Big Sur (Jack Kerouac'ın Kitabından)


Her  şey şahane - Ve ilk başlarda vadinin öbür ucunun üst taraflarında hülyalı öğle sonrası eğrelti otlarıyla kaplı çayırların keyfini sürmek gibisi yok zaten, yarım milden kısa bir yürüyüşle vahşi, hüzünlü deniz
kıyısının da tadını çıkarabilirsin ya da bu ikisinden de bıkmış isen git derenin kıyısındaki kayranda oturup budaklara bakarak düş kur - Korulukta düşlere dalmak ve yöre tinlerine dua ederek "Burada kalmama izin ver, huzur istiyorum yalnızca" demek o denli kolay ki tüm sisli doruklar Evet diye yanıt veriyorlar, sessiz - Sonra kendine dersin ki (şayet sen de teolojik bağlamlarda benim gibiysen) (hiç olmazsa o zamanlar, ben delirmeden 

önce hala böyleydi yaklaşımlarım) "Her şey olan Tanrı'dan başlar uyanış'ın yolu, olanaksız bir göreve dair uzun bir rüya görmek gibi ve birden uyanıyorsun, hoppa! Görev mörev kalmamış, her şey yitip bitmiş" - Coşkuyla akan ilk birkaç gün boyunca kendimden emin olarak diyorum ki (daha üç haftacık geçmeden, ne yapacağımı bilmeden) "artık aşırıya kaçmak yok, dünyayı sessizce seyretmenin, hatta onun tadını çıkarmanın zamanıdır benim için, önce böylesi korularda,
 sonra da dünya insanlarının arasında sakin sakin yürüyüp onlarla konuşma zamanı, içki yok, uyuşturucu yok, işaret alemleri yok, bitniklerle, ayyaşlarla, esrarkeşlerle ve herkesle yarışmak yok, artık kendime ah Tanrı ne diye bana bu çileyi layık görüyor diye sormuyorum, bu kadar, yalnızlığı sev, gez, garsonlarla konuş sadece, gerçekten, Milano'da, Paris'te, sırf garsonlarla konuş, gez toz, artık hayatı kendine zehir etmek yok... Neticede bildiğimiz dünyanın yüzeyinin bir milyar yıl 
sonra çamur ve kumla kaplanacağı gerçeği üzerinde düşünmenin, buna odaklanmanın ve bunu beklemenin zamanı gelmiştir... Yaşasın daha fazla yalnızlık" - "Çocukluğuna dön, elma ye ve sadece ilmihalini oku - kaldırım taşlarında otur, Hollywood'un spot ışıklarının canı cehenneme
İşte yaşamın tüm ayrıntılarını anımsamak için şuracığa oturarak ya da buracığa uzanarak ya da ağır ağır yürüyerekten yaşama ilişkin o harika, hiç bitmeyen upuzun anımsayışlara dalmak, her şey artık bir milyon ışık yılı uzakta (Proust'a bir başına kaldığı odasında andırdığınca) ve heyecanlı sinema filmlerini andırıyor, istendikçe daha da derinlemesine inceleniyor - zevk için hem de - Ben Tanrı'nın şu anda bunu yaptığını, bizlerden ibaret olan kendi sinema filmini izlediğini hayal ederim hep. (sf.31)



Son üç yıldır içinde bulunduğum içkili umutsuzluk - ki bedensel, tinsel ve metafiziksel bir umutsuzluk bu - okulda öğrenemeyeceğin türden bir umutsuzluk, varoluşçuluk ya da karamsarlık üzerine ne kadar kitap okusan, kaç bardak sanrı 

yaratıcı Ayahuasca içsen, ne kadar Meskalin alsan ya da Peyote atsan öğrenemeyeceğin - Deliryum tremes içinde, sıcak ülkelerdeki örümceklerin o pek müstesna ve koskoca ağları gibi kulaklarından damlayan ürkünç ölüm korkusuyla uyandığında hissettiğin duygular, çamurdan, kambur bir canavarmışsın ve yeraltında sıcak buharı tüten balçıkta koskoca yükünü 

hiçbir yana sürükleyemediği için indirmekteymişsin duygusu, ayak bileklerine kadar sıcak, kaynar domuz kanında durmaktaymışsın gibi bir his, ööö, dev bir kapta, beline dek, içinde sabun köpüğünün eseri olmayan yağlı, bok rengi bulaşık suyunda dimdik dikiliyormuşsun gibi - Aynada gördüğün, dayanılmaz ıstıraplar yansıtan kendi suretin öylesine yabani ve kötü ki böyle çirkin bir şey için gözyaşı bile dökemiyorsun, öylesine yitik, eski kusursuzluğuyla hiçbir ilintisi kalmamış ve o yüzden gözyaşlarıyla ya da herhangi bir şeyle alakası yok: William Seward Burroughs'un kendi evinde aynada ansızın beliriveren "Yabancı"sı gibi yani - (sf. 16)




