Guernica (1978, Emir Kusturica)

 - Baba, kim yapmış bunu?

- Karanlıktan korkmayan büyük bir amca.

- Neden böyle yapmış?

-  Naziler, bu resmi neden yaptığını sorduklarında, şöyle cevap verdi:

 "Hayır, ben yapmadım, bu sizin işiniz."






Guernica (1978, Emir Kusturica)


Bir tarafta aydınlık olduğunda 
diğer taraf karanlık olur. 
Işık ve karanlık. 
Gün ve gece.
 Daima.


Horoz


Picasso'nun 1938 yılında sembolik olarak çizdiği “Horoz” serisi çalışmalarında da belli bir saldırganlık, kendini beğenmişlik ve her kendini beğenmiş saldırganda olduğu gibi, aptallık açıkça görülmekte ve bu konumuyla da Horoz, çağın ve hatta günümüzün pek çok politikacısını anımsatmaktadır... (kaynak: Serol Teber / Picasso)

Cat Eating a Bird


Picasso'nun, İkinci Dünya Savaşı'nın başlama günlerinde (22.4.1939) saldırgan davranışları sembolik olarak vurgulamak amacıyla yaptığı ünlü “Kedi ve Kuş” çalışması.


Barış İçin Çizmek





Büyük Pan Öldü



Picasso’nun sağlık durumu, 1973 yılı kış aylarında geçirdiği bir grip hastalığı nedeniyle oldukça sarsılmış. Ancak ilkyazda, öğleden sonra başlayıp, ertesi günü sabah beşe, altıya kadar sürdürdüğü geleneksel çalışma hızına yeniden ulaşmıştır...

7 Nisan 1973 tarihinde, arkadaşları ile birlikte kalabalık bir akşam yemeği yemiş. Fakat, gece yarısına doğru bir nefes darlığı geçirmiştir. Gelen hekim, ağır bir kalp yetmezliği ve akciğer ödemi olasılığı üzerinde durmuş. Ertesi gün Paris’ten bir uzman hekim arkadaşı daha gelmiş. Yeniden muayene etmiş; durumun önemini, biraz dinlenmesi gerektiğini anlatmaya çalışmış... Picasso, bu ara, arkadaşının birlikte getirdiği aygıtların işleyişiyle çok ilgilenmiş... Sorular sormuş, bunlar üzerine bilgi almış... Kalkmış, traş olmuş. Arkadaşını atölyesine götürmüş. Son günlerde yaptığı ve ileride yapmayı amaçladığı çalışmaları üzerine uzun uzun konuşmuş... Yakınları, Picasso’nun gücüne olan inançları nedeniyle, onun bu tür davranışlarını artık yadırgamaz olmuşlar... Hep birlikte uzun bir söyleşi başlamış...

Ancak, Picasso, geçirdiği yeni bir nefes darlığı nedeniyle, bu kez yatmak zorunda kalmış... O, gene bir şeyler anlatmaya çalışırken, zaman zaman ortaya çıkan bilinç bulanıklıkları onun sözünü kesmiş... O yine bir şeyler söylemeye çalışmış... Sonra yeniden dalmış...

Bir ara açılır, Apollinaire üzerine bir şeyler söyler gibi olmuş... Ve 8 Nisan 1973 tarihinde öğleden sonra, kalbi tümüyle durmuş...

Büyük sanatkâr, büyük barış savaşçısı Picasso, Nâzım’la birlikte, "Elveda güzelim dünya / ve merhaba kâinat..." dercesine, devinimin bir biçiminden, diğer başka bir biçimine geçmiş...

Yakınları, Pan, Büyük Pan öldü demişler...

Ve söylencelere göre, tüm evren yasa bürünmüştür...

Ardında yüz milyonlarca dolarlık bir kalıt bırakmasına karşın, “Guernica” üzerine olan istemleri dışında, hiçbir vasiyetname yazmamıştır...

Mutlu bir yaşam ve korkusuzca bir ölüm için, her zaman sağlam bir kişilik gerekli olmuştur...
Picasso, büyük sanat yeteneği yanında, bu kişiliğini de, uzun ömrü boyunca ayakta tutma hüneri gösteren az sayıdaki örneklerden biri olmuştur...

*
Serol Teber

PİCASSO (Aramıyorum; buluyorum.)

Aramıyorum; buluyorum.

Bir insan yapacağı şeyi tam olarak biliyorsa yapmanın ne gereği var? Baştan bilinen bir şeyde merak duygusu kalmamıştır. Böyle bir durumda en iyisi başka bir şey yapmaktır.

Kendi kendine gelişen, doğal ve imal edilmemiş bir şey bulmalı ki bu da "sanatın değil, doğanın biçimi "ne göre serpilme olanağı bulsun; otun ot, ağacın ağaç, çıplağın çıplak olması gibi.
Çoğu insan boga güreşine ilişkin resimleri bakarak yaptığımı zannediyor, yanılıyorlar. Giriş parasını ödeyebilmek için hep bir gece önceden yaptım onları.

Nefes alır gibi resim yapıyorum.

Çalıştığım zaman dinleniyorum; boş oturup ziyaretçi kabul etmek beni yorar. Resim yapmak, bir tür günce tutmaktır.








Resimlerim, tamamlanmış olsun ya da olmasın, güncemin sayfalarıdır; ve ancak bu şekilde bir anlamı vardır onların. Gelecekte önemli bulunan sayfalar seçilecektir. Dolayısıyla bu seçimi yapmak bana düşmez. Zamanın hep daha hızlı akıp gittiği duygusuna kapılıyorum. Ben de kıyısındaki ağaçlar, içine atılmış ölü buzağılar ya da bünyesinde oluşmuş tüm olası mikropları beraberinde sürükleyen bir nehir gibi akıyorum.

Bu yaratma gücünü nereden buluyorum? Hiçbir fikrim yok; bildiğim tek şey var: Çalışmak.
Sık sık aynı şeyi söylüyorum kendime: “Bu yeterli değil; çok daha iyisini yapabilirdin...” Bir şeyi tekrar ele almamak için nadiren tutabiliyorum kendimi... x defa aynı şey... Bazen bir saplantıya dönüşüyor bu. Ama aynı şeyi daha iyi ifade etmek için değilse bir insan niye çalışır ki!

Hep mükemmeli aramalı. Elbette herkes için aynı anlama gelmiyor bu; ama benim ne anladığım belli: her resimde biraz daha yol almak, ileri, hep ileri.

Boynumuz bile kopsa hep daha fazlasını göze almalı.

En kötüsü, bir şeyin asla bitmeyişi ve hiçbir zaman sunu söyleme olanağı bulamayışımız: İyi çalıştım, yarın da Pazar. Bitirmek, baştan başlamak içindir. Bir resmi noktalayıp, daha sonra ona el sürmeyebiliriz; ama şunu söylemek mümkün değildir: Bitti.

Mavi ve Pembe Dönemler (Yoksulların Yaşamı)


selfportrait - 1901

Yoksulluk hiçbir İspanyol için şaşırtıcı değildir. Ama Picasso'nun Paris'te tanık olduğu yoksulluk, başka türden bir yoksulluktu. 1901'de Paris’te yaptığı kendi- portresi'nde yalnızca üşümüş ve yarı aç bir adamın değil aynı zamanda suskun, kimsenin konuşmadığı bir adamın yüzünü görürüz. Salt yabancı olmaktan gelen bir yalnızlık da değildir bu. Temelde, modern kentte toplum dışına itilenlere özgü bir yoksunluktur. 

Bu yoksunluk çevresini saran nesnel ve mutlak acımasızlığa tamı tamına düşen öznel bir duygudur. Bu, ilkel koşulların sonunda ortaya çıkan bir yoksunluk değildir. İnsanların yaptığı yasaların sonunda ortaya çıkmış bir yoksunluktur. Yasal olarak kabul edildiğinde, hiç de ilerinde durulmaya değmez bir şey olarak zihinden atılması gereken bir yoksunluk. Endülüs'te pek çok köylü, Kısıtlı Öğün eskizinde masada oturan çiftten daha aç durumdadır büyük olasılıkla. Ama başka hiçbir çift bu denli büyük bir ruh çöküntüsü içinde olamaz; başka hiçbir çift kendilerini bu denli değersiz hissedemez. işte, Paris'te bu eskizin yapıldığı sıralarda, Endülüs'te anarşistlerin yayınladığı broşürden bir pasaj:

"Tekeller olmasa, gezegenimizde tüm insanların mutluluğunu güvence altına alacak kadar sınırsız bir zenginlik birikimi var. Bizim, hepimizin refah içinde yaşama hakkımız var; Anarşi geldiği zaman, her birimiz ortak birikimden ihtiyacımız olan herşeyi alacağız; insanlar hiçbir ayrım gözetilmeksizin mutlu olacaklar; toplumsal ilişkilerde tek yasa sevgi olacak."

Kısıtlı Öğün

Masadaki çift böyle naif umutları çok gerilerde bırakmıştır. Böylesi bir saflığa düpedüz gülecektir onlar. Ama bunu aşmakla (anarşist umutlar gerçekdışıdır çünkü) ne kazanmıştır bu çift? Daha geniş olan bilgi ve deneyimleri ne getirmiştir onlara? Gerçeklik ve umuda karşı, başkalarına karşı, kendilerine karşı derin bir nefret Avrupa kentinin mantığı açısından Picasso'nun onlara bakışına göre, sahip oldukları tek değer, iyi beslenmişlere bir karşı-sav oluşturmalarıdır. Bu çift, herhangi bir hak talep etmemektedir. Neredeyse insanlık bile talep etmemektedir. Yalnızca burjuvazi tarafından ayağa düşürülmüş, tekele alınmış sağlıklılığı utandıracak bir hastalık talep ederler. Korkunç bir adımdır bu.

Elbette Avrupa kentinin tek mantığı bu değildir. Picasso'nun görüşü tek yanlıdır; bu tek yanlılık da o zamanki yapıtlarında bulunan duygusallığın açıklanmasını sağlar — böylesine abartılmış bir umutsuzluk, kendine acımanın sınırlarına gelip dayanır. (Bu döneme ait resimlerin çok sonraları zenginler arasında öylesine çok tutulmasının nedeni de budur. Zenginler ancak yalnızlık içindeki yoksulları düşünmekten hoşlanırlar: Bu, onların yalnızlığını daha az anormal bir duruma getirir; örgütlenmiş, kolektif yoksulların yarattığı hortlağı da daha az olası kılar.)

Gene de Picasso’nun tavrı yeterince anlaşılabilir. Onun siyaseti çok yalındır. Picasso, toplum dışına itilmişlerin, Lümpen proletarya'nın arasında yaşıyordu. Bu insanların sefaleti, onun daha önce hayal bile edemediği boyutlardaydı. Belki de Picasso, zührevi hastalığa yakalanmıştı ve bunun saplantısı içindeydi. O dönemde yaptığı resimlerin çoğunda körlük temasını işlemiştir. 

Rene Char'dan Picasso

  Picasso: Yaz Rüzgârları Altında

Kabul edilsin ya da edilmesin, yarınını güvence altına almak için kutsal olan her şeyi hor görmek gerekiyor. Bu adam kafa tutup karşı çıktığı için ona teşekkür borçluyuz. Kısaca şöyle söyleyebiliriz: 20 yüzyıl, 92 yaşındaki bu adam için normal saatinden 27 yıl önce sona erdi. En gizemli yaratıcısının son kaçamağını yapmasıyla birlikte bu yüzyılda yazgısının sonuna geldiğine mi inanacak? Evet, ulaşabileceğimiz en basit sonuç bu. Zamanın parçalanmışlığını en iyi biçimde ve hatta hiç istiare kullanmadan anlatan bu ressam, tarihin en yakıcı ressamı, bir tuval ya da karton parçası üzerine, bir tek kalem ya da bir tek fırça ve sadece birkaç renk kullanarak tarihin taşkınlıklarını ve güvensizliğini yansıtan bu ressam, sanat evrenindeki uzun yolculuğun bakışın belleği sayesinde, yaya olarak ve belirli bir yol izlemeden yapıldığını çok iyi biliyordu. Kendine sahip olmaya çalışarak, kişinin kendi içinde yaşadığı korkularla, acı bir alaycılıkla ve dar zamanlarda çarçabuk gelmesi beklenen yardım sayesinde.

Picasso orta yaşlarına varmadan önce, bu özelliğinin bir sonucu olarak gençlik dönemini çoktan aşmış ve olgunluk döneminin meyvelerini toplamaya başlamıştı. Saygın bir ressam olan babası, genç ressamın çalışmaları karşısında fırçayı elinden bıraktı ve resme ara verdi. Bir daha da başlamadı. Böylece kariyerini saygın bir biçimde sona erdirmiş oldu.

Picasso's father

Çıktıkları yalnız yolculuklarda, baş edemedikleri insan kalabalığını çalışmalarına yansıtan, kendisinden önceki büyük sanatçılar, sürekli kafasını kurcalıyor olsa da Picasso kimseye benzemedi. Shakespeare tiyatrosunun görkemli oyuncuları gibi, ötekilerin sırlarını anlayabiliyor ve sayısız kılığa sokabiliyordu. Bu sırlar, çehrelerimizin ardında kendileri için düzenlenmiş odalarda gerçeklikle uyum içinde, bir arada yaşıyorlar. imgelemimiz bir kavgaya tutuştuğunda, bilincimiz derinlemesine incelendiğinde açığa çıkıyorlar. Diğerleri arasında bilgelikleriyle göze çarpan yapıtlar oluşuyor, yani şiddetli bir yıkıcılık taşıyorlar, çünkü her gün kendini yineleyen somut dünyaya, üzerine yüksek dalgaların akın ettiği bu dünyaya dokunuyorlar. Yüzünde bir tek kırışık bile bulunmayan, başında şapkası, elinde paleti ve fırçasıyla karşımızda duran bu gencecik ressamı, onu, Pablo Picasso’yu hayalimizde canlandırabiliriz; ileriyi gören babası onu kral ilan etmekteyken. Ve zorunlu olarak başlayan bu gece yıldızlarla aydınlanmakta. Yasalarına boyun eğdiğimizde bir güç ve bir bilgi birikimi açığa çıkıyor ve sanat bunları hemen kendi içine alıyor. Aceleniz varsa ve rüzgâr arkanızdan esiyorsa hızlı koşarsınız, kutsal bir kötülük ve şeytansı bir iyilik, tam olması gerektiği gibi.

Nostaljiyi olmasa da mutsuzluğu ve melankoliyi beraberinde getiren eksiksiz bir bilgi birikiminin tutsağı olduğunu hissetti zaman zaman Picasso, ama gardiyanı olmayan bir tutsaktı. Lascaux’nun, Altamira’nın ressamları gibiydi, boğaların bulunduğu her yeri sevdi. Hatta Velâzquez’i bile aşktaki özgürlüğünün kırmızı kahkahasıyla renklendirdi. Çünkü resim eylemsizliktir ve yazın, karmaşadır; bu kısa betimlemeden yola çıkarak, bazıları, sanki çoktan silinmiş gibi duran, bakılan ve uyumsuz eylemlerle aktarılan gerçekliği ayırt eder gibi olacaktır. Picasso'da küçük parçaların abartılmasıyla karşılaşılmaz. Gözüpeklik ve kaygı, gizlenmiş beklemektedir. Kaç kişi buna güvenebilir?

Profesyonel bir yenilikçi olarak Picasso, Miras’ı bir yandan sarstı ama bir yandan da ondan destek almayı ihmal etmedi. Devrimciler başlattıkları yıkımların yayılmasıyla yetinemezler; tıpkı kazancı sınır tanımayan  kurnaz alaycı bir gerilimin etkisiyle ideal bir geleceğe doğru yol alan soğukkanlı bahisçiler gibidirler. Başka seçenekler de var... Picasso'nun yaşamındaki rastlantılar ve etkilenimler, Picasso'nun kendi kendine fısıldadıkları tüm bunlar olup biterken Picasso, doğası gereği hep devrimcidir. Devrimci terörist değil hatta en uygun aşk portrelerinde bile, herhangi bu kişinin kendisini görmek istediği haliyle, aynasının kendisini hiçbir zaman yansıtmadığı güzelliğin kurallarına uygun olarak ve bir bakışta gözünü kamaştıracak şekilde resmini yaparken bile. Tüm istekler bu soytarılık barındırmaz mı? Herkes kendisini kusursuz göstermek istemez mi? Picasso istemez. Büyük bir adamın çağdaşlarıyla arasındaki uzaklığı ölçmek için aramızdan ayrılmasını beklemek gerekiyorsa, şimdi 1973 yılının mayıs ayında Picasso'nun bize olabildiğince yakın bir yaşam sürdüğünü söyleyebiliriz, Son dönem tuvallerindeki kuş bunun teminatıdır. Ama ressamın bazı tabloları üzerine görünür biçimde yerleştirdiği tarihler, yabankuşlarının uçuşuna benzer. Bu kuşların gökyüzünden geçişlerini izlerken takvime bakmaya hiç gerek yoktur.

Mucizeler, inançsız bir mizahın meyvesidirler. Yaratıcılık bu evrede devreye girer, Picasso için her şeyi söyleyebiliriz ama onun komik olduğunu asla söyleyemeyiz. Açıklığa kesin bir dönüş yaptığı için izlekleri ve motifleri iyidir, yazısı onu basit kalmaya zorlar; sanki pek çok can alıcı baştan çıkarma girişimine rağmen, hiçbir kusur ve süsleme olmaksızın güçlü tipleri kullanarak doğaçlama yapıyor gibidir. Onları sonsuz sayıda kılığa sokmak onu hiç rahatsız etmez. Güvenli bir yere çekilmekten ziyade olabildiğince saklanan bir nöbetçi gibi, insan bedeninin içinde kuyu kazan bir işçi gibi bedenin kargaşasını ve atışlarını hisseder. Bazen inatçı bir hortlak gibi ortaya çıkar: Eski bir söylencedir kendini gösteren, özne, zıpkın yemiş bir balina gibi kıvranır; açığa çıkarılması gereken bir neden vardır. Hissedilen dünyaya ait nesneler, sıkıntılar, zenginlikler, hepsi Picasso tarafından sürekli olarak yenilenirler. Onun kadar acı çeken, çektiren ve sevinen çok az sanatçı vardır. Ve onların bu tür serüvenleri yaşayanlar arasında sayılmalarının üzerinden yüzyıllar geçmedi.

Yoksulların Yaşamı (Mavi ve Pembe Dönem)

Picasso’nun resimleri, Eylül-Ekim 1901 tarihlerinden sonra giderek “mavileşmeye” başlamışlardır. 1904 yılı ilk yaz aylarında üretilen Ütücü Kadın çalışmasına kadar süren bu zaman dilimini, genellikle “mavi dönem” olarak tanımlamak, doğru olmasa da gelenekselleşmiştir...


Bu dönemlerdeki çalışmalarda yoksulluğun, tükenmişliğin, açlığın, sakatlığın, yalnızlığın, sevecenliğin ve de her şeye karşın direnebilmenin, ayakta kalabilmenin, umudun hemen her türü, kimi kez yoğun bir romantizm, büyük bir duygululuk, çok çarpıcı katı bir gerçekçilik ve kimi kez de sembolik biçimlerde sergilenmiştir.

Ayrıntıların alabildiğine dışlandığı, temel devinim çizgilerinin yalınlaştığı bu resimlerde, kimi bedenler büyüyüp anıtsallaşırken, kimi zaman, örneğin bir körün uzaya uzanan eli boş bakışları ön plâna çıkmakta ve içinde yaşanan ekonomik-toplumsal biçimlenmeleri, manevi dünyayı tüm yalınlığı ile gözler önüne sergilemektedir.






Avignon'lu Kızlar ve Kübizm


Avignon'lu Kızlar pek çok değişik evreden geçti ve hâlâ bitirilmemiş durumdadır. Başlangıçta bu kompozisyonda iki erkek vardı. Bunlardan ilki denizci öbürü de elinde kafatası, odaya giren bir adamdı. Oda bir genelevdeydi, buradaki kadınlar da fahişeydi. (Resim adını, Barselona'da, Picasso'yla İspanyol arkadaşlarının bildiği bir genelevin bulunduğu Avignon Sokağı'ndan almıştır. Ama resme bu adı Picasso'nun kendisi vermediği, ad da bir bakıma şaka olarak konduğu için, resmi yaparken Picasso'nun Barselona'yı düşünmüş olması pek olası değildir.) Başlangıçta, resimde elinde kafatası tutan adamın bulunması, bazı eleştirmenleri bu konuyu The Temptations of St Anthony'yi (Aziz Antoin'ın Günaha Teşviki) karşılaştırmaya götürmüştür. Bunu, Picasso'nun zührevi hastalıkla ilgili olarak duymaya başladığı korkulara kendi gizli göndermelerinden biri olarak kabul etmek de aynı ölçüde geçerli olabilir. Resmin son kopyasında konuyu böyle belirlemek çok güçtür. Yalnızca beş çıplak kadın görürüz; on bir ya da on ikinci yüzyıldan bu yana, kadının et olarak, içinde erkeğin ölünceye kadar acı çekmeye yazgılandığı bedensel cehennem olarak görüldüğü dönemden bu yana, hiçbir kadının resmedilmediği kadar hayvani biçimde resmedilmişti bu kadınlar.

Son zamanlarda sanatta görülen küstahlık duygularımızı öylesine köreltti ki, Avignonlu Kızlar'ın hayvansılığını hafife alıyor olmamız çok muhtemel. Bu resmi Picasso'nun atölyesinde gören arkadaşlarının hepsi (resim 1937'ye kadar sergilenmedi) başlangıçta müthiş afalladılar. Resim de zaten bu amaçla yapılmıştı. Cinsel "ahlaksızlık"a karşı değil, Picasso'nun gördüğü biçimiyle yaşam'a karşı, cepheden girişilmiş, öfkeli bir saldırıydı bu —yaşamın harap olmuşluğuna, hastalığına, çirkinliğine ve acımasızlığına karşı bir saldırı. Tavır olarak bu tablo, daha önceki resimlerinin çizgisini sürdürmekle birlikte, çok daha şiddet doludur ve bu şiddet, üslubu dönüştürmüştür. Picasso tepeden inmeci doğasına hâlâ sadıktır. Ancak modern yaşamı, öfkeyle karışık bir üzüntüyle daha ilkel bir yaşam biçimiyle karşılaştırarak eleştirmek yerine, artık kendi ilkellik anlayışını, uygar olanı şiddetle bozup afallatmak amacıyla kullanır. Bunu aynı anda iki yolla birden yapar konusuyla ve resmetme yöntemiyle.