Çağdaş seksolojinin katkısına rağmen, Antik çağ tarihçilerinin çoğu, bilinçli ya da bilinçsiz, Eski Yunan uygarlığına duydukları hayranlık ile, aşağılık olduğu düşünülen bu eğilim karşısında hissettikleri tiksintiyi bağdaştıramıyorlar. Hiç değilse antik belgeler bu davranış biçimine karşı genel bir suçlamanın varlığını ortaya koysaydı, tarihçiler de Yunanlıların şerefinin paçayı kurtardığına inanabilirlerdi. Oysa gerçek hiç de böyle değil, hatta tam tersi. Bir eşcinseli yerden yere vuran on tanıklık varsa, güzel oğlanları ve sevgilileri göklere çıkaran en az onlarca metin bulunabileceğini yadsımak da olanaksız. Politika, sanat ve felsefe dünyasının büyük adları arasında, hiç değilse bir iki eşcinsel serüven yaşamamış bir tek kimse bile sayılamaz. Üstelik, Girit ve Eski Isparta başta olmak üzere, bazı Yunan kentleri de eşcinselliği resmen kabul edilen birer kurum olarak benimsemişlerdi.
Bunların sonucu olarak Eski Yunanistan'ın bir tür "gay" cenneti olduğunu, erkek eşcinselliğinin yalnızca toplum tarafından kabul edilmekle kalmayıp, yasalar ve kent tarafından da onaylanıp teşvik edildiğini söyleyebilir miyiz? Sorunu bu biçimde ortaya koymanın fazlaca bir anlamı yok. Yunanlılar eşcinsellik kavramını yargılama gereğini hiçbir zaman duymadılar; bu konudaki övgü ve yergiler ise, duruma göre, alayın kendisini değil, tek tek bireyleri hedefliyordu. Eşcinsellik toplumsal ilişkilerin sıradan verilerinden biriydi. İşte bu sıradanlık da tarihçiyi şaşırtıyor ve eşcinsellliğin Yunan toplumlarındaki gerçek yeri üzerinde düşünmeye zorluyor: Hoşgörülen bir sapıklık mı, eğitici bir kurum mu, hayata başlangıcı simgeleyen bir tören mi? Bu konuda tarihçiler kesin olarak bölünmüş durumdalar.
Eski Yunanistan'da eşcinsel ilişkilerin sıklığını kanıtlayan pek çok belge var. Günümüzdeki pornografik üretime benzetilebilecek, dolayısıyla eşcinselliğin toplum tarafından nasıl karşılandığı konusunda bize fikir veremeyecek olan yazılı belgelerin yanı sıra, çeşitli türdeki sayısız metin (yazıtlar, felsefe mektupları, etnografya alıntıları, yaşamöyküleri, mahkeme savunmaları) ve sayısız resim (özellikle vazoların üstündeki resimler, bazen de mezar taşlarındaki çizgiler) bu tür aşk ilişkilerinin sıradanlığını ortaya koyuyor. M.Ö. VI. yüzyıldan itibaren seramik yapıtları bu ilişkileri yanılmaya olanak vermeyecek bir şekilde kanıtlıyor.
Şölen, aşıkların sevdikleri insanı baştan çıkarmalarını sağlayan başlıca ortamlardan biriydi. Yetişkin bir adam yanıbaşındaki daha genç arkadaşını okşamaya başlıyor; daha cesur olan bir başkası komşusunun cinsel organını ayağıyla dürtüklüyor; bir üçüncüsü başına destek olan genç bir adamın penisini yakalıyor. Beden eğitimi salonlarıyla gimnasium'daki sahneler ise bunlardan da daha çarpıcı. Genç çıplak atletlerin arasında, sakalları sayesinde hemen tanınan daha yaşlı erkekler (erastes), avcı rolünde; içlerinden biri, yeniyetme bir delikanlının çenesini, kalçalarını, penisini okşuyor, o da yüz vermiyor ya da çoğunlukla sesini çıkarmıyor. Bu takdirde sevilen genç (eromenes) aşığına sarılıyor, sonra da ilişkiyi ilerletiyor. Vazolarda genellikle yüz yüze birleşmelere rastlanıyor, ancak metinler sodominin de varlığını kanıtlıyor.
Bu apaçık sahneler Yunan tarihinin her döneminde yazılı metinlerde ve edebiyatta da doğrulanmıştır. M.Ö. VI. yüzyılda yaşamış olan ünlü Atinalı reformcu Solon "Bir oğlanın, bir kadının genç büyüsünden yararlanmanın" gerçek bir hazine olduğunu söyler. Yarım yüzyıl sonra Anakreon şöyle yazar: "İç dostum, (delikanlının) ince, yumuşak kalçalarının şerefine iç!" Aynı çağda yaşamış şair Megaralı Theognis ise oğlancılığı öven bir dizi şiir yazar, bu şiirler yukarıda sözünü ettiğimiz vazolardaki resimlerle kolaylıkla birleştirilebilir: "Genç adam, yanağın bu kadar yumuşak oldukça seni okşamaktan hiç vazgeçmeyeceğim, bu yüzden ölsem bile" (1327 - 1328. dizeler). "Gimnasium'a giden ve eve her dönüşünde güzel bir delikanlıyla uyuyan aşık ne mutlu!" (1335 - 1336. dizeler). M.Ö. V. yüzyılın sonunda IV. yüzyılın başında Sokratesçi ve Platoncu çevrelerde bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bunların arasından yalnızca Alkibiades'in Sokrates'i nasıl tahrik etmeye çalıştığını anlatan ünlü metni örnek verelim (Platon, Şölen 217 a 129 e). Bir süre sonra, güzel delikanlının anısına yazılmış Helen yazıt şiirleri yüzlere ulaşır: Bir seçkide (Anthologie grecque, XII. kitap) bunlardan 250'si yayımlanmıştır.
Aynı dönemde, büyük tarihsel kişilerin, siyasetçilerin, heykeltraşların, yazarların, filozofların romana benzer yaşamöyküleri yazılmaya başlar. Bu kitaplarda Psistratos, Sophokles, Phidias, Sokrates, Platon, hemen hemen tüm Makedonya kralları da dahil olmak üzere, Solon'dan Büyük İskender'e kadar neredeyse tüm ünlü kişilere eşcinsel serüvenler atfedilir. Bu olayların gerçek olup olmadığı o kadar önemli değildir; önemli olan bu öykülerin sözü edilen kahramanları yermek için değil, aksine övmek için yazılmış olmasıdır!
Erkekler arasındaki bu aşklar ayrıcalıklı çevrelerde özellikle revaçtadır. Ama bu hak yalnızca onlara ait değildir. Aristophanes'in sahneye taşıdığı Attik yarımadasının küçük köylüleri de, fırsatını bulduklarında, küçük bir köleye takılmaktan ya da güzel bir delikanlının cinsel organına hayran hayran bakmaktan geri kalmazlar.
Açık bir biçimde eşcinsel ilişkileri onaylayan bu tanıklıkların karşısına, bazen aynı kitaplardan yer alan tam ters kanıtları da koyabiliriz: Bunlar, bazı eşcinselleri, travestileri, erkek fahişeleri, kadınsı erkekleri -yine yadsınamayacak bir biçimde- eleştiren ve aşağılayan metinlerdir. M.Ö. IV. yüzyıldaki savunmalarda, karşı tarafı ya da bir tanığı karalamak için bu tür suçlamalara başvurulduğu görülür: Yani eşcinselliğin bir bakıma olumlu bir önyargıdan, hatta basit bir hoşgörüden bile yararlanamayacağı durumlar vardır.
Bölünmez bir cinsellik
Bundan yola çıkarak eşcinsellik konusunda Yunanlılarda iki ayrı söylemin varolduğunu, bunlardan birinin -zengin ve kültürlü çevreler- olumlu, diğerinin ise -halk- olumsuz bir tavır takındığını, hatta eşcinselliği kabul edilmez bir kusur olarak gördüğünü ileri sürebilir miyiz? Bu, aslında çok daha karmaşık olan bir gerçeği aşırı derecede basitleştirmek olur.
Öncelikle, şiddete kadar vardığında heteroseksüellik de eşcinsellik kadar sert bir biçimde cezalandırılırdı. V. yüzyılda tablete geçirilmiş, ancak içeriği hiç kuşkusuz daha eskiye uzanan bir Girit kentinin yasa kitabı Gortina Yasası'nda ya da cinsel şiddetle ilgili Atina yasalarında, bir oğlana ya da bir kıza tecavüz edenler için konan ceza aynıydı; tazminatın miktarı saldırıya uğrayanın cinsiyetine değil, toplumsal konumuna göre (özgür yurttaş, toprak kölesi, köle,) değişiyordu.
Günümüzde birbirine tamamen karşıt iki cinsel eğilim olarak görülen bu iki davranış biçimi arasında kurulan bu eşitlik, Eski Yunanistan'da her bireyin yaşına ve durumuna göre kimi zaman eşcinsel, kimi zaman da heteroseksüel sözcükleri yoktu, Yunanlılar "oğlanlara eğilimli" ve "kadınlara eğilimli" derlerdi. Yukarda sözü edilen tanıklıkların hiçbirinde, ünlü kişiler ya da halk kahramanları da olsa, hiç kimsenin aklına oğlanları tercih ediyor diye birine "eşcinsel" demek gelmezdi. Bu kişilerin çoğu evli, çoluk-çocuk sahibiydi, yasal eşlerinin yanısıra çoğunun odalıkları vardı, kadın fahişelere de giderlerdi. Cinsel yaşamlarının bu yönü sessizce geçiştirilir, yalnızca dikkat çekici bir aşırılık olursa ortaya dökülürdü. Sanki her yetişkin erkeğin ikiyüzlü bir cinsel yaşamı vardı: Kadınlara yönelik olan yaşamı özel ve mahremdi; güzel delikanlılara yönelik olan kısmı ise ilgiye, yoruma ve kamuya açıktı. Bazı isitisnalar dışında, bir insanın toplumsal saygınlık ve parlak bir ün sağlaması da sadece bu ikinci yaşamına bağlıydı. Aristophanes bu durumu Kuşar piyesinin bir bölümünde (137-142. dizeler) kendine özgü yöntemiyle - yani parodi yoluyla- açıkça gösterir: Bu bölümde kahraman şunları söyler:
Öyle bir kent istiyorum ki, güzel bir delikanlının babası yanıma gelip öfkeyle bana şöyle desin: "Oğluma ne yaptığını biliyor musun sen, palavracı herif! Gimnasium'un kapısında ona rastlıyorsun, çocukcağız daha yeni yıkanmış, ama ne bir öpücük ne bir iltifat, hiçbir şey yok! Güya aile dostumuz olacaksın, çocuğun taşaklarını bile okşamamışsın!" beğenilmeyen bir delikanlı, hem kendi ününe, hem de babasının şanına şerefine zarar verirdi. Buna karşılık, kadınlarla olan başarılı ilişkilerin çokluğu sayesinde ün kazanmış bir genç adama rastlamak kolay değildi.
Oğlanlara ve kadınlara duyulan aşk karşısındaki bu a priori eşitlik, toplumun he tür cinsel ilişki biçime karşı aynı tavrı benimsediğini göstermez. Bazı görüntülere rağmen, yalnızca bireylerin tek tek iradesine değer veren, her şeyi serbest bırakmış bir toplum değildi bu. Yalnızca erkekler arasında yaygın eşcinselliği ele alırsak, bu tavır, duruma göre hayranlığa, kıskançlığa ya da karalamaya yol açabilirdi. Basitleştirirsek, bu cinsel eğilime Eski Yunanistan'da üç ayrı statü biçilmişti.
İlk olarak Girit başta olmak üzere bazı kentlerde eşcinsel - ya da daha doğrusu oğlancılık- yasaların düzenlediği bir çerçevede genç yurttaşların geçmeleri gereken aşamalar içinde zorunlu bir yaşama giriş töreniydi. İkinci olarak Atina gibi başkentlerde oğlancılık bir yasal sınıflamaya tabi tutulmamıştı, ama olumlu bir toplumsal statü olarak kabul ediliyordu: Bu eğilime sınırlı (ancak toplum dışı olmayan) bir çevrede rastlanıyordu, gerekçesi de sözünü ettiğimiz ilk durumdakinden pek farklı temellere dayanmıyordu. Üçüncü olarak ise yetişkinler arasında rastlanılan pasif eşcinsellik her yerde tiksintiyle karşılanmaktaydı ve söz konusu kişi bir yurttaşsa, yasa tarafından mahkum edilmekteydi.
Giriş töreni
Girit'te, Isparta'da ve belki başka bazı kentlerde de oğlancılık - çünkü burada söz konusu olan yetişkinlerle gençler (paides ya da paidika) arasındaki ilişkilerdi- öyle bir ideolojik ve toplumsal bağlamda yer alıyordu ki, bunlara yalnızca basit bir ilişki biçimi gözüyle bakmak mümkün değildi. Oğlancılıkla yeniyetmelere özgü gelenek ve törenler birbiriyle yakından bağlantılıydı.
Tarihçi Kyme'li Ephores'in yazdığı, (M.Ö. IV. yüzyıl) coğrafyacı Strabon sayesinde korunan çok ilginç bir metin, Girit'n bu yönünü diğer kentlerden çok daha iyi tanımamızı sağlıyor. Bu metin dikkatle okunacak olursa, bu aşk geleneğinde her şeyin belirli ve zorlayıcı kurallara bağlı olduğu görülür: Sevgilinin seçimi toplumsal konuma bağlıdır, kimi kimin kaçıracağı önceden duyurulur ve çevre tarafından da onaylanır, yasa bazı armağanları zorunlu kılar (askeri donanım, bir koç, bir kupa), sayfiyede geçirilecek bir süre, dostların varlığı, vb. hepsi kurallarla tanımlanmıştır. Aşk tutkusuna da yer verilir, ancak gelenekler, toplumsal ve yasal zorunluklar daha önce gelir. Dünya üzerinde bu tür yetişkinliğe geçiş törenleri hakkında bilinenleri göz önüne alırsak, Ephores'in metninin de genç Giritlilerin çocukluktan yetişkinliğe geçiş geleneğini anlattığını görebiliriz. Herkes bu törene katılmasa bile olayın kendisi önemsiz değildir, aksine yurttaşlardan oluşan topluluğun merkez kurumlarından biridir. Zaten, çocuk kaçırma, yalnızca en soylu kişilere tanınan bir ayrıcalık olduğunu daha önce belirttik) Atina'da böyle bir haktır. Kaçırılanlar şan ve şerefe ulaşırken, kendine bir aşık bulamayan genç utanç içinde kalır.
Bu törenlerde simgesel yön (örneğin armağanın seçimi) oldukça önemlidir, ancak Yunanlıların bu çiftleri tanımlamak için kullandığı erastes ve eromenestes sözcükleri, ilişkinin basit bir dostluktan öte olduğunu da kanıtlamaktadır. İki sözcüğün kökeni olan eran fiili, cinsel arzu anlamına gelir. Dolayısıyla cinsel ilişki, törenin tümünü kapsamasa da, bir parçasını oluşturur.
Isparta konusunda aynı ölçüde kesin metinler günümüze kadar kalmamıştır. Ancak bu kentte de "iyi bir ada sahip delikanlıların kendilerine aşıklar bulduklarını, onlara bağlandıklarını", bu aşıkların eromenes'lerinin eğitimini üstlendiklerini, hatta onların ünlerini ve şerefsizliklerini paylaştıklarını biliyoruz. Bu bilgiler yetersiz de olsa, oğlancılık üzerine kurulu, Girit sistemine benzer bir geçiş sisteminin varolduğunu gösteriyor. Isparta gibi insanların yaşamının büyük bir titizlikle ayrıntılarına kadar denetlendiğini ve düzenlendiği bir kentte bu tür ilişkilerin yalnızca bireysel isteklere bağlı kalabileceğini düşünmek olanaksız. Girit'te olduğu gibi, burada da ilişkinin yalnızca cinsel olmaması önemliydi: "Eğer birisi diğerinin yalnızca bedenine tutulmuşsa, Likurgos onu alçak ilan ederdi".
Girit'te, Isparta'da ve belki başka bazı kentlerde, bu çiftler yasa tarafından da resmen tanınırdı, biraraya gelmeleri denetlenir, kurallara tabi tutulurdu. Başka yerlerde, örneğin Atina'daysa, yine böyle çiftler vardı, ama yasa onlarla uğraşmazdı. Bu kentte yeniyetmelerle ilgili törenleri Atik resminde rastlanılan eşcinsel çiftlerin görüntüsüyle birleştirmemizi haklı gösterecek hiçbir belge yok. Ancak yine de bu iki olguyu birbirinden koparmak, Atina'daki oğlancılığın Girit gelenekleriyle bağlantısını yadsımak, doğru olur mu? Bu mümkün değil. Aslında, Atina'da ve diğer başka kentlerde, topluma girişle ilgili eski uygulamalar, hem küçük oğlanlar, hem de kızlar için yapılan törenlerde yaşar. Bu törenlerin oğlancılıkla ilgili yönü, Girit aristokrasisi tarafından onaylanmışsa da (bu alışkanlığın ancak en soylu kişilere tanınan bir hak olduğunu daha önce belirttik). Atina'da böyle bir durum yoktur; ama V. yüzyıla kadar, Atina aristokrasisinin soyundan gelen yönetici sınıflar ve zengin çevrelerde bu uygulama sürmüştür. Yukarıda bir alıntı yaptığımız Kuşlar piyesiyle Ephores'in metni bu noktada çakışmaktadır: Sevgilisi olmayan bir delikanlı ününü yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Platon'un Devlet'te, bütün felsefi süslemelerin ötesinde pedagoji adına oğlancılığı savunması da, aslında tüm Yunanlılara özgü bir gelenek olan topluma girişle ilgili o eski uygulamaya bağlanabilir. Girit'te olduğu gibi Atina'da da erastes'lerle eromenes'ler aynı çevrelerden çıkarlar; bu toplumsal uygulama da yadsınamaz bir saygınlığa sahiptir. Sonuç olarak Atina'da ve Girit'te oğlancılığı, topluma girişle ilgili eski törenlerin, bu törenlere bağlı kurumun az-çok değişikliğe uğramış bir kalıntısı olarak görmek mümkündür.
Platon, Ksenophon, Aristotales ve onları izleyen pek çok bilgin, Atina'da ve diğer dorik kentlerde rastlanılan oğlancılığın kaynakları konusunda araştırma yapmışlardır. Tarihçi Henri Marrou'nun savunduğu görüş, bugün de hala pek çok taraftar bulan "erkeler arası dostluk" kuramını en iyi biçimiyle temsil eder. Marrou'ya göre "feodal Ortaçağ'ın(Marraou'nun dilinde bu , M.Ö. XI - VIII. yüzyıllar demektir) bir kalıntısı olan oğlancılık, her şeyden önce "savaşçılar arası bir dostluktur", yani çıplaklıkla da beslenen sürekli bir saygınlığın sonucudur. Marrou, örnek olarak açıklayıcı karşılaştırmalar yapar, örnekler verir: " 1934'te Hitler döneminde çıkan skandalları ve duyduğuma göre, son savaşta kimi ordularla gittikçe gelişen alışkanlıkları" sayar. Özetle, bu sonucun, "bir erkekler topluluğu kendi içine kapanma eğilimi gösterdiği zaman" kaçınılmaz olduğunu öne sürer. Ayrıca Yunanlılarda rastlanılan oğlancılığın, "günümüzde etnolojinin bir dizi 'ilkel' toplulukta araştırmaya başladığı topluma giriş törenine bağlı bir cinsel yön değiştirmeden tümüyle farklı olduğunu" söyler. Bu görüş açısına göre Yunanlılarda rastlanılan eşcinsellik bir tür cinsel sapma, kazai bir durumdur; toplumsal ya da dinsel bir uygulama vakası değildir.
Bu açıklama ayakta durmuyor. Savaşçılararası dostluk kuşkusuz Yunanistan'da da vardı; Isparta'lıların hemen hemen sürekli olarak kışla yaşamı sürmesi bunu teşvik etmiş olabilirdi; Tebaililerin aşık çiftlerden oluşan kutsal Tabur'undan da burada söz edilebilir. IV. yüzyılda komedi şairi Eubulos on yıl süren Troya savaşında bu olayın gülünç sonuçlarıyla dalga geçmekten çekinmez:
"Hiçbiri bir tek fahişe yüzü bile görmedi; on yıl boyunca birbirlerini düzüp durdular. Bahtsız bir savaştı bu; bir tek kenti almak için yaptıkları bu savaştan evlerine döndüklerinde kıçları aldıkları kentin kapılarından daha da büyüktü."
Ama bu komik örnek ya da Thebai örneği Atina, Girit ve Isparta'da rastlanılan günlük gerçeği maskeleyemez: Delikanlıların bütün sevgilileri her akşam ailelerinin yanına dönen evli erkeklerdi. Erastes'lerin kadınlardan tiksindiğini düşündürecek hiçbir veri yok. Isparta'da kadınların erkekler üzerinde büyük etkisi olduğundan söz edilirdi, genç evli erkekler de otuz yaşına kadar zorunlu olan yatakhaneden kaçıp gizlice karılarına kavuşabilmek için çeşitli kurnazlıklar icadederdi. Kısacası delikanlılara duyulan aşkı, sadece erkeklerin yalnızlığının körüklediği söylenemez.
Diğer bazı tarihçilerle birlikte Bernard Sergent, savaşçı dostluğunu şiddetle reddedenlerden biridir. Gerçekte Yunanlılarda rastlanılan oğlancılık, sayısız "ilkel" toplulukta, özellikle de Mikronezyalılar arasında gözlenen aynı 'topluma giriş' törenine bağlanabilir. Burada eşcinsel ilişki bir cinsel rıza kaza değil, zorunlu bir sınavdır. Eromenes böylece öbür cinse bir yolculuk yapar, bu törenlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Hem kızlar hem oğlanlar için Yunanlıların düzenlediği yetişkinliğe geçiş törenlerinde travestilerin de bulunuşu, bir insanın kendi cinsi arasında bir yetişkin olarak kabul edilebilmesi için karşı cinsin görünümü altında simgesel bir dönüş yapmasının Yunanistan'da da gerekli olduğunu kanıtlar.
Yunanlılarda rastlanılan eşcinsellik doğru yerine konulduğunda, yani erkek yurttaşların yenilenmesini sağlayan toplumsal kurumla bağlantısı gözönüne alındığında, artık gözümüze bir kaza ya da sapıklık olarak gözükmez. Zaten pek çok Yunan mitosunda tanrıların da eşcinsel serüvenlere atılması bunu kanıtlamaya yeter. Zeus'un güzel Ganymedes'i nasıl kaçırdığı da biliniyor. Buna karşılık Apollon'un Hykinthos, Kyparissos ve Narkissos için duyduğu mutsuz aşkları da sayabiliriz; bunların hepsi de eromenes'in ölümüyle sonuçlanır. Erkek gücünün simgesi olan Herakles'in de pek çok eşcinsel serüveni vardır. Dionysos da bu tür ilişkilere yabancı değildi. Bernard Sergent'in gösterdiği gibi, büyün bu efsaneler, topluma girişle ilgili ortak özellikler taşıyor. Bazıları çok daha geç dönemde yaşamış yazarlar tarafından aktarılmış olsa da, efsanelerin çoğunun Yunanistan'ın eski tarihine, kuşkusuz II. bin yıla uzandığını gösteren belirtiler var. Efsanelerle Girit gelenekleri arasındaki yakın ilişki, bu toplumsal kurumun çok eskiye dayandığını kanıtlıyor.
Toplum tarafından kabul edilen, teşvik edilen oğlancılık, Yunanlılardaki eşcinselliğin yalnızca bir parçasını oluşturur. Daha önce de gördüğümüz gibi, bu tür bir ilişki de oniki on üç yaşından on yedi on sekiz yaşına kadar genç bir delikanlıyla (pais) henüz genç sayılabilecek bir yetişkin (genellikle kırk yaşından fazla değil) söz konusudur. Daha sonra unutulmuş olsa bile, ilişkinin kökeninde yatan topluma giriş geleneği, böylesi bir yaş farkını zorunlu kılar.
Ancak Yunanistan yetişkinler arasındaki eşcinsel ilişkilere de yabancı değildir. Aristophanes hep travestilerle, eşcinsellerle, kendini önüne gelene satmaya hazır bu "koca kıçlılarla" alay eder durur. M.Ö. IV. yüzyılda savunmalarla karşı tarafı çürütmek için bu tür suçlamalar yapılır. Resim ve şiir sanatı da bu tanıklıkları destekler: yetişkinler arasında eşcinsellik kesinlikle onaylanmaz. Sodomi de resimlerde ya da aynı yaşta erkekler arasında ya da satirler arasında canlandırılır, bu da ilişkinin gülünç yönünü vurgulamaya yöneliktir. Yine de başka metinler buna oğlancılıkta da rastlandığını gösterir.
Saygın oğlancılıktan aşağı görülen eşcinselliğe ne zaman geçilir? Hemen hemen tüm metinler, bütün meselenin kıl olduğunu söylüyor:
"Nikandros, bacağın kıllanıyor... dikkat et de/ kıçın da aynı yolu izlemesin! / Görürsün o zaman sevgililer nasıl azalıverir!" (Messena'lı Alkeos, Anthologie grecque XII. 30, Fr. çev: Buffiere)
Genç adam da bunu çok iyi bilir; Bir an gelir, artık uzun bir giysiye sarılmak zorunda kalır, eski aşıkların karşısına çıplak çıkmaktan kaçınır. Buna karşılık, hala bir pais olarak güzükmeye çalışanlar, kıllarını aldırırlar. Aristophanes'in alay ettiği şair Agathon bunlardan biridir. Ortada bir kıl varsa, ilişki artık eskisi gibi olamaz: "Eğer yaşı ilerlemiş bir oğlana tutulursa insan, artık bu bir çocuk oyunu değildir, insan kendi örneğini arıyor demektir" diye uyarır Sardes'li şair Straton. Oğlancılıkta, ilişkinin eşitsizliği, çiftlerin yerini de belirler: Yetişkin aktif, çocuk ise pasif roldedir; çocuk bu rolü hiçbir utanç duymadan tam bir erkek haline dönüşeceği güne kadar oynayabilir. Buna karşılık yetişkinler arası eşcinsel ilişkide bu rol dağılımının bozulması ilişkinin de karalanmasına yol açar.
Ancak yine de yetişkinler arasındaki eşcinselliğin toptan mahkum edildiğini ileri sürmek yanlış olur. En sert suçlamaların hedefi erkek fahişeler ve o dönemde hemen hemen aynı anlama gelen travestilerdir. Genel olarak küçümsenen, aşağılanan kişi cinsel ilişkide pasif rolde olan, yani erkek rolünü reddedip hakkı olmadığı halde çocukluğunu uzatarak kadın taklit edendir. Üstelik bir de fahişelik yaparsa, bu kez yasa da onu cezalandırır. 424'te demagog Kleon, fahişelik yapan bir erkeği yurttaşlıktan atarak, bu tür fuhuşun önüne geçmiş olmakla övünür. Üç çeyrek yüzyıl sonra Aishkynos'un Tamirkos'a açtığı dava yasaların bu konuda ne kadar sert olduğunu gösterir: "Fahişelik yapan hiçbir Atinalı, dokuz yargıçtan biri olamaz (...), dinsel bir görev üstlenemez (...), savcılık yapamaz. Kentte ya da kent dışında seçilerek ya da atanarak hiçbir kamu görevine getirilemez. Haberci, elçi, muhbir olamaz, elçi heyetinde yer alamaz. Dünyanın en iyi hatibi bile olsa Meclis'te ya da halkın önünde fikirlerini açıklayamaz." Bu aşırı sert davranışın nedeni ne? Aiskhynos bu durumu şöyle açıklıyor: "Kendi bedenini kötü bir amaç uğruna satan bir kişi, aynı şekilde hiç duraksamadan kentin çıkarlarını da satar."
Görüldüğü gibi burada hedeflenen eşcinsel ilişkinin kendisi değil, bir yurttaşın yaptığı fuhuştur. Buna karşılık müşteri, eğer aktif rolü üstlenmişse, onurunu korur. Aynı şekilde yasa, bütün küçümsemelere rağmen kendi bedenini satan köle ya da yabancıyla da ilgilenmez. Aiskhynos, isteyen Atinalılara bu tür insanların hizmetlerinden yararlanmamalarını öğütler: "Çabucak baştan çıkmaya hazır genç adamların peşinden koşanlara, yabancılarla ilgilenmelerini söyleyin. Böylece hem tutkularını doyurmuş olur, hem de size zarar vermelerini engellersiniz." Nitekim Atina'daki bu tür genelevleri de yabancılar doldurmaktadır: Bu tür fuhuştan da her yıl belirli bir vergi alınır. Yasak olan bir şey nasıl vergilendirilebilir ki?
Görülüyor ki Yunanlıların eşcinsellik karşısındaki tutumları birkaç sözcükle özetlenemez. Ayrıca, elimizde bulunan belgelerin çoğu da zengin ve kültürlü çevrelerin düşüncelerini yansıtmaktadır. Atinalı küçük toprak sahibinin, balıkçının ya da bakkalın, hiçbir zaman içine giremedikleri Gimnasium'da doğan bu ilişikiler hakkında ne düşündüklerini insan merak ediyor. Eldeki belgelere dayanarak söyleyebiliriz ki Yunanlılar eşcinsellik hakkında genel bir yargıya sahip değildiler. Onların gözünde eşcinsellik de kadınlara duyulan aşktan farksız olan arzunun meşru bir belirtisiydi. Eşcinselliği ancak şiddet, fuhuş ve ölçüsüzlük (cinsel yaşamda herhangi bir saplantıya kapılan bir insan -bu saplantı nesnesi ne olursa olsun- bir alay konusuydu.) mahkum ettirilebilirdi.
Belirsiz Sınırlar
Bu tutumu en iyi örnekleyen belge, daha önce de sözünü ettiğimiz Aiskhynos'un ünlü davası Timarkos'a Karşı'dır: Sanığa şiddetle saldırıp onu aşağılık alışkanlıkları, para karşılığı yattığı aşıkları nedeniyle suçlarken, bir yandan da her türlü cinsel ilişkiyi mahkum etmediğini belirtir.- çünkü bu, kendi sözleriyle "iğrenç bir barbarlık çağına yol açmak"tan farksız olur. Kendisinin de gençliğinde oğlanlarla serüvenler yaşadığını hatta bu yaşında bile ( yaklaşık kırk beş yaşındadır) onlara ilgisiz kalmadığını ekler: "Güzel, iyi alışkanlıkları olan gençleri sevmek: İşte bana göre duyarlı ve iyi bir insana yakışan budur; ama bun amaçla kiralanmış bir erkekle ilişki kurmak, ancak vahşi ve geleneklerden göreneklerden habersiz, cahil birisinin yapacağı bir iştir. Ayrıca çıkar gözetmeden sevilmenin güzel bir iş olduğunu, parayla kendini satmanın da aşağılık bir şey olduğunu söylüyorum. Bu iki davranış biçimi arasında ne gibi bir uçurum, ne gibi bir fark vardır? Göstermeye çalışacağım."
Aiskhynos'un bütün çabalarına karşın o "uçurum" pek çok insana hayali bir şey gibi gözükebilirdi. Topluma girişle bağlantılı olarak oğlancılık yasal olarak kesin bir biçimde bir çerçeveye oturtulmadığı zaman, erosmenes'le eşcinsel arasındaki fark da azalmaktaydı. Aristophanes, şölen ya da Gimnasium'daki aşkları doğuran asil duygular konusunda kendi kendini aldatmaz. Geçmiş güzel günleri özler:
"(O zamanlar) beden eğitimi öğretmeninin karşısında çocuklar (paides) yabancıları şok edecek bir şey gözükmesin diye bacaklarını öne doğru uzatmak zorundaydılar, ayağa kalkarken de peşlerinden koşan erkekler (erastes) erkekliklerinin izini görmesin diye kumu elleriyle düzeltirlerdi. O zamanlar hiçbir zaman genç bir çocuk göbeğinden aşağısını yağa bulamazdı; organlarının üzerinde ne taze tüyler vardı! - bir kadife, bir buğu, tıpkı şeftalinin üstü gibi! Peşlerinden koşanlara göz süzerek yaklaşmaz, onlarla seslerini inceltip şakır gibi konuşmazlardı." (Aristophanes, Nuees 973-980 dizeler)
Aristophanes'in burada eleştirdiği şey oğlancılık değildir (taze tüyler konusundaki betimlemesinde arzu vardır), o, bu alandaki geleneklerin bozulmasından yakınır: Soylu eromenes adi bir fahişeye dönüşmüştür.
Platon ve Ksenophon da aynı doğrultu da yazarlar. İkisi de oğlancılıktan yanadır - onlar için böyle bir sorun yoktur bile- ama, zamanla bu ilişkinin he türlü cinsel yönünü yasaklamaya kadar giderler: İdeal Yasalar Kentinde (836 c) "cinsel ilişkilerde erkek ve çocukların kadınlar gibi kullanılması" yasaklanacaktır. Ksenophon da delikanlılarla aşk ilişkilerinde cinselliğin tümüyle ortadan kalkmasını öğütler. Yani, sonuç olarak topluma giriş törenlerinin zamanla bozulmuş kalıntısı olarak oğlancılıkla eşcinsel fuhuş arasında kaçınılmaz bir bağlantı vardır: Aynı cinsel eylem söz konusudur; bu da başlangıçta "Yunan usulü aşk"ın çeşitli biçimlerini birbirinden ayıran özelliğin, çoğunluğun gözünden kaçmasına yol açmaktadır.
*
K.J.Dover Greek Homosexuality ahlakçı bir tutum takınmadan
ele alındığından vazgeçilmez bir başvuru kaynağıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder