Huzursuzluk Kitabı'ndan




Dönemeçte belirdiler; bir sürü genç kızdılar. Şarkı söylüyorlardı yürürken; sesleri de çok neşeliydi. Kim olduklarını bilmiyordum. Onları, özel bir şey hissetmeden, uzaktan uzun süre dinledim. Yüreğim burkuldu.

Acıdığım gelecekleri miydi? Bilinçsizlikleri mi? Belki de doğrudan onlar değildi - ama kim bilir?
Belki de yalnız kendimdim acıdığım.

...

Birden, bir horoz, geceyi yok sayarak Sır'ın bir çocuğu gibi ötmeye başlıyor. Artık uyuyabilirim, çünkü içimin derinliğinde sabah oldu. Ve dudaklarımın, yüzümün etrafını kuşatan yastık kılıfının hafif kıvrımlarını usulca oynatarak gülümsediğimi hissediyorum. Kendimi yaşama teslim edebilirim, uyuyabilirim,  kendimi unutabilirim... Ve beni karanlığa boğan bu yepyeni uykuda ya az önce öten horozu anımsıyorum ya da horoz gerçekten ikinci kez ötüyor.

....

Ama bugün boğazımı bastıran dehşet o kadar soylu anlamları olan cinsten değil ve içimi daha çok kemiriyor. Düşünmeyi bile istememe isteği, hiçbir şey olmamış olma isteği, bedenin ve ruhun tüm hücrelerinin bilinçli umutsuzluğu var bunun altında. İnsan kendini, sınırsız bir hücrenin içine kapatılmış bulduğunda ansızın bastıran duygu. Nereye kaçılabilir, hücre başlı başına her şey iken?

....

Yalnızlık umudumu kırıyor; yanımda birilerinin olması üzerime ağırlık yapıyor. Başkalarının varlığı düşüncelerimi dağıtıyor; o mevcudiyeti, bütün analitik dikkatimi kullansam da tanımlamakta aciz kaldığım, apayrı bir dalgınlıkla tahayyül ediyorum.

...

Entrikalar, dedikodu yapılması akıldan bile geçmeyen şeylerin allanıp pullanarak anlatılması, bu kıyafetler giyinmiş zavallı hayvanların ruhlarının bilinçsiz bilincinden çekip çıkardıkları o doyum, incelikten yoksun cinsellik, cilveleşen maymunları hatırlatan şakalar, korkunç bir şekilde, zerre kadar önem taşımadıklarını bilmeyişleri... Bütün bunlar, düşlerin istemsizliğinde, arzunun ıslak kırıntılarından, duyguların çiğnenip atılmış artıklarından yoğrulmuş, iğrenç, korkunç bir hayvanı canlandırıyor gözümde.

...


...duygularımın acıtan keskinliği, en mutluluk verici olanların bile; duygularımın mutluluk veren keskinliği, en acıtanların bile.

Bir pazar sabahı, epey geç bir saatte, günlerden sonsuz bir ışık gününde yazıyorum, yarıda kalmış şehrin çatılarının üstünde, hala anlatılmamış bir göğün mavisi, yıldızların en gizemli varlığını unutulmuşluğa hapsediyor...

Bende de günlerden pazar...

Yüreğim bilmediği bir yerdeki bir kiliseye gidiyor; tepeden tırnağa kadifelere bürünüp gidiyor, yüzü ilk duygulardan pembeleşmiş, fazla büyük gelen yakasının üstündeki hüzünlü bakışlarla gülümsüyor.

...

Uzaklarda, Güney'e doğru adalar ve büyük kozmopolit tutkular
olduğunu çok iyi biliyorum...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder