Dokunmak Esastır!


Tam Eros'un çükünü avuçluyordum ki kenarda bekleyen güvenlik görevlisi “Dokunmak yasaktır!” dedi usulca, ben de “Dokunmak esastır” dedim Enis Batur'u hatırlayarak. Resme gelince, ona dokunmak değil, dinlemek gerekir. Zira göz dinler. (Claudel) 

(Arkas Sanat Merkezi Antik Anadolu Medeniyetleri Sergisi:
11 Aralık 2015 - 10 Nisan 2016 ) 


Şarkı Listesi



dünyalar güzeli, hayat dolu bir rastalı kız bir şarkı listesi yaptı bana. Archive'in again parçasını söylediği gibi uzun versiyonundan kulaklıkla son ses dinledim. Peter Gabriel'in my body is a cage parçasını da çok beğendim. Keza something in my heart da çok dokundu.   Lesley Gore'ın nostaljik şarkısı da kendisi gibi çok tatlı.. 

hissetmeyi unuttum ben, hissetmekten korkar oldum belki de, her şey gibi aşk'ın da içini boşalta boşalta bir his bırakmadım kendimde. Ama şarkılar ne güne duruyor öyle değil mi, 

teşekkür ederim... 


1


2


3


4


5




“İntihar Kasidesi”

*Kitaplık dergisinin bir sayısını karıştırırken
rastladım bu kasideler kasidesine:


"İntihar Kasidesi"

MAHMUT CELALETTİN PAŞA

Kim demiş kim nâ-revâdır intihar 
Hastaya en son devadır intihar

İntihar etmez de neyler ehl-i derd 
Mâhî-i derd ü belâdır intihar

Böyle bir eyyam çıkmazsa maaş 
Her fakire iktizâdır intihar

Çâre-i bî-çâregândır doğrusu 
Dense lâyık kimyâdır intihar

Kalb-i mahzuna teselli-bahş olur 
Feylesof- bî-riyâdır intihar

Hep koşarlar duymasın ehl-i maaş 
Nâzır-ı Maliye-sâdır intihar

Rişte-i ümidi kesdirmez göze 
Pek mühendis, zî-dehâdır intihar

Reh-nümâ-yı leyle-i endûhdur Ayda, 
yıldızda ziyâdır intihar

Şûle—i idrakden efrûhte 
Sanma vehm ü hulyâdır intihar


Nietzsche’nin Sorrento Yolculuğu (Kitap)

“Nietzsche’nin Sorrento’ya yaptığı yolculuğu onun sadece yurtdışına, İtalya’ya yaptığı ilk büyük yolculuk değil ayrıca onun hayatından ve felsefesinin o sıradaki gelişiminden de ilk gerçek kopuşudur. 


Sorrento’da Nietzsche; Wagnerci dönemini reddeder, felsefe ve filoloji eğitiminden gelen kazanımları yeniden ele alarak kendini modern düşünceye, tarihe ve bilime açar. Sorrento’ya dair notlarda bu konuyla ilgili bir çok açık pasaj vardır: ‘Daha önceki eserlerimin okuyucularına kesin olarak ilan etmek istiyorum ki eserlerime hakim olan metafizik-estetik tutumdan vazgeçiyorum: Bu tutumlar hoş ama savunulacak gibi değiller.’


Sorrento’da, pansiyonun ikinci katındaki, küçük bir portakal ağacı korusuna, biraz ileride denize, Vezüv Yanardağı’na ve Napoli körfezi kıyılarına bakan büyük odada; sonbaharın sessiz ve portakal kokan, öğlen güneşinin ve deniz tuzunun içine işlediği ışıklı öğleden sonralarında; arkadaşlarla yapılan yüksek sesle okuma akşamlarında ya da Capri’ye düzenlenen gezilerde, eskilerin denizkızlarını duyduklarını sandıkları bu topraklarda; hayatının ilk aforizmalarını -ki müsveddelerinin başlığı hala Sorrentiner Papiere’dir- yazmakla geçen o sabahlarda Nietzsche 
filozof olmaya karar verir.


Filozof Nietzsche’nin kendini evinde hissettiği yerleri belirtmek istesek, şuraları sayardık: Ceneviz, Nice, Sils-Maria, belki Venedik ama Basel değil, kesinlikle Naumburg değil, Bonne ve Leipzig de değil. Sadece turist olarak gezdiği bir dönemden bahsedecek olursak sadece Sorrento’yu sayabiliriz. Nietzsche’nin evde değil başka yerlerde olmak isteyen, yolculuğu, manzarayı, doğal ve sanatsal güzellikleri turist gözüyle takdir eden seyyaha özgü ruh halini deneyimlediği tek yolculuğu Sorrento’ya olan yolculuğudur.”


Bulantı

Sartre'ın Bulantı'sı, tam da 2. Dünya Savaşı öncesinde geçer. Bulantı çok önemli bir yapıttır. Her şey boğucudur. Engellenmiş bir durumu betimler. Sanki tarih hiç ilerlemiyormuş gibi. Herkes aynı şeyleri yineleyip durmaktadır. Sartre, konuşmaların nasıl gülünç bir tekrarla sonuçlandığını göstermek için Balzac'ın Eugenie Grandet’sinden bile yararlanır. Ve o meşhur park sahnesinde, bir ağacın kökünün birdenbire hiçliğin ortaya çıkışını harekete geçirivermesi… Sartre, sonrasında bu kökten şaşkınlıktan mahrum kaldı. Adeta ondan korktu. Bağlanmayı tercih etti, bu şaşkınlık duygusunun ortaya çıkışına güvenmiyordu. Bu, taşıması hiç de kolay olmayan bir şey. Eğer her gün yoğunluğu ya da bu kökten şaşkınlığını taşıyabiliyorsan, bu iyi bir şey. Ama insan uykuya dalabilir ve şöyle diyebilir: Kökten şaşkınlığımı başka bir zaman anımsayacağım..

Philippe Sollers

vincent


Korfman Kütüphanesi’nde (12.4.2013)

Queer / William Burroughs



William Burroughs’un külliyatında hiç “düz” kitap olmadığı için- hepsine Queer denilebilir- ikinci romanı da sapkınca tipiktir ve başlığının anlamını başarılı bir şekilde doldurur; homoseksü­el- aşağılayarak ya da gururla kullanılmıştır/ tuhaf, sahte, belirsiz/ kösteklemek, sinir bozmak, tedirgin etmek. Şüphesiz ki yazıldığı 1952 yılından basıldığı 1985 yılına kadar ve 25 yıllık şöhreti boyunca Queer hakkındaki her şey kafa karıştırıcıdır. Gözü kara bir şekilde kişiseldir ama aynı zamanda parıltılı bir şekilde politiktir. En vahşi fantazilerin içine dalan gerçekçi bu hikayenin içinde barındırdığı malzeme öylesine kararsız bir üslupla anlatılmıştır ki kahkaha ile mi yoksa dehşetle mi ulusan karar veremezsin. Gerçekten tuhaf bir tip, aynı zamanda ifşaların kitabı, esrarlı bir metin, Burroughs'un tamamlamadan terk ettiği otobiyografik bir utanç ve otuz yıl boyunca toprağın altına gömülü olarak bıraktığı bir sırdır. Hem baştan savma bir iş hem de ondan sonra gelecek olandan ağzımıza çaldığı bir tattır. Mide bulandırıcı Naked Lunch’a iştah açıcı bir ape­ratif. 

Gerçekten de Queer. 

 Oliver Harris

Boulevard (2014, Dito Montiel)





Boulevard (2014, Dito Montiel)





Yunanlar mı?


“Yunanlar mı? Günde dört ya da beşini çayırların üzerine ve yüzü koyun yatırıyorum. Güzel kıçlar, güzel yaraklar, güzel gözler, güzel diller, penisimin etrafında gidip gelenler, hey sersem!” 

Genet

Çomü Kütüphanesi’nde




gidecek başka bir yer yok, arama..
(15.10.2014)

Uyum / Yıkım

“ Uzun bir süre için sanat yapıtı söz konusu olamaz. Seçilemeyen yeni ezgilere kulak vermek için yakınmalardan sağırlaşmamış olmak gerekirdi. İçimde uyum sağlayan hiçbir şey yok neredeyse. Bakışlarım nereye giderse gitsin, çevremde yalnızca yıkım görüyorum. Dalgın duran kişi, bugün, insan doğasına aykırı bir felsefeyi ya da canavarca bir körlüğü gösterir.” 

(Günlük, 25 Temmuz 1934. Andre Gide) 

Yazınsal Uzam



Bir sanat yapıtıymışçasına, ister itiraf etmek ister kendini incelemek, ister herkesin önüne kendini koymak için yaşamöyküsünü yazmak belki de ölümden sonra yaşama hak kazanma arayışıdır, ama kesintisiz bir intihar halinde  - parçalarında ölüm tümelliği.

Kendi kendine yazmak, varolmayı kesip bir konuğa, - ötekine, okura - bundan böyle yük ve yaşam olarak yalnızca sizin varolmayışınızı emanet etmektir.

Epigraf: Mürekkep Zaman - E.B.

Philippe



…çocuk sarışın, kıvırcık saçları, yuvarlak omuzlarıyla incecik, uzun ve çok gençti, hemen de bir gencecik kadın gibi; kalçaları dar ve yuvarlak, sırtı dik ve güçlü; küçücük nefis kulakları vardı. On dokuz yirmi yaşlarında olmalıydı. Daniel bu küçük kulaklara bakıyor, “Mutlu, öldüresiye mutlu bir rastlaşma bu!” diye düşünüyor ve korkuyordu. Bütün bedeni, yakın tehlike hissetmiş bir böcek gibi taş kesilmişti, taş kesilmiş, görünüşüyle ölmüştü; benim için en korkunç tehlike güzelliktir. Elleri, gitgide soğuyor, demirden parmaklar boğazının çevresindeki halkayı her saniye biraz daha sıkıştırıyordu. Güzellik, tuzakların en sinsisi ve en sokulganı, uslu ve emre hazır bir gülümsemeyle kendini sunuyor, sesleniyordu ona, her haliyle onu bekler görünüyordu. Ne korkunç yalan. Bu ona sunulmuş sıcak, tatlı ense aslında hiçbir şeyi ve hiç kimseyi beklemiyordu. O bir ceketin yakasıyla kendi kendini okşuyor, kendi kendinden zevk alıyordu. Gri kumaşın altında canlılığını hissettiği genç, biçimli, sıcak ve sarışın tüylü bacaklar, kendi etinden ve kendi sıcağından haz duyuyordu yalnızca. Bu genç beden bir hurma ağacı gibi yapayalnız ve sır doluydu, yaşıyor, nehre bakıyor ve bilinmedik şeyler düşünüyordu…”

Yıkılış sf. 171 -172
Sartre

Therese


”My angel. Flung out of space.” 

Carol (2015, Todd Haynes)

Carol (2015, Todd Haynes)








Bacon / Hopper

Ben diyor, sizden çok farklı bir insanım; genellikle insanları severim. Siz dedim, Bacon ve Hopper’dan da çok farklı bir insansınız, ama onları ne güzel anlatmışsınız. 

Haklısın diyor, ukalalık etmişim. Hele Bacon’a hiç benzemem.


beno


Self-Portrait at the Age of Twenty Eight (Albrecht Durer, 1500)



Dürer, 1500 yılında yaptığı kendi resminde, tanrı ile yaratıcı insan arasındaki ilişkiyi ve benzerliği (hatta özdeşliği) kendisinde somutlaştırmıştır. Antikçağ felsefesi ile Hıristiyan dinbilimini birleştirme denemesine giren Dürer, bu resminin üzerine, “Ben, Nürnbergli Albrecht Dürer, 28 yaşında, kendi kendimi yarattım" diye bir not düşmüştür.

Albrecht Dürer'in kendi resmi (1500). Ihlamur ağacı üzerine yağlı boya (67 x 49
cm.) Münih Eski Resim Müzesi (Alte Pinakothek).

 Resmin sağ üst köşesindeki yazı:

 "Ben, Nümbergli Albrecht Dürer, 28 yaşında kendi kendimi yarattım".

Passion




Dürer'in 1511 tarihinde yaptığı Acılı Adam ve Passion tahta oymalarında, alışılagelinmişin ötesinde bir İsa görülür. Dürer'in bu yapıtlarında İsa, dinsel söylencelerde anlatıldığı gibi, kendisine güvenli, yaptığı işten emin, haçını onurla taşımış bir insan konumunda değildir. Tersine İsa burada, Eyüp'te olduğu gibi, bedensel ve ruhsal acılar içinde kıvranmaktadır. İsa, melankolik yüz ifadesi içinde, dünyaya fırlatılıp atılmışlığın, tüm olup bitenlerin, varoluşun saçmalığını gören ve acı çeken sıradan bir insan, bizlerden biridir.

İsa'nın dikenli tellerden yapılmış tacı ile başı bir yana düşmüş, acılar içinde, şaşkın, çaresiz, öfkeli ve isyankârdır. Kendisine uygulanan bu anlamsız cezayı anlayamamıştır. Tam bir bedensel ve ruhsal tükenmişlik içindedir. Konuşacak kadar olsun gücü kalmamıştır. En acısı ve anlamsızı, İsa'yı bu konuma, onun en yakınının getirmesidir. Peki ama neden? Tanrı babası, neden ona bu işkenceleri yapmıştır. Yoksa (temel bir metafor olarak) insan gerçekten de babasız bir toplumda (Freud) mı yaşamaktadır? Ya da İsa için bile olsa, tanrı gerçekten yok mudur?

Ve bilinen hiçbir passion, İsa'nın acılarını dindiremez. 1500 yılında kendisini İsa'ya benzeterek özgürleşeceğini düşleyen Dürer, 1511 tarihinde yaptığı İsa ile durumun hiç de öyle sandığı gibi olmadığını görmüş, göstermiştir. Dürer'in salt bu yapıtlarıyla bile Nietzsche'yi öncellediğini düşünmek olasıdır.

Burada, belki de tüm olup bitenlerin gizini sezinletecek en önemli ipuçlarını yakalayabilmek için, Dostoyevski'nın Karamazov Kardeşler romanındaki “Büyük Engizisyon” bölümünü bir kez daha anımsayabiliriz.

Serol Teber / Melankoli

Portrait of Durer's Mother (1514)



16 Mayıs 1514'te Dürer'in annesi Barbara Dürer ölmüş. Dürer yeniden büyük acılar içinde kalmış. Günlüğüne,

 “Dindar anam 18 çocuk doğurdu, bunları büyüttü, vebaya yakalandı, diğer başka ağır hastalıklar geçirdi… ağır yoksulluk çekti. Çok olumsuz koşullarda yaşadı, çok acı çekti… anamın ölüsü sağlığındakinden çok daha rahat ve sevimli görünüyor…” 

diye yazmıştır.

Melencolia I - Albrecht Dürer



alın size bir rönesans bilmecesi


Ne metafiziği var şu ağaçların?


 Yüksel Arslan



SÜRÜLERİN ÇOBANI


V

Yeterince metafizik var hiçbir şey düşünmemekte.

Ben ne düşünüyorum dünya hakkında?
Hiçbir fikrim yok dünya hakkında ne düşündüğüm konusunda!
Ancak hastalanırsam düşünürüm bunu.

Ne gibi düşüncelerim var nesnelerle ilgili? Neden-sonuç konusunda ne düşünüyorum?
Tanrı’yla ruh ve dünyanın yaradılışı hakkında uzun uzun neler düşündüm?
Bilmiyorum. Benim için böyle şeyleri düşünmek gözlerimi kapamak
ve düşünmemektir. Penceremin perdelerini kapamaktır 
(oysa perdeleri yok benim penceremin).

Şeylerin hikmeti? Hikmetin ne olduğu konusunda 
hiçbir fikrim yok!
Hikmet konusunu düşünen biri olduğunu 
sanan birindedir tek hikmet.
Güneşe çıkıp gözlerini yumduğunda, 
güneşin ne olduğunu anlamamaya başlarsın 
ve ısı dolu şeyleri düşünürsün uzun uzun.
Ama gözlerini açıp güneşe baktığında, 
başka hiçbir şey düşünemez olursun artık, 
çünkü güneş ışığı daha değerlidir filozofların 
ve şairlerin bütün düşüncelerinden.
Ne yaptığını bilmez güneş ışığı
bu yüzden de asla yanlış değildir, sıradandır, iyidir.
Metafizik? Ne metafiziği var şu ağaçların?

Yeşil, çalılarla kaplı, dalları olması ve zamanı gelince 
Meyve vermeleri, ki bizi düşündürmüyor bunlar,
Biz bunlarla nasıl ilgileneceğimizi bilmiyoruz.
Bu ağaçların niçin yaşadıklarını bilmemelerinden, 
Bunu bilmediklerini bile bilmemelerinden 
Daha iyi bir metafizik olabilir mi?
“Eşyanın iç yapısı...".
“Evrenin iç anlamı..."
Hepsi boş bunların, bütün bunların hiçbir anlamı yok. 
İnanılır gibi değil birilerinin bu konularda böyle düşünebileceği.
Sabah gün ağarırken ve şuradaki ağaçların üzerinde 
Belirsiz altın rengi bir parıltının karanlığı kovmasının 
Nedenini ve amacını araştırmak gibi bir şey bu.
Eşyanın iç anlamını düşünmek, sağlıklıyken sağlığı düşünmek,
Ya da bir pınara bir tas su getirmek gibi


İşgüzarlıktan başka bir şey değildir.

M


Erte'nin alfabetik kozmografisi içinde, eşsiz bir harfin ve tek bir harfin, sanırım, Kadınla ve onun yerine en çok kullanılan melek ve kuşla hiç ilgisi yoktur. Bu insandışı (çünkü insan biçiminde değildir) harf, kor alevlerden oluşmuştur; fitillerin tükettiği yanan bir kapıdır; (en azından Latin dillerinde aşkın ve ölümün harfi, kara yasın halk arasındaki harfi, onca Harf-Kadının (Çiçek-Kızlar dendiği gibi) ortasında, tek başına alev alev yanar, tıpkı Erte'nin hayal edilebilecek en güzel şeyin, bir yazının, nesnesi yaptığı bu bedenin ölümcül yokluğu gibi.

Roland Barthes

ERTE ALPHABET



Harf

Erte'nin yarattığı bu yeni nesne, yarı kadın yarı saç (ya da kuyruk) bir canavarda olduğu gibi, bu nesne Harftir (bu sözcük harfi harfine olarak anlaşılmalıdır). Erte'nin alfabesi sanırım oldukça ünlüdür. Yirmi altı harfimizin her biri (bitirirken değineceğim birkaç istisna dışında), büyük harf biçiminde, duruşu ve süsü harfe (ya da rakama) bağlı olarak planlanmış bir ya da iki kadından oluşur orada; kadınlar harfi (ya da rakamı) temsil etmek zorundadır ve ona adeta boyun eğerler. Erte'nin alfabesini gören kimse kolay kolay unutamaz. 




Bu alfabe, belleğimizi oldukça gizemli bir biçimde zorlamakla (ve bizi ısrarla bu Harf-Kadınları hatırlamaya yöneltmekle) kalmaz; ayrıca, doğal (kaçınılmaz) bir düzdeğiştirmece yoluyla, sonunda anlamını Erte'nin tüm yapıtlarının içine işler; her Erte kadınının (Moda mankeni, tiyatro maketi) arkasında bir anlamda Harfin ruhunun belirdiğini görürüz; sanki alfabe, kadın bedeninin adeta yuvası, çıkış noktası ve doğal mekânıdır ve sanki kadın, sahnede ya da moda sayfasında bulunmak için, oradan geçici olarak bir süreliğine izne ayrılmıştır da doğup büyüdüğü alfabe kitabındaki yerine yine geri dönecektir.  Samson et Dalila'yı ele alalım: Bir alfabeyle hiçbir  ilgisi yoktur; ama yine de, iki beden iç içe geçmiş iki baş harf  aynı uzamda barınmıyorlar mı? Erte'nin kadınları, tasarladığı alfabe dışında da harf olarak kalırlar; en fazla diyebiliriz ki bilinmeyen harflerdir, tikelciliğimizin bizi konuşmaktan alıkoyduğu duyulmamış bir dilin harfleridir bu kadınlar...


Erte'nin arafı Kadındır. Erte elbette çok kadın çizmiştir; aslında, sanki kendini kadınlardan koparamıyormuş gibi (ruh ya da aksesuar, saplantı ya da eşya), sanki Kadın onun eskizlerini kendi adının zarif yazısından daha kesin bir biçimde imzalıyormuş gibi, kadınlardan başka da bir şey çizmemiştir doğrusunu söylemek gerekirse. Erte'nin herhangi bir büyük kompozisyonuna (belli bir sayıda vardır) bakalım; dekoratif karmaşıklık, hassas ve barok coşku, çizgileri peşinden sürükleyen soyut üstünlük, size bu sırada, tıpkı bir resimli bulmaca gibi şöyle der: Kadını Arayın. Her zaman da bulunur; kadın ordadır, gerektiğinde minicik, bir motifin merkezinde uzanmıştır; ancak motif yerini aldığında, kadın, tüm uzamın dengesini bozacak ve yönünü tapınıldığı (değilse işkence edildiği) sunağa çevirecektir. Kadın figüründeki bu değişmez? yöntem, kuşkusuz Erte'nin modacı olmasından kaynaklanır; ama moda alanında çalışmış olması sanatçının mitolojik yoğunluğunu da artırır, çünkü Moda, modernliğin ruhunun, estetik, erotik ve düşsel deneyimlerinin okunabileceğinin inanıldığı en iyi alanlardan biridir. Erte de bir yarım yüzyıl hiç durmadan Moda (ve bu alana ilham kaynağı olan ya da bağımlı olan Gösteri) alanıyla ilgilenmiştir ve bu alan da kurumsal olarak (yani toplumun tamamının lütfundan ve gönül borcundan yararlanarak) kontrollü deneyler yoluyla Kadın türünün korunduğu, dönüşüme uğradığı ve arındığı bir tür doğa parkı, hayvan doğal yaşam parkı oluşturur. Kısaca, ender durumlarda, sanatçının durumu (uygulama, işlev ve yetenek kombinasyonu) daha açık olmuştur; Erte saf ve tam, tarihsel açıdan sade, türdeş ve bizzat en prestijli elçilerinin adıyla (Mata Hari, Paul Poiret, Hollywood, Harper's Bazaar) özetlenen dönemine ait başlıca etkinlikler (Macera, Moda, Sinema ve Basın) yoluyla bellibaşlı noktalarla tanımlanmış bir dünyaya tamamen ve ahenkli bir biçimde uyum sağlamış bir kişiliktir...

Roland Barthes'ın 
yazısından