Hayır, gezgin, Hayır! Selamım sana değildir
Hele ki bu sesle!..
Sen yoluna devam et
Şarkımı asla anlamadan!..
Nietzsche’nin tutku dolu iletişim kurma istenci ve buna rağmen artan yalnızlığı, hayatının temel bir gerçeğidir. Bunun kanıtı, aynı zamanda hayatından ayrılamayan eserlerinin de bir parçasını oluşturan mektuplarıdır.
Hele ki bu sesle!..
Sen yoluna devam et
Şarkımı asla anlamadan!..
Nietzsche’nin tutku dolu iletişim kurma istenci ve buna rağmen artan yalnızlığı, hayatının temel bir gerçeğidir. Bunun kanıtı, aynı zamanda hayatından ayrılamayan eserlerinin de bir parçasını oluşturan mektuplarıdır.
Nietzsche’nin dostları yüksek
mevkideki insanlardı. Zamanının ilk tinleriyle ilişki halindeydi. Etrafında
sıradışı insanlar bulunuyordu. Ama hiç kimseyi kendine bağlayamadığı gibi hiç
kimse de ona bağlanamamıştır.
Dostlukları -her bireye karşı
tuhaf bir biçimde gerçekleşmesinde, tamamlayıcı içeriklerinin ifadesinde,
hareketlerinin aşamalarında, başarısız oluşlarında- Nietzsche’nin özüne ve usavurma
tarzına vazgeçilmez bir yol olduğu gibi dostluk kurma fırsatları için benzersiz
bir tecrübedir. Nietzsche’yle yakınlaşan insanların sayısı açısından değil,
tamamen farklı yönlerde dostluk kurma fırsatlarının görülmesi açısından
zenginliği ele alınmalıdır.
Nietzsche, iki dostuna, Erwin
Rohde ve Richard Wagner’e derinden bağlıydı. Bu dostluklar sürekli olmamıştır.
Ama içsel olarak her ikisiyle de dostluğu ömür boyu ruhunun derinliklerinde
sürmüştür. Onlarla birlikte yaşadığı sürece temelde yalnız değildi. Onlardan
ayrıldıktan sonra radikal yalnızlığı başladı.
Bu yalnızlığın içinde yeni
dostlar edinmeyi denedi (Paul Ree, Lou Salome, Henrich von. Stein), ama bu
dostlar, her ne kadar mevki ve önem sahibi olsalar da kaybettiği iki dostunun
yerini dolduramadı. Her biriyle hayal kırıklığı ve yine başarısızlıklar yaşadı.
Bu dönemlerin arka planında, ağırlıkta olmasa da kaybedilen her şeyin yerine
konulan bir şey gibi Nietzsche’nin illüzyonlarıyla kaplanmış bir şekilde Peter
Gast durmaktadır.
Başarısız olan bu arkadaşlıkların tersine, daha sığ [ama
uzun süreli] insan ilişkileri, Nietzsche’ye yeterli desteği sağladı. Gelip
giden yakınları, sıradan ziyaretçiler, sürekli olarak değişen, ama derinden
sarsılmayan mühim kişilerle kurduğu tinsel ve eğlenceli ilişkileri de söz
konusu desteği artırdı, öyle ki Overbeckle sarılırken bile kendini huzurlu
hisseder oldu.
Sonuç her yerde aynıdır: Derin
bir yalnızlık. Bu yalnızlığın Nietzsche’de istisnai bir varoluş olarak nasıl
gerekli olduğunu sormalıyız: Nietzsche’de, bildirişim nedenleri ve koşulları
açısından bir hazır olmama olgusu hissediliyorsa da görevinin kendisini insan
olarak ve dostluk kurma fırsatlarında nasıl tükettiğini kavramak zorundayız.
Nietzsche'nin yalnızlığını bizzat kavrama şekli, bu soruya cevap vermese de
bir açıklama getirebilir. (sf 73)
Nietzsche’nin dostluk
kurma olanaklarının sınırları ve yalnızlığı
— Nietzsche’yi yanlış durumlarda görmek, yani tesadüfen yoluna çıkan insanlarla konuşurken ve onlara bir nevi yakınlık gösterirken; hemen hiç tanımadığı bir öğrenciden seyahate çıkmasını talep edip reddedilirken; aniden evlenme teklif edip ardından tekrar kendisine bir eş aramalarını isterken; Ree ve Lou’ya doğru bir adım atarken görmek, sanki Nietzsche konusunda şüpheye düşmek gerekiyormuş gibi can sıkıcıdır. Nietzsche, “yalnız insanın kendini herhangi bir insanın boynuna attığı ve gökten inen bir dost gibi davrandığı ve bir saat sonra iğrenerek, bu sefer de kendinden iğrenerek ittiği o saatleri” (kız kardeşine mektup, 8 Temmuz 1886) ve bugüne dek ne tür insanları kendine eş tuttuğuna dair utanç verici anıyı çok iyi bilir. Ne var ki gerek bu durumlarla gerekse başka durumlarla başa çıkmıştır. Bu durumların üstesinden geliş şekli, bu durumlara düşüşünden daha karakteristiktir.
— Nietzsche’yi yanlış durumlarda görmek, yani tesadüfen yoluna çıkan insanlarla konuşurken ve onlara bir nevi yakınlık gösterirken; hemen hiç tanımadığı bir öğrenciden seyahate çıkmasını talep edip reddedilirken; aniden evlenme teklif edip ardından tekrar kendisine bir eş aramalarını isterken; Ree ve Lou’ya doğru bir adım atarken görmek, sanki Nietzsche konusunda şüpheye düşmek gerekiyormuş gibi can sıkıcıdır. Nietzsche, “yalnız insanın kendini herhangi bir insanın boynuna attığı ve gökten inen bir dost gibi davrandığı ve bir saat sonra iğrenerek, bu sefer de kendinden iğrenerek ittiği o saatleri” (kız kardeşine mektup, 8 Temmuz 1886) ve bugüne dek ne tür insanları kendine eş tuttuğuna dair utanç verici anıyı çok iyi bilir. Ne var ki gerek bu durumlarla gerekse başka durumlarla başa çıkmıştır. Bu durumların üstesinden geliş şekli, bu durumlara düşüşünden daha karakteristiktir.
Nietzsche’nin dokunulmadan ve
sarsılmadan dünyayı dolaşan çelik gibi sert ve kendi ayaklarının üstünde duran
bir kahraman olarak betimlenmesi yanlıştır. Nietzsche’nin kahramanlığı
farklıydı. İnsani başarının her türlüsünün kendisine yasak olduğu insani
kaderine maruz kalmıştır; insanca dürtülerden dolayı bazı anlarda görevinin
yolundan sapmak, yolunu kolaylaştırmak zorunda kalmıştır: Örneğin etkisinin
gerçekliğini planlamak ve desteklemek öğretmenlik dürtülerini faaliyete
geçirmek için bir yol bulmak, dostlarına inanmak zorunda kalmıştır.
Başarısızlık sonrası geri dönüşü kahramanlığını oluşturur. Dünyadaki faaliyetlere
ilişkin kararları bu nedenle gittikçe daha olumsuz hale gelmektedir. Çağın
aydınlatılamayan karanlığına gömülmemiş ve bir illüzyona kapılmamış olması,
kendine özgü sanki ufuksuz düşünen kavrayışının olağanüstü bir şekilde
gelişmesini sağlamıştır.
Nietzsche’nin yalnızlığı iki
aşamada açıklanabilir:
Psikolojik bir bakış açısıyla -mümkün olan insani varoluşun mutlak
ölçüsüne göre- Nietzsche’nin kimsesiz varlığı sorgulanmakta, böyle bir işlemin
anlamına uygun olarak ister istemez küçük düşürücü bir biçimde yorum
yapılmaktadır. Bu şekilde Nietzsche’ye haksızlık edilmektedir ya da asla tam
olarak kavranamayan, kendisini tüketen görev hissedilir. Buna
dayanarak istisnai varoluşuna dair yorum yapılır ve bu şekilde Nietzsche’nin
kendisi için bir bakış açısı geliştirilir.
1. Psikolojik açıdan yapılan ama Nietzsche’ye
karşı önplanda kalan sorgulamanın sonucunda şöyle bir resim ortaya çıkabilir:
Nietzsche’ye
özgü dürüstlük istencinin ulaştığı bağımsızlık Nietzsche’ye kendisi için ve
dünya hakkında bir özgüven sağlamaz, aksine gerek kendi eksiklikleri gerekse
diğer insanların türleri açısından bayağılıklarına karşı hassaslaştırır. Onun
için artık sadece asillerin birbirleriyle karşılaştığı yerde yaşamak mümkündür.
Ne var ki kendisi de her zaman asaletinin rütbesine uymayıp diğerlerinden
birçok kez körlük, bayağılık ve sahtecilik gördüğünden her seferinde sarsılır.
Her şeyi söküp atan hayal kırıklığına kapılır. Her yönden yabancılaşması bundan
dolayı büyür. Hiç kimse, kendisi bile artık ona yetmemektedir, ilk bakıştaki
içgüdüsüzlüğünün ardından sağgörü gelir. Ne var ki bu durumda dürüstlüğü artık
her şeyi mutlak bir ölçüye göre ölçmek ve bu nedenle yok etmek zorundadır.
Nietzsche’nin bildirişim istenci, tıpkı varlığının tamamı gibi, herhangi bir
karışıklık istememekte, dolayısıyla sürekli olarak sorgulamaktadır; yanıltıcı
bir entegrasyona izin vermediği için, nail olduğu her şey kendi içinde
başarısızlığın tohumunu taşımaktadır. Bu her ne kadar dürüstlüğünden
kaynaklansa da, bu dürüstlüğü taşıyandan dolayı, asla mükemmel olmayan, asla
sadece asil olmayan, burada ve şimdi mevcut olan, sorumlu ruh gerçekliği mantığı
olması gereken yere gelmemiştir. Nietzsche, ilişkisini keser ama etki etmez,
sadece talep ederek eğitir, ama aynı seviyede mücadeleye girişmez. İçinde
sanki somut tarihte (ki bu tarih, herhangi bir entegrasyon olmadan verimli bir
artışa, dünyada ortak bir canlanmaya neden olabilirdi ve aydınlatıcılığında,
bir yok etme olmak zorunda olmamakla birlikte, aksine bir üstesinden gelme
olabilirdi) içerisinde gerçek bildirişime karşı bir şey varmış gibi görünür.
Nietzsche’nin kırılan gururundan dolayı çektiği acının, kimi zamanlarda belki
de gerçekleşmeyen bildirişimden dolayı çektiği acıdan daha fazla oluşu, böyle
bir bildirişime hazır olmayışına dair bir işaret olabilir. Zira gerçek bir
bildirişim, dünyanın dışında hayali bir bağımsızlıkta değil, aksine asla terk
etmedikleri bir gerçeklikte kendileri gibi kaldıkları için insanların hakaretlere
karşı dirençli oluşuyla mümkündür. İşte o zaman diğerlerine ve kendilerine
sorunlardan çıkmak için yardım etmeye hazır olabilirler; diğerine soru
sorabilir ve cevap verebilirler. İşgüzar olmaya cesaret ederler, ama tam da
Nietzsche’nin bu çekingenlikleri üstünden attığı, yani hakaret ederek ve
bilgiçlik taslayarak ucuz bir açık sözlülükle bütün bildirişimleri kestiği, bir
başka sefer yalnızlığından dolayı çok erken bir vakitte bir yabancının boynuna
sarıldığı veya herhangi bir evlenme teklifinde bulunduğu yerde utanç ve
çekingenlik gösterirler. Bu başarısızlığın nedeni Nietzsche’nin bildirişim
istencinin sonuçta diğerinin kendi oluşuna bağlı olmayıp dolayısıyla gerçek bir
bildirişim istenci olmaması olabilir. Nietzsche oldukça samimidir, düzenlemeler
yapar, yardımseverdir ve oldukça aktif bir şekilde yardım eder, ama görünüşe
göre sadece kendisini ve diğerini yalnızca ona ait olan şeylerin içinde
bulunduğu bir kap olarak görmektedir, bir insana karşı gerçek adanmışlık onda
eksiktir. Sevgiye özlem duyar, ama gerçek bir sevginin gerçekleşmesi için şart
olan ruhunu ortaya koyması gerektiğini unutur. Hayatta başına gelen her şey
için minnettarlık duyan ve bunu dile getiren Nietzsche, sanki bildirişim
konusunda nankör ve sadakatsiz olabilirmiş gibi görünmektedir (kimi zaman
başkalarıyla Overbeck, hatta annesi ve kız kardeşi hakkında konuşması gibi).
Karşısındaki insana tutunmasını bilir ama sadece insanlarla bağlantı kurma
ihtiyacından dolayı ve karşısındaki onu olduğu gibi kabul ediyor ve kalmaya hazırsa
(Overbeck, kız kardeşi) ya da karşısındaki sadık bir müridi ve yardımcısıysa
(Gast). Onu asıl bağlayan sadece bağımsızlık ve mevkidir; gizliden gizliye,
genelde oldukça ince bir düşünceyle, hatta dikkatle, sürekli olarak
minnettarlığını dile getirerek mektup yazdığı müsamahacı ve ona ait insanlar
hakkında kendini kandırmamaktadır. En zirvedekini ister ve bu ölçüyü doğru
değerlendirir; ne var ki diğer herkesi kendi örgüsünün veya daralmanın içinde
bırakır - akıcı bir şekilde bağlanmaya hazır olmayarak çok sevdiği, kendisini
onunla veya onu kendisiyle oluşturma mücadelesinde - ya yargılayıcı ya da
hayranlıkla (Dostluğunun ifadesinde görünüşe göre kendini tamamen adayarak
diğerini yücelttiğinde.) Sorulması gereken şudur: Nietzsche ruhunun
derinliklerinde, mutlak ölçülere ve hayranlıkla hayal edilen örneklere değil de
varoluşsal gerçeklikle bağdaştığı için bildirişimi meydana getiren ve harekette
tutan sevgiyle sevmedi mi? Aslında yalnızlığından dolayı, sevilmediği için
değil, daha ziyade sevmediği için mi daha çok acı çekti?
2. Nietzsche’yle ilgili böyle bir psikolojik
açıklamaya ancak Nietzsche’nin görevine ve bu görevin bilincine inanmayan biri
ikna olabilir. Nietzsche kendini ve karşısındaki sadece içinde kendine ait
olanların bulunduğu bir kap olarak sevmiş olsaydı, bu kendine ait olan şeyler
gerçekte her şeyi tüketen, Nietzsche’den bir şeyleri çalan ve onu istisna olmaya
zorlayan görev olurdu. Nietzsche ya karşısındakinde bugün gerekli görevin
gerçekleştiğini gördüğünde ona kendini adayabiliyordu (R. Wagner’e kendini
böyle adamıştı) ya da düşünürün gölgesinde henüz görünür olması gereken belirsiz
göreve kendini adayabiliyordu; ne var ki kendini insanlararası bildirişime sırf
bildirişim olduğu için adayamıyordu. Bu varoluşsal eksiklik, istisnai görevin
varoluşsal pozitifliğinin sonucudur.
Dolayısıyla yalnızlığının nihai
nedeni psikolojik açıdan yeterli derecede görünmemektedir. Düşünceye dayalı
varoluşunun içeriği, onu kendi istencine karşı, kendini istisnai bir oluşta
başkalarından çözmeye zorluyordu. Düşünceleri, onları ne zaman dile getirse, karşısındakini
korkutacak şekildeydi. Nietzsche, yapması gereken fedakârlıktan dolayı acı
çekiyor, ama bu acıyı büyük bir dirençle çekiyordu: “Bugün bile bana tamamen yabancı insanlarla bir saat boyunca sempatik
bir sohbet yaptıktan sonra felsefemin tamamı sallantıya giriyor: Sevgiyi
kaybetme pahasına haklı çıkmayı istemek ve sempati kaybolmasın diye en değerli
şeylerini aktaramamak bana saçma geliyor” (Gast’a mektup, 20 Ağustos
1880).
Bu nedenle Nietzsche’nin hayatında
insan olarak istedikleri ile görevin taşıyıcısı olarak istedikleri arasında
sürekli bir çelişki mevcuttur. Yalnızlıktan şikâyet eder, ama yalnızlığı yine
de ister; insani açıdan normal olan her şeyin eksikliğinden dolayı acı çeker,
düzeltmek istiyormuş gibi görünür, ama yine de bilinçli olarak istisnai oluşa
başvurur. “Durumum ve varoluş şeklimin...
antinomisinin temeli... philosophus radicalus (radikal filozof) olarak ihtiyaç
duyduğum her şeyi; meslekten, eşten, çocuktan, anavatandan, inançtan vs kurtuluşu,
şükür ki sadece bir analiz makinesi değil, canlı bir varlık olduğum kapsamında,
aynı sayıda eksiklik olarak hissetmemde yatar” (Overbeck’e mektup, 14
Kasım 1886; benzer bir mektup kız kardeşine, Temmuz 1887). Nietzsche’nin
hayatında şaşırtıcı olan şeyleri sadece psikolojik bir olay olarak algılamayıp
içinde sadece Nietzsche’ye özgü bir nüansı fark etmek için Nietzsche’nin
görevindeki alınyazısını hissetmek gerekiyor. Daha öğrenciyken annesine, “Henüz benim üstümde olan insanlarla
tanışmadığım için herhangi bir nüfuz söz konusu değildir” (12, 62) diye
yazabiliyorsa, bu nüans kendi kaynağının amansızlığı olarak görülebilir. Bu
alınyazısının baskısı Nietzsche’ye ömür boyu eşlik eder: Onu terk ettiği
Wagner’den ve onu terk eden Rohde’den ayırır. Alınyazısını gittikçe daha açık
bir şekilde kavrar ve son yıllarında şöyle yazar: “Hayatımın tamamı gözlerimin önünde ayrıştı: insani ilişkilerimin
tamamı, bana ait bir maskeyle ilgili olup sürekli olarak gizli bir hayat sürmüş
olmanın kurbanı olmak zorunda kalırken her altı yılda bir adım atan ve bu
adımdan başka bir şey istemeyen oldukça gizli tutulan hayatımın tamamı”
(Overbeck’e mektup, 11 Şubat 1883).
“Hayatımızı eserlerle tasdik ettiğimizde temelde bir nevi müşkülpesent haline
geliriz, yani insanların hoşuna gitmeyi unuturuz, fazla ciddi oluruz ve
insanlar bunu anlarlar: Kendi eserine karşı saygı duymak isteyen bir insanın arkasında
şeytani bir ciddiyet yatar...” (Gast’a mektup,7 1888).
Nietzsche’nin hayatı, bir görevin yerine
getirilmesi ise bu görevden de yine yeni bir bildirişim istenci; aynı
zorlukların aynı düşüncelerin, aynı görevin farkında olan ve insanlarla ve
öğrencilerle iletişim kurma istenci meydana gelir. Nietzsche’nin her ikisine de
duyduğu özlem olağandışıydı:
1. Her şeye rağmen dostlarını
kendisini köklerinden söküp çıkartan sarsıntının aynısını tanıyıp
tanımadıkları, onun bildiklerini bilip bilmedikleri yönünde sorguluyor:
Onlarla kendisini “ilgilendiren şeyler hakkında maskesiz olarak konuşabildiği”
için Lou’dan ve Ree’den vazgeçmek, Nietzsche için çok zor oldu (kız kardeşine
mektup, Mart 1885). “İnsanların geleceği hakkında
oturup düşünebileceğim bir insan bile yok” diye şikâyet etmektedir
(Overbeck’e mektup, 11 Kasım 1883). “Kimi
zaman size yenilikleri anlatmak yerine bu sıkıntıları nasıl aştığınızı sormak
için seninle ve Jacob Burckhardt’la gizli bir konferans yapma özlemi duyuyorum”
(Overbeck’e mektup, 2 Temmuz 1885). “J.
Burckhardt’ın mektubu... benim için çok büyük bir onur olmasına rağmen beni
üzdü. Ama bunun şimdi ne önemi var! ‘Benim sıkıntım budur! Beni sessiz yapan
budur!’ diye duymak istiyordum... Her yerde etrafımda birçok insan var, ama
endişelerimin, endişelerimin benzer olduğu insanların eksikliğini
hissediyorum” (Overbeck’e mektup, 12 Aralık 1886). “Şimdiye kadar, çocukluğumdan beri kalbimde ve vicdanımda aynı
sıkıntıları taşıdığım hiçbir insan bulamadım” (kız kardeşine mektup, 20
Mayıs 1885).
2. Görevin kendisinden kaynaklanan bildirişim
istenci ise öğrenciler ve müritler ister:
Kendi yayımladığı biçimdeki
yazılar “olta” ve “ağ” olarak düşünülmüştü, insanları çekme denemesiydi: “Daha yaşarken müritlere ihtiyacım var ve
bugüne kadar yayımlanan kitaplarım olta olarak etki yapmıyorsa, ‘mesleklerini
şaşırmışlardır.’ En iyi ve en önemli konular sadece insandan insana
aktarılabilir, (public) halka açık olmamalıdır”
(Overbeck’e mektup,
Kasım 1884). Kimin onu duyduğunu dinlemektedir: “Hiç kimseyi bulamadım, ama her seferinde erdem olarak kendisine
tapınılmasını isteyen şu ‘hızlı aptallıkların’ tuhaf biçimlerinden buldum”
(14, 356). “Öğrencilere ve mirasçılara
duyduğum istek, beni sabırsız yapmaktadır ve sanırım, son yıllarda beni
aptallıklar yapmaya itmiştir” (Overbeck’e mektup, 31 Mart 1885). “İçten içe yaşamımın vardığım bu noktasında
artık yalnız olmayacağıma inandım: Antlar ve yeminler alacağıma, bir şeyler
kuracağıma ve organize edeceğime...” (Overbeck’e mektup, 10 Temmuz 1884).
Zerdüşt hakkında: “Ruhun en derinlerinden
gelen böyle bir çağrıdan sonra hiçbir cevap alamamak, korkunç bir deneyimdir...
Yaşayan insanlarla tüm bağlarımda kopardı beni” (14, 305; ayrıca Overbeck’e
mektup, 17 Haziran 1887). “On yıl oldu,
hiçbir ses bana ulaşmıyor” (16, 382). 1887 yılında Overbeck’e: “Çok acı veriyor. Bu on beş yıl içinde tek
bir insanın bile beni ‘keşfetmemesi,’ bana ihtiyaç duymaması, beni sevmemesi.”
Nietzsche, insanlar açısından
genel varoluşun zorunluluklarını görevine feda etmiştir. Görevinden dolayı
gerekli olan ve tutkuyla hasretini çektiği bildirişim asla gerçekleşmemiştir.
Nietzsche, bunun nedenlerinin bilincine varır:
Yalnızlık, anlamanın doğasında yatar, özellikle de anlamak, hayatın
kendisi haline geldiği anda; “hayatımızın
amacını anlama hakkına sahipsek,” buna “yabancılaşma,
uzaklaşma, belki de soğuma” da dahildir (Overbeck’e mektup, 17 Ekim 1885).
Bu yabancılaşma, Nietzsche’nin anlama şekliyle daha da güçlenmektedir: “İnsanların bugüne kadar hayranlık duyduğu
ve sevdiği her şeye karşı amansız ve yeraltındaki mücadelemde... farkına bile
varmadan benden mağaraya benzeyen bir şey oldu; arasak bile artık
bulamayacağımız gizli bir şey” (von Seydlitz’e mektup, 12 Şubat 1888).
Nietzsche, bu yalnızlığın temelde
nedenlerinden biri olarak gerçek bildirişimin ancak aynı seviyede mümkün
olduğunu ileri sürmektedir. Bildirişim ne daha yüksek ne de daha düşük seviyelerde
mümkündür: “Benden çok daha ince
düşünceli beyinler, benden çok daha güçlü ve asil kalpler olduğu muhakkak, ne
var ki beni sadece onlara eşit olduğum ve birbirimize yardım edebildiğimiz
oranda ilgilendiriyorlar” (11, 155). Nietzsche yalnızlaşmanın korkularından
kurtulmak için çoğu zaman her hangi bir dostluğu veya bilimsel eşitliği tasarlamış
olup bununla hayatına birçok hayal kırıklığının ve çelişkinin girdiğini itiraf
eder, ama birçok mutluluk ve huşunun da girdiğini ekler (kız kardeşine mektup,
Temmuz 1887).
Nietzsche, tutkuyla en yüksek
mevkilerdeki insanları ister etrafında: “İnsanları
neden benden daha yükseklere bakan ve beni aşağıda görmek zorunda olan insanlar
arasında bulamıyorum? İstediklerim aslında bunlardır!” (12, 219). Bunun
yerine şu tecrübeleri edinmek zorunda kalır:
“Dişlerimi sıkarak, tıpkı istemeden kumu ısıran vahşi bir dalga gibi dişlerimi
sıkarak, sığlığınızın sahillerine vuruyorum” (12, 256).
Türüne ve mevkiine göre kendisiyle
eşit insana asla rastlamaz; sonu bu nedenle şöyledir: “Bir insanın beni
sevebileceğine inanamayacak kadar gururluyum. Zira beni sevmesi, kim olduğumu
bilmesini gerektirir. Aynı şekilde benim de birilerini sevebileceğime
inanmıyorum, zira bu, kendi mevkiimde bir insanı bulmamı gerektirir... Beni
ilgilendiren, beni üzen, yücelten şeyler için asla bir dost ve benim gibi
bunları bilen birini bulamadım” (kız kardeşine mektup). Seviyeler eşit olmadığında
kurulan iletişimin en önemli noktada kesilebileceği olgusu, Nietzsche’nin
içini ürpertiyordu: “İletişim kuramamak
aslında yalnızlıkların en korkuncudur. Farkı, her demir maskeden daha sert olan
maskedir ve ancak inter pares (eşitler arasında) dostluk mümkündür. İnterpares\
İnsanı sarhoş eden bir sözcük...” (kız kardeşine mektup, 8 Temmuz 1886).
Yine de eşitsizliğin sonuçlarını kabul etmek zorunda kalır: “İnsan ve insan arasındaki ebedi uzaklık
beni yalnızlığa itiyor” (12, 325). “Benim
durduğum yerde duran kişi, Goethe’yle konuşarak kendi eşitleri tarafından
değerlendirilmek gibi insan haklarının en büyüklerinden birini kaybeder”
(13, 337). “Beni övebilecek durumda olan
kimse yaşamıyor” (12, 219). “Artık ne
emir alabileceğim ne de emir vermek isteyebileceğim birileri var” (12,
325).
Nietzsche, geriye dönük olarak
çocukluğunun ilk yıllarından beri bunun aslında böyle olacağının belli olduğunu
düşünmektedir: “Çocukken de böyle
yalnızdım ve bugün kırk dört yaşında yine yalnızım” (Overbeck'e mektup, 12
Kasım 1887).
Bu nedenlerden dolayı hayatına
daima eşlik eden yalnızlık, kaçınılmaz bir şeydir: “İnsanları istedim, insanları aradım -hep kendimi buldum- ve artık
kendimi de istemiyorum!” (12, 324). “Artık
bana kimse gelmiyor. Ve ben hepsine gittim, ama hiç kimseye varmadım!” (12,
324).
Sonucu, Nietzsche tarafından
gittikçe daha da artarak son on yılda oldukça üzüntülü, kimi zaman çaresizce
dile getirilen durumdur:
“Artık beni seven hiç kimse yaşamıyor; yaşamı nasıl sevebilirim?”
(12, 324). “Sahilde oturuyorsun, üşüyorsun
ve açsın: Hayatını kurtarmak yeterli değil!” (12, 348). “Bağıran renkler kullandığım için şikâyet mi
ediyorsunuz? Belki bağıran bir mizaca sahibimdir; ‘tıpkı taze sudan sonraki
geyik gibi.’ Bu taze su siz olsaydınız, sesim size ne kadar hoş gelirdi!”
(12, 217). “Yalnız olan için gürültü bile
bir tesellidir” (12, 324). “Sana
yalnızlık duygumun ne olduğunu bir anlatabilsem! Ne yaşayanlar ne de ölüler
arasında kendimi yakın hissettiğim birileri var. Bu tarif edilemeyecek kadar
ürpertici...” (Overbeck’e mektup 05 Ağustos 1886). “Nazik bir sesi o kadar nadir duyuyorum ki! Şimdi yalnızım, saçma bir
şekilde yalnız... Ve yıllar boyunca hiçbir tazelik, bir damla insanlık, bir
nefes sevgi olmadan” (von Seydlitz’e mektup, 12 Şubat 1888).
Bunun güzel tarafı, Nietzsche’nin
vazgeçmeyi öğrenmesidir; gerçi nadiren şöyle bir önerme de ağzından dökülmüyor
değildi: “Bugüne kadar ne öğrendim? Her
durumda kendime iyilik yapmayı ve başkalarına ihtiyaç duymamayı” (12, 219).
Nietzsche, ancak son ayların
dönüşümünde acı çekmeyi bırakabildi ve görünüşe göre eskiden olan her şeyi
unutabildi;
“Yalnızlıktan dolayı acı çekmek de sadece bir bahanedir- ben daima
çokluktan dolayı acı çektim... yedi yaş gibi absürd erken bir dönemde kulağıma
asla bir insan sözcüğünün değmeyeceği belliydi: Buna üzüldüğümü hiç gördünüz
mü?” (15, 47).
*
Karl Jaspers'ın
Nietzsche kitabından
*
Karl Jaspers'ın
Nietzsche kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder