" On iki yaşında bir oğlanın tazeliği arzu uyandırır,
ama on üçünde daha da hoştur.
On dördünde açan aşk çiçeği daha da tatlıdır
ve on beşinde cazibesi artar.
On altı, ilahi yaştır.”
Oğlancılık sözcüğü günümüzde
genel olarak, bir yetişkinin küçük bir çocuğa karşı duyduğu cinsel çekimi
tanımlamakta kullanılmakta; oysa Yunanlılar için, bir erkeğin
ergenlik yaşını geçmiş, ama olgunluğa henüz ulaşmamış bir oğlan çocuk için
duyduğu sevgiyi ifade ediyordu. "On
iki yaşında bir oğlanın tazeliği” diyordu Straton, “arzu uyandırır, ama on üçünde daha da hoştur. On dördünde açan aşk
çiçeği daha da tatlıdır ve on beşinde cazibesi artar. On altı, ilahi yaştır.”
Eski Atina’da, günümüzdeki anlamıyla eşcinsellikten, yani, aynı yaş grubu
içerisindeki iki erkek arasındaki eşcinsellikten pek ender olarak bahsedilir;
ergenliğe ulaşmamış bir erkek çocukla ilişki kurmak da diğer pek çok uygarlıkta
olduğu gibi yasadışıdır.
Oğlancılığın
doruk dönemi olan iki yüzyıl (İ.Ö. altıncı yüzyıl başlarından, İ.Ö. dördüncü
yüzyıl başlarına dek) boyunca Yunanlılar sebatla, bunun yüksek eğitimin bir
kolu olmasını sağladılar. Kuramsal olarak, geleneksel eğitimini tamamlayan
erkek çocuk, genellikle otuzlu yaşlarında olan kendisinden büyük bir erkeğin
kanatları altına girer, erkek bu çocuğun ahlaki ve entelektüel gelişiminden
sorumlu olur, ona nezaket ve anlayış gösterir, Sokrates’e göre yegâne amacı
sevilende ahlaki mükemmelliği geliştirmek olan saf bir sevgiyle onu
ısıtırdı."
Klasik
dönem uzmanları, eski Atina’daki oğlancılığın kökeni konusunda fikir birliğine
ulaşamamışlardır, ama çoğunluk, askeri örgütlenme ve iki cinsiyetin
birbirlerinden ayrı tutulmaları nedeniyle yaygın hale geldiği komşu Sparta
devletinden ithal edildiği görüşündedir. Aslında, bu fikrin yalnızca özünü
ithal etmek yeterliydi; zira Atina, üst sınıflar arasında tüm yeni modaların
hızla yayılmasını teşvik edecek türde bir siyasi ve toplumsal yapıya sahipti.
Sonraki tüm Batı kültüründe böylesi- ne derin ve kalıcı bir etki yaratacak olan
bu uygarlığın günümüz Canterbury katedral kentinin ya da New Port, Rhode
Island’ın nüfusundan daha küçük bir nüfus tarafından yaratılıp sürdürüldüğünü
unutmak ne de kolay. Atina’da yabancılar ve köleler de yaşıyordu, ama devletin
gelişimini şekillendiren, 30,000 resmi vatandaşıydı. İ.Ö. dördüncü yüzyılda
bir tür siyasi atalet yaygınlaşana dek, zaman bulabilen tüm erkek vatandaşlar
Meclise katılma ve günün konuları hakkında konuşma haklarını kullanırlardı.
Her yıl 500 kişilik bir çalışma komitesi seçilirdi. Adaletin yerine getirilmesi
gerektiğinde, bu işi yapacak (üye sayısı davanın önemine göre 101 ila 1001
arasında değişen) bir jüri vardı. Atinalı.polis’in işlerine katılma görevine
büyük değer verir ve bu görevi yerine getirecek zamanı bulmak için, kazanmış
olduğu pek çok lüksten vazgeçebilirdi. Ve yalnızca kendi tatmini için değil,
diğer erkeklerin kendi davranışları hakkındaki görüşlerine büyük önem
verdiğinden. Bir tarihçinin de dediği gibi, hem hırslı, hem de hırsla
taklitçiydi. Önem sahibi herkesin diğer herkes tarafından en azından sima
olarak tanındığı böylesine küçük ve rekabetçi bir toplumda geleneğin yaygınlık
kazanması için, önde gelen bir ya da iki vatandaşın her an genç ve yakışıklı
çömeziyle birlikte görünmesi yeterliydi. Üstelik bu, iki taraf için de avantajlı
olacak bir düzenlemeydi. Çömez ne kadar güzel, aklı ne kadar soyluysa, bu,
öğretmeni olarak kabul etmeyi seçtiği adam için o kadar büyük bir iltifattı.
Aynı şekilde, adam ne kadar seçkinse, çömezi olarak kabullenmeye hazır olduğu
oğlan için bu o kadar büyük bir iltifattı. Gösteriş her iki taraf için de
önemli bir etmendi.
Akademisyenler
arasındaki görüş ayrılığı, Yunanlılarda oğlancılığın yalnızca zihinsel aşkla mı
sınırlı kaldığı, yoksa bedeni de mi içerdiği konusunda da sürer. Eşcinsellik
konusunda Kitabı Mukaddes görüşünü benimseyenler bunun zihinsel aşk ve
filozofların dünyevi sözlerinin amacının da mecazi düzeyde anlaşılmak olduğuna
inanmayı yeğlerler. Bu, desteklenmesi her zaman kolay olmayan bir savunudur. Sokrates’in genç çömezi Alkibiades’in bir akşam yemeği davetine
gelip de üstadını gayet rahat bir şekilde ev sahibiyle aynı sediri paylaşırken
bulması buna örnek olarak gösterilebilir:
José Aparício (España, 1773 — 1838)
Ah, evet! dedi genç adam öfkeyle.
“Odadaki en güzel kişinin yanına oturmak için yeri göğü oynatırsın!”
Sokrates canı sıkılarak ev sahibine
döndü.
“Bu adama duyduğum sevgi başımı sürekli
derde sokuyor. Ona düşkünleştiğimden beri, güzel görünüşlü bir çocukla konuşmak
bir yana, bakmama bile izin yok...Hemen kıskançlığa kapılıyor....Korkarım
bugünlerde ciddi ciddi üstüme yürüyecek.”
Bu
naturalist diyalog parçası (yalnızca) mecazi bir yorum yapılabilmesini mümkün
kılıyor ve hatta devamı bile, üstadı şehvet lekesiyle damgalamıyor. Zira, Alkibiades’in anlattığına göre,
Sokrates’le yatağa girip ona sarılmaya çalıştığında “en marifetli çabalarım bile yalnızca onun zaferini büyüttü. Güzelliğimin
“çiçeğini" reddetti, onunla alay etti ve ona hakaret etti.” Sokrates’in amacı entelektüel bir
yorumda bulunmaksa, anlaşılan, bunun için sonuna kadar gitmeye hazırdı.
Bu
öykünün asıl ilginç yönüyse, konuşmadaki rahat cinsellik havası ve
Alkibiades’in efendisini baştan çıkarma girişiminden samimiyetle bahsetmesidir.
Açıktır ki, günümüzde çoğu insanın fiziksel oğlancılık tanımı içerisinde
görecekleri bir şeye o dönemde hiçbir damga vurulmamaktadır. Sokrates’in
dostları sükunetlerini hiç bozmadan, bunu normal bir konuşma konusu olarak
görürler.
Ama
Sokrates, hiç yazılı eser vermemiş sözel bir öğretmendi. Hakkında bilinen her
şey diğer yazarların zihinlerinin süzgecinden geçmiştir ve bilinenlerin çoğu
Ksenophon, Platon ve Athanaeus gibi yazarların symposium’larından, en az gerçek
kadar dedikoduyu da kutsayan sofra konuşması kitaplarından gelmektedir.
Öykülerin bazıları kesinlikle kuşkuludur ve entelektüel-aşk düşünce okulu da Sokrates’in halk içinde kösnül aşkı
kınadığını, Platon’un asla zihinsel
aşktan başka aşk vaaz etmediğini ve Aristoteles’in
de oğlancılığı ahlaksızlık olarak gördüğünü savunur.
Yahudi-Hıristiyan
ahlak standartlarını bunları hiç duymamış olan bir topluma uygulamaya bu kadar
istekli olmayan karşı tarafsa seksin böylesine entelektüelleştirilmesini en iyi
olasılıkla ihtimal dışı bulur. Atina toplumu fiziksel olana karşı hiçbir şekilde
bağışıklı değildi ve Atinalı oğlanların, bedenlerine sürdükleri yağla sünnet
derisini penis ucu üstünde koruyucu (ve müstehcen) şekilde bağlayan ince bağlar
dışında tamamen çıplak olarak güreştikleri, koştukları, atladıkları ve disk ya
da cirit arakları gymnasium’u toplanma yeri olarak görme yönündeki genel
alışkanlık da fiziksel tepkileri herhalde teşvik etmekteydi. Belki de oğlanların
kendileri de yeterince istekliydiler. Ergen eşcinselliği, saygın vatandaşların
titizlikle korunan kızlarının yerini alacak kadar çok kadın kölenin ve
fahişenin bulunduğu toplumlarda bile yaygındır. Çoğu uygarlık bunu göz ardı
etmeyi ya da bastırmayı denemiştir; başarıyla kurumsallaştıranlarsa yalnızca,
Yunanlılar ve on beşinci yüzyıl Yucatan Mayalarıdır.
Yunan
oğlancılığının, ortaçağın saray aşkı fantezisi gibi, kuramda saf, ama
uygulamada aynı saflığı pek de taşımayan duygusal ideallerden biri olması
muhtemel görünmekte. Platon bile bazı şehvetli duyguların söz konusu olduğunu
kabul etmiş ve yazılarında âşıkların kur yaparken başvurdukları dualar ve
yakarışlardan, “içtikleri antlar, sevdiklerinin kapı eşiğinde geçirdikleri
geceler ve onun uğruna katlandıkları köleliklerden bahsetmişti. Aristophanes ise bu konuyla dalga
geçer. Kuşlar’da karakterlerden
biri diğerine yakınır:
“Ne de harika bir durum, seni gözü
dönmüş adam. Oğlumla, daha yeni banyo yapmış, taptaze halde gymnasium'dan çıkarken
karşılaşıyor ve onu öpmüyor, ona tek söz etmiyor, sarılmıyor, hayalarına
dokunmuyorsun! Bir de, dostumuz sayılıyorsun!”
Sophokles de nedense, Oidipus’un
acı kaderini, babasının yakışıklı bir oğlana âşık olduğu için lanetlenmesine
bağlamayı seçmiştir. Oysa ne oğlancılığın suç, ne de kaçınılmaz sonucunun
trajedi olduğunu kimse Sophokles’ten daha iyi bilemezdi; kendi yaşamı söz
konusuysa, fars gerçeğe daha yakın olurdu.
Oğlancılığın
aslında ne olduğunun tahmin edilmesinde asıl güçlük belki de, gerçek
öğretmen-çömez ilişkisini sahtesinden ayırmanın olanaksızlığıdır. Samimi
filozof, öğrencisiyle, tarih boyunca pek çok ideal aşk okulunun, özellikle de
(laik düzeyde) ortaçağ döneminde Arapların, ama daha çok dini uyanış
gruplarının karakteristik özelliği olan türde bir ilişkiye girmiş olabilir. Fiziksel
olan, ruhani olan içerisinde eridi. Ama Yunan
vazo resimlerinden elde edilen kanıtlar, çoğu Atinalının bu konuda daha
alaycı bir tutum benimsediğini düşündürmekte.
Az
sayıda istisna hariç, vazo resimlerinde eşcinsel ilişkiler bir ya da iki
şekilde gösterilir. Katılımcıların aynı yaş grubundan oldukları bazı anal
birleşme örnekleri bulunmaktadır; Yunan bir hekim bunu, cinsel haz bedenin
meninin salgılandığı bölümündeki sürtünmeden kaynaklandığı ve doğal bir kusur
sonucu kendilerininki rektumda salgılandığı için, bazı erkeklerin böylesinden
hoşlandıklarını söyleyerek açıklamıştır. Ama uyluk içi temas, yani,
partnerlerden birinin penisini diğerinin uyluk içine sürttüğü örnekler daha
fazladır. Yaşlı partner genellikle, yaklaşma girişiminde bulunurken gösterilir;
başı ve omuzları eğiktir ve bu haliyle, hem yaltaklandığı, hem de yalvardığı
izlenimini verir. Genç partnerse tersine, dimdik ayakta durur ve kimi zaman,
yaşlı adamı reddeder gibi görünür. Burada seçkin öğretmen ve ona hayran öğrenci
görüntüsüne rastlanmaz ve eğer tüm vazolar küstah gençler tarafından sipariş
edilmemişse, herhalde, tek açıklama, vazo ressamlarının üst sınıfın oğlancılık
eğlencesine bakışlarının, sonraki kuşakların kendilerinden çok genç (her iki
cinsiyetten) âşıklar peşinde koşan yaşlı erkeklere bakışlarıyla aynı olduğudur.
