Antik çağın "muhtar"larından Amasyalı coğrafyacı Strabon, ünlü Geographika'sında Midilli adasının yetiştirdiği ünlüleri saymaya girişiğinde, önce Pittakos ve Alkaios'un adlarını anar, sonra da ekler: "Aynı dönemde Sappho da yaşamıştı; olağanüstü bir yaratıktı, çünkü bildiğimiz kadarıyla hiçbir zaman -ne kadar gerilere gidersek gidelim- şiir alanında onunla azıcık da olsa aşık atabilecek başka hiçbir kadın ozan çıkmaz karşımıza".
Ne tuhaftır ki bu yargının bugün bile, bir anlamda, geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz. O çağlardan (İ.Ö.6. yüzyıldan) günümüze yazın sahnesine sayısız kadın ozan çıkmıştır, ama Sappho'nun yeri başkadır; Sappho'nun imgesi başkadır; ilktir, benzersizdir, yumuşacıktır, yakıcıdır. Belki yalnızca kadın yüreklerinde yanabilecek türden bir aşk ateşinin en katıksız, en içten, en çarpıcı ve büyük olasılıkla ilk dışavurumudur Sappho'nun dizeleri yazın tarihinde. Bugün elimizde, bu şiirin yanlızca kırık dökük parçaları var;ama Sappho, kısacık dize parçalarında bile görkemlidir, anıtsaldır,heyecan vericidir...
Bu ölümsüz Lesbos yurttaşı, yalnızca Anna de Noailles, Ahmatova ya da Sylvia Plath gibi kadın şairlerin değil, tüm lirik şairlerin piridir, atasıdır belki (anasıdır mı demeliyim?). Bugün bile bir aşk şiiri yazmak üzere eline kalemi alacak her (aşık) ozan, önce Sappho'nun adasına ayak basacaktır ister istemez. Öte yandan antik çağ ozanlarının çoğu, en ünlüleri bile bize kimi zaman biraz eskimiş, biraz "modası geçmiş" gelebiliyor bugün. Oysa Sappho, her zaman tazedir, her zaman yenidir. Her okuduğumuzda şaşırtır, heyecanlandırır bizi. Kimbilir, belki aşkın şaşırtıcılığı, küllerinden doğan Anka kuşu benzeri yepyeni gelir bize sevi. Tıpkı, okuduğumuzda, Sappho'nun dizeleri gibi.
Az önce bu şiirlerin, günümüze parça parça, kırık dökük ulaştığını söyledik. Sappho'nun şiirinin eşsiz büyüsünü oluşturan şeylerin en önemlisi de budur bana sorarsanız. Kırık yontu parçalarına benzeyen, çoğu kez önü arkası kopuk bu dizeler, garip bir güçle kamçılar imgelemimizi; bu kırık döküklükten, bu yaygın ve yinelenen "eksilti"den, yepyeni, şaşırtıcı bir "poetika", yaşayıp bugünü görseydi Sappho'yu bile hayrete düşürecek bir şiirsel tat doğar. Bunu Sappho'nun bütünü ele geçmiş bir iki şiirini okuduğumuzda daha iyi anlıyoruz. Bu biraz akademik şiirlerde kırık şiirlerin benzersiz tadını ara ki bulasın! Oysa ötekiler: Başı sonu olmayan o iki üç dize, o havada donup kalmış imgeler, o kopuk kopuk ama yakıcı sevda sözleri... Besbelli Sappho'dan yana ve ustaca çalışmış Zaman.
Kimi zaman düşünürüm, nasıl bir kadındı, kime benzerdi diye. Çağdaşı Alkalos'ın kaleminden çıktığı savlanan çapkınca bir dörtlükte küçük bir ipucu saklı; "Mor kaküllü, tatlı gülüşlü Sappho" diye sesleniyor Alkaios Sappho'ya. İnsanı düşlere çeken bir betimleme bu. Mor kaküllü, tatlı gülüşlü bir genç kadın, Midilli'de, yönettiği kızlar okulunda, sütunlu bir avluda ya da zeytinler altında, çevresini saran, çiçeğe benzer genç kızlarla birlikte. Eskil imgeler çıkıp geliyor yavaş yavaş belleğimin kıvrımları arasından: Ege'nin, Akdeniz'in eski kentlerinin örenlerinde sık sık rastlanan küçük, pismiş topraktan yapılma aşk tanrıçası yontucuklarını anımsıyorum, Nedense görkemli mermer Venüs'ler, sözgelimi Milo ya da Knidos Aphrodltesi değil Sappho adının çağrıştırdığı; daha çok o küçük, toprak Aphrodite'ler, boyu yirmi yirmi beş santimi aşmayan, kimisi çıplaklığını eliyle örtmüş, kimisi harmaniyeler içinde, alçakgönüllü, ama her şeyleriyle yakıcı, ateşten çıkma aşk tanrıçaları. Düşündükçe ozanın İmgesi, yavaş yavaş tanrıçanın imgesine bırakıyor yerini; ve şiir, sevinin tanrısallaşmış biçimine.
Yoksa İkisi aynı şey mi?
*
Samih Rifat
(1945 - 2007)
(1945 - 2007)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder