Doğa efsanesi — Kırlar,
Nietzsche'nin usavurmasının arka planıdır; bu arka planı bir kez gören ona
bağımlı hale gelmiştir. İfadelerini sonsuz olarak değiştirerek okuyucuya
seslenmesi ve farkında olmadan ona geçmesi, Nietzsche’nin özüne ait içeriğin
-asaleti, saflığı, kaderi- kendini emniyetteymiş gibi hissettiği genel olarak
anlaşılabilir bir dil haline gelmektedir. Nietzsche'nin büyüsüne ve anlamanın
önkoşulu olan ruh haline ulaşmanın en kolay yolu budur. Nietzsche'nin
dünyasında doğa ve elementler sadece göze hoş gelen resimler veya dinlenen
müzik gibi değildir, aksine gerçekliğin doğrudan kendisi olarak konuşan ve
gösterilmesi mümkün olmayan türü gibidir.
Kırların ve doğanın Nietzsche'yle
konuşma tarzında daha önceki betimleyici, göze hoş gelen bir biçimde gözlemci
tarzı ile örneğin uet in Arcadia ego” (3, 354) ve kırlarla bir
özdeşleşme gibi görünen daha sonraki tarzı arasında bir sıçrayış vardır. Daha
önceleri başka bir şey olarak karşısında duran doğa tarafından etkilenirken,
daha sonraları sanki doğa ve insanın kaderi, duyusal bedensellik ve olmak oluş
gibidir. Dünya ancak son on yılda şeffaflaşır ve doğa bir efsane gibi
görünmeye başlar. Nietzsche ampirik gerçeklikten dolayı acı çekerken artık bu
gerçeklikte asıl gerçekliği, hem de aynı anda önsezili ve bedeni olarak
görebilmektedir. Nietzsche için sadece görünen her şeyin yükseltilmiş bir
ifadesi yoktur, aksine olmanın dili doğal olanda duyulabilir hale gelmiştir.
Bu dil özellikle şiirlerde ve
Zerdüşt'le duyulmaktadır. Biyografik bir anlayış onlara yakınlık sağlamaktadır:
Nietzsche her gün kırlarda dolaşarak yaşamıştır. İklime ve havaya karşı hassasiyetinden
dolayı, bulunduğu yerin, günün saatlerinin ve mevsimlerin tüm nüanslarını
-ıstırap dolu veya canlandırıcı- ruh halinin ve varlığının gücünün en
derinlerine kadar hissetmesini sağlamıştır. Kırları, derinliklerinde tecrübe
etmek için “çok çaba göstermektedir:”
"Doğanın güzelliği, tüm diğer güzellikler gibi kıskançtır ve sadece ona
hizmet etmemizi ister” (Gast’a mektup, 23 Haziran 1881). Doğa ona göre tüm
hayal kırıklıklarında ve her türlü yalnızlığında ona kalan yakın bir dünyadır.
Mektuplarında ve yazılarında sürekli mevcut olan bir şey olarak dile gelmektedir.
Her türlü romantizmden, teolojiden ve mitolojiden arındırılmıştır ve bu yüzden
saf dili sağlamaktadır: “Ruhlara
seslenmek için işaretlere sahip olmam için yaratılmamışsa, doğa ne için
yaratılmış olsun ki?” (12, 257). Doğanın varoluşuyla birlikte Nietzsche
memnuniyetin derin mutluluğunu dışarıya yansıtmaktadır: sanki doğada teselli
ve tutunacak bir yer bulmuş gibidir. Bedenselliğinin tamamı, doğa aracılığıyla
olmayı nasıl içselleştirebileceğine yönelmiştir.
Doğayla bir olmaktan duyduğu
mutluluk, Nietzsche için insanlarla kaybettiği iletişimin yerine geçebilmektedir:
yine de iletişim kurma istenci sanki bu kırlarla bir olmaya dahil edilmiş
gibidir. Önceleri doğanın suskunluğu “güzel ve tüyler ürpertici”dir.
"Büyük sessizlikte" (4, 291). Ama Zerdüşt, güneş doğmadan önce saf
gökyüzüyle konuştuğunda ânında değişmektedir: "Başlangıçtan beri dostuz... Fazla şey bildiğimiz için
birbirimizle konuşmuyoruz. Birbirimize susarak bakıyoruz, gülümseyerek bilgimizi
paylaşıyoruz" (6, 240). Sonunda yalnızlığının ıstırabı doğaya
seslenmektedir, sorgulayarak, hiçbir cevap beklemeden yakınlığını hissederek,
ama onu görmeden: “Ah, üzerimdeki
gökyüzü... beni mi seyrediyorsun? Tuhaf ruhumu mu dinliyorsun?.. Ruhumu ne
zaman tekrar içine çekeceksin?” (6. 403 vd) sorusu çok terk edilmiş gibi
görünmektedir, ama yine de ruhu Venedik gecelerinin karanlığına, "Onu dinleyen oldu mu?"
(8, 360) diye biten şarkıyı söyler; buna rağmen yine de bir soru gibidir
durduğu yerde beklerken...
Nietzsche büyük doğaya duyduğu sevginin
kaynağını görmektedir. "Kafamızda
büyük insanların eksik olmasından" (5, 161) kaynaklanmaktadır. Doğayı
son bir şey olarak istememektedir; içinde gençlik yıllarındaki doğrudan doğa
efsanesinden fazlası yaşamaktadır. Tüm büyük doğadan fazlasını istemektedir: “İnsanca olan şeylerle doğaya nüfuz
edelim... Ondan insanın ötesinde hayal kurabilmek için gerekli olan bir şeyi
alalım. Fırtınadan ve dağlardan ve denizden bile daha muhteşem bir şey oluşmalıdır"
(12, 361).
Nietzsche'nin hangi doğadan,
hangi temel olaylardan, hangi manzaralardan hangi anlamda etkilendiğini sorarsak,
içeriklerini sistematik bir hale getirmek imkansızdır, ama birkaç örnekle en
azından hariçten nelerin meydana geldiğini ve sadece metinlerin bir arada
okunmasıyla anlaşılabilir olduğu şeyleri görmüş oluruz:
Neredeyse saatlerin nüanslarına
kadar varan günün zamanları. Örneğin öğle
vakti, zamanın harcandığı, ebediyetin tecrübe edildiği, mükemmelliğe
ulaşılan an haline gelir (6, 400 vd.; 3, 358 vd). Öğle vaktine benzer bir
şekilde gece yarısı, "sarhoş
şarkı" zamanıdır; olmanın derinliği, ebediyet açıklığa kavuşmakladır (6,
464 vd).
Elementler. Sevilen, saf gökyüzü, nefret edilen bulutlar, kış
gökyüzü, güneş doğmadan önceki gökyüzü -sabah güneşi, akşam güneşi,- rüzgâr,
eriten rüzgâr, -fırtına, sessizlik,- ateş ve alev.
Manzaralar. Dağlar, kar, buzullar, deniz, göl, çöl; güney her
zaman başka, daha uzak, asla mevcut olmayan bir güney olarak;“Afrikalı
olan" (Gast'a mektup, 31 Ekim 1686).
Sayısız bireysel doğa resimleri: Çam ağaçları, sahillerde eğilen,
yükseklerde dimdik duran; incir ağacı: dalga köpükleri; çayırlar, bir gölün
kenarındaki kayalıklarda, yükseklerde uçan yalnız bir kelebek; at, sığır, keçi,
boğa; su üzerinde bir yelken; gölde bir kayık ve akşam güneşinde altın sarısı
kürekler.
DoĞa aynı zamanda Kendi bedeninin canlılığıdır, yürümektir,
dağlara tırmanmaktır, dans etmektir ve rüyada uçmaktır (12, 222; 6, 241, 281,
282, 285), doğayı bir kertenkele gibi güneşte yaTarken tecrübe etmektedir
(15,81; Overbeck'e mektup, 08 Ocak 1881). En önemli düşünceleri doğada kazanmaktadır;
"açık alanda yürüyerek, zıplayarak,
tırmanarak, dans ederek, en çok da yolların bile düşünmeye başladığı yalnız dağlarda
veya deniz kenarında düşünmeye" (5, 318) alışıktır.
Nietzsche’nin adeta kendisine ait
manzaraları ve şehirleri vardır. En başta Oberengadin
gelir: “Benim manzaram, yaşamdan
öylesine uzak, metafiziksel" (Fuchs’a mektup, 14 Nisan 1888). “Bazı doğa bölgelerinde kendimizi tekrar
keşfetmekteyiz, hoş bir ürpertiyle... burada, İtalya’nın ve Finlandiya’nın
biraraya geldiği yerde... Bana çok yakın ve tanıdık, kan bağımız var, hatta
daha fazlası" (3, 368). “Havası
bile sevdiğim kokularla dolu" (Overbeck’e mektup, 11 Temmuz 1879).
Sils-Maria “Ebediyen kahramanca bu
idil" {Gast’a mektup, 08 Temmuz 1881) "Yumuşaklığın, olağanüstülüğün ve gizemliliğin bu tuhaf
karışımı!" (Gast’a mektup 25.07.1884), felsefesinin aslında vatanı
olan yerdir (5, 359 vd). Orada: "Dağlar
ama ölü değil, gözleri (yani gölleri) olan dağlar eşliğinde” yaşamıştır
(7,451).
Nietzsche'nin Rivyera’da,
denizden dört yüz metre yükseklikteki eşsiz ruh hali, Gast’a yazdığı bir
mektuptan (10.10.1886) anlaşılmaktadır: "Yunan Takımadalarının bir adasını
düşünün, keyfi olarak ormanlar ve dağlarla bezenmiş ve günün birinde tesadüfen
anakaraya yaklaşmış ve bir daha geri gidememiş, içinde Yunan tarzında bir
şeyler var hiç şüphesiz. Diğer taraftan da korsanca, ani, gizli, tehlikeli bir
şey; nihayet yalnız bir yol ayrımında bir parça tropikal çam ormanı ki bununla
Avrupa’dan uzaklaşırsınız. Dünyayı birkaç kez gezmiş olan yemek arkadaşımın
bana söylediği gibi, Brezilya tarzında bir şey. Asla bu kadar çok tembelce
yatmadım, tam bir Robinson adası tarzında ve unutulmuşluğunda; birçok kez büyük ateşler de yaktım. Titrek alevlerin beyaz-gri dumanlarıyla
bulutsuz gökyüzüne doğru yükselmesini seyretmek - etrafında otlar ve yüzlerce
türde sarıdan anlayan ekim mutluluğu..."
Özellikle üç şehri çok sevmiştir:
Venedik, Cenova ve Turin. Onları neredeyse birer manzara gibi görmüştür, atmosferlerini,
konumlarının eşsizliğini. Hiç sevmediği şehir ise Roma’ydı.
Karl Jaspers'ın
Nietzsche kitabından