Ama
ortalama Atinalı, oğlancılara belki de pek sıcak bakmamakla birlikte, siyasi ya
da askeri arenada güvenli bir mesafeden onları hayranlıkla izlerdi. Klasik
çağlarda bir suikast sağanağı yaşanmaktaydı; Makedonyalı Arkhelaus, Philaili
Aleksandros, Ambracialı Periandros ve Atinalı Hipparkhos kendileriyle
oğlancılık türünde ilişkilere girmiş -ya da, son örnekte, ilişkiye girmeyi
reddetmiş- güzel delikanlılar tarafından öldürülmüşlerdir. Güdülerin şahsi
nedenlere dayanmaması pek
mümkün görünmüyor, ama
öldürülenler birer tiran olduklarından, oğlancılık bir siyasi girişim cilası,
özgürlük aşkı ünü kazandı ve bunun da Atinalılar gözünde küçülmesine yol açtığı
söylenemez. Yüreklilik söz konusu olduğunda da, hayranlık verici olarak
görülüyordu. Sparta’da, Yunan adası Euboia’da (Eğriboz) ve Boiotia kenti
Thebai’de savaşta başarıyla doğrudan bağlantılı görülüyordu. Platon’un da (bu
konuda önyargılı olmakla birlikte) dediği gibi, “Omuz omuza savaşan bir avuç
âşık ve sevdikleri, tüm bir orduyu bozguna uğratabilirdi. Zira, sevdiği tarafından
saflarını terk ederken ya da silahını bırakırken görülmek bir âşık için katlanılmaz
bir şey olacaktır. Böylesine küçük düşmektense ölmeyi bin kez yeğler...Aşk
tanrısı en korkakları bile bu tür durumlarda doğuştan cesur bir erkeğin eşiti
olduklarını kanıtlamaya esinlendirir.’’ Ünlü Thebai Kutsal Taburu tamamen, âşık
çiftlerden oluşmaktaydı. 33 görkemli yıldan sonra, Khaironeia Çarpışması’nda
tabur en nihayet imha edildi, ama bunun için Makedonyalı Philippos’la
İskender’in güçlerini birleştirmeleri gerekmişti. Çarpışma sırasında taburun
300 üyesinin tamamı ya öldü ya da öldürücü yaralar aldı.
Bunlar
kabul edilebilir oğlancılık düzeyleri, oğlancı olmayanların bile
anlayabildikleri ve kimi zaman onayladıkları düzeylerdi. Ama daha az saygın
olan türleri de bulunmaktaydı.
Edebiyatçı
dostları kendilerini uzun bir elbise, safran rengi tunik ve pelerin, kadın
yeleği, saç filesi ve dar çizmelerle, yani, kadın giysileriyle karşılayan
tragedya şairi Agathon’a hoşgörüyle
bakıyorlardı belki, ama erkek fahişelerin aynı şeyi yapıp sokaklarda kadınsı
giysiler içerisinde ve makyajlı dolaşmaları -bir Atina atasözüne göre,
“koltukaltında beş fil saklamak” bu oğlanlardan birini saklamaktan daha
kolaydı- utanç verici bulunuyordu. Bu oğlanlar saatlik olarak ya da sözleşmeli
olarak tutulabiliyorlardı. Theodotus adlı bir oğlanın davası mahkemeye
gelmişti; âşıklarından biri bir diğerini genç erkeğin bedenini kasıtlı olarak
istismar etmekle suçlamıştı ve bu, o dönemde (İ.Ö. dördüncü yüzyıl başları)
sürgün ve müsadereyle cezalandırılabilen bir suçtu. Bu, oğlan genelevlerinin
gediklileri arasında belki de gayet alışıldık türde bir kıskançlıktı.
Erkek-oğlan ilişkileri
konusunda pek çok yasa bulunmaktaydı. İ.Ö. 3. yüzyıl başlarında, kendisi de
oğlancı olan kanun yapıcı Solon oğlanların
ergenlik çağının altında olacakları) okul binalarında izinsiz olarak bulunan
yetişkin erkeklere ölüm cezası getirmişti; bu, günümüzdeki anlamıyla oğlancılığın
bilinmeyen bir şey olmadığını düşündüren bir ceza. Solon ayrıca, bir kölenin
özgür doğmuş bir oğlanla ilişki kurmasını da yasadışı ilan etmişti; gerçekten
eğitim amaçlı oğlancılık söz konusuysa pek de mümkün görünmeyen bir olasılık,
ama eğitim amaçlı olmayan türünün artmakta olduğu yönünde bir gösterge.
Üstelik, özgür bir oğlanı güzelliklerini profesyonel olarak sunmaya kışkırtan
erkekler de vatandaşlık haklarından ömür boyu mahrum bırakılabilirlerdi. Ama
Atina kaynaklarından edinilen genel izlenim, çoğu oğlancılık suçunun,
günümüzün sarı çizgiye park edilmesi suçu gibi, yalnızca yakalanacak kadar
talihsiz olanlarca yasadışı olarak görüldüğü yönündedir.
Oğlancılığın
moda olduğu iki yüzyıl aynı zamanda, Klasik çağın doruk dönemiydi, ama aradaki
bağlantı (eğer varsa) bilinmemekte. Eşcinsellik gizleniyor olsaydı, Atina sanat
ve mimarisinin görkeminin bir yüceltme mekanizması olduğu savunulabilirdi. Ama
gizlenmiyordu. Açık bir yaşam sürmekte özgür olan eşcinselin ruhunun
özgürlüğünü yaratıcı yeteneğini ressamlık, heykeltıraşlık ve inşaat alanlarına
akıtarak ifade ettiğini varsaymak da doğru olmayacaktır. Örneğin Parthenon, binlerce ayrı taşeron
tarafından inşa edilmişti - oğlancılığın moda olduğu entelektüel çevreler
konusunda hiçbir şey bilmeyen ve çoğu yabancı olan çalışkan zanaatkarlar,
küçük adamlar tarafından. Bir vatandaş bir kölenin yardımıyla Pentelikon’dan on
araba dolusu mermer getirmeyi taahhüt etmişti. Bir diğeri de, iki Atinalı
çalışanı ve üç köleyle birlikte, bir sütuna yiv açılmasından sorumluydu. Genel
tasarımdan sorumlu olanların —Phidias, İktinos ve Kallikrates- kişisel
yaşamları konusunda fazla bir şey bilinmiyor, ama toplumsal sınıfları kanıt
olarak gösterilebilirse, moda şekliyle oğlancılığın onlar için fazla önemli
olması beklenemezdi. Dönemin son ve en büyük sanatçısı olan Praksiteles de su
götürmez şekilde heteroseksüel ve Knidos Afroditi’nin modeli olan, çağının en
ünlü kibar fahişesi Phyme’nin âşığıydı.
Ama
bu dönemin, eğitim amaçlı oğlancılıktan derinden etkilenmiş Atinalı
zihniyetinin, kültürel girişimlere, kas ağırlıklı disiplinci bir topluma
oranla, herhalde, daha sıcak baktığı söylenebilir. Ve oğlancılık asla moda
olmasaydı, Batı uygarlığı felsefe alanında çok yoksullaşırdı. İspanyol hümanist
Jose Ortega y Gasset'in de gözlemlediği gibi, “Platon düşüncesinin modem Batı
uygarlığının temel katmanlarına ne derece nüfuz ettiğini bilmek olanaksızdır.
Batı’daki en sıradan insanlar bile sürekli olarak Platon’a dek uzanan ifade ve
fikirlere başvururlar.” Oğlancılığı desteklediği hiçbir şekilde söylenemeyecek
olan Fransız akademisyen Robert Flaceliere öyle der: “Ama savunusunu tersi
yerine heteroseksüellik üstüne kurmuş olsaydı da, Platon’un aşk kuramı bizim için
yine aynı değeri taşırdı.” Ama bu, kaçamak bir yaklaşım. Hiç evlenmemiş, ama
80 yıllık yaşamı boyunca pek çok “tutkulu dostluk” kurmuş olan Platon, çağının oğlancılık iklimi
olmasa, aşk kuramını belki de asla geliştiremezdi.
Eşcinselliğin
Doğal Tarihi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder