Roma'da Eşcinsellik

Çoktanrılı Antikçağ'ın sonuna doğru, çilekeş ve mistik filozof Plotinis''in dileği, gerçek düşünürlerin "oğlanların ve kadınların güzelliğini küçümsemesiydi". "Bir oğlanı ya da bir kadını sevmek": Bir erkeğe yönelik bu deyim, eskilerin dilinden düşmezdi. İkisi de aynı anlama geliyordu, biri için ne düşünülüyorsa, diğeri için de aynı şey düşünülürdü. Çoktanrılıların eşcinselliğe hoşgörü gösterdiği yolundaki inanış doğru değildir. Onlar bunu ayrı bir sorun olarak görümüyorlardı o kadar.

Ne hayvanlar, ne ölüler, ne de tanrılar

Eskiler erkeğin kendi cinsine olan tutkusunu, tıpkı aşkı, fahişeleri, ve evlilik dışı ilişkileri eleştirdikleri gibi eleştirirlerdi; en azından aktif eşcinsellik için bu böyleydi. Bu konuda bizimkilerden tümüyle farklı üç ölçütleri vardı: Aşkta özgürlük ya da yalnızca evlilik, aktiflik ya da pasiflik, özgür yurttaş ya da köle. Bir insanın kölesiyle aktif bir ilişki kurması masumane bir davranıştı; en sert censor'lar bile bu derece önemsiz bir sorunla uğraşmazlardı. Buna karşılık, bir yurttaşın aşağılık bir biçimde pasif ilişkiler kurmaya yeltenmesi korkunç bir suçtu.

Erkekler arasındaki bazı yakınlıkları doğadışı olarak niteleyen Apuleius, eşcinselliği değil, aşağılanmayı ve yapaylığı kınar. Çünkü eskiler bir şeyin doğadışı olduğunu söylediklerinde, bu, onun korkunç olduğu anlamına gelmez, yalnızca toplumsal kurallara uygun olmadığı ya da yapmacık, yapay, bozulmuş olduğu anlamına gelir; o dönemde doğa, gerek toplum olarak, gerek bir tür ekolojik ideal olarak insanın kendi kendisine egemen olmasını, kendi kendisiyle yetmesini hedefler: Doğanın uygun gördüğü az şeyle yetinmesini bilmek gerekir. Bu nedenle, erkeklerin kendi cinslerine duyduğu tutku karşısında da iki ayrı tavır görülür.

Hoşgörülü çoğunluk bunu normal karşılarken, politikacı ahlakçılarsa kimi zaman, tüm diğer cinsel zevkler gibi yapay bulurlar.

Hoşgörülü çoğunluğun iyi bit temsilcisi olan Artemidorus, bir erkek için "normlara uygun ilişkileri" (bunlar kendi sözleri) şöyle sıralar: Eşiyle, metresiyle, "kadın ya da erkek kölesiyle" (yine de bir kölenin insanın içine girmesi iyi değildi: Bu bir saldırıdır ve kölenin efendisini küçümsediğini gösterir") kurduğu ilişkiler, bir erkek için doğaldır. Doğadışı ilişkiler ise şöyle sıralanır: Hayvanlarla, ölülerle ve tanrılarla kurulan ilişkiler.

Siyasi düşünürlere gelince, bunların bir bölümü bazen tüm cinsel ilişkileri reddederdi, çünkü her türlü tutkunun, eşcinsellik olsun olmasın, denetlenemeyeceğini ve asker yurttaşı yumuşatacağını düşünürlerdi. Onların ülküsü, hangi tür olursa olsun, zevke karşı zafer kazanmaktı. Platon, ütopik bir kenti yasalarını oluştururken, doğaya uygun görmediği için oğlancılığı yasakladığında, doğayı yalnızca ikinci derece bir kanıt sayıyor, aslında yumuşamaya ve tutkudan kaynaklanan çılgınlığa karşı savaşıyordu. Amacı yalnızca kadınların sevilmesini emrederek tutkuyu "doğru doğaya" yöneltmek değil, yalnızca üremeye yönelik cinselliğe izin vererek her türlü tutkuyu ortadan kaldırmaktı (gerçekten de bir kadına aşık olunabileceği aklına bile gelmemişti). Oğlancılıkta doğaya karşı olan şey, insanın yakılmasına neden olacak bir anormallik değil, sadece oburluk gibi ahlaki bir kusurdu; ekolojik olmayan bir yapaylıktı.

Kısacası metinlerde "doğaya karşı" sözcüklerini bulmak yetmiyor; Antik çağın bu sözcükleri hangi anlamda kullandığını da anlamakla gerekiyor. Platon'a göre doğaya karşı olan eşcinselin kendisi değil, yaptığı hareketti. Bu ikisi arasında önemli bir fark var. Bir oğlancı bir canavar değildi, yalnızca zevkin evrensel güdüsüyle hareket eden bir ahlaksızdı. Oğlancılara karşı duyulan o neredeyse kutsallaştırılmış dehşet o zamanlar yoktu.

Cladius, Horatius, Dominitianus...



Kısacası aktif eşcinsellik Yunan ve Roma metinlerinde sıkça rastlanan bir eğilimdi. Catulllus bu alandaki yiğitlikleriyle övünürdü, Cicero da kendisine katiplik yapan kölesinin dudaklarından çaldığı öpücükleri uzun uzun anlatırdı. Herkes zevkine göre kadınları, oğlanları ya da ikisini birden seçiyordu. Vergilius yalnızca oğlanlardan hoşlanırdı; imparator Claudius sırf kadınları severdi; Horatius ise iki cinse de taptığını söylerdi. Şairler korkunç imparator Domitianus'un genç gözdesini, XVIII. yüzyıl yazarlarının Pompadaur Markizi'nden söz ettikleri gibi rahat rahat anlatırlardı. İmparator Hadrianus'un gözdesi Antinoos'a genç yaştaki ölümünden sonra resmen tapılmıştı. Tüm okurlarına seslenebilmek isteyen Latin şairleri kendi eğilimleri ne olursa olsun, her tür aşktan söz ederlerdi; hafif edebiyatın  gözde temalarından biri de, iki aşk türünü kendilerine özgü özelliklerini sıralayarak karşılaştırmaktı.


Bu konuda Yunan yazarlarıyla Latin yazarlarını birbirinde ayırmak mümkün değildir; Yunan usulü aşk denilen şey, aynı zamanda Roma usulü aşktır. Roma, erkekler arasındaki eşcinsel ilişkilerin belli bir türünü benimsemek için Hellenleştirmeyi beklememiştir. Yunan hayranlığından hemen önce, Latin edebiyatının en eski zirvelerinden biri olan Plautus tiyatrosunda eşcinsellikle ilgili, tamamen yerel bir zevkte yazılmış bölümler bulunabilir. Praeneste Tabletleri adı verilen Roma devletinin takviminde, 25 Nisan, erkek fahişelerin günüydü, bir önceki gün de erkek fahişelere ayrılmıştı. Plautus, Toscana caddesinde müşteri bekleyen bu erkek fahişelerden söz eder.

Catullus'un şiirleri, sık sık tekrarlanan ateşli küfürlerle doludur: Şair, sık sık düşmanlarını düzeceğini, böylece onları yeneceğini söyler; gerçekten de Akdeniz tadında folklorik yiğitliklerin dünyasında olduğumuzu unutmamalıyız, bu dünyada önemli olan aktif olmaktır: Kurbanın cinsiyeti ise önemli değildir. Eski Yunanistan'da da aynı ilkeler geçerliydi, yalnız orada Latinlerin dehşetle reddedip hor gördükleri bir başka aşk türü daha vardı: Yunanlılar yetişkinlerin okula, daha doğrusu gimnasium'a giden özgür doğmuş genç erkeklere duyulan platonik ilişkiyi hor görürlerdi. Roma'da ise özgür doğmuş delikanlıların yerini yurttaşların genç gözdeleri almıştı. Yani efendi aşka ve cinselliğe o kadar düşkündü ki, kadın köleleri ona yetmiyordu.

Önemli olan evli kadınlara, bakirelere ve özgür doğmuş yeniyetme delikanlılara saygı göstermekti: Eşcinselliğe koyulan sözde yasak, bir yurttaşın köle gibi muamele görmesini engellemeyi amaçlıyordu. M.Ö. 149 yılında kabul edilen Scantinia yasası daha sonra Augustus döneminde konuyla ilgili olarak geliştirilen ilk gerçek kurallarla tamamlanmıştı. Bu yasalar, özgür delikanlıları tecavüze karşı özgür bakirelerle aynı ölçüde koruyordu. Görüldüğü gibi cinsiyetin olayla bir ilgisi yoktu: Önemli olan köle olmamak ve pasif olmamaktı.

Tarihte müstehcenlik

Evlilik kontratlarında müstakbel kocanın "ne erkek ne kadın odalık tutmayacağının" belirtildiği, Marcus Aurelius günlüğünde hizmetkarı Theodotos ve hizmetçisi Benedicta için duyduğu arzuyu nasıl yendiğini anlatarak övündüğü bir dünyaydı bu. Bu dünyada, insan davranışları cinsiyete, kadınlara ya da oğlanlara duyulan eğitime değil, aktifliğe ya da pasifliğe göre değerlendiriliyordu: Aktif olmak erkek olmak demekti, karşıdaki pasif insanın cinsiyetinin hiçbir önemi yoktu. Erkekçe zevk almak ya da kölece zevk vermek, bütün mesele bundaydı. Kadın, tanımı gereği pasifti, meğerki canavar olsun, bu da zaten söz konusu bile değildi, çünkü sorunlar erkek bakış açısıyla ele alınırdı. Çocukların da bir önemi yoktu, önemli olan yetişkin erkeğin onların hizmetine girerek zevk vermemesi, onlardan zevk almasıydı. Roma'da bu çocuklar önemi olmayan kölelerdi, Yunanistan'da ise henüz yurttaşlık hakkını elde etmemiş, bu yüzden de onurlarını yitirmeden pasif olabilecek delikanlılardı.

Buna karşılık pasif eşcinsel olan yetişkin ve özgür erkek korkunç derecede hor görülürdü, bu tür erkeklere impudicus (daha sonraları hayasız anlamına gelen bir sıfat) denirdi, sözcüğün sonradan kaybolan anlamı buydu. Bir başka adları da dia- titheenos'du. Halk bazı stoacı düşünürlerin aşırı bir erkeklik görüntüsü altında kadınsı özelliklerini gizlediğine inanırdı, sanırım bu konuda da ilk akla gelen isim, atletleri oğlanlara tercihe den filozof Seneca'ydı. Pasif eşcinselller ordudan atılırdı; İmparator Claudius da bir gün sürüyle insanın kafasını kestirirken, "kadın zevkleri" olan bir impudicus'u bağışlamıştı: Böylesi bir yaratık celladın baltasını kirletebilirdi. Pasif insan cinsel sapıklığı nedeniyle yumuşak değildi, tam tersine: pasifliği, erkeklikten yoksun olmasının bir sonucuydu yalnızca; böylesi bir yetersizlik ise, eşcinsellik söz konusu olmasa bile çok büyük bir suçtu.

Çünkü bu toplum zamanını insanlar eşcinsel mi değil mi diye düşünmekle geçirmiyordu; buna karşılık, giysi, telaffuz, hareket, yürüyüşe ilişkin en küçük ayrıntılara inanılmayacak derecede dikkat ediyor, bunlarda en küçük bir erkeklik eksikliği hissederse, söz konusu kişinin cinsel zevkleri ne oluırsa olsun, onu küçümsüyor, alay ediyor, yok sayıyordu. Roma devleti birçok kez opera gösterilerini (bunlara (pantomim denirdi) yasaklamıştı; çünkü bu tür gösteriler, gladyatör dövüşlerinin tersine, erkeksi olmayan, yumuşatıcı şeylerdi.

Bütün bunlar hiç beklenmedik ikinci bir saplantıyı açıklıyor. Tümüyle utanç verici olarak kabul edilen bir cinsel davranış daha vardı, öyle ki insanlar bütün günü kimin "öyle" olduğunu düşünüp dururlardı; bugün meyhane şarkılarında ve argoda "ibne" neyse, bu cinsel tutum, yani oral seks de Eski Roma'da oydu ve o dönemin dedikodularında ayrı yeri tutardı. Tarihçi de bundan söz etmek zorunda; Yunan ve Latin metinlerinde hep sözü geçiyor, üstelik tarihçinin görevi de kendi toplumuna değerlerinin ne kadar göreceli olduğunu göstermek değil mi? Bütün bunlar, Vichy hükümetinin Yahudi düşmanlığını incelemekten daha müstehcen değil. İşte oral seks de en büyük küfürdü, bu tutumu sürdüren kimi kişilerin, daha önemsiz bir başka utancın arkasına saklanarak, yani bir pasif eşcinsel geçinerek bu utancı saklamaya çalıştıkları söyleniyordu!

Tacitus'ta korkunç bir sahne var: imparator Neron karısı Octavia'nın kölelerinden birine işkence yaptırarak, imparatoriçenin zina yaptığını itiraf ettirmek ister. Köle, hanımının onurunu kurtarmak için bütün işkencelere katlanır ve işkenceciye şöyle haykırır: "Octavia'nın dölyatağı senin ağzından daha temizdir". Bu sözlerden, kadının, hiçbir şeyin bir iftiracının onun ağzı kadar pis olamayacağını söylemek istediği sonucunu çıkarabiliriz, yanlış: Aslında köle kadın, dünyanın bütün alçaklığını, bu alçaklığın son raddesi olan harekette, yani oral sekste özetler. Gerçekten de bu, alçalmanın, en son basamağı değil midir? Zevk, başkasına verilen pasifçe alınır ve kölece bir tutumla, bedenin hiçbir parçası da karşıdakinden esirgenmez. Bu konuda da cinsiyetin hiçbir önemi yoktur.

Bir erkek toplumu

Bu zevk ve günah haritası nereden geliyor? Birbirleriyle karıştırılmamaları gereken en az üç nedenden. Roma, köleliği tanısın tanımasın, pek çok başka toplum gibi bir erkek toplumudur. Sonra bu erkeklik gizli bir yönüyle antik toplumların politik aysbergini miras almıştır; hızlı gitmek için benzetmeye başvuralım, militarist gruplarda  ya da kendilerini tehlikeli bir ortamda hisseden fütuhatçı kabilelerde yumuşaklığa karşı duyulan nefreti anımsatalım. Son olarak Roma, efendinin bekaret hakkını kullandığı köleci bir toplumdur, öyle ki köleler zorunluluğu fazilet haline getirerek durumu bir atasözünde özetlemişlerdir: "Efendinin emrettiği şeyde utanç olamaz."

Köleci bir toplum: Stoacılar ve Hristiyanlar cinsel ahlakın herkes için geçerli olduğunu öne sürmeye başlamadan önce ( aslındaki bundaki amaç da, kölelerden çok efendilerinin ahlakını korumaktı), Roma ahlakı toplumsal statüye göre değişirdi: "Hayasızlık (yani impiducus, pasiflik) utanç verici bir şeydir" diye yazar yaşlı Seneca; "Bir köle için efendisine karşı yerine getirmesi zorunlu olan mutlak bir görevdir; azat edilmiş kişi içinse, tercih açısından, ahlaki bir görevdir."

Yani büyük bir hoşgörüyle karşılanan eşcinsellik, aslında yalnızca bir efendinin genç kölesiyle kurduğu aktif ilişkiden başka bir şey değildir. Bu gözdenin bıyıkları terlemeye başlar başlamaz, geleneklere göre efendisinin de ona artık bir erkeğe yakışmayacak biçimde muamele etmeyi bırakması gerekir. Bazı efendiler devam edecek kadar ahlaksız olurlar: O takdirde artık bu gözde bir adolescens (yeniyetme) olmaktan çıkar, bir exoletus (ergen) haline dönüşür ve namuslu insan ondan tiksinir. Her şeyde doğayı izlemeyi öğütleyen Seneca, bazı ahlaksızların aşırı derecede büyümüş olan gözdelerinin kıllarını aldırtmaları karşısında isyan eder.

Antik Çağ'ı baskının olmadığı bir cennette gibi görmek ya da ilkelere sahip olmadığını ileri sürmek yanlıştır; bu ilkeler bize şaşırtıcı gelmektedir, o kadar. Biz de kendi değerlerimizin daha değerli olmadıklarından kuşkulanabiliriz. Roma'da, bizde yakın zamanlara kadar toplumun üst kesimlerinde görülen evlilik dışı ilişkiler gibi, yasal olmayan ama ahlaki açıdan kabul edilen ilişkiler de vardı. Böyle bir durumda kural şuydu: Edebiyat bundan rahatça söz edebilirdi, ama ilgili kişiler ağızlarını bile açmayarak ketum davranmalıydılar. Çünkü erkekler arasındaki eşcinselliğin büyük bir bölümü hoşgörülmüyordu, yalnızca burada bizim ahlakımız söz konusu değildi.  Bir de hem yasadışı, hem ahlakdışı, utanç verici ilişkiler vardı. Suçlunun iradesi dışında yapılmış bir hata değildi bunlar: Eylemin yarattığı dehşet, eylemi yapan kişiye kadar ulaşıyor ve böyle bir şey yaptığına göre bir canavar olması gerektiğini kanıtlıyordu. O zaman ahlaki yargı yerini neredeyse ırkçı diye kanıtlayabileceğimiz bir yadsımaya bırakıyordu. Daha önce söylediğimiz gibi özgür erkeklerde pasiflik, oral seks ve kadınlar için de eşcinsellik, bu tür davranışlar arasındaydı. Özellikle aktif lezbiyen son derece aşağılıktı; erkek yerine geçen bir kadın, dünyanın tersine dönmesi demekti. Seneca'ya bakılırsa, erkeklere "binen" kadınlar da dehşet uyandırıyordu.

Bütün bunlar eşcinsellik konusunda bizimkinden farklı olmakla birlikte daha az mitik olmayan bir bakış açısının varlığını ortaya koyuyor. Bütün eşcinsellikler tek bir tipe indirgeniyor: Bir yetişkinin, bundan zevk almayan bir erkek çocukla aktif ilişkiye girmesinin genel bir durum olduğuna inanmak, Romalıların işine geliyordu, çünkü tutku fırtınalarının ve köleliğin yaşanmadığı ileri sürülen, yumuşaklığa yol açmayan aktif bir ilişki, vicdanları rahatlatıyordu.

Okur,belki de, son olarak eşcinselliğin neden bu kadar yaygın olduğunu soracaktır. Acaba antik toplumun bir özelliği, örneğin kadınlara karşı duyulan küçümseme, yapay olarak eşcinselliği mi körüklüyordu? Yoksa aslında eşcinsellik, insan cinselliğinin olanaklarından biri midir de, daha farklı ve genel olarak daha az miktarda baskı, onun ortaya çıkmasını sağlamıştır? Kuşkusuz ikincisi en doğru yanıt olmalıdır.




*
Yunanlılarda eşcinsellik üzerine temel bir kitap olarak
 K.J. Dover'ın Greek Homosexuality, 1978 sayılabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder