Roland Barthes'den Mapplethorpe

Mapplethorpe'un bir fotoğrafını görünce "benim" fotoğrafçımı bulduğumu sanmıştım, ama aslında bulmamıştım -Mapplethorpe'un her eserini beğenmiyorum. 


1975


Mapplethorpe'un bu fotoğrafında kolu yana uzanmış bu genç, ışık saçan gülüşü ile, güzelliği hiç de klasik ya da akademik olmasa da, ve çerçevenin en soluna kaymış, yarısı fotoğrafın dışına çıkmış da olsa, mutluluk dolu bir tür cinsellik canlandırıyor; bu fotoğraf pornografinin "ağır" tutkusu ile, cinselliğin "hafif" (iyi) tutkusunu birbirinden ayırmamı sağlıyor; hepsinden öte, belki de bu bir "şans" sorunu: fotoğrafçı, gencin elini (sanıyorum bu genç mapplethorpe'un kendisi) tamı tamına doğru bir açıklık derecesinde, tam doğru bir terk ediş yoğunluğunda yakalamış: birkaç milimetre daha az veya fazla olsaydı artık o tanrısal beden cömertlikle sunulmuş olmayacaktı (pornografik beden kendini gösterir, ama vermez; onda cömertlik yoktur): Fotoğrafçı burada doğru anı, tutkunun kairos'unu bulmuş.

Roland Barthes

Just Kids (smith & mapplethorpe)


 Öldüğünde uyuyordum. Bir kez daha iyi geceler dilemek için hastaneyi aramıştım, ancak morfinin üzerini örttüğü derin bir uykudaydı. Ahize elimde, telefondan ağır ağır soluk alıp verişini dinlerken, sesini bir daha duyamayacağımı biliyordum.

Sonra sessizce eşyalarımı topladım; defterimi, dolma kalemimi. Eskiden onun olan kobalt mavisi mürekkep hokkamı. İran kupamı, mor madalyamı ve bebek dişlerimi. Yavaşça merdivenlerden yukarı çıktım. Çıkarken basamakları saydım, on dördünü de, birer birer. Beşikte yatan kızımın battaniyesini üzerine örttüm, uyuyan oğlumu öptüm ve sonra kocamın yanına uzanıp dua ettim. Hala hayatta, diye fısıldadığımı anımsıyorum. Ardından uykuya daldım.

Erkenden uyandım, merdivenlerden inerken onun ölmüş olduğunu biliyordum. Gece açık kalan televizyonun gürültüsü hariç her şey suskundu. Sanat kanalı açıktı. Opera vardı. Tosca'nın tüm gücü ve hüznüyle ressam Cavaradossi için duyduğu ihtirası ilan edişi beni ekrana çekti. Soğuk bir mart sabahıydı ve üzerime kazağımı giydim.

Jaluzileri kaldırınca çalışma odasının içi ışıkla doldu. İskemlemin kalın keten kaplamasını elimle düzelttikten sonra Odilon Redon'un tablolarının yer aldığı bir kitabı seçtim, küçük bir denizde yüzen bir kadın başının resmedildiği tabloyu açtım. Kapalı gözlerle. Soluk gözkapaklarının ardında gizlenen, henüz çizilmemiş bir kainat. Telefon çaldı, cevap vermek üzere ayağa kalktım.

Arayan Robert'ın en küçük erkek kardeşi Edward'dı. Söz verdiği gibi Robert'ı son bir kez benim adıma öptüğünü söyledi. Öylece kalakaldım, donmuştum; sonra yavaşça, sanki bir rüyadaymışçasına iskemleme geri döndüm. Tam o anda Tosca'nın muhteşem aryası "Vissi d'arte" başladı. Ben aşk için yaşadım, ben sanat için yaşadım. Gözlerimi kapadım ve ellerimi kavuşturdum. Ona nasıl veda edeceğime takdir'i ilahi karar vermişti.








Self Polaroid (Mapplethorpe)


 Robert polaroidlerini sergileyeceği ilk solo gösterisine hazırlanıyordu. Davetiye krem rengi bir Tiffany zarfında geldi. Bir Otoportre; aynada çıplak gövdesinin orta kısmı ve kasıklarının hemen üzerine Land 360 makinesi. Bileğinin hemen üstünde görünen kabarık damarları, onu başkasıyla karıştırmaya imkan tanımıyordu. Önünde tuttuğu kocaman beyaz kağıttan bir benekle kamışını gizliyordu. Sağ alt köşeye de el damgasıyla ismini yazmıştı. Robert sergilerin davetiyeyle başladığına ve her davetiyenin baştan çıkarıcı bir hediye olması gerektiğine inanırdı. 

Patti Smith




Bulantı

 "Ben" deyince bir boşluk duygusuna kapılıyorum. Öyle unutulmuşum ki, kendimi iyice hissetmek elimden gelmiyor. Benden kalan bütün gerçeklik, var olduğunu hisseden varoluş sadece. Yavaş yavaş, uzun uzun esniyorum. Kimse hiç kimse için! Antoine Roquentin ne ki? Soyut bir şey o. Bilincimde kendimle ilgili ufacık, renksiz bir anı sallanıyor. Antoine Roquentin...Birden "ben" soluklaşıyor, işte söndü.


İrkilerek ayağa fırlıyorum. Düşünmemin önüne geçebilsem, hiç de fena olmayacak. Düşünceler her şeyden tatsızdır, yaşayan etten bile tatsız. Uzanıp dururlar, bitmez tükenmezler ve insanın ağzında acayip bir tat bırakırlar. Sonra düşüncelerin içinde kelimeler var; tamamlanmamış kelimeler, eksik kalmış cümleler. Durmadan geri gelirler. ""Bitirmem gere... Varolu... Ölüm... M. de Rollebon öldü. Değilim... Varolu..." Böyle sürüp gidiyor, bitmek bilmiyor bir türlü. Bu hepsinden kötü, çünkü kendimi bu işe katışmış ve sorumlu buluyorum. Sözgelimi şu çeşit acılı geviş getirmeye benzeyen varoluşmaktayım yok mu, işte onu sürdüren benim. Evet ben. Gövde bir kere yaşamaya başlayınca, bu işe kendi kendine devam edip gider. Ama düşünce öyle değil. Düşünceyi ben sürdürür, ben geliştiririm. Varoluşmaktayım. Varoluşmakta olduğumu düşünüyorum. Şu varoluşma duygusu ne kıvıl kıvıl bir şey! Onu ben sürdürüyorum yavaşça. Düşünmemi durdurabilseydim... Çabalıyorum buna, başarıyorum. Kafamın içi dumanla doluyor gibi... ama işte yeniden başladı. "Duman... düşünmemek... Düşünmemek istemiyorum. Düşünmek istemediğimi düşünüyorum. Düşünmek istemediğimi düşünmemem gerek."
Bitmek bilmeyecek mi bu?


Düşüncem ben'den başka bir şey değil. Bu yüzden duramıyorum. Düşündüğüm ile varoluşmaktayım. Oysa düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Şu anda bile (korkunç bir şey) varoluşmaktaysam, bu, varoluşmaktan ürküntü duymamdan ötürüdür. Özlediğim hiçlikten kendimi çekip alan benim. Nefret ya da varoluşmak tiksintisi, kendini varoluşturma, varoluşun içine oturtma biçimlerinden başka bir şey değil. Düşünceler, büyük bir baş dönmesi gibi ardımda doğuyorlar, başımın arkasında doğduklarını duyuyorum... Karşı durmazsam Önüme geçiyorlar. Çoğu kere, karşı koyamıyorum, düşünce büyüyor, büyüyor ve birden sınırsızlaşarak, tepeden tırnağa dolduruyor beni, varoluşumu yeniliyor.


sf. 138   

S&M - Mapplethorpe



Robert röntgenci değildi. Her zaman söylediği şuydu; S&M merakından kaynaklanan işlerine bilfiil dahil olması gerekiyordu. Ve bu fotoğrafları çekme amacı ne sansasyondu, ne de S&M'in toplumca kabullenilmesine yardımcı olmaktı. Kabullenilmesi gerektiğini düşünüyordu.; ona göre, yeraltı dünyası herkese göre değildi

Tüm bunların cazibesine kapıldığına, hatta ihtiyaç duyduğuna hiç şüphe yoktu. "Sarhoş edici bir şey," derdi. "Edinebileceğin güç. Seni isteyen kuyruğa girmiş bir sürü erkek var ve ne kadar itici olurlarsa olsunlar, insanın kendisine yönelik kolektif bir arzu duyulduğunu bilmesi son derece güçlü bir his.


Robert'ın S&M dünyasına yaptığı gezintiler beni bazen şaşırtır, hatta korkuturdu. Bunları benimle paylaşamıyordu çünkü bizim dünyamızın çok dışındaydı. Belki isteseydim paylaşırdı ancak ben de gerçekten bilmek istemiyordum. İnkardan çok midemin kaldırmaması yüzündendi. Uğraşları bana göre fazlasıyla açık saçıktı ve sık sık beni dehşete düşüren işler çıkarıyordu: kıçına kırbaç soktuğu davetiye, şeritlerle birbirine bağlı cinsel organ fotoğrafları...

Onu böyle fotoğraflar çekmeye iten şeyin ne olduğunu sorduğumda, birinin bunu yapması gerektiğini söyledi; neden o olmasındı? Rızaya dayalı aşırı cinselliği izleyebileceği ayrıcalıklı bir konumdaydı ve  fotoğraflarında yer alan insanlar ona güveniyordu. Onun misyonu cinselliği ortaya dökmek değil, cinselliğin bir yönünü sanat çerçevesinde, daha önce kimsenin yapmadığı bir şekilde belgelemekti. Robert'ı bir sanatçı olarak en çok heyecanlandıran, daha önce kimsenin yapmadığını üretiyor olmaktı.    
 
Patti Smith


Bulantı

 Açıklamaların ve nedenlerin dünyası varoluşun dünyası değildir.


Hoşçakalın kodoşlar! İnekler!! 



Varoluş zorunluluk değildir demek istiyorum. Var olmak, burada olmaktır sadece, var olanlar ortaya çıkarlar, onlara rastlanabilir, ama hiçbir zaman çıkarsayamayız onları. Bunu anlamış kimselerin bulunduğunu sanıyorum. Ama onlar, kendi kendinin nedeni olan zorunlu bir varlık uydurarak olumsallığı aşmaya çalışmışlardı. Oysa hiçbir zorunlu varlık varoluşu açıklayamaz. Çünkü olumsallık sahte bir görünüş, ortadan kaldırılabilecek bir dış görünüş değildir; mutlak olanın kendisidir, bu yüzden yetkin bir temelsizliktir. Şu bahçe, şu kent, ben kendim, her şey temelsiz ve nedensizdir. Bunun farkına vardığınız zaman yüreğiniz bulanır; geçen akşam Rendez-vous des Cheminots'da olduğu gibi her şey salınmaya başlar. Bulantı budur işte. Kodoşların (Coteau-Vert'dekiler ve benzerleri), hak düşüncesi ile kendilerinden saklamak istedikleri işte budur.   


sf. 178

Mapplethorpe ve Pornografik Fotoğraf

Untitled 1974


Robert insanın karanlık yönlerine eğilip onları sanata dönüştürüyordu. Mazeretsiz çalışıyordu; eşcinselliğini zarafetle, erkeksi bir biçimde ve kıskanılacak bir asaletle kullanıyordu. Yapmacıklığa hiç kaçmadan ve dişil zarafeti kurban vermeden tamamen erkeksi bir varoluş yarattı. Devam eden cinsel evrimine dair bir duyuru ya da siyasi bir duruş peşinde değildi. Yeni bir şey, daha önce görülmemiş ve keşfedilmemiş bir şey sunuyordu. Robert erkek olmayı yükseltmenin, eşcinsellikle mistisizi birleştirmenin yolllarını arıyordu. Cocteau'nun Genet şiiri üzerine söylediği gibi, " Onun müstehcenliği hiçbir zaman müstehcen değildir."

P. S.




Mapplethorpe's Artworks








Bulantı

Ayağımın altında uzayan, Bouville'in gri kıvılcımlanışlarına bakıyorum. Güneş altında, deniz kabukları yığınına, kemik parçalarına, kum tepelerine benziyor. Bu yıkıntılar arasında kaybolmuş ufacık cam ya da mika yansıları ara sıra hafif alevler saçıyor. Deniz kabukları arasında uzayan arklar, kanallar, çukurlar, ince çizgiler bir saat sonra sokak haline girecek, bu sokaklarda duvarlar arasında yürüyeceğim. Boulibet sokağı'nda seçebildiğim şu küçük kara adamcağızlar var ya; bir saat sonra ben de onlardan biri olacağım.

Şu tepenin ardında kendimi onlardan ne kadar uzak hissediyorum. Sanki başka bir türdenim ben. Bütün gün çalıştıktan sonra bürolardan çıkıyor, evlere ve meydanlara neşeyle bakıp, bu kentin, kendi kentleri olduğunu, bir "güzel burjuva kenti" niteliğini taşıdığını düşünüyorlar. Korkmuyorlar; kendi yurtlarında olduklarını duyuyorlar. Musluklardan akan evcil kent suyundan, düğme çevrilince ampullerden yayılan ışıktan, dayanaklarla desteklenmiş melez ağaçlardan başka şey bilmezler. Her şeyin bir mekanizmaya uyarak ortaya çıktığını, dünyanın belli ve değişmez yasalara göre işlediğini günde yüz kere görürler: Boşlukta, bütün nesneler aynı hızla düşer; park yazın her gün saat altıda, kışın da dörtte kapanır; kurşun 335 derecede erir; son tramvay Hotel de Ville'den on biri beş geçe kalkar. Durgun, biraz asık suratlı kimselerdir. Yarın'ı yani bugünün bir tekrarını düşünürler; kentlerde her sabah yeniden ortaya çıkan tek bir gün vardır. Pazarları, bu tek günü az buçuk süslerler. Avanaklar! Güven dolu, kalın suratlarını göreceğimi düşündükçe tiksinti kaplıyor içimi. Yasalar yaparlar; bayağı romanlar yazarlar, çocuk yapmak budalalığına düşmekten kurtulamazlar. Ama o koskoca, ne idüğü belirsiz doğa, kentlerine girmiş, her tarafa, evlerine, bürolarına, kendilerine bile sızmıştır. Doğa kıpırdamaz, olduğu gibi durur; onlar, içleri dolduğu, doğayı soludukları halde farkında değillerdir. Kentin dışında, yirmi kilometre uzakta olduğunu sanırlar doğanın. Onu görüyorum ben, bu doğayı görüyorum. Baş eğişinin tembellikten ileri geldiğini biliyorum; yasaları olmadığını da biliyorum, onun düzenliliği sandıkları şey... Doğanın alışkanlıkları var yalnız, yarın değiştirebilir onları.


Sayfa
214 - 215      

Mapplethorpe Hakkında Söylenenler

"Bir Mapplethorpe fotoğrafı demek şöhretle şehvetli bir görsel deneyim demek; koyu renk göbek teninin erotik bölgesinden tutun da, testisi andıran kabarık haşhaş kapsülünün üzerindeki tüylere kadar bir detay sarhoşluğu."



  "Mapplethorpe, vahşice estetize edilmiş bir arzu durumu elde etmeye çalışıyor, sadece ilgilendiği erkeklere değil, ten ya da mermer, bütün güzel  yüzeylere yönelmiş bir arzu. Güzelden azına da razı olabilecek aşk bu ufukta yer almıyor."



 "Mapplethorpe'un gösterisi retrospektif bir sergi ve eşcinsel ve hetoreseksüel erotik eylemleri gösteren imgeleri içeriyor. Açık seçik sado mazoşiztik uygulamaları gösteren siyah beyaz fotoğraflar var. Çıplak ya da deri giysili kadınlar erotik pozlar veriyorlar. Bütün bu fotoğrafların yanında zengin trendy tiplerin göz alıcı portreleri, zarif çiçek aranjmanları ve çıplak çocuklar var. Teker teker bakıldıklarında ille de müstehcen sayılmayacak imgeler, ama bu bağlamda provakatif görünüyorlar."




 "Bu fotoğrafların bir bütün olarak pornografinin asılsızlığını, gerçek yüzünü ortaya çıkardığını düşünüyorum -cinselliği gettolaştıran, cinselliğimizin bazı bölümlerinin konuşulamaz olduğunu ima eden bu kavramdan toplumun kurtulmasına yardım ediyor."


Bulantı


" Madeleine, şu plağı yeniden koyar mısınız? Gitmeden önce bir daha dinleyeyim. "


Özgürlük bu mu? Ta yukarılarda, bahçeler kente doğru tembelce iniyor; her bahçede bir ev yükseliyor. Ağır ve hareketsiz denizi görüyorum; Bouville'i görüyorum. Hava güzel.

Özgürüm: Hiçbir yaşama nedeni kalmadı artık bana; denediğim bütün nedenler beni bıraktı; başkalarını da tasarlayamıyorum. Daha genç sayılırım, yeniden başlamaya yetecek gücüm var. Ama nereden başlamalı? En şiddetli korkulara, bulantılara düştüğümde beni kurtarır diye Anny'ye ne kadar güvenmiş olduğumu ancak şimdi anlıyorum. Geçmişim öldü. M. de Rollebon öldü. Anny sadece bütün umutlarımı kırmak için geri geldi. Bahçeler boyunca uzayan şu beyaz sokakta yalnızım. Yalnız ve özgür. Ama bu özgürlük ölüme benziyor biraz.

 sf. 211



Bütün hayatım arkamda kaldı. Onu tepeden tırnağa görüyorum. Onunla ilgili pek az şey var söyleyecek, kaybedilmiş bir partidir hayatım; hepsi bu. Bouville'e tantanayla girişimin üzerinden üç yıl geçti. Birinci partiyi kaybetmiş, ikincisini oynamak istemiş, onu da kaybetmiş, onu da kaybetmiştim. Birden insanın her zaman kaybettiğini öğrendim. Kazanacaklarına inanan yalnız kodoşlardır. Ben de Anny gibi yapacağım artık, öldükten sonra yaşamaya devam edeceğim. Yemek, uyumak; uyumak, yemek. Ağır ağır, usul usul var olup gitmek; ağaçlar, bir su birikintisi, tramvaydaki kızıl banket gibi. 


Bulantı biraz yakamı bıraktı. Ama geri döneceğini biliyorum; benim normal halim o. Ne var ki bugün, vücudum onu kaldıramayacak kadar bitkin düştü. Canım sıkılıyor, başka bir şey değil. Ara sıra öyle şiddetle esniyorum ki, gözlerimden yaş geliyor. Derin kopkoyu bir sıkıntı bu; varoluşun  ta kendisi; benim yapıldığım hamur. Ama işi hırpaniliğe vurmuyorum, tam tersine, bu sabah yıkandım, tıraş oldum. Bu minicik bakım işlerini düşününce, onları nasıl olup da yapabildiğimi kavrayamıyorum; o kadar boşuna şeyler ki! Onları benim yerime alışkanlıkların yaptıkları besbelli. Alışkanlıklar hala canlı, uğraşıp duruyorlar, ağlarını usul usul belli etmeden kuruyorlar, sütanneler gibi yıkıyor, kuruluyor, giydiriyorlar.


sf. 212 

Mapplethorpe Flowers

Robert Mapplethorpe




Bulantı

 Bilincin, bilgisi de var. Duvarların arasında durgun ve bomboş olan, içini dolduran kimseden kurtulmuş ve hiçbir kişiliğe bağlı bulunmadığı için korkunçluk niteliğini edinmiş olan kendini, yer yer görür.


Tanrım! Bu bitki hayatını sürdürecek olan ben miyim? Günlerimi nasıl geçireceğim? Dolaşacağım. Tuileries Parkı'na gidip bir demir iskemleye oturacağım; daha doğrusu para vermeyeyim diye bir taş sıraya. Bir şeyler okumak için kitaplıklara gideceğim. Sonra? Haftada bir kere sinema. Peki sonra pazar günleri kendime bir Voltigeur ısmarlayıp tüttürecek miyim, Luxembourg Parkı'ndaki emeklilerle kroke oynamaya gidecek miyim? Otuz yaşında! Acıyorum kendime. Ara sıra "Elimde kalan üç yüz bin frangı bir yılda" harcasam daha iyi etmiş olmaz mıyım? diye düşünüyorum. Sonra ne olacak? Bana ne sağlayabilir bu? Yeni elbiseler mi? Kadınlar mı? Yolculuklar mı? Hepsini gördüm; bunlar bitti artık, sağlayacakları sonuç çekmiyor beni. Bir yıl sonra, kendimi şimdiki kadar bomboş bulacağım; tek bir anım bile olmayacak, ölüm karşısında korkup duracağım.

sf. 232

Aile Fotoğrafları - Susan Sontag






Her aile, fotoğraflar vasıtasıyla kendi familyasının bir portre-tarihçesini çıkarır (aile fertlerinin birbirine bağlılığına tanıklık eden taşınabilir bir görüntüler kutusu oluşturur).

Çekirdek aile adı verilen o klostrofobik birim çok daha büyük bir topluluğu temsil eden geniş aileden koparılıp çıkarılırken, fotoğraf da aile hayatının tehdit altındaki sürekliliğini ve süreç içinde kaybolmakta olan genişliğini hatıralaştırmaya, sembolik düzlemde yeniden oluşturmaya yaramaktadır. İşte bu hayali izler-fotoğraflar-, dört bir yana dağılmış akrabaların sembolik varlıklarının bir nişanesidir. Bir ailenin fotoğraf albümü, genellikle geniş aileyle ilgilidir ve çoğunlukla da o aileden geriye kalan tek şeydir. 


Susan Sontag
Fotoğraf Üzerine

*


*



Fotoğraf Çekmek - Julio Cortazar

Tükenmişlikle baş etmenin en iyi yollarından biri fotoğraf çekmektir; insan bu beceriyi çok erken yaşta edinmeli, çocuklara öğretmelidir; çünkü disiplin, estetik eğitim, keskin göz, sağlam sinirli eller gerektirir. Sıradan bir foto-muhabir gibi pusuda yatıp yalanlar yakalamak, Downing Sok. No.10'dan VIP'lerin şapşal silüetini fotoğraflamak değil benim söylediğim.  İnsan elinde fotoğraf makinesiyle dolaşırken hangi konuda olursan olsun gözünden hiçbir şey kaçırmamakla sanki yükümlüdür. Güneş ışınlarının birden sanki kıvançla eski bir duvardan yansımasını, bir somun ekmek, bir şişe sütle evine giden bir kız çocuğunun saç örgülerinin kopardığı koşuyu kaçırmamak zorundadır. Fotoğrafçı her zaman makinesinin sinsice baskılara karşı kendi kişisel dünya görüşünde direnmeye çalışır (şimdi de kocaman bir bulut geçiyor, rengi siyaha yakın), Michel bunu biliyordu. Kendine güveni de noksansızdı. Biliyordu ki dalga geçmenin kilit noktasını, çerçevesiz görüntüyü, diyafram açısız, 1/250 saniyesiz yetersiz ışığı yeniden ele geçirmesi için contax'inin almadan sokağa çıkması yeterlidir. Şimdiyse (ne sözcük şu ama ŞİMDİ, ne aptal bir yalan) ırmak kıyısındaki parmaklıkta oturmuş, aşağıdan geçen allı karalı motorları fotoğraf açısından düşünmeksizin seyredebiliyor, eşyanın yakasını bırakmanın rahatlığına kendini kapıp koyvermekle, zaman ırmağında kıpırtısız akıp gitmekle yetiniyordum. Hem artık rüzgar da esmiyordu.


Cortazar'ın Cinayeti Gördüm
öyküsünden - Sf. 42 

Dead Troops Talk (1992, Jeff Wall)


Bireysel savaş karşıtı görüntüler arasında, Jeff Wall'ın 1992'de yaptığı 'Ölü Bölükler Konuşuyor' (Kızıl ordu devriyesinin düşürülmesinden sonraki bir hayal, Mokor yakınları, Afganistan -1986 kışı) başlıklı devasa fotoğraf, bana göre düşünselliği, tutarlılığı ve tutkusuyla örnek alınmalıdır. İki buçuk metre yüksekliğinde ve dört metreden geniş bir Cibachrome dia olan ve bir ışık kutusu üzerine oturtulmuş, bir belgenin anti tezi niteliğindeki resim, sanatçının stüdyosunda kurduğu bir manzarada, yıkılmış bir yamaçta, poz veren figürleri gösterir.

Wall'ın hayali fotoğraf çalışmasındaki figürler "gerçekçi"dir, ama elbetteki imgenin gerçekle ilgisi yoktur. ölü askerler konuşmaz. Ama burada konuşmaktadırlar.

Susan Sontag

Başkalarının Acısına Bakmak - Susan Sontag

Acıların ikonografisinin uzun bir geçmişi, deyiş yerindeyse bir soyağacı vardır. Gösterilmeye değer sayılan acılar, kaynağı ister ilahi güçler, isterse insanoğlu olsun, bir gazabın sonucu olarak kavranan acılardır. (Sanat tarihinden hastalık veya çocuk doğurma gibi doğal nedenlerden kaynaklanan acıların temsil edilmesine pek rastlanmaz; sanki dikkatsizlik ya da talihsiz sonucu meydana gelen acılar diye bir şey yokmuş gibi, tesadüfen yaşanan acılara ilişkin bir örnek hemen hemen hiç yoktur.) Yunan mitolojisinde acıyla kıvranan Laokoon ve ikiz oğullarını temsil eden heykel grubu, İsa’nın ıstırabını resim ve heykel alanındaki sayısız versiyonları ve Hristiyan din şehitlerinin gaddarca idamlarıyla ilgili sonsuz sayıda görsel malzeme: Bu eserlerle amaçlanan şey, kesinlikle insanları harekete geçirip alevlendirmek, dahası onları eğitmek ve örnek oluşturmaktır. Dolayısıyla, bu eserlere bakan kişiler, acı çeken kişilerin acısını paylaşabilir, o acıyı içlerinde duyabilirler (Hristiyan azizler söz konusu olduğunda, kendilerine model aldıkları inanç ve metanetten esinlenebilir ya da bu dayanıklılık gücü karşısında kendi yaşantılarına bir çekidüzen verme ihtiyacı hissedebilirler.), ancak bu acıların, onlardan dolayı kederlenerek ya da onlarla boğuşmaya çalışarak baş edilemeyecek bir yazgıyı temsil ettiklerini de akıldan çıkarmamak gerekir.

Anlaşılan o ki, acı çeken bedenleri gösteren resimlere karşı duyulan iştahlı merak, neredeyse çıplak bedenlere gösterilen arzulu merak kadar şiddetlidir. Hristiyan sanatında, yüzyıllardan beri sergilenen cehennem betimlemelerinde bu doğal güçlü duygulardan ikisi de tatmin ediliyordu.     


Başkalarının Acısına Bakmak
kitabından

I am optimistic about nothing - Francis Bacon





"My impulse is my life, my impulse is that I am an old man, but I am profoundly optimistic about nothing."

How can you be optimistic about nothing Francis?

"I can be. Just existing. For a moment. Just existing today makes me optimistic."

Optimistic about what?

"Nothing. I am optimistic about nothing. I am just born with that optimistic nature, I'm just optimistic about nothing."


*
francis bacon

- DUYUMSAMAK -

Monkey - 1955

Figürasyonu (yani hem illüstratif hem  de naratif olanı) aşmanın iki yolu vardır: biri soyut biçime, diğeriyse figüre doğru giden iki yol. Cezanne, figüre giden yola basit bir ad verir: duyumsama.
Figür, duyumsamayla ilişkili duyulur biçimdir; doğrudan doğruya sinir sistemine etki eder, yani tene. Soyut biçim ise, beyin dolayımıyla işlediğinden kemiğe daha yakın olan beyne hitap eder.
Duyumsamamın bir yüzü özneye (sinir sistemi, yaşamsal hareket, içgüdü, mizaç...) bir yüzü nesneye (olgu, yer, olay) çevrilidir. Hatta hiç yüzü yoktur. O, ayrıştırılamaz biçimde her ikisi birdendir; fenemenologların dediği gibi "dünya-içinde olmak"tır; Ben hem duyumsamada oluyorum, hem de duyumsama yoluyla bir şey geliyor, biri öteki yoluyla, biri ötekinin içinde.

İzleyici olarak ben, duyumsamayı ancak tablonun içine girerek, duyabilen ve duyulanın birliğine erişerek anlarım. Cezanne'ın izlenimcilerin ötesindeki dersi: Duyumsama, ışığın ve rengin (izlenimler) "serbest" ya da bedenden kurtulmuş oyununda değildir, tersine bedenin içerisinde, diyelim ki bir elmanın gövdesi içerisindedir. Renk bedende, duyumsama bedendedir, havalarda değil. Duyumsama resmedilmiş olandır. Tabloda resmedilmiş olan bedendir; nesne olarak temsil edilişiyle değil, böyle bir duyumsamayı uyandıracak şekilde yaşanmasıyla (Lawrence'ın Cezanne'dan bahsederken "elmanın elmamsı varlığı" dediği şey budur.)

 Bu Bacon'u Cezanne'a bağlamanın en genel yoludur: duyumsamayı resmetmek veya Bacon'ın Cezanne'ınkine çok yakın bir ifadeyle söylediği gibi, olguyu kaydetmek.


Duyumsamanın Mantığı
Gilles Deleuze