Fotoğraf ve Sinema - Roland Barthes

Fotoğrafın noemi (noem: düşünülen şey, düşünme edimi) görüntünün algısal "yapı"sı olamaz. Fotoğrafı teknik olarak değil elbette, ama fenomenolojik olarak ressamlar icat etmişlerdir. Karanlık Oda (camera oscura) Rönesansın perspektif geometrisini yansıtır.

Fotoğrafın noemi "çoğaltılabilirlik" (resim sanatı karşısındaki ayırıcı özelliktir bu) olamaz: Metin çoğaltılabilir özelliklidir: 1- matbaanın icadından beri özdeksel olarak; 2- her okumayla fenomenolojik olarak.

Fotoğrafın noemi "bakış açısı" olamaz: Kameranın kuşkusuz bu bakımdan çok fazla olanağı vardır.

Fotoğrafın noemi "Bu, olmuştu." yönünde aranmalıdır. Eğer bu noem doğruysa, sinemanın değil fotoğrafın noemidir. -sinema noemsiz kalır.


Noem açısından ("Bu, olmuştu") fotoğraf ve sinema:

1 Fotoğrafın kurmaca özellikli olmasına çok ender rastlanır. En son sınırına ulaşan deneyim, mizansenler ve canlı tablolarla Bernard Faucon'a aittir. Fotoğraf hep "Bu, olmuştu" yönünde kalır, sinema ise "Bu, sanki olmuştu" dur.

2 Sinemada "Bu, olmuştu" fotoğraf aracılığıyla var olur: Sinema fotoğrafın noeminin yönünü yapay olarak değiştirir. Aslında sinemada “”Bu, olmuştu" yanlıştır, tümüyle hazırlanmıştır, içine hile karışmıştır, bir tür kimyasal "bireşim"dir. Bir film çevirme deneyimi : a- kayıt sırası ile düzenleme sırası (kurgu) değişmesi b- görüntü ile sesin ayrılması: sonradan seslendirme

Kısacası ben fotoğrafa sinemadan daha fazla önem veririm, antropoloji sistemi serüvenine göre demek istiyorum. Fotoğrafın kuramı olanaklı olabilir belki; sinemanınsa belli bir kültürü olabilir yalnızca. Tarihsel bir antropoloji sistemi açısından Mutlak Yeni de, değişim de, başlangıç da fotoğraftır. Pierre Legendre Les Cahiers du Cinema’da dünyayı sinemadan önce / ve sinemadan sonra diye ayırmıştır. Ben buna karşı çıkıyor ve fotoğraftan önce / fotoğraftan sonra diyorum. Sinema belki de bir kültür tarihi içinde, başka biçimler içinde eriyecektir (tv'nin evrimi) = ama Fotoğraf: Bunun noemiyse her zaman bilinç için bir sürpriz, bir şaşırtmaca olmasıdır. "Bu kesin, bu olmuştu" nun şaşırtmasıdır. (düşündürücülüğüdür)

Sinema fotoğrafın güvenilirliğini rehin alır, yönünü değiştirerek yanılsamaya çevirir.




hiç anlamıyorum şu şeyden...





Sartre’a göre bütün yazarlar bir romanın okunuşuna eşlik eden görüntülerin yoksulluğu konusunda hem fikirdirler: eğer şu roman beni gereği gibi “alıyorsa” zihinsel bir görüntü oluşmaz. Okumanın Görüntü Kıtlığı’na Fotoğrafın Görüntü Bütünlüğü denk düşer; yalnızca kendi içinde zaten bir görüntü olduğu için değil, ama aynı zamanda bu çok özel görüntü kendini tamamlanmış olarak (sözcük üzerinde biraz oynarsak tek parça diyebiliriz) dışa vurduğu için. Fotografik  görüntü tıka basa doludur: bir şey eklenecek yer yoktur onda.


Hammaddesi fotografik olan sinemada ise görüntü bu tamamlanmışlığa sahip değildir. (bu aslında sinemanın şanslı yanıdır) Niçin? Çünkü akıl içinde alınan fotoğraf, durmamacasına başka görünümlere doğru itilir, çekilir. Kuşkusuz sinemada her zaman fotografik bir gönderge vardır; ancak bu gönderge kayıcıdır, gerçekliği için bir iddiada bulunmaz, daha önceki var oluşuna baş kaldırmaz; bana asılmaz: bir hayalet değildir o. Tıpkı gerçek dünya gibi, sinema dünyası da, “deneyimin aynı temel üslup içinde akıp gideceği” varsayımıyla ayakta durur; oysa Fotoğraf bu “temel üslubu” kırar (onun şaşırması budur); geleceksizdir (bu onun pathos’u, melankolisidir); onda uzanma yoktur, sinema ise uzatılmıştır; bu yüzden de hiçbir biçimde melankolik değildir (nasıldır o halde? – O zaman basitçesi, aynı yaşam gibi “normal”dir) Hareketsiz olan fotoğraf geriye, sunuştan alıkoymaya doğru akar gider.



 Fotoğrafın doğasının temeli poz'dur.


Ben bir fotoğrafa bakarken, ne denli kısa olursa olsun gerçek bir şeyin göz önünde hareketsiz kaldığı  o anın düşüncesini incelememe katarım. Şimdiki fotoğrafın hareketsizliğini geçmişteki çekime götürürüm; zaten pozu oluşturan da bu durdurmadır. Bu durum, fotoğrafın canlandırılıp sinema olduğu zaman noema'sının niçin bozulduğunu da açıklar. Fotoğraf da bir şey küçük deliğin önünde poz vermiş ve orada sonsuza dek kalmıştır (ben böyle hissediyorum); oysa sinemada o şey aynı deliğin önünden geçmiştir: burada poz, sürekli bir görüntüler dizgesiyle süprülür ve yadsınır; bu farklı bir olaybilim, bu yüzden de burada başlayan, ama ilkinden türemiş olan farklı bir sanattır.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder