Şen Bilim*
Nietzsehe’ye (Gay Science) yapılan doğrudan atıf dışında, buradaki söz
oyununa da dikkat çekmek gerekiyor. İngilizce karşılıkta “şen" anlamına
gelen “gay“ sözcüğü. Türkçede mümkün olmaya¬cak bir şekilde, eşcinsel anlamına
gelen gay’e de tekabül ediyor. Burada aynı zamanda Foucault'tıun ortaya koyduğu
şekliyle, cinselliğin (ve paralelinde eşcinselliğin) moderniteyle birlikte
bilimsel dikkatin konusu haline gelmesine de bir gönderme var.
Michel
Foucault ile Söyleşi
Le Bitoux: Cinselliğin Tarihi'nin
ilk cildinin tüm kitaplarınız içinde en yanlış anlaşılan kitabınız olduğunu
düşünmenizin sebebi nedir?
Foucault: (uzun bir sessizlik)
Bir kitabın anlaşılıp anlaşılmadığını söylemek zor. Çünkü ne de olsa, belki
kitabı yanlış anlayan kişi onu yazan kişidir. Çünkü onu anlamış veya yanlış
anlamış kişi, okuyucu olmayacaktır. Ben bir yazarın, kitabı hakkındaki yasayı
kendisinin koyması gerektiğini düşünmüyorum. Yine de kitabımın bazı okuyucular
tarafından alımlanışına şaşırdığımı söyleyebilirim. Çünkü bana aşırı
kullanılmış, fazlaca belirlenmiş, eskimiş kavramların bazılarını - “baskı”
gibi - tekrar ele almanın mümkün olduğu bir duruma ulaştık, bu durumun ne
anlama geldiğini görmemiz gerekiyor gibi gelmişti. Her şeyden önce, bu
kavramların, -her ne kadar son yirmi yılda biçimi değişen bir dövüş [combat]
ya da tartışma kapsamında dahi olsa- şu an, bu yeni durumda nasıl işler hale
getirilebileceğini görmemiz gerekiyor diye düşünmüştüm.
Sanırım artık her şey yerli yerine
oturdu ve, nasıl diyeyim, bu ilk baştaki şaşkınlık geçti. Bununla beraber, bu
şaşkınlık izlenimi, belki de benim önceki pozisyonlarımın basitliğinden
(gülüyor) ve beni, nerede ve ne şekilde olurlarsa olsunlar, her türlü baskı
biçimlerine karşı mücadelenin “izci-vari” bir kavramlaştırmasıyla
ilişkilendirmenin kolaylığından kaynaklanıyordu. Bu noktada, sanırım bana
atfedilen yada başkalarına ait pozisyonlarda ufak bir kayma oldu.
[...]
Le Bitoux: Sizce 19. yüzyıl
burjuva aile cinselliğinde mastürbasyon
neden ensestten bile daha büyük bir tabu?
Foucault: Mastürbasyon bence kilit noktayı oluşturuyor. Çünkü çocuğun
cinsellikle bir yasak ilişkisi kurmasını başlatan şey kesinlikle
mastürbasyonun yasaklanması. Yasaklanan şey, mastürbasyon yani vücudun bu anlık
hazzı, çocuğun kendi vücudundan ürettiği bu haz olduğu için, çocuk vücudunu da,
hazzını da bu yasağın gölgesinde yaşıyor.
İkinci olarak, mastürbasyon
önemli bir yasak olduğu kadar, tarihte cinselliğe dair -tam anlamıyla-
bilginin [savo/r] inşa edilmesine de temel oluşturuyor. Çünkü 15. ile 16.
yüzyıllar arasındaki döneme kadar ne olduğuna bakarsak, insanlara arzularının
sorulduğunu, bu arzuları itiraf etmelerinin beklendiğini görüyoruz. Bu
pratikler her zaman kişinin ilişkilerini ilgilendiriyordu. Yani bir bakıma
cinsellikle hukuk [juridical] açısından ilgileniliyordu. Evlilikte eşine olan
görevlerini yerine getiriyor musun? Karına sadık mısın? Onunla doğal haklara
uygun bir şekilde sevişiyor musun? Başka bir kadın ya da adamla sevişiyor
musun? Uç durumda, partnerin bir hayvan olabilir mi? Dolayısıyla cinsellik
hakkında ilişkilere odaklı bir yargı [jurisdiction]. Bu ilişkisel yargı
niyetlerle, arzularla ya da şehvet denilen şeyle değil, reel pratiklerle
ilgileniyordu.
16. yüzyılda büyük pedagoji reformuyla,
veya çocukluğun kolonizasyonu - daha doğrusu, bireylerin hayatında çocukluğun
özel kronolojik bir kategori olarak ayrılması - ile eş zamanlı olarak görünürlük
kazanan; günah çıkarma kılavuzlarında, “vicdanın denetimi” üzerine risalelerde
ortaya çıkmaya başlayan temel bir problem var. Bu problem şudur: arzu her
şeyden önce ve öte seninle ilgili değil midir? Artık günah çıkarma
rehberlerinde temel sorunun “Karına sadık mısın?” ya da “Eşin dışında başka bir
kadını görüyor musun?” olmadığını görmek ilginç. İlk soru “Ara sıra kendine
dokunuyor musun?” olmaya başlıyor. Burada [artık] birincil olan kişinin
kendisiyle [of the self to it self] ilişkisi.
Bu noktada, bambaşka bir bilgi
[savoir] gelişecektir. Bu artık, cinsiyetler arasındaki ilişkinin hukuki
statüsüne değil; bizzat cinsiyetin mahremiyetine dair bir bilgi [connaissance]
olacaktır - onun doğumundan, ilk hareketlerinden, ilk izlenimlerinden, ilk
kendisiyle olan ilişkisinden itibaren şekillenen bir bilgi. 17. yüzyıl sonu
18. yüzyıl başlarında. Bunun sonucunda tamamıyla yeni bir psikoloji doğacaktır;
cinsiyetlerin haklarıyla değil, cinselliğin doğasıyla ilgili bir psikoloji. Ve
cinsellik kavramının kendisi de tam burada, Hıristiyanlığa özgü itiraf ile
tıbbın kesişim noktasında oluşacaktır.
Ve giderek cinsellik şehvetin
yerini alacaktır. Şehvet cinsel ilişkilere bağlanıyordu. Cinsellik [ise]
kişinin kendi içinde olan bir şey; bir çeşit dinamik, hareket; ilk hazza, yani
kişinin kendi vücudundan duyduğu hazza yönelen daimi bir dürtü olarak ele
alınıyor. Bu nedenle mastürbasyon, cinselliğin yasaklanmasının, ve tarihsel
olarak sorunsallaştırılmasının ilk şekli olduğu için, Batı’da stratejik olarak
çok önemli bir konum işgal ediyor. Bu yüzden mastürbasyona çok önem atfediyorum.
Hemen hemen aynı dönemde, 16. - 17. yüzyıllarda, mastürbasyonun nasıl hem
Katolikler hem de Protestanlar için temel bir problem haline geldiğini görmek
ilginç. Mastürbasyon hastalığının yayılmasıyla insanoğlunun sonunun geleceğine
dair o meşhur mitin tantanalı bir şekilde dile dökülmesiyle, 18. yüzyılda çocuk
mastürbasyonuna karşı büyük kampanyalar düzenlenecek.
Çok ilginç bir şekilde, mastürbasyon
neredeyse önceki nesillerin hiç bilmediği yeni bir salgın olarak görülüyor.
Dolayısıyla, aslında benim
hipotezim, bir yandan şu: yeni olan, mastürbasyonun
bir problem haline gelmesi. Ama bu yenilik bir bakıma yerinden edildi; (çünkü]
yeni olan mastürbasyonun problem haline gelmesiyken, insanlar mastürbasyonun
yeni bir şey olduğunu iddia ettiler. Öte yandan, şunu da eklememiz gerektiğini
düşünüyorum: ebeveynler ve çocuklar arasında geçebilecek tüm gözetim, ilgi ve
endişe oyunları, tüm pedagoji pratiği, bu tek başına alınan hazza, kişinin
kendinden aldığı bedensel hazlara odaklanmaya başladı. Çocuğun bedeni
ebeveynler için, ve dolayısıyla çocuk için, bir mesele [erıjeu] haline geldi.
Birden, mastürbasyon şiddetlendi, pratikte olmasa bile, önemi itibariyle.
Mastürbasyon yapmak ya da yapmamak gittikçe daha önemli hale geldi.
Le Bitoux: [Öyleyse mastürbasyon]
Bir referans noktası haline geldi.
Foucault: Bir referans noktası ve
ebeveynler ile çocuklar arasında bir mesele haline geldi. Ve ebeveynlerinin
burunlarının dibinde mastürbasyon yapmak, çocuk için önceden hiç neden
olmadığı psikolojik sonuçlara neden olur gibi görünen, çok önemli bir davranış
halini aldı. Hakikaten, 18. yüzyılda mastürbasyonun özgün bir üretiminin, mastürbasyonun
özgün bir bulunuşunun gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Le Bitoux: Yani, homoseksüellik
tıbbi bilginin ilk buluşu değil.
Foucault: Hayır, ilk buluş mastürbasyondu, önceden var olan cinsel
arzu ve cinsiyetler arası ilişkiye karşı cinselliğin yeni gerçekliğini
ayırmaya bağlanan bir buluş.
Le Bitoux: Belki sorularımı daha
farklı bir sırada sorabilirim. Şimdiki soru eşcinselleri ilgilendiriyor. Sizce,
neden eşcinsellerin şefkat
göstermekten ve mutluluklarını ifade etmekten duydukları haz, bu haz hakkında
konuşmaktan ya da anal seks eyleminin kendisinden toplumsal olarak daha kabul
edilemez oluyor?
Foucault. Güzel, bence bu önemli
bir soru. Söyleyeceğimin doğru olduğundan emin değilim. Benim izlenimim, bu
pratiğin - eşcinsel pratik ya da anal seks pratiği - genel olarak kabul
edildiği yönünde. Öncelikle, insanlar hazzı hoş görebilirler, ama mutluluğu kabul
edemezler. Pratiği kabul ediyorlar, bu gözlemlenebilir bir olgu [fail de
constatation] çünkü anal seks pratiği sadece eşcinsel bir eylem değil, aynı
zamanda heteroseksüel bir eylem.
İkinci olarak, aslında Hıristiyan
medeniyeti ne kadar katı ve püriten olsa da, bu katılık, işleyebilmesinin
koşulu olan belirli bir hoşgörü olmadan gerçekleşemezdi: Aynı suçluluğun ceza
sisteminin çalışmasında gerekli olması gibi, aynı cezalandırılmayan suçların
diğer suçların cezalandırılmasına olanak tanıması gibi. Eğer tüm suçlar
cezalandırılsaydı, sistem işleyemezdi (gülüyor). Kısacası, yasadışılık yasanın
işlemesinin bir parçası. Dolayısıyla, yasaklanmış pratikler, onları yasaklayan
kanunun işleyebilirliğinin bir parçası. Bu nedenle ahlaki normları tanımayan
[licentious] pratikler hoşgörüyle karşılanıyor, hatta kabul ediliyor.
Hazlara izin veriliyor. İzin
veriliyor diyorum çünkü bizim toplumumuz gibi toplumlarda, en azından son
birkaç yıl içerisinde, haz ekonomisinin genişlemesi gibi bir durum olup
olmadığından merak ediyorum. Şunu söylüyorum, sadece tüm arzulara değil, tüm
pratiklere de müsaade eden toplumlar, bütün hazlara müsaade etmeyebiliyor.
Hazzın, hazların, görünür kılındığında kabul edilemez [scandalous] hale gelen
belirli bir niteliği, belirli bir toplamı var. Bu durum, vazgeçilmez gibi
görünen, fakat aslında kısmen önemli olan bu yeni haz ekonomisinde çok daha
belirgin bir hal alıyor. Ne de olsa, hazlar da gençlik gibi yavaş yavaş
soluyor. “Eğer bu onların hazzıysa, bundan tat alabilmeliler. Bu onları çok
ileriye götürmeyecek; biliyoruz ki yeterince acı ve ıstırap çekecekler ve
tadına vardıkları bu hazzın hesabını verecekler; yalnızlıklarıyla,
ayrılıklarıyla, kavgalarıyla, kinleriyle, kıskançlıklarıyla ve daha birçok
şekilde.” Hazzın hesabının verileceğini biliyorlar, ve dolayısıyla bu haz
onları rahatsız etmiyor.
Ama mutluluk? Kim mutluluğun
sadece kökten bir mutsuzlukla elde edilebileceğini söylüyor? İşte hazzın
ödeşmeye dayalı [compensated] ekonomisini yok eden ve kabul edilemez olan şey
budur. Çünkü diğerlerine yasaklanmış olanı açıkça yaptıklarında ve bundan haz
aldıklarında, üstüne üstlük, bu hazlar ve formlar için bir bedel
ödemediklerinde, bu yasaklanmış pratikler geri tepmediğinde, her şey paramparça
olur.
Le Bitoux: Eğer kendi kendilerini
bile cezalandırmazlarsa?
Foucault: Eğer kendi kendilerini
bile cezalandırmazlarsa. Ve bu nedenle, son kertede iki eşcinselin, hayır, aynı
yatakta yatmak üzere uzaklaşan iki erkeğin, hoş görüldüğüne inanıyorum. Ama
eğer bir sonraki gün yüzlerinde bir gülümsemeyle kalkarlarsa, eğer el ele tutuşup
birbirlerini şefkatle öperlerse ve böylece mutluluklarını teyit ederlerse,
kimse onları affetmez. Katlanılmaz olan hazzın peşinde oradan ayrılmaları
değil, mutlu bir şekilde uyanmalarıdır.
Le Bitoux: Anal seks hakkında konuşmalıyız. Hoşgörü söylem düzeyinde
konumlanır. Fakat mutluluğun kelimeleri yoktur; dolayısıyla tartışma konusu
edilemez. Gerçekleşivermiş bir olay manipüle edilemez. Söylemek ve adlandırmak
yetersiz hale gelir. Olgu kendisinden yayılır, bu nedenle de dışlanır.
Foucault: Kesinlikle haklısın.
Çünkü ne de olsa arzu, ya da herhangi bir pratik, her zaman açıklanabilir. Her
zaman ebeveynlerinin anal seks yaptığını gören bir homo olacaktır ve bu nedenle,
[onun da) pratiği açıklanabilir hale gelecektir. Ama ya mutluluğu?
Le Bitoux: Bu durum bahsettiğimiz
problemlere neden oluyor...
Foucault: İkisi (iki kişi]
arasında haz yaşanabilirdi. Haz, evet, eğer ardından ıstırap geldiğini
biliyorsak. [Sodomist] Eylem durumunda hazzı yere indiren bir hayalet var. Ama
ya mutluluğun ardında? Açıklayıcı güçlerimize artık bir söz kalmıyor ve kabul
edilemez olan da bu. Mutluluğun ardından gelen bir ıstırap yok; ona musallat
olan bir hayalet yok.
Le Bitoux: Eşcinsellerin imgeleminde, aralarında
bazılarının kadınsılığa karşı bir ilgisinin olduğu ya da kadınsılıkla
özdeşleştiği gözlemlenebiliyor. Erkek eşcinselliğinde bir “kadın-oluş” var mı?
Foucault: (gülüyor) Yani, eğer
sorun olmayacaksa, “kadın-oluş” ifadesini bir kenara bırakalım. Bu yine çok
önemli bir konu.
Le Bitoux: Sadece eşcinsellerin
imgelemi hakkında değil; bu özdeşleşme, bu kadınsılığa, hatta transvestizme yönelim hakkında da
konuşmak istiyorum.
Foucault: Evet ama bu inanılmaz
derecede karmaşık (bir sorun). Açık seçik görebildiğimi söyleyemem. Bununla
birlikte bir şey kesin. O da şu: tarihsel olarak eşcinsel pratiklerin, en
azından yüzeyde göründükleri ölçüde, ne olduklarına bakıldığında, kadınsılığa,
en azından bazı kadınsılıklara yapılan referansın çok kuvvetli olduğu
kesinlikle doğru. Transvestizmin tüm problemi bu; transvestizm tamamen
eşcinsellikle ilişkilendirilmedi, ama yine de onun bir parçasıydı.
Üstelik, transvestizmin aslında eşcinsellikten çok heteroseksüellikle
ilişkilendirildiğini söyleyebilirim. Mesela, transvestizmin önemli
mekânlarından biri ordu - erkek gibi giyinmiş ve ordunun etrafında dolanan
kadınlar, orospuluk hayatı süren, kolay veya doymak bilmeyen kadınlar
(gülüyor). Yüksek düzeyde monoseksüel kurumlar olan -ordu, manastır gibi- bu
topluluklar, transvestizmi heteroseksüellik çerçevesi içinde yarattı. Ne de
olsa, Cherubin bir travestiydi, fakat heteroseksüel bir travesti.
Benim ilginç bulduğum şey şu: ne
zaman ki eşcinsellik, 19. yüzyılın ikinci yarısında tıbbi- psikiyatrik bir
kategori oldu, hemen bir okunabilirlik/anlaşılabilirlik şebekesi [grid of
intelligibility] üzerinden analiz edildi. Bu hermafroditizmdir.” Eşcinsel
nedir, ya da hermafroditizm tanımı altında değilse, tıbba hangi tanımlama
altında giriyor? Yani, cinsel ilgisi bir biçimde ikileşen ve kendilerinde bir
çeşit ikizlik taşıyan kişiler - ki bu onları aynı anda hem kadın hem de erkek
yapmaktadır. |Böylece] Psişik hennafroditizm kavramı ortaya atıldı ki. sizin
de bildiğiniz gibi, her çeşit analizi (gülüyor) ve hormonal dönüşüme dayalı
müdahaleleri doğuran budur..
Bundan sonra tıbbi ve psikiyatrik
bilgi aracılığıyla dayatılmak istenen tüm o ele geçirmelerin ters yüz edildiği
çok karmaşık bir oyun söz konusu oldu. Hepimiz hermafrodit miyiz? Tamam o
zaman! Doktorun iddia ettiğinden de daha fazla kadın olacağım. Ve kesinlikle
gizli bir kadınsılık üzerinden eşcinsellik analizi ile kadın olduğunu beyan
eden queen in [la faile] meydan okuması arasında tarihsel bir ilişki oldu.
Benzer olanın meydan okuması üzerinden bir cevap. Böyle olmamı mı
istiyorsunuz? Tamam o zaman, tamamen istediğiniz gibi olacağım, hatta
düşündüğünüzden daha da fazla istediğinize benzeyeceğim, o kadar ki, sonunda
hepiniz afallayacaksınız [au point que tu vas en resterfinalement sur le cul]
(gülüyor).
Le Bitoux: Bu durum, Marcus
Hirschfeld’in üçüncü cinsiyet teorisinde ve kromozom hataları ve genler
üzerine yaptığı vurguda açıkça görülüyor - |bu teori] yüzyılın başında gelişen
ilk eşcinsel hareketin cevabını hayli kısıtlı hale getirdi. Bir açıdan
amaçsızca gezinen [identitd errante] bu kimlik, hızlı bir şekilde reküperasyona
teslim oldu [a vile pretâ le flanc a la recuperation].
Foucault: Kesinlikle. Ve işte bu
noktada tüm oyunların karmaşıklığını da görüyoruz: doktorlar “ama onlar hermafrodit, ve o yüzden dejenereler”
diyor ve eşcinsel hareket karşılık veriyor: “siz bizi cinsiyetlerin bir
karışımı olarak gördüğünüze göre, aslında bizim kendimize has bir cinselliğimiz
var. Biz ya aynı anda iki cinsiyete sahibiz ya da iki cinsiyetten oluşan üçüncü
bir cinsiyete”
Le Bitoux: Yani eşcinseller
kendilerini travestileştiriyorlar [se travestir],
Foucault: Yani eşcinseller
travesti oluyorlar. Ve bunun hakkında doktorlar “tamam, üçüncü bir cinsiyet,
ama göreceksiniz, iyi bir hormonal tedaviyle düzeltilebilen bir cinsiyet”
diyor. Buna karşı queen'ler [les folles] “biz sizin hormonlarınızı istemiyoruz.
Ya da istesek bile, bu kendimizi gerçekten kadına dönüştürmek için olur. Biz
kadınların hormonlarını istiyoruz” diye yanıt veriyor. Kısacası, stratejik
açıdan analiz edilebilecek koca bir hareket dizisi görüyoruz.
Le Bitoux: Ve her biri, diğerine
atıf yapıyor.
Foucault: Kesinlikle.
Le Bitoux: Bir kimliğin
olumsuzlanmasını ya da yeni bir kimliği arıyorlar.
Foucault: Evet, birbirine cevap
veren ve çok ilginç stratejilerden oluşan bir çeşit zigzag. Bu durum kadınsılığın
tekrar tüm muğlaklığıyla eşcinselliğin kalbinde ortaya çıkmasına neden oluyor.
Çünkü tıbbın tüm bunlar üzerinde bir hükmü [prise] olmasını sağlıyor. Ama,
yakın zamanda, bir karşı atak ve strateji geliştirilmesine de imkân verdi. Ve
“iyi de, bizimki gibi fallokratik bir kültürde kadınsılık sorusu genel olarak
nasıl ele alınır?” denilebilmesini de.
Sonuç olarak, feminist
hareketlerle stratejik bir ilişki mümkün hale geliyor. Ve eşcinseller için,
“bizim erkeklere yönelik tercihimiz [,gout] fallokratik kültün farklı bir
biçimi değil; daha çok erkek olan bizlerin, kadınsılık sorusunu ortaya atmamız
için bir yol. Soruyu bizler için de sorulabilir kılmanın bir yolu” demek. Bu
politik olarak oldukça ilginçti.
Amerika Birleşik Devletleri’nde
şu an yaşanan, bir çeşit geri dönüş hareketi olarak düşünülebilir, sanki
erkeklerin kendileri olmaya devam etmek için erkeksiliğin tüm işaretlerini
kullandıkları monoseksüel bir maçoluğa geri döndükleri bir hareket gibi. Sanki
kadın ve erkekler arasına tekrar demir bir perde koymuşlar gibi. Sakal tıraşı
olmamış bıyıklı eşcinseller bugünün erotize edilen morfolojik eşcinsel tipi
oldu. Bu tip en az 35 yaşında, bir beyzbol oyuncusu vücuduna sahip, muazzam bir
bıyığı ve her tarafında tüyleri [du poil parloııt] olmalı. Buna motorsiklet
şapkası, deri pantolon, ceket, zincir ve daha birçok şey ekleyin.
Ama sonuçta, bu tipe biraz daha
yakından baktığında benim dikkatimi çeken şu: Tüm bu giyinmeler, tüm bu
erkeksiliğin cüretkar teşhiri \mise en blason]
kesinlikle erkeğin bir erkek olarak yeniden değer kazanmasına tekabül etmiyor.
Çünkü tam tersine, görünenin ardında ve bu cüretkar erkeksiliğin altında,
erkeği erkek olarak yüceltmeyi içermeyen mazoşist cinsel ilişkiler ya da
mazoşist atılganlık biçimleri var. Kesinlikle, hiç. Tam tersine, bedenin böyle
kullanımı, cinsiyetsizleştirilmesi, erilliğinin azaltılması olarak
tanımlanabilir. Amerikalıların çeşitli uyuşturucular veya araçlarla yaptığı
yumrukla becerme ya da diğer sıra dışı haz üretimleri gibi.
[...]
Le Bitoux: Hamamlar birinin kendi bedeni ve ötekilerin bedenleri arasında
nasıl bir karşı karşıya gelmeyi temsil ediyor?
Foucault: Oh la la (gülüyor).
Bunları konuştuk sanıyorum. Her şeyden önce, insanların şu veya bu cinsel
pratiği eleştirme biçimleri beni şaşırtıyor -yalnızca Fransa’da da değil
üstelik: Bir erkekle bir ev paylaşmak iyi değildir çünkü bu burjuva bir
davranıştır. Kamusal bir tuvalette biriyle gizlice aşk yapmak iyi değildir
çünkü bu burjuva gettosunu kabul etmek demektir. Üçüncü olarak, bir hamama
giderek isimlerini bile bilmediğin, bir söz bile etmediğin kişilerle yakınlaşmak...
Le Bitoux: Bu da tüketim...
Foucault: Evet tüketim ve
dolayısıyla (gülüyor) burjuva dünyası. Tamam. Ama tüm bunlar biraz naif geliyor
bana. Tüm bunların, ve tanım gereği geri kalanların yalnızca stratejik bir
anlamı var. Mümkün olan en açık şekilde, sevdiğin biriyle -genç bir erkekse
genç bir erkek, erkekse erkek, yaşlı bir erkekse yaşlı bir erkek- yaşamak
stratejik olarak önemli. Sokakta bir çocukla karşılaştığında, onu öpmek, belki
sevişmek, hatta eğer istersen arabanın arka tarafında sevişmek stratejik olarak
önemli. Aynı şekilde, kimliğine, yasal statüne, geçmişine, ismine, yüzüne
sıkışmadan, hapsolmadan insanlarla buluşabileceğin, diğerlerinin senin için -
senin onlar için olduğun gibi - bedenlerinden ibaret olarak orada bulunduğu,
hazların en beklenmedik şekillerde bir araya getirildiği ve/ya icat
edilebildiği, hamam gibi mekânların önemli olduğunu söylüyorum. Bu gerçekten
erotik deneyimlerin önemli bir parçası, ve cinselliğin bu şekilde işlemesi
bence politik olarak da önemli.
Heteroseksüeller için böyle
mekânların olmaması basitçe üzücü. Neden günün veya gecenin bir yarısında
benzer bir şey yapabilmeyi dileyen heteroseksüeller için, hayal edilebilir tüm
rahat ve keyifle, konforla ve tüm olanaklarla donatılmış (gülüyor) böyle bir
yer bulunması harika bir şey olmasın? Aynı zamanda hem mevcut hem kayıp giden,
uçucu [fleeting] bedenlerle karşılaşmak? Kendi özneliğini bozacağın
[desubjectivize], yani, -çok radikal bir şekilde olsun demiyorum, ama yine de o
anı sonunda çok önemli yapacak kadar yoğun bir şekilde- tabiiyetten çıkacağın
[desubjugate] yerler.
Le Bitoux: Birini en çok
sabitleyenin, hapsedenin yine kendisi olduğunu düşündüğümüzde, bunun ihlal
edici olduğunu bile söyleyebiliriz; hamamlarda,
cinsel kimliğin üzerinden, yaşamış olduğun hazlara verilen kodlamalar üzerinden
düşündüğünde kendine dair fikrin seni şaşırtır. Anonim bir hamamda, bu fikrin
kendisinden de kurtulabiliriz. Aynı durumda olan diğerleriyle birlikte,
kendimizle olan ilişkimize dair bir şeyler bulabiliriz. Bu tarz bir anonimlik
ihlal edicidir.
Foucault: Kesinlikle. Hazzın
yoğunlukları, kendi tabiiyetini reddetmene, bir özne olmaya, kimliğine son
vermene bağlı. Kimliksizliğin onaylanmasına benzer bir şey. Sadece kimlik
kartını soyunma odasında bıraktığın için değil, mümkün şeylerin, mümkün
karşılaşmaların, mümkün yığılmaların, mümkün bağlantıların çokluğu kendin
olmayı başaramamak dışında seçenek bırakmadığı için. [Bunun seni]
Cinsiyetsizleştirdiğini bile söyleyebiliriz (gülüyor). Bu bağlamda, o an, suyun
altından tüm arzuları -hem birinci hem olumlu anlamıyla - geride bırakarak
çıkmana neden olacak derecede yoğun bir sualtı dalışını oluşturuyor. Bazen
görece tatmin edici cinsel ilişkilerden sonra yaşadığımız iştah ve arayış bile
olmadan.
Ve sonuç olarak, nerede olursan
ol, hangi şehirde olursan ol, gitmek isteyen herkese her zaman açık bir
mahzenin, basitçe ineceğin bir merdivenin (gülüyor) olduğunu bilmek, kısacası
arzuladığın hazları, istediğin kadar üretebileceğin muhteşem bir yerin olduğunu
bilmek önemli ve gerekli.
Le Bitoux: Bu, cinsel
gerilimlerin bir çok hayata zarar verebileceğini de anlamamızı sağlıyor. Böyle
mekânlara, böyle bir yenilenme imkânına sahip olmayan heteroseksüellik, bu
tarz zorluklara daha da açık olabilir.
Foucault: Yani, sadece
karılarına, metreslerine ve bir orospuya sahip olan tüm mutsuz
heteroseksüelleri düşünürsek... (gülüyor)
Le Bitoux: O da iyi ihtimalde!
Çeviri: Doğu Durgun
Queer Tahayyül
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder