik ve bu açıdan başkalarını gözetlemek: Yayalar gelip geçerler, nadir deniz böcekleri gibi lenslerimizin önünden!
Yoga güçleri.
Kendini görünmez ya da ufacık kılmak için.
Devleşmek ve en ufak şeylere erişmek için.
Doğanın işleyişini değiştirmek için. Kendini boşluk ya da zaman içinde herhangi bir yere yerleştirmek için...
Pusuda yatan adamın tüfeği gözünün uzantısıdır...
Rahimde hepimiz kör mağara balıklarıyız.
Her şey belirsiz ve şaşırtıcı. Deri şişer ve bedenin organları arasında hiçbir fark kalmaz.
Tekdüze sesler çıkaran korkunun her şeye burnunu sokan sesi.
Bu yutulmanın korkusu ve çekiciliğidir.
Rüyanın derinliklerinde, uykuyu geçir bedenine bir eldiven gibi tıpkı. Yer ve zamanın dışındasın artık. Özgürsün artık, akıp giden yazın içinde çözülüp dağılmak için. Uyku her gece içine dalınan okyanus derinlikleridir. Sabah uyanırsın, üstünden sular damlayarak, nefes nefese ve gözlerin yanarak.
O çirkin kabuğu içinde
Bayağı bakar göz.
Açık havaya çık.
Tüm parlaklığınla
...
Bir kır manzarası üzerinde dolaşır bir kamera, aklı yok edip imgeyi şaşkına çevirerek. Gri bir fil eriyerek gözlerden
yanaklara doğru süzülür. Elveda.
Modern yaşam trenle bir yolculuktur. Yolcular pis kokulu koltuklarında alabildiğine dönüşüme uğrar
ya da vagondan vagona sallanarak dolanırlar; bitmeyen bir dönüşümün esiri olarak...
Çatıları yık, duvarları yık, bütün odaları aynı anda gör.
30 Haziran
Çatı katında. Birden uyandı. Aynı anda başının üstünden hava üssünden bir jet süzüldü. Sahilde çocuklar hızla geçen gölgesine atlamayı deniyorlar uçağın.
Yanlışlıkla bir odaya giren ve camı bulamayan bir kuş ya da bir böcek.
Çünkü ne olduğunu bilmezler camın.
İnsanoğlu binaları yaptığında hapsetti kendini odacıklara,
ilk ağaçlar ve mağaralar.
(Camlar iki yönlü çalışır, Aynalarsa tek yönlü.)
Aynaların içinden yürüyüp gidemezsin ya da camın içinden süzülemezsin.
Dikizci, röntgenci karanlık bir komedyendir. Bilinmeyen kimliğiyle, gizli istilasıyla iticidir. Acınası bir yalnızlık içindendir. Fakat garip bir biçimde, aynı sessizlik ve esrar sayesinde görüş alanı içindeki herhangi birinin ortaklığını kazanabilir. Bu onun korkusu ve gücüdür.
Röntgenci masturbasyoncudur; ayna madalyası, cam ise avı.
...
Sindirip içselleştirerek Dışarısı ile yüz yüze gel.
Ben dışarı gelmeyeceğim sen içeri gelmelisin.
Gözetlemeye yattığım rahim bahçeme.
Gerçekle savaşmak için kafamın içinde bir evren yaratabileceğim o yere....
İmge yoksunluktan doğar...
Uzaktan zevk alabilirsin yaşamdan. Her şeye bakabilir fakat tatmayabilirsin. Sadece gözlerinle okşayabilirsin anneni istersen.
Dokunamazsın bu hayaletlere.
Filmler yapay olarak döllenmiş ölü fotoğraflar bütünüdür.
Sinema, sanatların en totaliter olanıdır. Bütün enerji ve heyecan kafatasının içine emilir, bir tür zihinsel ereksiyon; kanla şişer kafatası. Caligula tüm tebaası için tek bir boyun arzulardı, tek bir vuruşta tüm imparatorluğun başını uçurabilmek için. Sinema bu dönüştürücü araçtır işte. Beden, gözler uğruna var olur sadece; bu iki yumuşak aç gözlü mücevheri ayakta tutan kuru bir sapa dönüşür.
Film bir çeşit sahte ölümsüzlük bahşeder. Sinemanın çekiciliği ölüm korkusunda yatar.
Sinema iki ayrı koldan gelişti.
Birincisi görsel. Phantaasmagoria gibi, amacı tamamen taklit, duyusal bir dünya yaratmak
Diğeri ise röntgencilik. Tebaasına hem erotik hem de kurcalanmamış
gerçek yaşam görüntüsü vaad eden ve renge, sese, ihtişama hiç gerek
duymadan anahtar deliğini veya röntgencinin camını taklit eden.
Sanatın varolabilmek için seyirciye ihtiyacı olduğunu sanmak yanlıştır. Film gözler olmadan da oynar, seyirci ise onsuz varolmaz. Film onun varlığını garantiler.
Yabancı en büyük tehdit olarak algılanırdı eski topluluklarda.
Dönüşüm: Bir nesne, adından, alışkanlıklarından ve çevresinden koparılıyor. Sadece ve sadece kendisi oluyor. Bu parçalama, saf varlığı elde edinceye kadar sürdürüldüğünde artık özgürdür nesne, sonsuza kadar herhangi bir şey olmak için.
Çıplak gözün ve kameranın bize sunduğu kadarıyla nesneler "Görme" tarafından yanılgıya düşürülmeden.
Henüz hiçbir nesne yokken ortada.
Kamera androjen bir makine, bir tür mekanik hünsadır.
Film ete barırılan bir iğnenin yabancı bir başkentte patlamalar yaratabileceği varlık zincirini aydınlatamadığı sürece bir hiçtir.
Sinema bizi hayat kaynağına, madde dinine geri götürür; tek tek her şeyin kutsal sayıldığı ve her şeyde ve her canlıda tanrıların görüldüğü.
Sinema; simyanın mirasçısı,
erotik bir bilimin son üyesi.
Islak sahilde boylu boyunca yatar alık aslanlar.
Tüm evren diz çöker bataklıkta,
merakla gözlemek için kendi çürüyüşlerini
insanoğlunun bilinç aynasında
Boş ve dolu ayna, yutucu, edilgen
her gelene ve her ilgisini çekene karşı.
Karşı yakaya giden geçit kapısı, ruh özgür bırakır kendini hızla
Aynaları çevir duvara
yeni ölünün evinde.
(HWY: An American Pastoral)
by Jım Morrıson
Etiketler:
Felsefe,
Jim Morrison,
Sinema
Belgesel Filmler'in Önemi
" Belgesel görmeye yarayan bir araç değildir, düşünmek için gerekli bir araçtır, hem onu yapan hem de seyreden için... Her anlamda bir ifade ve tanıma aracı olan belgesel, günümüz kentli televizyon seyircisine sunulan en son düşünce alanlarından biri. Dünyaya ve insanlara karşı tehlikeli bir biçimde ilgisizlik aşılayan şeylere karşıt olarak belgesel, izleyicinin belleğinde izler bırakan düşünceleri, heyecanları, zamanları ileterek daha yoğun ve daha aktif bir algılama süreci sağlıyor. Böylece belgesel film aktüaliteyi inşa etmek için günbegün sona eren 'kolektif olmayan hafızaya' karşı bir panzehir gibi beliriyor. İşte bu yüzden belgesel film bugün yegane bir sosyal role sahip; Eserlere, fikirlere ve ötekinin keşfine girişi sunarak insanlığın ufkunu genişletiyor; modern dünyanın büyük problemlerine şekil veriyor ve bir bakışın bilgeliği aracılığıyla insani onurun paylaşılmasını sağlıyor."
Docume tarafından ilan edilen manifesto'dan
2004 - Torino
Docume tarafından ilan edilen manifesto'dan
2004 - Torino
Etiketler:
Sinema
Maldoror'un şarkıları - Lautreamont
Gece yarısı; bir tek omnibüs bile yok Bastille'den Madeleine yoluna giden. Yanılmışım; işte bir tane, birden çıkıveriyor, yerden çıkar gibi. Gecikmiş birkaç kişi dikkatle bakıyorlar ona; çünkü ötekilere benzemiyor bu. Ölü balık gözlü, ölü bakışlı insanlar oturmuşlar arkada. Tıkış tıkış, sanki ölmüş hepsi; aslında yolcu sayısı yönetmeliklere uygun, fazla değil. Arabacı atları kırbaçlıyor, ama sanki kolu kırbacı değil de kırbaç kolu kaldırıyor. Bu garip, bu dilsiz yaratıklar topluluğu da neyin nesi? Ay sakinleri mi yoksa? Bazen buna inanası geliyor insanın; ama daha çok cesede benziyorlar. Son durağa varmak için acele eden omnibüs, hızla yol alıyor, yoldan kıvılcımlar çıkıyor... Uzaklaşıyor!.. Ama, biçimsiz bir kitle, inatla izliyor onu, tozların arasında. "Durun, yalvarırım, durun...Bütün gün yürümekten ayaklarım şişti... dünden bu yana bir şey yemedim... annem babam sokağa attılar beni... çaresizim... eve dönmeye karar verdim... bana bir yer verirseniz çabucak varırım... sekiz yaşında küçücük bir çocuğum, bütün güvencim sizsiniz..." Uzaklaşıyor!..Ama, biçimsiz bir kitle, inatla izliyor onu, tozların arasında. Bu soğuk bakışlı adamlardan biri yanında oturan adamı dirseğiyle dürtüyor; kulağına gelen bu berrak tınılı haykırışlardan duyduğu hoşnutsuzluğu anlatmak istiyor sanki ona. Öteki onaylama anlamında belli belirsiz eğiyor başını ve tıpkı kabuğunun içine çekilen kaplumbağa gibi bencilliğinin içine gömülüyor sonra. Öteki yolcuların da bu iki yolcu gibi düşündükleri yüzlerinden okunuyor. Çığlıklar iki üç dakika daha duyuldu, gittikçe tizleşerek. Bulvara bakan pencereler açıldı ve elinde ışık tutan şaşkın bir surat yola göz attıktan sonra panjuru hızla kapatıp kayboldu... Uzaklaşıyor!.. Ama, biçimsiz bir kitle, inatla izliyor onu, tozların arasında. Yalnızca biri, bu taştan insanların arasında kendini düşlere kaptırmış bir genç, acı karşısında merhamet duymuşa benziyor. Acıyan küçük bacaklarıyla omnibüse yetişeceğini sanan çocuğu korumak için sesini yükseltmeye cesaret edemiyor, çünkü öteki adamlar küçümseyerek, tepeden bakıyorlar ona, ve o da onlara karşı ne yapacağını bilemiyor. Dirseklerini dizlerine dayamış, başı ellerinin arasında, şaşkın şaşkın düşünüyor, insanlık erdemi dedikleri şey bu mudur? diye. O zaman bunun boş laftan başka bir şey olmadığını, şiir sözcükleri arasında bile bulamadığını anlıyor ve kabul ediyor yanlışını "Gerçekten de neden ilgilenmeli bu çocukla? Boşver şimdi onu!" diyor, kendi kendine. Bununla birlikte, az önce küfür işleyen delikanlının yanağına yakıcı bir gözyaşı indi. Güçlükle alnına götürdü elini, donuk karanlığı ruhunu karartan bir bulutu kovalamak istermişçesine. İçine fırlatılmış olduğu bu çağda çırpınıp duruyordu, ama boşuna; bu çağda yeri olmadığını biliyordu, ama kurtulmasının da olanağı yoktu. Korkunç bir zindan ! İğrenç bir yazgı ! Lombano, o günden bu yana hoşnutum senden! Öteki yolculara karşı aynı kayıtsızlığı duyarken hep seni izledim. Öfkeyle ayağa kalkıyor delikanlı, istemeyerek de olsa, kötü bir eyleme katılmamak için uzaklaşmak istiyor. Bir işaret çakıyorum ona, yanıma oturuyor... Uzaklaşıyor!.. Uzaklaşıyor!.. Ama, biçimsiz bir kitle, inatla izliyor onu, tozların arasında. Haykırışlar birden duruyor, çünkü ayağı bir kaldırım taşına takıldı çocuğun ve düşüp başını yardı. Omnibüs uzaklarda kayboldu ve sessiz sokak bomboş...Uzaklaşıyor!.. Ama, biçimsiz bir kitle, inatla izlemiyor artık onu, tozların arasında.... Elinde solgun bir fenerle geçen şu paçavracıya bakın; omnibüste bulunanların hepsinden daha büyük bir yürek var onda. Çocuğu yerden kaldırıyor; emin olun iyileştirecek onu, ana babası gibi sokağa atmayacak. Uzaklaşıyor!.. Uzaklaşıyor!.. Ama, bulunduğu yerden, paçavracının delici bakışları izliyor onu, tozların arasında! Ahmaklar, budalalar soyu! Pişman olacaksın böyle davrandığın için. Görürsün sen! Pişman olacaksın, görürsün, pişman! Şiirlerimle, bütün olanakları kullanarak, insan denen bu yırtıcı hayvanın, ve böyle ciğeri beş para etmez birini yaratmaması gereken Tanrı'nın canına okuyacağım. Kitap üstüne kitap yığılacak, taa yaşamımın sonuna kadar, ama yalnızca şu anda bilincimde olan tek bir düşünce yer alacak şiirlerimde.
(ikinci şarkı)
(ikinci şarkı)
Etiketler:
Isidore Ducasse
Ne haliniz varsa görün
...Acının betimlenmesi saçmalıktır. Her şeyin güzelliğini göstermek gerekir...Kendi kitaplarında mutsuzluk yaratmamalı insan. Ne pahasına olursa olsun, tek yanlı bakmak istemekten başka bir şey değildir bu, olaylara. Ey sizi gidi uluyan deli maymunlar!
...Acının ürünleri olan ve artık acı olmaktan çıkmış deneyimleri aktarın okurlarınıza, yalnızca. Herkesin önünde ağlamayın.
Yazınsal güzellikleri söküp çıkarmayı bilmek gerek, ölümün bağrında bile olsa: Ama ölüme ilişkin olmayacak güzellikler. Rastlantısal nedenlerden başka bir şey değildir ölüm burada. Çare değildir ölüm, sonuçtur.
...mutsuzsanız, okura söylememelisiniz bunu. Kendinize saklayın onu.
Biçimi eleştirmeli eleştiri, düşüncelerinizin, cümlelerinizin özünü değil kesinlikle. Ne haliniz varsa görün.
Düşünülebilecek en eksik düşünce biçimidir duygular.
Denizin bütün suyu düşünsel bir kan lekesini yıkamaya yetmez.
...Acının ürünleri olan ve artık acı olmaktan çıkmış deneyimleri aktarın okurlarınıza, yalnızca. Herkesin önünde ağlamayın.
Yazınsal güzellikleri söküp çıkarmayı bilmek gerek, ölümün bağrında bile olsa: Ama ölüme ilişkin olmayacak güzellikler. Rastlantısal nedenlerden başka bir şey değildir ölüm burada. Çare değildir ölüm, sonuçtur.
...mutsuzsanız, okura söylememelisiniz bunu. Kendinize saklayın onu.
Biçimi eleştirmeli eleştiri, düşüncelerinizin, cümlelerinizin özünü değil kesinlikle. Ne haliniz varsa görün.
Düşünülebilecek en eksik düşünce biçimidir duygular.
Denizin bütün suyu düşünsel bir kan lekesini yıkamaya yetmez.
Etiketler:
Isidore Ducasse
Kitap Kapakları
Kitap edinmek için binbir gerekçe bulunacaksa, benim gözümde herhalde binbirinci olmayan bir tanesi: Kitapları nesne olarak da sevmemdir. Güzel kitaplara, özenli baskılara, özelliği olanlara bayıldığım için bibliophile de sayılabilirim demek ki. Kitapperest'lik olarak adlandırılabilecek bir sapkınlıksa bu, düpedüz sapkınım. Bir metni cep kitabından okumakla özenli, lüks bir baskıdan okumak arasında fark görmeyenlerle sohbeti derhal keserim. Ben de bilirim metnin aynı metin olduğunu, ama kitabın aynı kitap olmadığını da bilirim ve bunu önemserim. Şimdi övünmenin tam sırası mı kestiremiyorum: Sade'ın, Kafka'nın Celine'ın kitaplarını gelin bir de benim kitaplığımda (ya da gidin bir de Ferit'inkinde) görün, onları okumaya kıyamazsınız.
Enis Batur
Enis Batur
Dostoyevsky Books
Etiketler:
Edebiyat,
Enis batur
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)