Maldoror'un Şarkıları / Comte de Lautreamont

Lautreamont'la, başkaldırmanın delikanlılık olduğu anlaşılır. Büyük bomba ve şiir yıldırıcılarımız çocukluk çağından yeni çıkmışlardır. Maldoror'un türküleri, dahi bir liselinin kitabıdır nerdeyse; dokunaklılığı da evrene ve kendi kendine karşı ayaklanmış bir çocuk yüreğinin çelişkilerinden doğar. Illuminations'un dünyanın sınırlarına doğru atılan Rimboud'su gibi, bu ozan da, ne ise o olan dünyada kendisini ne ise o yapan olanaksız kuralı benimsemektense, yıkmayı, yıkılmayı seçer.

Albert Camus



On dokuzuncu yüzyılın sonu görecek kendi şairini (bununla birlikte, başlagıçta, bir başyapıtla başlamamak, doğanın yasasını izlemek gerek); şair Amerika kıyılarında doğdu, bir zamanlar birbirine düşman olan iki halkın, şu anda, özdeksel ve tinsel gelişmeyle kendilerini aşmaya çalıştıkları yerde, Plata Irmağının ağzında. Büyük halicin gümüşlü sularından dost ellerini uzatıyorlar, güneyin ecesi Buenos-Airos ile cilveli Montevideo. Ama, egemenliğini kurdu bu topraklar üzerinde ölümsüz savaş, ve kurban hasadı yapıyor neşe içinde. Elveda ihtiyar, ve düşün beni, yazdıklarımı okuduysan eğer. Sen, delikanlı, kaptırma kendini umutsuzluğa, çünkü, sen tersini düşünsen de bir dostun var bu kan emici hortlakta. Dostun iki olacak, uyuzböceği kurdundan türeyen uyuzu da hesaba katacak olursak. 

(Birinci Şarkının Sonu)


Arture 289: İ. Ducasse

Arture 289: I. Ducasse, Yüksel Arslan

" Ah! Bir cehennem olacağına, uçsuz bucaksız bir göksel dübür olsaydı evren, bakın neler yapardım göbeğimin altıyla! Evet, kanlı büzüğüne gömerdim, azgın devinimlerimle çatırdatarak çeperlerini kalçalarının. O zaman, devingen kumlu kumulların hepsini üfürmezdi kör gözlerime acı; uyuyan gerçeğin yattığı yer altı bölgelerini keşfederdim, ve böylece yapışkan er suyu ırmaklarım
atlayacak bir okyanus bulurlardı kendilerine... "

Oğlancılar

Ey anlaşılmaz oğlancılar, bana düşmez sövgüler yağdırmak o büyük alçalmanıza; bana düşmez küçümsemek o huni biçimli dübürünüzü. Kaçınılmaz cezalarını kendileriyle birlikte getirsin yeter, pençesine düştüğünüz utanç verici ve neredeyse onmaz hastalıklar. Dar kafalı aktörenin bulucuları, siz, gülünç kurumların yasacıları, uzaklaşın yanımdan, yansız bir ruhum çünkü ben. Ve siz delikanlılar ya da daha doğrusu genç kızlar; açıklayın bana, nasıl ve niçin (ama uygun bir uzaklıkta durun, çünkü, ben de karşı koyamam tutkularıma) yeşerdi yüreklerinizde öç, insanlığın böğrüne böyle bir yara çelengi takacak kadar. Davranışlarınızla (ki ben ululuyorum onları!) utandırdınız onu kendi oğullarından; abartılmış duyarlığınız kadınca şaşkınlığın ölçülerine tamı tamına denk düşerken, kendini karşısına ilk çıkana sunan fahişeliğiniz en derin düşünürlerin mantığını uyguluyor. Benzeşlerinizinkinden daha az mı yoksa daha çok mu dünyasal bir kişiliğiniz var? Bizde olmayan altıncı duygu var mı sizde? Yalan söylemeyin, düşündüğünüzü söyleyin. Sorguya çekmiyorum sizi; çünkü, gözlemci olarak görkemli zekalarınızın yüceliğiyle sık sık görüştüğümden bu yana, iyi biliyorum ne yapacağımı. Sol elim kutsasın sizi, sağ elim kutlu kılsın sizi, yüzünüzü öpüyorum evrensel sevginin koruduğu melekler, göğsünüzü öpüyorum, öpüyorum tatlı dudaklarımla uyumlu ve güzel kokulu vücudunuzun değişik yerlerini. Hemen söylemeyecek misiniz kim olduğunuzu bana, siz, üstün bir tinsel güzelliğin billurları? Benim keşfetmem gerekti, mazlum yüreğinizin vuruşlarında barınan sayısız sevecenlik ve dürüstlük hazinelerini. Gül ve kanguru otu taçla bezenmiş göğüs. Sizi tanımak için bacaklarınızı aralamanız ve ağzımın hayanızın simgelerine tutunması gerekti. Ama (düşünülmesi gereken önemli bir şey), sıcak suyla yıkamayı unutmayın oralarınızın derisini, çünkü yoksa kesinlikle zührevi hastalıklar çıkar doyumsuz dudaklarımın çatlaklarında. Ah! Bir cehennem olacağına, uçsuz bucaksız bir göksel dübür olsaydı evren, bakın neler yapardım göbeğimin altıyla! Evet, kanlı büzüğüne gömerdim, azgın devinimlerimle çatırdatarak çeperlerini kalçalarının. O zaman, devingen kumlu kumulların hepsini üfürmezdi kör gözlerime acı; uyuyan gerçeğin yattığı yer altı bölgelerini keşfederdim, ve böylece yapışkan er suyu ırmaklarını atlayacak bir okyanus bulurlardı kendilerine. Ama, sonradan gerçekleşmesinin karşılığını hiçbir zaman alamayacak olan bir düşsel durum için üzüldüğümü neden göreyim? Zahmetlere girip dayanıksız varsayımlar üretmeyelim. Bu arada, yatağımı paylaşmak tutkusuyla yanıp tutuşan kişi, gelip bulsun beni; katı bir koşulu var konukseverliğimin: On beşi geçmemeli yaşı. O da benim otuzumda olduğumu sanmasın sakın; ne fark eder? Yoğunluğunu azaltmaz yaş duyguların, yapmaz böyle bir şey ve saçlarım kar gibi beyazlaştıysa eğer, yaşlılıktan değil; tam tersine, sizin bildiğiniz nedenden dolayı. Sevmem ben kadınları! Ne de hünsaları! Buna benzeyen, insan soyluluğunun en belirgin, en silinmez harflerini alınlarında taşıyan varlıklar gerek bana! Benim niteliklerimi taşıdıklarına emin misiniz uzun saçlı yaratıkların? Sanmıyorum ben, direneceğim düşüncemde. Acı bir tükürük geliyor ağzımdan, nedenini bilmiyorum.  Kim emmek ister, bundan kurtulmam için? Çoğalıyor ... çoğalıyor durmadan! Biliyorum ne olduğunu. Yanımda yatanların kanını boğazlarından içtiğim zamanlar (mezarlarından çıkan ölülere kan içici hortlak adı verildiği için, beni hortlak yerine koymak haksızlık olur; çünkü ben yaşıyorum), bunun bir bölümünü ağzımdan geri çıkardığımı fark ettim: İşte pis kokulu tükürüğün açıklaması. Besinleri özümleme görevini yerine getiremiyorsa kötülüğün güçsüz düşürdüğü organlar, benim elimden ne gelir? Amma, kimseye açmayın sırlarımı. Kendim için söylemiyorum bunu size; sizin ve başkaları için, bilinmeyenin büyüsünün çekimine kapılıp bana öykünmeye kalkışacak olanları, gizin saygınlığı, görev ve erdemin sınırları içinde tutsun diye. Lütfedip ağzıma bakın (daha uzun nezaket cümleleri kullanacak vaktim yok şu anda); yılanla karşılaştırmanıza gerek kalmadan, daha ilk anda yapısının görünüşüyle dikkatinizi çekecektir; soğuk bir kişiliğim olduğuna inandırmak amacıyla dokusunu büzebildiğim kadar büzdüğüm için böyledir görünüşü. Tam tersi bir kişiliğim olduğunu bilmiyor değilsiniz. Ah! Yüzünu bir görebilsem, şu meleksi sayfaların arasından beni okuyan kişinin. Yaklaşın, eğer erinlik yaşınız geçmediyse. Sarıl bana ve canımı yakacağından korkma; giderek daha çok sıkalım kaslarımızın zincirlerini. Daha çok.  Sanırım bir yararı yok direnmenin; birçok bakımdan üstün nitelikli olan bu sayfanın donukluğu, birleşme eylemimizin tam anlamıyla gerçekleşmesinin en önemli engellerinden biridir. Solgun lise gençliğine, fabrikaların sararmış çocuklarına pis bir heves duydum her zaman! Bir düşün bulanık anıları değil sözlerim; acılı sözlerimin gerçekliğini tanıklıklarıyla doğrulayabilecek olayları gözlerinizin önüne sergilemek zorunda kalsaydım, pek çok anım olurdu kurtulmam gereken. Memurlarının yadsınmaz yeteneğine karşın, suçüstü yakalayamadı beni henüz insan adaleti. Tutkuma pek kulak asmayan bir oğlancıyı bile öldürdüm (çok zaman geçmedi üzerinden). Bir battal kuyuya attım cesedini ve kesin kanıt yok bana karşı. Niçin titriyorsunuz, beni okuyan delikanlı? Aynı şeyi size de yaparım mı sanıyorsunuz? Kocaman bir haksızlık ... Haklısınız: Sakının benden, hele güzelseniz. Her zaman yaslı bir şişkinlik sergiler benim oralarım; bunları doğal dinginliklerinde gördüğünü ileri sürmez hiç kimse (hem de kaç kez yaklaştılar), bir çılgınlık anında orama bıçak sallayan kundura boyacısı bile. Nankör! Haftada iki kez giysi değiştiririm, temizlik kişiliğimin temel güdüsü olmadığı için. İnsanlığın üyeleri birkaç gün içinde yok olurdu uzun savaşlarda, böyle davranmamış olsaydım eğer. Gerçekten de, varlıklarıyla tedirgin ettiler beni ve ayaklarımın üstünü yalamaya geldiler, bulunduğum bazı ülkelerde. Ama, nasıl da güçlüymüş er suyu damlalarım, koku alma sinirleriyle soluk alanları kendilerine çekmek için? Amazon kıyılarından geliyorlar, Ganj'ın suladığı vadileri geçiyorlar, kutup likenlerini bırakıp gidiyorlar, benim peşimde uzun yolculuklara çıkmak, ve kutsal ersuyu, dağları, gölleri, çalılıkları, ormanları, yüksek burunları ve denizin enginliklerini güzel kokulara boğan kişiyi, bir ancık bile olsa, surlarının yakınlarında görüp  görmediklerini devinimsiz kentlere sormak için! Beni bulamamanın yol açtığı umutsuzluk (tutkularını azdırmak için, en ulaşılmaz yerlere gizleniyorum), çok üzücü işler yaptırıyor onlara. Üç yüzer bin kişi karşı karşıya geçiyor ve topların böğürtüsü nağme oluyor savaşa. Bir tek savaşçı gibi, aynı anda sarsılıyor bütün kanatlar. Kalkmamacasına yere yıkılıyor hemen, kurulan kare düzenleri. Dört bir yana kaçıyor ürkmüş atlar. Toprağı deşiyor top gülleleri, tıpkı benzersiz gök taşları gibi. Uçsuz bucaksız bir kırım alanından başka bir şey değil artık savaş sahnesi, gece varlığını muştulayıp da bulutun yırtıklarından ortaya çıkınca sessiz ay. Bu gezegenin, bana birkaç fersah ötedeki cesetlerle kaplı bir alanı gösteren puslu hilali, Tanrı'nın bana verdiği büyüleyici ve açıklanmaz tılsımın, kendisinden sonra, yol açtığı kötü sonuçları, bir an, bir derin düşünce konusu olarak almamı emir buyurdu. Yazık ki, insan soyunun benim alçakça tuzağıma düşüp tamamen yok olması için, daha nice yüzyıllar gerekecek! Bu nedenle, kurnaz ve böbürlenmeyen bir kafa, amaçlarına ulaşmak için, ilk bakışta üstesinden gelinmez bir engel çıkardığı izlenimi uyandıran olanakları kullanır. Her zaman, bu çekici konuya doğru yükseliyor zekam, ve başlangıçta ele almaya niyetlenmiş olduğum önemsiz konuyla kendimi sınırlamanın artık benim için olanaksız olduğuna siz de tanıksınız.

Son bir söz ... bir kış gecesiydi. Çamların arasında uğuldarken karayel, karanlıkların içinden kapısını açıp bir oğlancıyı içeri aldı Tanrı.

sf. 197 - 201
Maldoror'un Şarkıları

Gece Yarısı Şarkısı


... Hemen her yer sessizliğe ve gizemliliğe büründü; ama derinlerden yavaş yavaş bir çanın sesi
yükseldi. Zerdüşt bu sese kulak verdi daha yüce insanlar gibi; ama sonra parmağını bir kez daha
dudaklarına götürdü ve yeniden konuştu: “Gelin! Gelin! Gece yarısı oluyor!” – ve değişmişti sesi.

Ama o hâlâ yerinden kıpırdamadı: sonra ortalık daha da sessizleşti ve daha da gizemlileşti; herkes,
eşek bile kulak kesildi, Zerdüşt’ün onurlu hayvanları, kartal ve yılan, Zerdüşt’ün mağarası ve büyük
serin ay ve gecenin kendisi de kulak kesildiler. Ama Zerdüşt elini üçüncü kez dudaklarına götürdü ve
dedi ki:
Gelin! Gelin! Gelin! Şimdi dönüşelim! Zamanı geldi: geceye dönüşelim.

* * *

3

Siz daha yüce insanlar, gece yarısı oluyor: bu yüzden bir şeyler fısıldamak istiyorum kulaklarınıza,
şu yaşlı çanın kulaklarıma fısıldayışı gibi, –

– öyle gizemli, öyle korkunç, öyle sevimli konuşuyor ki, bir insandan daha çok şey yaşamış olan bu
gece yarısı-çanı benimle:

– Sizin babalarınızın yüreklerinin acıyla atışını bile saymıştı o – ah! Ah! Nasıl da iç çekiyor! Nasıl
da gülüyor rüyasında! Yaşlı, derin mi derin gece yarısı!

Sessiz olun! Sessiz! Gündüz ses çıkaramayan kimi şeyler duyuluyor artık; serin havada,
yüreklerinizdeki tüm gürültü de sessizleştiğinde, –

– konuşuyor şimdi, duyuluyor şimdi, sokuluyor şimdi, geceyi uyanık geçiren gönüllere; ah! Ah!
Nasıl da iç çekiyor! Nasıl da gülüyor rüyasında!

– Duymuyor musun, nasıl da gizlice, korkunç, bir biçimde, içten, konuşuyor o seninle, o kadim,
derin mi derin gece yarısı?

Ey insan, kulak ver!

* * *

4

Vay halime! Nereye gitti zaman? Derin kuyulara düşmedim mi? Dünya uyuyor –
Ah! Ah! Köpek uluyor, ay parlıyor. Gece yarısı yüreğimin şimdi neler düşündüğünü size
söylemektense, ölürüm daha iyi.

İşte öldüm bile. Geçti gitti. Örümcek ne örüyorsun etrafıma? Kan mı istiyorsun? Ah! Ah! Çiy
düşüyor, saat geliyor –

– beni üşütüp donduran saat, sorup sorup duran: “Kimde var bunu kaldıracak yürek?

– Kim olacak yeryüzünün efendisi? Kim diyecek: Böyle akmalısınız, siz büyük ve küçük ırmaklar!”

– Vakit yaklaşıyor: ey insan, sen daha yüce insan, kulak ver! Bu konuşma hassas kulaklar içindir,
senin kulakların için – derin gece yarısı ne söyler?

* * *

5

Beni çekip götürüyor, ruhum dans ediyor. Günlük iş! Yeryüzünün efendisi kim olacak?

Ay serin, rüzgâr susuyor. Ah! Ah! Yeterince yüksekten uçtunuz mu? Dans ettiniz: ama bir bacak bir
kanat değildir henüz.

İyi dansçılar, işte bütün zevk sona erdi, şarap tortulandı, çanaklar yıprandı, mezarlar mırıldanıyor.

Yeterince yükseğe uçmadınız: şimdi mezarlar mırıldanıyor, “Ölüleri kurtarın! Gece neden bu kadar
uzun? Ay sarhoş etmiyor mu bizi?” diye.

Siz daha yüce insanlar, kurtarın mezarları, uyandırın cesetleri! Ah, daha ne kazıyor ki solucan?
Yaklaşıyor, yaklaşıyor saat, – ―

– uğulduyor çan, horulduyor hâlâ yürek, kazıyor hâlâ ağaç kurdu, yürek kurdu. Ah! Ah! Derindir dünya!

* * *

Bir ispermeçet balinası yavaş yavaş denizin yüzeyine yükseliyor ve sudan başını çıkartıyor, bu ıssız açıklardan geçen gemiyi görmek için. Evrenle birlikte doğdu merak.

sf. 58

Aradığın nasıl bir giz? Ne ben, ne de Kuzey okyanusu denizayısının yüzgeçli dört ayağı, gizini bulabildik yaşamın.

sf. 63

Maldoror'un Şarkıları 



Je est un autre

13./

Rimbaud'nun ünlü sözü:

"Je est un autre."

Nasıl çevirmeli?
Rimbaud, "Ben başkasıyım" demiyor,
"Ben bir başkasıdır" diyor.
Burdaki ben, Rimbaud'nun kendisi değil.

Ben, sizin bildiğiniz ben değilim.
Bende bir başkası var.
Ama her başkasında bir ben yok. 
Rimbaud'nun sözü, sanırım, en az 
sözcükle dile getirilmiş has sanatçının tarifi.

Edgü / Ders Notları

Lesbos'lu Sappho

Lesvos

Lesbos, bir Yunan adası. Ününü, adından türemiş dişil bir sözcüğe borçlu: Lezbiyen (Lesbos'lu kadın). Bu kelime, dün olduğu gibi bugün de adanın ortamıyla hiç ilgisi olmayan  bir skandal kokusu yayıyor (ya da yayıyordu). Lesbos (Midilli), Ege Denizi'nin kuzeydoğusunda, Küçük Asya'ya, daha doğrusu, geleneğe göre Akhalı savaşçıların Helene'nin güzelliği için on yıl boyunca çarpıştığı Troya'ya çok yakın bir ada.

Lesbos, hiç de güzel olmayan kadın şair Sapho'nun memleketi. Sapho hiç kuşkusuz, adanın en önemli kenti olan Mytilene'de, M.Ö. VII. yüzyılın son otuz yılında doğdu. Adadaki tüm kentler komşuları karşısında bağımsızlıklarına çok düşkündüler, ama hepsi de Yunan lehçesini, Eolyen dilini konuşuyorlardı. Bu dilin, adaya vaktiyle Troya'yı kuşatmış bazı Akhalı savaşçılar tarafından getirildiği sanılmaktaydı, hatta Lesbos'un büyük ailelerinden biri olan Penthilides'ler, Akha çıkartmasının komutanı Agamennon'un oğlu Orestes'in soyundan geldiklerini ileri sürüyorlardı.
                               
Sapho'nun zamanında, Lesbos zengin bir adaydı. Küçük Asya'daki komşu Yunan kentleriyle, özellikle de daha o zamanlar uzak Batı'ya açılan denizcileriyle ünlü Foça'yla yakın ilişki içindeydi. Foçalılar daha sonra bu uzak Batı'da Marsiya kentini kurdular, bu ilk Batı kolonisinde Foçalılar tarafından oraya getirildiği sanılan Lesbos'ta yapılmış çömlekler bulundu, Foçalılar herhalde bu çömlekleri Kassiterides adalarından (Büyük Britanya) gelen kalayla değiştokuş ediyorlardı, bu değerli kalay, silah ya da değerli eşyalar yapılan bronzun imalinde kullanılıyordu.

Mytilene'nin tarihine gelince, Sapho'nun dönemine kadar bu konuda fazla bir şey bilinmemekteydi, hatta daha sonra bile bu durum devam etti. Ancak kentte çeşitli karışıklıklar çıktı ve aristokrasinin ayrıcalıklarına son verildi. Bu karışıklıklara, artık adları bizim için pek bir şey ifade etmeyen çeşitli kimseler karıştı: Melankhros, Myrsilos ve soyluları kovarak adada huzuru yeniden sağlayan Pittakos gibi.

Sapho çağdaşı ve yurttaşı Alkeus gibi, bu aristokrat sınıfın bir üyesiydi. İkisi de, kişisel duyguları anlatan, bu nedenle de geleneksel dinsel lirik şiirden ayrılan Eolya lirik şiir okulunun temsilcileriydi.

Sapho'nun babasının adı Skamandrominos'tu, Homeros'un İlyada'da anlattığı, Troya ovasındaki ünlü ırmağın (Skamandros)adını andırıyordu. Kızından başka birkaç tane de oğlu vardı. En büyükleri Kharaksos, Mısır'la ticaret yapıyordu, Mytilene'lilerin Nil deltasındaki Naukratis'te yapılan bir tapınakları bulunuyordu. Kuşkusuz Sapho'nun erkek kardeşi de, pek çok soylu gibi, gemisiyle Naukratis'e giderek oradan aldığı malları adasına taşıyordu. Heredotos'un anlattığına göre, Naokratis'te Rhopodis adında bir fahişeye aşık olarak onun uğruna servetini yiyip bitirdi. Sapho, şiirlerinden birinde, kardeşini kendisinden ayıran kadına Dorikha adını vermişti, ancak eğer Kharaksos'un başından bir başka serüven daha geçmediyse, bu iki kadının aynı kişi olması da mümkün. Sapho'nun bir diğer erkek kardeşi olan Eurygios hakkında fazla bilgimiz yok. Üçüncü kardeşi Larikhos ise, daha sonra yaşamış bir yazara göre, Mytilene meclisinde sakilik yapıyordu; yani kentin önde gelen danışmanları toplandığında onlara içki sunuyordu. Bu görev, en iyi ailelerin çocuklarına verilmekteydi.

Homeros destanındaki kahramanların soyundan geldiğini ileri süren Mytilene'li bu soylular, o kahramanlar gibi yaşamaktaydılar. Kadınlar da daha sonra M.Ö. V. ve VI. yüzyıllardaki klasik çağda artık ortadan kaybolan bir özgürlüğe sahiptiler. Bu, evliliğin Sapho için bir görev olmadığını göstermez. Kerkolas adında, Andros adasından gelme "çok zengin" bir adamla evlendi, ondan bir kızı oldu, kızın adını annesinin ki gibi Kleis koydu. Ama kadın, geleneğe göre, her şeyden önce oikos'un, yani evin bekçisi olarak görülse de, tanrıların onuruna düzenlenen sayısız şölen sırasında genç kadınlar ve genç kızlar bir araya geliyor, koro oluşturuyorlardı (koro, şarkı değil dans amacıyla toplanmış bir gruptu).


Lawrence Alma Tadema



"Eros'a"


Ernst-Stückelberg, 1897 "Sappho"












(Eros'a)

acı bağışlayan
masal dokuyan

Sappho Üzerine



Yaşamöyküsü

İS 2. yüzyılın sonu ya da 3. yüzyılın başında yazılmış bir papirüsten:

Lesboslu Sappho Mytilene kentinde doğdu. Babası Skamandros ya da Skamandronymos’du. Üç erkek kardeşi vardı; Ergyins, Larikhos ve Kharaksos. En büyükleri Mısır’a gitti. Sappho, daha çok, Larikhos’a düşkündü. Kleis adında bir kızı vardı. Kimileri onun davranışlarında kurallara uymamakla ve sevici olduğu iddiasıyla suçladı. Kimilerine göre rezil, çirkin bir kadının tekiydi; yüzü esmer, kendisi minyondu.

*

Suda Sözlüğü, “Sappho”, I. Anma 

Annesi Eresuslu Kleis’di. Alkaios’un, Stesikhoros ve Pittakos’un yaşadığı 42. Olimpiyat’ta (ÎÖ 612-608) ünlendi... Korkylas adında çok zengin biriyle evlendi. Bu adam Andros’la ticaret yapıyordu... Sapho’nun üç yoldaşı ve arkadaşı vardı: Atthis, Telesippa ve Megara. Onlarla saf olmayan bir ilişki kurduğu gerekçesiyle adı kötüye çıktı. Öğrencileri Miletoslu Anagora, Kolophonlu Gogyla ve Salamisli Eurika'ydı. Lirik şiirlerden oluşan dokuz kitap yazdı ve plektrum’u (lir çalmada kullanılan araç) buldu.

Eusebios, Kronik

Olimpiyat 45. I’de (600-599) şairler Sappho ile Alkaios ün salmışlardı.


Strabon, Coğrafya

Sappho, Alkaios ve Pittakos döneminde ünlendi; harika bir yaratıktı bu: Bütün yazılı tarihte, şair olarak onun yanına varacak bir başka kadın tanımıyorum.

Athenseus, Bilginler Akşam Yemeğinde 

O kadar cümbüşe katıldığını bildiğimiz Lesboslu Alkaios, Sappho için duyduğu arzulu aşkı liriyle dile getirirdi.

Polluks, Dağarcıklar

Mytineleliler Sappho’nun yüzünü sikkelerine darp ettiler.
Perphrios, Horaatius Üzerine, Risaleler Genellikle erkeklerin yer almadığı şiirleriyle ün saldığından ya da bir tribad olarak iftiraya uğraması yüzünden, “Erkeksi Sappho.”

Bu cümle üzerine Dionysios Latinos:

Erkek: Yumuşak değil (yani eşcinsel değil): Ne çapkın bir hazcı; ne de iffetsiz.

*

Tyreli Maksimos, Söylevler

Kim Lesboslu kadının aşkını Sokratik bir aşk sanatından ayrı tutabilir? Bana öyle geliyor ki onlar aşkı kendi tarzlarıyla yaşadılar. Sappho kadınların aşkıyla, Sokrates erkeklerin. Çünkü ikisi de çok sevdiklerini ve bütün güzel şeylerden büyülendiklerini söyledi. Alkibiades, Kharmides ve Phaedrus Sokrates için neyse, Gyrinna, Atthis ve Anaktoria Sappho için aynı şeydi.





“Öteki Sappho”

Suda Sözlüğü, “Sappho”, II. Anma

Mytilene’den bir Lesboslu lir çalgıcısı. Bu Sappho Lekates uçurumundan kendini attı ve Mytileneli Phaon’un aşkı uğruna denizde boğuldu. Kimileri lirik şiirleri olduğunu da söyler.

*

Mor Kaküllü, Tatlı Gülüşlü Sappho

Antik çağın "muhtar"larından Amasyalı coğrafyacı Strabon, ünlü Geographika'sında Midilli adasının yetiştirdiği ünlüleri saymaya girişiğinde, önce Pittakos ve Alkaios'un adlarını anar, sonra da ekler: "Aynı dönemde Sappho da yaşamıştı; olağanüstü bir yaratıktı, çünkü bildiğimiz kadarıyla hiçbir zaman -ne kadar gerilere gidersek gidelim- şiir alanında onunla azıcık da olsa aşık atabilecek başka hiçbir kadın ozan çıkmaz karşımıza".

Ne tuhaftır ki bu yargının bugün bile, bir anlamda, geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz. O çağlardan (İ.Ö.6. yüzyıldan) günümüze yazın sahnesine sayısız kadın ozan çıkmıştır, ama Sappho'nun yeri başkadır; Sappho'nun imgesi başkadır; ilktir, benzersizdir, yumuşacıktır, yakıcıdır. Belki yalnızca kadın yüreklerinde yanabilecek türden bir aşk ateşinin en katıksız, en içten, en çarpıcı ve büyük olasılıkla ilk dışavurumudur Sappho'nun dizeleri yazın tarihinde. Bugün elimizde, bu şiirin yanlızca kırık dökük parçaları var;ama Sappho, kısacık dize parçalarında bile görkemlidir, anıtsaldır,heyecan vericidir...

Bu ölümsüz Lesbos yurttaşı, yalnızca Anna de Noailles, Ahmatova ya da Sylvia Plath gibi kadın şairlerin değil, tüm lirik şairlerin piridir, atasıdır belki (anasıdır mı demeliyim?). Bugün bile bir aşk şiiri yazmak üzere eline kalemi alacak her (aşık) ozan, önce Sappho'nun adasına ayak basacaktır ister istemez. Öte yandan antik çağ ozanlarının çoğu, en ünlüleri bile bize kimi zaman biraz eskimiş, biraz "modası geçmiş" gelebiliyor bugün. Oysa Sappho, her zaman tazedir, her zaman yenidir. Her okuduğumuzda şaşırtır, heyecanlandırır bizi. Kimbilir, belki aşkın şaşırtıcılığı, küllerinden doğan Anka kuşu benzeri yepyeni gelir bize sevi. Tıpkı, okuduğumuzda, Sappho'nun dizeleri gibi.

Az önce bu şiirlerin, günümüze parça parça, kırık dökük ulaştığını söyledik. Sappho'nun şiirinin eşsiz büyüsünü oluşturan şeylerin en önemlisi de budur bana sorarsanız. Kırık yontu parçalarına benzeyen, çoğu kez önü arkası kopuk bu dizeler, garip bir güçle kamçılar imgelemimizi; bu kırık döküklükten, bu yaygın ve yinelenen "eksilti"den, yepyeni, şaşırtıcı bir "poetika", yaşayıp bugünü görseydi Sappho'yu bile hayrete düşürecek bir şiirsel tat doğar. Bunu Sappho'nun bütünü ele geçmiş bir iki şiirini okuduğumuzda daha iyi anlıyoruz. Bu biraz akademik şiirlerde kırık şiirlerin benzersiz tadını ara ki bulasın! Oysa ötekiler: Başı sonu olmayan o iki üç dize, o havada donup kalmış imgeler,  o kopuk kopuk ama yakıcı sevda sözleri... Besbelli Sappho'dan yana ve ustaca çalışmış Zaman.

Kimi zaman düşünürüm, nasıl bir kadındı, kime benzerdi diye. Çağdaşı Alkalos'ın kaleminden çıktığı savlanan çapkınca bir dörtlükte küçük bir ipucu saklı; "Mor kaküllü, tatlı gülüşlü Sappho" diye sesleniyor Alkaios Sappho'ya. İnsanı düşlere çeken bir betimleme bu. Mor kaküllü, tatlı gülüşlü bir genç kadın, Midilli'de, yönettiği kızlar okulunda, sütunlu bir avluda ya da zeytinler altında, çevresini saran, çiçeğe benzer genç kızlarla birlikte. Eskil imgeler çıkıp geliyor yavaş yavaş belleğimin kıvrımları arasından: Ege'nin, Akdeniz'in eski kentlerinin örenlerinde sık sık rastlanan küçük, pismiş topraktan yapılma aşk tanrıçası yontucuklarını anımsıyorum, Nedense görkemli mermer Venüs'ler, sözgelimi Milo ya da Knidos Aphrodltesi değil Sappho adının çağrıştırdığı; daha çok o küçük, toprak Aphrodite'ler, boyu yirmi yirmi beş santimi aşmayan, kimisi çıplaklığını eliyle örtmüş, kimisi harmaniyeler içinde, alçakgönüllü, ama her şeyleriyle yakıcı, ateşten çıkma aşk tanrıçaları. Düşündükçe ozanın İmgesi, yavaş yavaş tanrıçanın imgesine bırakıyor yerini; ve şiir, sevinin tanrısallaşmış biçimine.

Yoksa İkisi aynı şey mi?


*
Samih Rifat
(1945 - 2007)

Aphrodite'ye Yakarış




Ey tahtı ışıl ışıl ölümsüz Aphrodite
Ulu Zeus’un düzenci kızı
yalvarırım yüreğimi acılarla
dağlama!

Yardımıma gel gene, hani eskiden
sesimi duyunca nasıl, çıkıp
babanın sarayından kanat çırpan
kuşların

çektiği yaldızlı arabana biner;
yeryüzüne inerdin bulutsuz
mavilikten;
ölümsüz dudağında o aydınlık gülüşle
sorardın,

“Gene nen var?” derdin, “nedir gene
deli gönlünü çelen? Tılsımımla kimi
baştan çıkarıp yollamam gerekiyor
koynuna?

Söyle, Sappho, kim seni üzen?
Kaçıyorsa kaçsın, bırak,
yakında o senin ardına
düşecek,

bugün almıyorsa verdiklerini,
yarın o sana armağanlar verecek,
seni sevmiyorsa, istemese de er geç
sevecek.”

Geleceğin varsa, şimdi gel,
kurtar beni
kuşkudan, ne diliyorsa gönlüm
yerine getir, sen de katıl benimle
savaşa.

SAPPHO
(Türkçesi: Cevat Çapan)

"hala kızlığımı mı arıyorum acaba"

Alphonse Osbert (1857 -1939) "Sappho"

Gelin Türküsü II

BİRİNCİ SES
Kızlığım
ah kızlığım!

Nereye gideceksin
seni yitirdiğimde?


İKİNCİ SES
Bir daha
dönülmeyen
bir yere gideceğim
Tatlı Gelin!
Bir daha sana hiç
dönmeyeceğim!
(çeviri:cevat çapan)




123

baba vereceğiz dedi kızı

122

kız kalacağım her zaman


114

hala kızlığımı mı arıyorum acaba


GENÇ KIZ
kızlığım, bırakıp da beni, nereye kızlığım?
KIZLIK
dönmeyeceğim sana artık hiç dönmeyeceğim.
(çeviri: azra erhat-cengiz bektaş)


"gece"


....gece.....
ama genç kızlar ....
geceliyoruz.... sevgini
ve mor menekşe kucaklı gelini
türküleyerek

ama uyan......
git dostlarına....
nice.....
uykulansak....




Gece demeden, gündüz demeden
Özlüyorum, yanıyorum




(akşam yıldızı)
en güzeli tüm yıldızlar içinde





iki kat olsun bu gecenin uzunluğu




yıldızlar güzel ayın çevresinde
gizliyorlar ışıklı yüzlerini
dolunay olup da ışıldarken ay
tüm yeryüzünde



dopdolu gözüktüğü zaman ay
sunağın çevresindeydi kızlar




Tan dağıtır, sen bir araya getirirsin akşam yıldızı,

kuzuları, keçileri, her şeyi, ayırırsın ama anayla kızı





Bu gece

Ay battı, sonra yıldızlar
gece yarılandı
zaman geçiyor

Bense yapayalnızım yatağımda

Resimler: Alphonse Osbert (1857 -1939) "Sappho"

"Bırakın Girit'i gelin"


İÖ. Yaklaşık 3. Yüzyıldan kalma bir çömlek parçasından





Neresi biliyorsunuz: öyleyse

Bırakın Girit'i gelin
elma ağaçlarının çevrelediği
kutsal tapı yerine



Günlük dumanları tütüyor sunaktan
serin bir dere mırıldanıyor
dalları arasından ağaçların






Gül fidanları gölgeliyor toprağı
derin bir uyku yağıyor
titreyen yapraklardan;

atların otladığı çayırda
çiçeklerini açıyor ilk yaz,
anason kokusu yayılıyor havaya.


Gel, Kıbrıslı Ece!
aşkınla karıştırdığın nektarı



daldır altın kupalarımıza

Resimler: Alphonse Osbert (1857 -1939) "Sappho"

"Bir satır olsun almadım ondan"

Alphonso Osbert (1857 - 1939) "Sappho"


yaklaşık 6. yüzyıl parşömeni








Bir satır olsun almadım ondan
Doğrusu ölsem daha iyi.
Durmadan ağladı giderken;
“Sappho”, dedi,
“Bu ayrılığa dayanmak gerek.
Gözüm arkada gidiyorum.”
“Git,” dedim, ” mutlu ol,
ama unutma,
kimi aşkın zincirine vurduğunu geride






“beni unutsan bile,
Aphrodite’ye sunduğumuz armağanları,
paylaştığımız onca güzelliği düşün
“saçlarını süslediğin
bütün o menekşeleri, konca gülleri,
gencecik boynuna taktığın yüzlerce  çiğdemi

” tatlı kokular sürerdin saçlarına,
yumuşak döşeklere uzanmış kızlar
gönül avuturlardı sevdikleriyle
“ne bir türkü söylenirdi
biz katılmadan,
ne bizsiz, çiçek açardı ilkyaz…”



-nedir gene deli gönlünü çelen-
Çeviri: Cevat Çapan

"bugün dönüyoruz artık, en sevdiğimiz Midilli kentine"



Alphonse Osbert (1857 -1939) "Sappho"


Sen değil miydin, Atthis,
'Sappho, ortaya çıkıp da
kendini göstermezsen,
seni artık sevmeyeceğim !' diyen?

'Ne olur kalk, göster çevikliğini
geceliğini çıkarıp
kaynağa eğilen bir zambak gibi

yıkan sularda.
Mor gömleğinle sarı eteğini
getirsin Kleis sandıktan;

bir yeldirme atalım omuzlarına,
saclarına tac örelim çiçeklerden
çık, salın bizi çıldırtan
güzelliğinle...

Praksinoa, yavrum, sen de
kestane kızart kahvaltı için.
Tanrılardan biri gene iyi
davranıyor bize;

bugün dönüyoruz artık
en sevdiğimiz Midilli kentine
en güzel kadını Sappho'yla
yanına kızlarını almış
bir ana gibi yürüyecek bizimle
sürgünden dönerken yurdumuza...'

Ama her şeyi unutuyorsun sen

Bana iyi davran, Gongyla,

Ak giysilerini giyin
yanıma koş hemen
senin güzelliğin besliyor
isteğimi.
Her görüşümde üstündekileri
başım dönüyor,
sevinçle doluyor içim,

Eskiden darıldıysam da Aphrodite'ye
simdi yalvarıyorum
öc almaya kalkmasın,
seni tez elden yollasın diye

(Türkçe: Cevat Çapan)

Lesbos


Latin oyunları, Grek hazlarının yurdu,
Lesbos, gönüller açan, gevşeten öpüşlerin 
Ne eşsiz gecelere, günlere süs olurdu,
Güneşler gibi sıcak, karpuzlar gibi serin;

Latin oyunları, Grek hazlarının yurdu,
Lesbos, sende farksızdır öpüşler çağlayandan, 
Pervasız atılırlar dipsiz uçurumlara,
Bir yandan gürleyerek, çağlayarak bir yandan. 
Fırtınalı, örtülü, derin, arta kabara;
Lesbos, sende farksızdır öpüşler çağlayandan!

Lesbos, genç Frine'ler vurulan birbirine, 
Hiçbir göğüs geçirme yankısız kalmayan yer, 
Pafos gibi yıldızlar sana hayrandır yine,
Sende Venüs Safo’yu haklıdır da günüler!
Lesbos, genç Frineler vurulan birbirine,

Lesbos, yürek gevşeten, sıcak geceler yeri. 
Çukur gözlü kızlara kısır bir haz tattıran. 
Sevdalı tenlerinin sunduğu meyveleri 
Hep kendi aynacında sevdiren, okşattıran 
Lesbos, yürek gevşeten, sıcak geceler yeri.

Varsın koca Eflatun çatsın kaşını, bırak; 
Bağışlatır suçunu tükenmez incelikler.
Ardı arkası gelmez öpüşler, soylu toprak. 
Adaların başına taç olan güzelim yer.
Varsın koca Eflatun çatsın kaşını, bırak.


Bu bitmez işkenceden bağışlar herkes seni,
Nice taşkın yüreğe yapılan işkenceden, 
Başka gökler altında sezdiğimiz o yeni,
Aydın gülümsemeyi bizden uzağa çeken,
Bu bitmez işkenceden bağışlar herkes seni!


Yargılayamaz seni tanrılar hiçbir zaman, 
Suçlayamaz ağaran alnından akan teri, 
Derelerinden taşıp denizlere boşanan
Gözyaşını tartmadan altın terazileri ! 
Yargılayamaz seni tanrılar hiçbir zaman !

Ne ister o haksızlık, hak yasaları bizden ? 
Adaların yüzünü ağartan yüce kızlar,
Herhangi bir din gibi güç taşar dininizden, 
Cennet’i, Cehennem’i hor gören aşk onda var ! 
Ne ister o haksızlık, hak yasaları bizden ?

"aldım elime lirimi"


Laurence Koe - "Sappho"

Aldım elime lirimi

Gel, dedim, benim
kutsal deniz kabuğum
konuşan bir çalgı ol


Sappho'dan Parçalar

1

Söyleyin herkese

En güzel türküleri
çağıracağım bugün
dostlarım için


3

Durup yatağımın başında

Yaldızlı çarıklarıyla
birden
uyandırdı beni tan



5

Dedim ki

Ak bir keçinin
semiz but kemiğini
yakacağım
sunağında o güzelin


"sevdiceğim Kleis"

Gustave Klımt -  1890 "Sappho"











Güzel bir kızım var; 

sevdiceğim Kleis

altın çiçeklere 

benzeyenim benim

değişmem onu tüm 

Lidya'ya güzel 

Lesbos'a bile

Sappho'dan parçalar


19 

Yumuşak ellerinle, Dika
filizler koparıp
süsle o güzelim saçlarını

Kim çiçekler takınırsa
Ona yaklaşır
mutlu Üç Güzel:
unutma, süssüz bir başa
bakmaz kimseler




46

Sağ ol,

Geldin, gelmekle
ne iyi ettin;
yollardaydı gözlerim.

yakıp tüketen
ateşler saldın içime -
Çok yaşa!

Yokluğunda
bitmek tükenmek bilmeyen
saatlerce yaşa!


47

Öyle mutluyum ki

İnan,
durmadan yakardım o gece
gecemiz bir kat daha
uzasın diye.

"sarsıyordu yüreğimi eros"














sarsıyordu yüreğimi
Eros, dağda meşelere abanan yel gibi

"Tanrısal lir, ses ver konuş haydi"

Jules-Elie Delaunay, "Sappho kissing her lyre"










Tanrısal lir, ses ver konuş haydi



dizlerimi çözen acı tatlı varlık
baş edilmez eros, sarsalar beni



bölünmüşüm ikiye
bilmiyorum yolumu



hem özlem hem istek içimi yakan










".......sarp kıyılarda ......... ...............gecelemek ..........."



................
..................
.....sevginin artık
....

Ne zaman görsem seni karşımda
.......Hermione'yle değil
altın saçlı Helena'yla bir tutmak gelir içimden

bir tutulabilirse ölümlüler
ölümsüzlerle, o güzelliğini
görünce senin, bil ki uçup gider
bütün dertlerim

.......sarp kıyılarda
.........
...............gecelemek
...........