... Bizler yaşamın içinden tıpkı 10. yüzyıl insanları gibi sessizce geçeceğiz (geçip gideceğiz, geçip gideceğiz) yalnız biz biraz daha fazla gürültü çıkaracak ve bir milyon yıl bile dayanmayacak birkaç köprü ile baraj kuracak, bombalar üreteceğiz - Dünya zaten neyse odur salt, devinir ve geçip gider, aslına bakarsanız uzun vadede iyi olan da budur, yakınmaya lüzum yok - Vadideki kayalıkların bile daha eski ataları vardı, milyar milyar yıl önce, hiçbir yakınma iniltisi bırakmamış geride - Ne bir arı ne de deniz kestanelerinin ataları veya istiridye ya da yaralı pençe - Hepsi de Dünya-Böyle demiş, bakıyorum da işte şurada, burnumun dibinde -


 O vadiye bakarken, doğru ya, öğle yemeği hazırlamam gerektiğinin ve bunun eski insanların yemeklerinden pek farklı olmayacağının farkına varıyorum, eh, zaten lezzetli de olacak - Her bir şey apaynı, sis der ki " Bizler sisiz, ömrümüz kısadır, erir ve uçarız" 
yapraklar der ki " Bizler yapraklarız, geliriz ve gideriz, büyürüz ve dökülürüz" - Çöplüğümdeki kese kağıtları bile bakın ne demekte: " Biz insanların dönüştürdüğü kağıt hamurundan üretilmiş kese kağıtlarıyız, kese kağıdı olmak bu durumumuzu sürdürebildiğimiz sürece bizim için bir bakıma onur, ne yazık ki yağmurlu mevsim gelende bizleri sil baştan bacılarımız yapraklarla birlikte ezip posamızı çıkaracaklar" Ağaç kütükleri der ki: 


" Bizler topraktan insanların, bazen de rüzgarların söküp çıkardığı ağaç kütükleriyiz, bizim topraklardan su çeken uzun uzun topraklı sülük dallarımız vardır" İnsanlar ise der ki: Bizler insanlarız, ağaç kütüklerini söküp çıkarırız, kesekağıdı yaparız, akıllıca fikirler düşünürüz,  öğle yemeği hazırlarız, çevremize bakar, her şeyin aynı olduğunu kavrayalım diye çabalar da 

çabalarız" - Bir de kumlara bakın ne demişler: "Kumuz biz, zaten bilmekteyiz" ve deniz de der ki:  Bize gelince, gel ve gitten, şahlanıp yere serilmekten ibaretiz" - Uzayın bomboş, masmavi göğü ise şunları söyler: " Bütün bunlar bana döner, sonra gider ve gene geri gelirler, sonra giderler gene, umurumda değil ama, yine de benimdir hepsi hala" - Masmavi gökyüzü şunları ekler: "Sonsuzluk demeyin, Tanrı deyin bana isterseniz, tüm siz konuşanlar, siz kendiniz Cennet'siniz:  Yaprak Cennet'tir, ağaç kütüğü Cennet'tir, kesekağıdı Cennet'tir,


insan Cennet'tir, kum Cennet'tir, deniz Cennet'tir, siz Cennet'tir - Böylesi olağan dışı içgörüleri olan bir insanın aklını kaçıracağı aklınıza hayalinize sığıyor mu? (Zira kabul etmelisiniz ki bütün bu konuşan kese kağıtları ve kumlar gerçeği söylüyor) Oysa ben bir yığın yaprağın rüzgarla ansızın seke seğirte dereye uçtuğunu,


 sonra da derenin suyunda süzüle süzüle denize doğru hızla gittiğini gördüğümü anımsıyorum, bu manzara o zaman henüz adını koyamadığım "Aman Tanrım, ne bilirsek bilelim ya da ne yaparsak yapalım hepimiz denize savrulup gideceğiz" diye geçirmeme neden olan bir yılgınlık duyumsamama yol açıyordu - Ve eğri büğrü bir dalda duran kuş, ben hiçbir şey işitmeden, aniden uçup gidivermiş. (sf.44)











Gümbürr, şırrak, dalgalar seslenişlerini sürdürüyor ama şu an ben onların dediklerinden de diyeceklerinden de bıkmış usanmış haldeyim - Billie mağaralara kadar yürümemi istiyor onunla ama büyük bir kayaya yaslanarak oturmakta olduğum kumların üzerinden kalkmak istemiyorum - O, kendi başına gidiyor - Ansızın James Joyce'u anımsıyorum ve gözlerimi dalgalara diktiğim sırada birden uyanıveriyorum "Bütün yaz burada oturmuş yaşamın ve ölümün ne denli ölümüne ciddi olduğunun farkına varmaksızın sözümona dalgaların seslerini yazmaktaydın, seni aptal, seni elinde kalemiyle mutlu çocuk, sözcükleri şen bir oyun niyetine kullanmakta olduğunun farkında değil misin - mezarlarla ve denizle, ölümle ilgili yazmış olduğun tüm o olağanüstü kuşkucu şeylerin HEPSİ DOĞRU SOYTARI ADAM! Joyce öldü! Deniz onu götürdü! SENİ de götürecek!"
 (sf. 178)



*
Jack Kerouac'ın Bıg Sur
Romanından
(Görüntüler romandan uyarlanan aynı adlı filmden
 Bıg Sur, 2013, Michael Polish)

(bkz: /2013/05/ On the Road - Jack Kerouac'ın Kitabından)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder