Jean Delville (1867-1955) The School of Plato, 1898
Michel Foucault, Kennet Dover'ın Greek Homosexuality isimli kitabından yola çıkarak Antik Yunan medeniyetindeki oğlanlarla "aşk"ı anlatıyor.
Satır başları:
" Ne olursa olsun, Yunanlılar'da bu aşk ilişkilerini ya da hazzı, bizim - ve çağdaşlarımızın - eşcinsellikten edindiğimiz deneyimleri andırır bir deneyim olarak yaşayan bir kişi hiçbir zaman olmadı."
"Hepsinden önemlisi -ki bu nokta Yunan etiğinin çekirdeğini oluşturuyordu kuşkusuz -etkenlik ve edilgenlik arasında radikal bir ayrım vardı. Yüksek bir mertebeye konumlanan etkinlikti yalnızca; edilgenlik -doğası ve konumu gereği, kadınlara ve kölelere özgü sayılıyordu - erkek açısından ancak yüz kızartıcı olabilirdi."
"Dover'ın kitabı, arzunun açık bir biçimde biseksüel olabileceği bir Altın Çağ'dan söz etmiyor; belirli bir toplumda, bir yaşam tarzı, kendinden bir kültür ve sanat oluşturmuş cinsel bir seçimin özel bir tarihini anlatıyor. "
"Cinsel davranışlar konusunda yapılan ayrımın Yunanalılar ve Romalılar'a hiçbir biçimde uygun düşmemesi, bu kitaptaki en önemli şey gibi görünüyor bana. Bu iki anlama geliyor: Bir yandan, onların böyle bir tasarımları, yani kavramları yoktu; öte yandan da, böyle bir deneyimleri. Kişinin kendi cinsiyetini taşıyan bir başkasıyla yatması, onu eşcinsel yapmaya yetmez. Bu, temel bir önem taşıyor gibi geliyor bana. "
"Eşcinselliğin Yunanlılar'da kabullenildiğini iddia etmek, tamamiyle saçmadır. "
" Oğlanın, bir erkekle ilişkisinde, edilgen olduğu düşüncesini,
Bir Yunanlı ya da Romalı çok zor kabullenebilirdi."
"Yunanlılar'da, oğlancılık üzerine Platon'dan Plutarkhos'a, Lukianus'a, vs., kadar uzanan eksiksiz bir teorik söylem var. .. bu söylemlerin varlığı, eşcinselliğe karşı, eylemde ve düşüncedeki hoşgörünün göstergesi olarak yorumlanmamalıdır..."
***
Atina'daki özgür oğlanın karşılığı, Roma'da bir köledir daha çok; Klasik çağın başında, onun değeri, gençliğin aldığı yaşam enerjisi ve şimdiden şekillenmiş görünümünden gelir, daha sonraki dönemdeyse alımında, gençliğinde ve bedenin tazeliğinde aranır. Reddetmeyi, mümkün olduğu kadar becerebilmelidir; elden ele dolaştırılmasına izin vermemeli ve karşısına ilk çıkan kişiye teslim olmamalıdır; özellikle de asla "bedavaya" gitmemelidir (her ne kadar para, ilişkiyi gözden düşürüyor veya onu ölçüsüz bir açgözlülükten malül kılıyor olsa da). Öte yandan, oğlanlara tutkun olanların da farklı farklı yüzleri vardır: Gençlik ve mücadele yoldaşı olarak, vatandaşlık erdemleri konusunda bir örnek oluşturarak, bilgeliğin zarif yol arkadaşı ve öğretmeni olarak. Ne olursa olsun, Yunanlılar'da bu aşk ilişkilerini ya da hazzı, bizim - ve çağdaşlarımızın - eşcinsellikten edindiğimiz deneyimleri andırır bir deneyim olarak yaşayan bir kişi hiçbir zaman olmadı.
Yunanlılar'da, eşcinselliğin serbest olduğunu düşünenlere de, Dover'la birlikte gülümsemeden edemiyoruz kuşkusuz. Bu tür bir tarih, basit yasak ya da hoşgörü kavramlarıyla yazılamaz, sanki bir yanda inatçı bir arzu, diğer yanda da onu baskı altına alan bir yasak varmış gibi. Gerçekte erkek cinsiyetini taşıyan insanlar arasındaki aşk ve haz ilişkileri, kesin ve iddialı kurallara bağlanmıştı. Doğal olarak, birini baştan çıkarmak ve ona kur yapmak da belirli bir biçimde gerçekleştirilmek zorundaydı. İlişkiye giren her iki tarafa da şeref bahşeden "temiz" aşktan başlayıp, zayıflık, gönül eğlendirme ve yaralanmış şeref gibi, pek çok ara basamaktan geçerek, satın alınabilen aşka kadar uzayan ilişkiler arasında mükemmel bir hiyerarşi vardı. Yetişkin bir erkekle, bir oğlan arasındaki ilişkilerin üzerine parlak bir ışık düşerken, nüfuz sahibi sakallıların arasındaki ilişkiler karanlıkta kalıyor. Hepsinden önemlisi -ki bu nokta Yunan etiğinin çekirdeğini oluşturuyordu kuşkusuz -etkenlik ve edilgenlik arasında radikal bir ayrım vardı. Yüksek bir mertebeye konumlanan etkinlikti yalnızca; edilgenlik -doğası ve konumu gereği, kadınlara ve kölelere özgü sayılıyordu - erkek açısından ancak yüz kızartıcı olabilirdi. Dover'ın tüm incelemesi, cinselliğe ilişkin Yunan deneyiminin, bizimkinden hangi noktalarda, en keskin hatlarda ayrıldığını gösteriyor. Bizim için asli ayrım (heteroseksüellik ya da eşcinsellik) nesnenin seçimi konusundadır; Yunanlılar içinse, öznenin konumu (etken ya da edilgen) ahlaki sınırı çiziyordu: Temelinde erkeksi olan bir etiketin bu kurucu öğesiyle bağlantılı olarak bakıldığında, eş seçimi (oğlan, kadın ya da köle) görece önemsiz kalıyor.
Dover, kitabının son sayfasında, geriye dönük olarak incelemesinin tamamını aydınlatan, belirleyici önemde bir noktayı ortaya çıkarıyor. Yunanlılar'da -ki bu, yalnızca Klasik Çağ için geçerli değil- cinsel davranış, bir kanun aracılığıyla kurallara bağlanmış değil. Ne sivil, ne dinsel, ne de "doğal" hiçbir yasa, neyin yapılması, neyin ise yapılmaması gerektiğini belirliyordu. Ve cinsel etik, buna rağmen bağlayıcı, karmaşık ve çok biçimliydi. Ama ancak techne'nin, bir sanatın olabileceği biçimde: kişinin kendisi ve kendi yaşamı ile ilgili bir kaygı olarak anlaşılan bir yaşam sanatı.
Oğlanlarla yaşanan haz bir deneyim tarzıydı. Dover, ayrıntılı bir biçimde gösteriyor bunu. Kadınlarla kurulan ilişkiyi çoğunlukla dıştalamıyordu bu ve o sınırlar içinde, diğerlerinden ayrılan özel bir duygusal yapının da, bir yaşam biçiminin de ifadesi değildi. Diğerleri gibi bir haz duyma olanağıydı daha çok: Belirli davranış biçimlerini ve yaşam tarzlarını, başkalarıyla kurulan belirli ilişkileri, tüm bir değerler bütünlüğünün kabulünü kapsıyordu. Ne dıştalayıcı, ne de geri alınamaz karardı; ama ilkeleri, normları ve etkileri, yaşam tarzlarının ta içine dek uzanıyordu. Şunu kabullenmek gerek: Dover'ın kitabı, arzunun açık bir biçimde biseksüel olabileceği bir Altın Çağ'dan söz etmiyor; belirli bir toplumda, bir yaşam tarzı, kendinden bir kültür ve sanat oluşturmuş cinsel bir seçimin özel bir tarihini anlatıyor.
Dover'ın gösterdiği gibi, cinsel davranışlar konusunda yapılan ayrımın Yunanlılar ve Romalılar'a hiçbir biçimde uygun düşmemesi, bu kitaptaki en önemli şey gibi görünüyor bana. Bu iki anlama geliyor: Bir yandan, onların böyle bir tasarımları, yani kavramları yoktu; öte yandan da, böyle bir deneyimleri. Kişinin kendi cinsiyetini taşıyan bir başkasıyla yatması, onu eşcinsel yapmaya yetmez. Bu, temel bir önem taşıyor gibi geliyor bana.
Bir erkek bir oğlanla ilişkide bulunduğu zaman ahlaki ayrım çizgisi şu sorular üzerinden çekiliyordu: Bu adam etkin mi, edilgen mi? İlişki kurduğu oğlanın sakalı çıkıyor mu? (sakal, bir yaş sınırını belirtiyordu)? Bu iki tür ayrımın bağlantısı, ahlakla ahlaksızlığın çok karmaşık olan sınırlarına işaret ediyordu. Yani, eşcinselliğin Yunanlılar'da kabullenildiğini iddia etmek, tamamiyle saçmadır. Erkeklerle oğlanlar arasındaki, çok kesin kurallara bağlanmış olan o ilişkinin ne denli karmaşık olduğunu Dover oldukça iyi gösteriyor. Oğlanlar açısında söz konusu olan davranış biçimleri, kaçma ve korunmaydı; erkekler açısındansa kovalama ve talip olma. Böyle bir kodlama bulunduğuna göre, bazı davranış biçimlerinin üstün, bazılarının da aşağı görülmesini hemen her zaman beraberinde getiren, eksiksiz bir pederastlık kültürü, erkekle oğlan arasında aşk kültürü oluşmuştu yani. İşte Dover'ın kitabından tam da bu noktayı alıyorum; tarihsel inceleme, bu noktanın yardımıyla, o meşhur cinsel yasaklara, hatta bizzat yasak kavramına ilişkin olarak, akla gelebilecek bir dizi tasarımdan arındırılabilir. Şeylerin başka biçimde ele alınması gerektiğine, birbiriyle yakınlıklar gösteren bir dizi deneyimin ve farklı yaşam tarzlarının tarihini yazmak gerektiğine inanıyorum: Aynı cinsiyeti taşıyan insanlar arasında, çağlara ve yaşlara, vs., göre değişen, ilişki tiplerinin tarihini. Başka bir deyişle, Sodom'un mahkum edilmesi, tarihsel modelimizi oluşturmamalıdır.
Dover'da olmayan, benimse geçtiğimiz yıl aklıma gelen bir şeyi de eklemek istiyorum. Yunanlılar'da, oğlancılık üzerine Platon'dan Plutarkhos'a, Lukianus'a, vs., kadar uzanan eksiksiz bir teorik söylem var. Ve bu teorik metinler dizisi içinde özellikle dikkatimi şu çekti: Zamanı geldiğinde, seçkin bir aileden gelen, özgür bir adam konumu temelinde -ailesel ve toplumsal görevler devralacak bir oğlanın, Roma'da bir senatör, bir politikacı olarak, ya da Yunanlılar'da bir konuşmacı olarak başkaları üzerinde iktidar uygulayacak bir oğlanın, bir erkekle ilişkisinde, edilgen olduğu düşüncesini, Bir Yunanlı ya da Romalı çok zor kabullenebilirdi. Bu bir ahlaki değerler sistemi içinde, neredeyse düşünülemezdi bile; ancak bu ahlaki değerleri bir yasakla karşılaştırmak da mümkün değildir. Bir erkek, bir oğlanın peşinden koşuyorsa, buna karşı söylenebilecek bir şey olamazdı; üstelik bu oğlan, özellikle de Roma'da bir köle ise, ancak sıradan sayılabilecek bir olay olurdu bu. Bunun için bir deyim vardı: "Kendini siktirmek, köle için bir zorunluluk, özgür adam için bir utanç ve kölelikten azledilmiş kişi adınaysa sunulmuş bir hizmettir..." Buna karşılık, genç bir adamın kendisini siktirmesi, ahlak dışı sayılıyordu; ve eskiden, fuhuş yapmış olanların politik makamlara gelmelerini yasaklayan yasa tam da bu bağlamda kavranabilir. Sokaklarda işe çıkanlara değil, tekrar tekrar ve herkesin gözü önünde, farklı kişilerin kapatması olarak yaşamaya boyun eğenlere yakıştırılıyordu orospuluk sıfatı. Onun, eskiden edilgen bir haz nesnesi olmuşluğu, herhangi bir yetkeyi kullanmasını engelliyordu. Teorik metinler hep tam da bu noktanın üzerinde duruyordu. Biricik gerçek aşkın, bir oğlanla kurulacak cinsel ilişkileri dışlamak ve eğitici türden, neredeyse babacan duygularla kurulan ilişkilere dayanmak zorunda olduğunu kanıtlaması beklenen bir söylem kurmaktı bu metinlerin sorunu. Asıl sorun, özgür bir adamla özgür bir oğlan arasındaki aşk pratiğini kabullenilir kılmaya ve aynı zamanda onu yadsımaya ve biçimini dönüştürmeye yönelik bir yol bulmaktı gerçekten de. Yani bu söylemlerin varlığı, eşcinselliğe karşı, eylemde ve düşüncedeki hoşgörünün göstergesi olarak yorumlanmamalıdır; daha çok, bir sıkıntının göstergesi olarak okunmalıdır: Tam da bir sorun oluşturduğu için konuşuluyordu bu konuda; bir şey kafalara iyice kazınmalıdır: Eğer bir toplumda bir şey üzerine konuşuluyorsa, bu o konuda serbestlik olduğu anlamına gelmez. Bir söylem üzerine bilgi verilirken, o söylemin dile getirdiği varsayılan gerçeklik değil, insanları o konuda konuşmak zorunda olduklarına inandıran sorunun gerçekliği araştırılmalıdır. Ve tam da bundan dolayı ( kadınlarla kurulan evlilik ilişkilerinden hiç söz edilmezken) erkeklerle oğlanlar arasındaki o ilişkiler konuşulmak zorundaydı, çünkü bu ilişkileri kabullenmek, ahlaki bakımdan çok daha zordu.
Umberto Eco - Güzelliğin Tarihi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder