Body-Art

Kusursuz bir mantığı bulunmasına rağmen eşi benzeri duyulmamış bir gösteri. Korkunç bir gösteri: 60'lı yıllarda fotografik imge insan etinde vücut bulmaya başladı. Sanatçının projesinin kazınacağı tuval esnek, yumuşak, canlı ya da yağ sıvılarıyla parlayan insan tenidir. Eskiden sabırla hazırlanan, canla başla ovuşturulan, püskürtülen maddeyle beslenen bejimsi tuvalin yerini, bisturi kesiklerine, demir kalem deliklerine, asetilen ateşine sunulan -onca zarar görerek- işlenen deri alıyor.

Body-Art'ın en ürkütücü yüzü kalacak aklımızda: Bedeni ikili etkileyişi. Bazı Body-Art örneklerinde, beden alışılmamış manzaraları düzenlemekle görevli en önemli unsur seviyesine getirilmekle kalmıyor, pek çok narin damarın beslediği, sinir ağı incelikle oluşturulmuş beden, dizginsiz bir isyanın canlı malzemesi haline geliyor.

Görkemlice büyütülen fotoğraf camları ardında ya da, sesli video ekranlarında görülen, fena halde paralanmış, yaralanmış şey, insanın ta kendisi. Kanlı bir ritüel olduğu ölçüde sanatsal bir olgu olan bu dışavurumlar dehşetin özünü oluşturuyorlar. buna karşın bu özden bir çağrı duyuluyor adeta.

İnsan bedenine yönelik, kimi zaman canlı -gösteri yoldan geçen şaşkın insanların önünde gerçekleşiyor- kimi zaman da kameranın "edepli" aracılığıyla -kameranın estet ve işbirlikçi bu göz tarafından yönlendirildiğinin altı çizilmeli- iletilen bu şiddet uygulamaları, Amerika ve Viyana'da eşzamanlı olarak doğdu. Ancak tüm Avrupa, bienal ve festivallerin, yani otuz dört yıllık zengin, türlü "tecrübenin" ardından, günümüzde artık tuhaf karşılamadan Body-Art diye adlandırdığımız şeyin yandaşlarınca hızla istila edildiğine şahit oldu. Bu bedensel sanata, salt sanatsal oyun ve başarıyla tamamlanmış eser yönleri üstünde durulmak istendiğinde Performans, bu çeşit sanatsal dışavurumlara özgü dinamik ve ilintili sosyal, hatta siyasi çağrışımlar mercek altına alınmak istendiğinde de Eylem deniyor.

Dışavurumculuğun dirilişi mi? -öfkeli, karikatürize edilmiş, 20. yüzyılın ikinci yarısının çatısını ören sayısız şiddet eylemini kusan bir dışavurumculuk mu? Abes günlük rutinin reddi mi? Acı bir sosyal eleştiri mi? İfade edilmemiş duygulanımların iletilmesiyle ilgili bir pedagoji meyli mi? Karşı durulmaz bir iletilemezlik tespiti mi? Yoksa, dramatik psişik yoksunluk belirtileri mi? BodyArt değişik şekillerde tanımlandı. Bu sanatçılar özneyle nesneyi ayıran bariyeri tamamen kaldırmış görünüyor. İnsan bedeni estetik hareketin hammaddesi olarak seçiliyor. Eğilip bükülüyor, izlerle damgalı ancak her an siyah kanla ıslanmaya hazır yüzeyler sunuyorlar. Kimin bedeni? Bazen bir başkasının (arkadaş, çocuk) ama genellikle, "sanatçıların" kendi bedenleri kullanılıyor. İşkenceciler, fantazmalarını henüz genç ama çoktan lekeye adanmış -bezgin toplumun genellikle son derece yararsız gördüğü- dokularına işlemeyi seviyor.

Bu bakış açısına göre, kendilerini taklit edilmiş veya gerçek yaralarla cezalandıran Body Art sanatçıları, her şeyden önce ihtilalci olmak istiyorlar. Baştan itibaren kanun dışılar, değişik saldırganlık seviyeleri içeren bir yelpazede çeşitli kastrasyonları damgalıyorlar: Metafizik, ontolojik, sosyo-politik, yaralı-narsist, sonuç itibariyle her durumda psikanalistlerin simgesel kastrasyon dedikleri şeyin reddi içindeler.

Psikoz ve Evharistiya

Bu satırların amacı, gönüllü olarak eziyet gören insan bedeni üstündeki tasvirlerin girdiği çok sayıda şeklin poetiğini incelemek. Kendini otantik sakatlamalara adayanlarla, akıllıca düzenlenmiş simülakrlarla yetinen sanatçıları ayıracağız.

 İlk grup daha küçük: Örneğin, Vito Acconci'nin Trademarks’ları (Eylül 1970), yani, sınırları net bir oral sadizm taşıyan ve mühür görevi gören ısırıkları; 




ya da Michel Journiac'ın, şaşkına dönen izleyici karşısında kendi kanıyla doldurduğu tüpleri sıkarak kudas örtülerini ve kutsal ekmek kabını ıslattığı tuhaf dini ayinleri (Beden için Ayin, 1969); 





ve elbette Gina Pane'in tuhaf Eylemleri geliyor akla: Bembeyaz giyinmiş olan sanatçının gül demetinde sonlanan gerilmiş kolunu, sivri ve sert dikenlerle deldiği Duygusal Eylem, 1973. 









Psişe'de de (1974) Gillette marka jiletle karnını kesmişti.





Das Orgien Mysterien Theater

"I also believe that, with regard to both the tragic aspect of suffering and instants of extreme ecstasy and affirmation of life, art needs to have a sense of sacred solemnity. [...] We propagated a very aggressive type of art, not a cozy art but an art that displayed tremendous power and intensity."

 - Hermann Nitsch

"A psychoanalytically-oriented dramaturgy allows the Dionysian to burst forth from within us. Suppressed areas of inner impulses are made visible. The actions with flesh, blood and slaughtered animals plumb the collective areas of our unconscious minds. The paramount aim and purpose of the festival is a profound affirmation of our existence, our life and our creation. The mysticism of being leads to a permanent festival of life. [É] All are invited to drink. A mass intoxication is imperative, an all-embracing intoxication of the participants is ordained, unrestrained drinking takes place, day and night, in vineyards and cellars. Slaughter of a pig. GRAPES, FRUIT and TOMATOES, ANIMAL LUNGS, FLESH and INTESTINES are trampled on in ecstasy. People trample in SLAUGHTERED ANIMAL CARCASSES FILLED WITH INTESTINES, in troughs full of blood and wine. Extreme noise from the orchestras. Slaughtering of the bull, slaughtering of two pigs. Disembowelment."

 - Nitsch, Das Orgien Mysterien Theater 








Hermann NitschHermann Nitsch (born 1938) is an Austrian performance artist and a forerunner of Wiener Aktionismus (Viennese Actionism, or Performance art). Nitsch is known for his ritualistic performance actions, often combining fake crucifixion with the disemboweling of lambs and other animals. In the late 50s Hermann Nitsch developed the concept of the "Orgien Mysterien Theater" (Theatre of Orgies and Mysteries) a total work of art appealing to all senses, celebratory and life-affirming. Drawing on religion, philosophy and psychology, he has composed numerous theoretical writings, compositions and scores to accompany over 100 realized action performances between the years of 1962 and 1998. In 1998, Nitsch staged his 100th performance (named the 6-Day Play after its length) which took place at Schloss Prinzendorf, his castle in Austria.

http://ubu.com/film/nitsch_six.html

hermann nitsch actions





Sanat?


Action (1969)








Hermann Nitsch - "Aktion 58" (1978)

Action - Hermann Nitsch (1969)








Directed by Irm & Ed Sommer, Duration: 7 minutes 


Since 1963, the Austrian avant-gardist Hermann Nitsch has created a series of live happening, which (like Otto Muehl's Sodoma) combine cruelty, sexuality, defilement, and visual shock for purposes of purification, and "ab-reaction" of sado- masochist impulses. This is a film record of his most controversial creation: the crucifixion of a young woman, the disembowelling of a lamb carcass, and her defilement with it. 


"By the act of crucifixion, disembowelment, defilement, and dismemberment of a lamb carcass the sadistic urge to kill and masochistic wish for self-sacrifice are substituted. Historically, these drives have found no outlet in culture and religion, the potentialities of the sado-masochist instinct being guarded by secret and prohibition. The substitute act of the lamb crucifixion is a brief, forbidden, lustful glance into this potential and serves as partial resolution of that connection with displacement which Nitsch also calls ab-reaction." 


In the Maria-Conception-Action, the eroticisation and desublimation of the idea of redemption is intensified into pornography ... it complements the flesh of the lamb carcass with that of the female nude and is crucified allegorically like the lamb and together with it. The slitting open and evisceration of the lamb carcass corresponds visually to the opening and pushing apart of the vagina; the defilement and dismemberment of the lamb corresponds to the pouring over or covering of the nude female body with blood and entrails, and finally, to the sex act itself, which Nitsch -- again in an allegorically obscene substitute act -- completes with a godemiche." 


- Peter Gorsen, Sexualaesthetik, 1972

Oedipus (1990) by Hermann Nitsch



Çocuklara kıymayın efendiler!


Edip Cansever (1928 - 1986)



ne güzel başlamış,

"Doğanın bana verdiği bu ödülden / Çıldırıp yitmemek için / 
İki insan gibi kaldım. Birbiriyle konuşan iki insan." (Başlangıç)

ne güzel bitirmişssin:


"Sonrası kalır." 





Henri Cartier- Bresson (1908–2004)



Bresson'un kabri için bir kitabe...

 1963’te Meksika’da çektiği bir fotoğraf. Tenha bir sokakta, neredeyse kendi boyunda, huzurlu bir yüz ifadesi olan güzel bir kadının çerçevelenmiş daguerreotype portresini taşıyan küçük bir kız. Her ikisi de yüksek bir çitin arkasında kaybolmak üzere. Görünürlüğün son saniyeleri ama kadının sükûnetinin ya da kızın gayretkeşliğinin değil.

John Berger / 2004



DİDİK DİDİK FREUD'DA "MELANKOLİ"



Güneş Işınlarında Dans Eden Toz Zerreleri (1900, Vilhelm Hammershoi)


Güneş Işınlarında Dans Eden Toz Zerreleri, Danimarkalı sanatçı Vilhelm Hammershoi’nin (1864-1916) en iyi bilinen eserlerindendir. Başlığı şiirseldir, belki de insan varlığı yerine, yokluğundan ötürü şaşırtıcı olan bu tabloya insani bir boyut kazandırma çabasıdır. İmgede betimlenen oda boştur. “Yaşayan” tek öğe, toz zerreleriyle gün ışığının karşılaşmasıdır. Işık camdan içeri girer, kapının önünden yayılır, aşağı iner ve yerde devam eder. Ancak bu şiirsel başlık sonradan eklenmiştir. Hammershoi, eseri sergilediğinde daha az duygusal olan Güneş Işınları (ya da Gün Işığı) başlığını kullanmıştır.

Hammershoi, hayatını oldukça az sayıdaki, belli motiflere dönerek geçirmiştir. Özellikle iç mekân resimleriyle bilinir. Bu eserlerde, 17. yüzyılın Hollandalı ressamlarından etkilenerek karanlık tonları olan griler kullanmıştır. Odalar genelde boştur ama ara sıra siyahlar giyinmiş bir kadın da görürüz. Bu Hammershoi’nin eşi Ida’dır. Resimlerindeki yüzeysel huzurun ve uyumun ardında genelde, yaklaşan bir uyumsuzluk hissi vardır.

Güneş Işınları, Hammershoi’nin, (şimdi Kopenhag’a dahil olan) Christianshavn’daki Strandgade’de, 30 numaralı eski apartmanda bulunan dairesinde resmedilmiştir. Bu motifi, eşyalı ve eşyasız, insanlı ve insansız olmak üzere tekrar tekrar kullanmışsa da Güneş Işınları, kristali andıran bir açıklığıyla en ikna edici resimdir. Resimde aynı zamanda bir muamma da söz konusudur. Bu evde yaşanılan hayatı betimlemez, oda boş olmasına rağmen, icra memurlarının fakir bir ailenin mobilyalarını alıp gitmiş olabileceğine (19. yüzyılda Danimarkalı sanatçılar arasında yaygın bir konuydu) dair bir ima da yoktur.

Resmin içeriği, daha da örtüktür ve ışık, sahnenin merkezindedir. Hammershoi’nin eserlerinin merkezinde ışık hep vardır ama izlenimcilerin ve 19. yüzyıldaki Danimarkalı sanatçıların uygulamalarının aksine, bu açığa çıkaran bir ışık değildir. Rahatsız etmek için kullanılmıştır. Işık, Güneş Işınları'nda neredeyse dokunulabilecek bir fizikselliğe sahipken zemin, ışıkla karşılaştırılınca tuhaf bir biçimde göksel ve hayali görülür. Işık bilimsel bir fenomen olarak betimlenir: Bu güneşin ışığıdır, evrende yolculuk ederek gelen ışık, sonunda Kopenhag’daki eve ulaşır ve yolculuğunu keskin bir biçimde yerde bitirir. Bu “ilahi” bir ışıktır ama Botticelli’nin ya da Piero della Francesca’nın Meryem'e Müjde resimlerindeki kutsal ışık değildir. Hammershoi’nin resmindeki ışık, dünyaya, Tanrı’nın takdirine ve varlığına dair bir şüphe uyandırır.

Güneş Işınları, yabancılığa dair huzursuzluk verici bir atmosferi akla getirir. Ego yalnızdır. Bu resim yalnızca fiziki bir odayı betimlemekle kalmaz, aynı zamanda zihinsel bir alanı da betimler ve hepsinden öte, modern insanın varoluşsal yalnızlığını gösterir. Böylece, sanat tarihinde, zihnin bir halini, insan psikolojisindeki önemli bir noktayı betimleyen ilk eser olarak görülebilir.

Anne Bırgıtte Fonsmark


İNTERİOR




BİLİMSEL BİR PERİ MASALI: FREUD


https://issuu.com/aysupdf/docs/Bilimsel Bir Peri Masalı PDF



İÇİNDEKİLER

Gecikmiş Bir Saygı Sunusu 9

Konuya Giriş İçin Yazarak Düşünme Denemeleri 11

I. Bölüm: Sigmund Freud'un
"Aile Romanından Kimi Anımsatmalar

1. "Bilimsel Bir Peri Masalı" 21

2. Ensest Yüklü Bir Aile Ortamında Doğum
Tarihinden Başlayan Karmaşık Yaşam Koşulları 25

3. Freud'un Kişiliğinin "Tarih öncesi"
(Pre-Historik) Dönemi 43

4. Kişiliğinin Oluşma Sürecinde Kutsal Kitap,
Shakespeare, Goethe ve Diğerlerinin Etkisi 57

5. Kokainin Modern Psikolojiye Etkisi? 63

6. Bir Türlü Beğenilmeyen "Ufak Tefek ve Beceriksiz
Görünümlü" Koca Adayı 67

7. Bitmez Tükenmez Mektup Yazma Tutkusu 73

8. "Ateist Yahudi'nin" Günlük Yaşamı,
Batıl İnançları ve Cinsel Perhiz İçindeki
Güçsüz Adamın Cinsiyet Üzerine Savları 75

9. Paris'te Yaşanan "Charcot Şoku" 87

10. Josef Breuer ile Histeri Üzerine Çalışmaların Başlaması  93

11. Psikiyatrinin Rozette Taşı: "Anna 0" 95

12. Histeri Üzerine Araştırma Kitabının Büyük Başarısı:
13 Yılda 626 Adet Satış 111

13. Babanın ölümünden sonra yaşanan "Muhteşem
Yalnızlık ve Melankoli Dönemlerinin" Güncesi;
Kim Korkar Kendi Kendini Analiz Etmekten,
Annesiyle Trende Geçirdiği Gecenin Gizi: "Düş Yorumu" 119

14. Psiko-Arkeoloji: Truva, Pompei, Roma ve Berggasse. Schliemann-Freud Etkileşiminin Boyutları 147

15. "Küllerinin Altından Çıkan Çocukluk Arkadaşı":
Gradiva 163

16. Psikiyatr Dedektif İşbirliği,
Sherlock Holmes-Sigmund Freud İlişkileri 177

17. Psikanaliz Hareketinin "Kadınlar Kolu" 189

II. Bölüm: Sigmund Freud'un "Tarihsel Romanı"

1. Tarihsel Romana Giriş: Genel Bir Yaklaşım
Ve Günlük Yaşamın Psikopatolojisi 205

2. "Leonardo da Vinci'nin
Bir Çocukluk Anısı" Üzerine 213

3. "Babanın Öldürülmesi Gerektiğini" Kanıtlama
Çabası Olarak Yazılan Yapıt: "Totem ve Tabu" 217

4. Psikanaliz-Edebiyat İşbirliğinin Muhteşem
İki Örneği: "Karamazof Kardeşler" Romanı ve
Kafka'nın "Öyküsü" 235

5. On Yedinci Yüzyılda Kilisede İmzalanmış Bir
"Şeytan Antlaşması" 245

6. Tarihsel Roman'ın Arka Planı: Bir Yanılsamanın Geleceği,
Kültür İçinde Huzursuzluk ve Kitle Psikolojisi 255

7. Freud'un Genel Sağlık Durumu ve Sonun Başlangıcı 263

8. 'Ben Viyana'yı Terk Etmedim, Viyana Beni Terk Etti!" 271

9. Londra'daki Sürgün Günleri 277

10. Tarihsel Roman'ın Tamamlanışı; "Musa Denen Adam" 283

11. "Musa Denen Adam" ve Tektanrıcılık 293

12. Son Günler, Okuduğu Son Roman ve Son Saatler 315

Kaynaklar 321


"Ahlakdışı Bir İlişki" (Verlaine & Rimbaud)


"Biçimi yuvarlak, kenarları ezik ve yırtık, çapı yaklaşık 5 milimetredir"
(Dr. C Semal, Hopital Saint Jean, Brüksel, 14 Temmuz 1873)


YARGIÇ TSERSTEVENS:  [Mathilde] sizin Verlaine’le yakınlığınızdan ötürü, bir şikâyette bulunmadı mı?

RIMBAUD: Evet. Hatta bizi ahlakdışı bir ilişkiyle suçluyor; ama ben böyle bir iftirayı yalanlamak zahmetine bile katlanmam.

Doğrusunu söylemek gerekirse, “ahlakdışı ilişki”nin davayla bir ilgisi yoktu. Ama yargıcın merakı uyanmıştı. 16 Temmuz’da, hücresinde Dr. Semai ve Dr. Vleminckx tarafından ziyaret edilen Verlaine aşağılayıcı bir muayeneye tabi tutuldu. Doktorların raporu mahkemeye cezayı ağırlaştırıcı bir kanıt olarak sunuldu. Sosyal tarihin bir parçası olarak alıntılanmayı hak ediyor:

Penis kısadır ve pek geniş değildir. Penis başı özellikle küçük, koni biçimindedir ve dış ucuna doğru giderek inceliyor [...]

 Anüs, kaba etlerin hafifçe birbirinden ayrılmasıyla gayet bariz bir şekilde, yaklaşık iki buçuk santim derinliğe kadar açılıyor. Bu hareket, afeksi konkav bir kesik koniye benzeyen, genişlemiş bir infundibulumu açığa çıkarıyor. Sfinkter katlarında yara ve herhangi bir iz yok...

Kasılabilme: Hemen hemen normalliğini koruyor.

Bu muayeneden çıkarılacak sonuç, P. Verlaine’in hem aktif hem de pasif homoseksüellik izlerini taşıdığıdır. Bu izlerden hiçbirinin tipi, müzmin ve uzun süredir var olan bir alışkanlıktan şüphelenmeye yetecek kadar belirgin değildir; daha ziyade, nispeten yakın zamana has bir alışkanlığı gösterir...

“Brüksel olayı”nda simgesel bir şey varsa, şair hakkındaki bu adli tıp analizidir. Doktorların düzyazı metnini okuduktan sonra “Sonnet du Trou du Cul’u müstehcen bulmak zordur:

“Karanlık ve buruşuk sanki mor bir karanfil gibi, / Nefes alır, usulca sinmiş yosunların içinde, / Bembeyaz kıç yanaklarının yumuşak eğimiyle / Nakışlı kenarlarına kayan aşktan hâlâ nemli.”

sylvie (galerie-creation)

Scenes of a Marriage



"Didik Didik Freud"da Tevfik Fikret


"Didik Didik Freud"da Tevfik Fikret


Serol Teber ve Şenol Ayla, Açık Radyo'da yayınlanan, "Didik Didik Freud" adlı programın içine Tevfik Fikret'i de dahil etmiş, şiirleri ve yaşamı hakkında uzun uzun konuşmuşlardı. Şairin doğum yıldönümü vesilesiyle bir bölümünü yayınlıyoruz.

Serol Teber: Tevfik Fikret'e Milli Eğitim Bakanlığı önerilmiştir ve Fikret kabul etmemiştir, bunu en azından bir rivayet olarak biliyoruz. Daha sonra Galatasaray Lisesi'nde müdürlük boşalınca, Salih Nigar ve bir grup arkadaşı Milli Eğitim Bakanlığı'na gelir ve Fikret'i Galatasaray Lisesi müdürlüğüne önerirler. Bakan der ki; "Bakanlığı kabul etmeyen bir insan bir okula nasıl müdür olabilir? Ben bunu teklif edemem. Siz söyler misiniz?" Arkadaşları teklif ederler ve kabul eder. Söylediklerine göre bu teklifi sevinerek kabul eder.
Bu dönem, Galatasaray Lisesi için efsaneleşmiş bir dönemdir; ilk defa tiyatro kurulur, ilk defa öğrencilerden tartışmalı toplantılar yapması istenir. Ama gelin görün ki, sağcıların - Fikret'e karşı tavırları hızla tırmanmaya başlar. Örneğin, okulda tam da tiyatro salonunun altına gelen bir mescit vardır, "mescitte bundan böyle namaz kılmak caiz değlidir, yukarıda tiyatro oynanırken aşağıda namaz kılınmaz!" derler; rivayetlerden biri budur. Fikret köpürür ve istifa etmeye kalkar, sakinleştirirler, devam etmesini isterler. O zamanın en namuslu insanlarından olan Abdurrahman Şeref Bey Milli Eğitim Bakanıdır, "burada ben varım, seni her zaman koruruz, her zaman yanınızdayız, onlara ses çıkarttırmayız" diye Fikret'i yerinde tutar. İzleyen günlerde çok önemli 31 Mart Vakası olur. Bu vaka kanlı bir harekettir. 31 Mart Vakasını başlatan gericiler, "asıl kafirin, kafası kesilecek gavurun" Galatasaray'da olduğunu ve oraya doğru yürünmesi gerektiğini söylerler.

Didik Didik Freud I

İki yıl önce Açık Radyo’da yayınlanan, Serol Teber ve Şenol Ayla’nın birlikte hazırladıkları, “Didik Didik Freud” adlı program dizisi büyük ilgiyle karşılanmıştı. Şimdi, doğumunun 150. yılı vesilesiyle, uzun süredir yapmayı istediğimiz bir işe, Didik Didik Freud’un metinlerini sitemizde yayınlamaya başlıyoruz. İlk programda Serol Teber’in söylediği gibi, 

Freud’un yaşamı, yaşadığımız dünyayı anlamak için vazgeçilmez bir biyografi.”
Didik Didik Freud’un kayıtlarını deşifre ederek bu metinleri yayınlamamıza olanak tanıyan dinleyicimiz Işık Ezber’e teşekkürlerimizle.





3 Mayıs 2004
Şenol Ayla 94.9 Açık Radyo’da Didik Didik Freud programındayız. Ben Şenol Ayla, Merhaba.
Serol Teber Ben Serol Teber, Merhabalar.
Şenol Ayla Kasım ayına kadar 26 hafta boyunca sizlerle Freud’u konuşacağız. Programımızdan önce ben sizlere Serol Teber’i tanıtmak istiyorum, çoğunuz tanıyorsunuz ama ben tekrar tanıtayım; Serol Teber nöropsikiyatr, İstanbul doğumlu özellikle vurguladığı gibi; ama çok uzun yıllardır Almanya’da yaşıyor, otuz yıla yakın zamandır. Son yıllarda tekrar İstanbul’a dönmeye ve yerleşmeye çalışıyor. Ama bir ayağı hâlâ Almanya’da, gidiyor geliyor. Çok sayıda kitabı var. En son Aralık ayında “Bilimsel Bir Peri Masalı - Sigmund Freud” adlı kitabı Okuyan Us Yayın’dan çıktı. Biz de bu kitabın etrafında, Freud’la ilgili her zaman duyamayacağımız şeyleri konuşmak istiyoruz.
Serol, ben sana önce çok klasik bir şey soracağım neden Freud?

Didik Didik Freud II



Şenol Ayla 94.9 Açık Radyo’da Didik Didik Freud programındayız. Merhaba ben Şenol Ayla.
Serol Teber Merhaba ben Serol Teber.
Şenol Ayla Bugün Freud’un eğitimini didikleyeceğiz. Freud’un eğitimi nasıldı?
Serol Teber Freud oldukça çalışkan bir talebeydi öncelikle. Ama ilkokulu, ilk öğrenim dönemini Freud, evinde babasıyla birlikte geçirir ve bitirir. Bu çok önemlidir, altı çizilmesi gereken bir noktadır.
Şenol Ayla Neden?
Serol Teber Çünkü babası o zaman modern bir Tevrat basımı olan ve dinler tarihi niteliğinde yazılan Philips’in Tevrat’ı üzerinden Freud’a, Mısır ve dinler tarihini öğretir. Eski firavunlar tarihini öğretir ve burada pek çok gravür vardır. Küçük çocuk Freud, babası ile birlikte bu Mısır firavunlarını, Mısır saraylarını, yapıtlarını hem resimlerinden görerek hem öykülerinden okuyarak hazırlanır ilkokula. Ve sonra ileride yaşam öyküsünü yazarken Freud der ki; “Babamla birlikte Philips’in Tevrat’ını okuduğum zaman benim geleceğimin ana hatları aşağı yukarı belirlenmişti.” Arkeolojiye, tarihe, eleştirel yaklaşım ve büyük bir tutku Freud’da o zamanlardan ortaya çıkar. Sonra lise dönemine başlar. Lise dönemi -büyük bir şans diyelim- modern lise eğitiminin Almanya ve Almanca konuşan ülkelerde benimsendiği bir dönemdir. Şöyle ki; 1848 devrimler dönemi, artık Avrupa kıtasını daha başka türlü düşünmeye ve eğitime daha başka türlü yaklaşmaya itelemiştir. Almanya, hızla bu devrime uygun olarak yeni bir eğitim programı hazırlar. Burada amaç, antik çağlar kültürünü gençlere çok iyi özümsetmektir. Bunun için de temel motto, gençlerin Homeros’u, Sofokles’i ve Virgilius’u kendi dillerinden okuyabilmeleridir. Burada benim elimde Freud’un lisede okuduğu ders saatleri var.

Didik Didik Freud III


Şenol Ayla 94.9 Açık Radyo’da Didik Didik Freud programındayız. Ben Şenol Ayla, merhaba.
Serol Teber Ben Serol Teber, merhabalar.
Şenol Ayla Bu üçüncü programımız. Geçen hafta kaldığımız yerden devam edeceğiz. Freud’un evlenmesine kadar gelmiştik. Bu hafta evliliğini ve sonrasını göreceğiz. Bu haftaki anahtar sözcüklerimiz: evlilik, teknoloji, gardırop, berber, çorap, Figaro ve mektup. Bunları kullanacağız. Serol Bey, geçen hafta konuştuğumuz gibi Freud Martha’yı evlenmeye bir komployla ikna etti. “Kurt masalı” demiştik; bir kurt masalından sonra evlenmeyi başardılar. Bu nasıl bir evlilik oldu.
Serol Teber Evet, eksik kalan bir şeyi eklemek istiyorum. Dünya tarihinde Freud’a gelene kadar, sevgilisinin ve nişanlısının arkasından bu kadar koşan, kendisine binlerce mektup yazan ve bunların da bir kısmını yayınlamak için başkalarının okumasına sunan ikinci bir dahi örneğinin olmadığı söylenir. Freud bu bakımdan da oldukça avangard bir çıkış yapmıştır.
Şenol Ayla Geçen hafta da söylediğimiz gibi, bir kısmını da kendisi sansürleyip yakmıştı değil mi?
Serol Teber Kesinlikle, binlercesini.
Şenol Ayla Binlercesini yaktı, binlercesi kaldı.
Serol Teber Binlercesini yaktı, binlercesi kaldı en azından şu anda elimizde olan, bilebildiğimiz kadarıyla 800-900 arasında mektup var. Daha hâlâ kimse tarafından okunmamış. Belki birkaç kişi hariç diyelim.
Şenol Ayla Nerede duruyor bunlar?