Baudelaire etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Baudelaire etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Léo Ferré - Invitation au voyage (Charles Baudelaire)



 Invitation au voyage (Yolculuğa Çağrı)

Yavrum, sevgilim, sen Tadını bir bilsen
Orada yaşamanın birlikte!
Keyfince sevmenin
Ölünceye değin
O sana benzeyen ülkede!
Puslu gökte yer yer
O ıslak güneşler
Senin yaş içinde parlayan
Hayın gözlerince
Bir gizemli ince
Tad verir gönlüme her zaman

Orda her şey süs ve güzellik,
Erinç, haz ve dirlik düzenlik.

Evimizse her yıl
Daha pırıl pırıl
Olan döşentiye bezenir;
Nadir çiçeklerin
Kokusu amberin
Uzak kokusuyla beslenir;
Tavanlar ne zengin,
Aynalar ne derin,
Ne doğulu görkemlilik bu;
Orada her şey, ince,
Kendi öz dilince
Gizleriyle doldurur ruhu.

Orda her şey süs ve güzellik,
Erinç, haz ve dirlik düzenlik.

Bak gemiler suda
Bir derin uykuda,
O gezmeye düşkün gemiler;
Hepsi de en ufak
Arzun için uzak
Ülkelerden çıkıp gelirler.
-Ve gün batımları
Giydirir kırları,
Kanalları, kenti gitgide
Altınla, yakutla;
Uyur şimdi dünya
Sıcak bir aydınlık içinde.

Orada her şey süs ve güzellik
Erinç, haz ve dirlik düzenlik.
çeviri: Sait Maden

Les Hiboux (Leo Ferre & Baudelaire)




Les Hiboux (Baykuş)

Altında kara selvilerin
Tünemiş bir dizi baykuş var
Kızıl gözlü garip tanrılar
 Ufku süzerler derin derin.

Duracaklar kımıldamadan
Sürüp eğri güneşi artık
Yerleşene değin karanlık
 İç kapayan, kederli zaman.

 Duruşları bilgeye derstir
Bu dünyada kaçmak gerekir
 Devinimden ve şamatadan.

 Geçen bir gölgeyle mest kişi
Ceza gibi duyar her zaman
 Yer değiştirmek isteyişi.
çeviri: Sait Maden

L'etranger (Leo Ferre & Baudelaire)





 L'Etranger (Yabancı)

Söyle, Anlaşılmaz adam, kimi seversin en çok, ananı mı, babanı mı bacını mı, yoksa kardeşini mi?

“Ne anam, ne de babam var, ne bacım, ne de kardeşim.”

“Dostlarını mı?”

“Anlamına bugüne kadar yabancı kaldığım bir söz kullandınız.”

“Yurdunu mu?”

“Hangi enlemdedir bilmem.”

“Güzelliği mi?”

“Tanrısal ve ölümsüz olsaydı, severdim kuşkusuz.”

“Altını mı?”

“Siz Tanrı’ya nasıl kin beslerseniz, ben de ona öylesine kin beslerim.”

“Peki, neyi seversin öyleyse sen, olağanüstü yabancı?”

“Bulutları severim... işte şu... şu geçip giden bulutları... eşsiz bulutları!”

çeviri: Tahsin Yücel

La Vie Anterieure (Leo Ferre & Baudelaire)


La Vie Anterieure (Önceki Yaşam)

Çok yaşadım o geniş revaklar altında ben
Ki deniz güneşleri binbir ateşle bezer,
Ve akşam üstü bazalt mağ'ralarına benzer
kılardı görkemli, dev sütunları hep birden

Dalgalar, suya vurmuş göğü sürüyüp gezer,
Katardı ne gizemler, yücelikler getiren
Öyle eşsiz uyumlar zengin ezgilerinden
Gün batarken gözümü saran renklere yer yer.

Dingin hazlara verdim orada zamanımı,
Görkemlerle çevrili, denizle, gökle, yerle
Ve kokular içindeki çıplak kölelerle,

Palmiye dallarıyla serinletir alnımı
Ve büyük bir özenle derinleştirirlerdi
Beni yiyip bitiren gizli, onulmaz derdi.
çeviri: Sait Maden

Brumes Et pluies (Leo Ferre & Charles Baudelaire)

Brumes Et  pluies (Sisler ve Yağmurlar)

Güz sonları, kışlar, çamur denizi ilkyazlar,
Siz aldatıcı mevsimler! belirsiz bir mezar
Ya da sisli bir kefenle sararsınız diye
Beynimi, gönlümü, değersiniz her sevgiye.

Bu engin ovada, ki eğlenir soğuk rüzgar,
Fırıldağın sesi kısılıp geceler uzar,
Ruhum, ilk yazdakinden daha ileriye
Karga kanatlarını açar iyiden iyiye.

Nicedir kırağı basmış, ölümcül şeyleri
Yüklenmiş yüreğe daha tatlı ne olabilsin
Hep karanlık, uçuk benzinizden başka sizin,

Solgun mevsimler, bu iklimlerin eceleri,
- acıyı unutmanın dışında, ikimizce,
Korkulu bir yatak üstünde aysız bir gece.
çeviri: Sait Maden

La mort des amants (Leo Ferre & Baudelaire)



La mort des amants (Sevgililerin ölümü)

Divanlarımız olur gömütlerce derin,
Yataklarımız da, hafif kokular saçan,
 Ve etajerlerde en güzel ülkelerin
Yadırgı çiçekleri, bir bizlere açan.

Son sıcaklıklarımı tüketerek yeğin
İki yüreğimiz olur iki dev şamdan,
Çift ışıklar vurur birbirlerine değin,
Ruhlarımız içre, bu ikiz aynalardan.

Mavi ve pembe büyülü bir akşamla biz
Aramızda tek bir şimşek alıp veririz,
Ayrılış yüklü bir hıçkırığa benzeyen;

Ve bir melek, kapıları az itip geri,
Diriltmeye gelir, öyle candan, öyle şen,
Buğulu aynaları, sönmüş alevleri.
çeviri: Sait Maden

Cinsellik ve Ölüm

Cinsellik ve Ölüm, evrimsel gelişmeye ödediğimiz iki bedeldir... Bunlar birbirini tamamlayan, ancak şaşılacak denli de birbirine zıt iki olaydır. Birincisi, neşe, zevk ve umut içinde geçer; ikincisi, acı, korku ve hiçlik içinde.

Çiçeği burnunda bir genç kıza, kadavra şöyle diyebilir, Corneille'in ağzından:

"Sizin olduğunuz gibi görülmüştüm ben
Benim olduğum gibi olacaksınız siz de"

İki olayın beklenmedik karşılaşmasında sarsıcı bir şeyler hep olmuştur; bu, Baudelaire'in Une charogne (leş) adlı şiirinde de resmedilir:


LEŞ
 
Ruhum, anımsa gördüğümüz şeyi, güneş
          İçindeki günde, erken :
Çakıldan yatağında öğürtücü bir leş
           Bir patikayı dönerken,

Bacaklarını dikmiş bir kadınca, azgın,
           Ateşli, zehir dökerek,
Açıyordu buğular kaynaşan bir karın
          Öyle edepsizce, gevşek.

Güneş parlıyordu pişirip kotarmaya
          Üstünde bu çürüntünün,
 Geri verebilmek için büyük Doğa’ya
          Çattığından yüz kat üstün ;

Ve gök bakıyordu bu yaman iskeletin
          Açmasına çiçek gibi.
Bayıldım sanırdınız, çimenlikte etin
          Kokusu bir keskindi ki.

Kokmuş karnında vızır vızırdı sinekler,
          Ordan tabur tabur kara
Kurt akıyordu, bir yoğun sıvıya benzer,
          Bu canlı paçavralara

Her şey dalga gibi alçalıp yükselirken,
          Atılırken çıtırtılarla,
Gizli bir soluktan şişmiş yaşıyordu ten
          Sanki çoğala çoğala

Bir garip müzikle yansıyordu bu dünya
          Yel gibi, akarsu gibi,
Tohum gibi, harmancının hoş bir uyumla
          Kalburunda çevirdiği.

 Biçimler silinip düşe dönüyordu tam,
          Beliren bir taslak vardı
Unutulmuş tuval üstünde, sanki ressam
         Belleğinden tamamlardı.

Kaygılı bir köpek, kayalar ötesinden
         Kızgın bizi gözlerdi de
Kollardı koparacağı anı yeniden
         Kalan parçayı geride.

 Siz de bu pisliğin olursunuz bir eşi,
          Bu kokuşmaların, iğrenç,
Gözlerimin yıldızı, ömrümün güneşi,
          Siz meleğim, tutkum, ergeç !

Öyle olursunuz, çok incelikli ece,
           Tamamlanıp son duanız
 Kemikler içinde çürümeye gidince
          Çayır, ot altında, yalnız
       
 Sizi öper gibi yiyen kurtcuğa, canım !
          O zaman şunu söyleyin :
 Tanrısal özünü, biçimini sakladım
           Dağılan sevgilerimin !

Çeviri:Sait Maden

*
Jacques Ruffe,
Cinsellik ve Ölüm kitabından

Yolculuk



Yolculuk, Dünya Şiir Tarihi'nin gözde parçalarından. En uzun şiirlerinden biri Baudeleaire'in: 36 dörtlükten, 146 dizeden oluşan VIII bölümlük bir anıt metin. Yorumlar, çözümlemeler, didiklemeler eksik olmamış yüz elli yıllık yaşamından -bir eğretileme saymamalı şunu: Şiirlerin de, insanlar gibi ömürleri olur: Kimi şiirler şairlerinden çok daha uzun süre hayatta kaldıkları için klasik damgası yerler: Yolculuk son büyük klasik şiirdir; ilk büyük modern şiiri de Baudelaire'in yapıtında (sözgelimi Spleen'de) bulanlar vardır, bana göre tekvin noktası bir sonraki kuşağın şiir beyinde, Mallarme'dedir: Bir Zar Atımı.

Onun için de, içerdiği bunca yaşamöyküsel nektara karşın, bir ölümöyküsü şiiri sayıyorum Yolculuk'u ben -Baudelaire'in amansız ölümcüllükte başka şiirleri olduğunu unutmaksızın. Modernlerin (bu sözcüğü bu anlamda ilk kez kullanan da odur) kayboluşlarının başladığı eşikle, klasik bireyin, Yeniden doğuş'un evrensel Adem'in vasiyet metnidir Yolculuk: Buraya kadar, şimdi inecek var.

Gerçekten de ayak bastığı "yeni dünya"yı daha çok Spleen'e taşımıştır şair; indiği, terkettiği, belki de son canlı figürü olduğu, kaldığı "eski dünya"nın oturup burada son portresini çizer: Yolculuk, bir yandan da ölüm maskesidir son klasik ademin: Bütün hatlarından; yüzünü, çehresini çizen bütün yazılardan tutar "acı bilgi"yi çevirir Baudelaire.

Yolculuk her seyahatname yazarına, yolcu-yazı pirine, içinde ve dışında yitip gitme tedirginliğinden kopamayan her gezmene yoğun düş kırıklığı yaşatır: O 146 dizelik şiir bütün yol metinlerinin özünü içerir. İnsafsız çarkını kırmanın tek yolu onun içinden geçecek bir başka yol çizmekten geçer: Kelimelerim, kelimelerine çarpar, kenetlenir.

E. B.

Baudelaire*


*İnsanın kendi kişiliği konusunda yaptığı özgür seçme,
 alınyazısı dediğimiz şeyle yüzde yüz çakışır. 
(Sartre, Baudelaire'e dair)

*"İnsanın kendisi için yaptığı özgür seçimi kesinlikle kader olarak adlandırılan şeyle özdeştir." Sartre'ın yüz altmış sayfalık değerlendirmesi, bu cümleyle noktalanır. Bu hakikat, yani Charles Baudelaire'in mutsuz hayatı, benzersiz bir gözalıcılıkla yüz altmış sayfayı süsler. Şairin mahkum olduğu ceza, kendi hatalarının bedelidir: O, layık olduğu "lanetli kaderi" yaşamıştır.
(Bataille)



Anywhere Out of The World 


Bu yaşam her hastası yatak değiştirme saplantısına kapılmış bir hastanedir. Kimi soba karşısında çekmek ister acısını, kimi pencere yanında iyileşeceğine inanır. 

Bana da hep bulunmadığım yerde rahat ederim gibi gelir, ruhumla durmadan tartıştığım bir sorundur bu göç sorunu. 

'"De bana, ruhum, zavallı soğumuş ruh, Lizbon'da yaşamaya ne dersin? Orası sıcaktır herhalde şimdi, bir kertenkele gibi canlanırdın orada. Bu kent su kıyısındadır; mermerden yapıldığını söylerler, halk da bitkilere öyle bir kin beslemiş ki, tüm ağaçları söküp atarmış. Tam senin gönlüne göre bir görünüm işte; Işıkla madenden yapılmış bir görünüm, bunları yansıtmak için de su!'' 

Ruhum yanıt vermiyor. 

'' Devinmeyi izleyerek dinlenmeyi böylesine sevdiğine göre, Hollanda'da, o mutluluk veren toprakta oturmak ister misin? Müzelerde resmine sık sık hayran kaldığın bu ülkede sıkıntın dağılır belki de. Seren ormanlarını, evlerinin yanı başına demirlemiş gemileri seversin sen, Rotterdam'a ne dersin?'' 

Hiç ses çıkmıyor ruhumdan. 

''Yoksa Batavia'dan daha çok mu hoşlanırsın? Orada tropikal güzellikle kaynaşmış Avrupa ruhunu da bulurduk.'' 

Tek sözcük yok. Ruhum ölmüş olmasın? 

''Yoksa yalnız kendi acın içinde rahat edecek ölçüde uyuştun mu? Öyleyse ölüm'ün eşi olan ülkelere doğru kaçalım. Ben bilirim yapacağımızı, zavallı ruh! Tornéo'ya gitmek üzere toplarız pılı pırtıyı. Daha da ötelere, baltık'ın en ucuna gidelim; Olanak varsa yaşamdan da öteye; kutba yerleşelim. Orada güneş yeryüzünü ancak eğrilemesine sıyırıp geçer, ışıkla gecenin birbirlerini çok ağırdan kovalamaları çeşitliliği siler, tekdüzeliği, yani hiçliğin öbür yarısını çoğaltır. Kuzey şafakları bizi eğlendirmek için zaman zaman cehennem'in hava fişeklerinin parıltıları gibi pembe demetler yollarken, karanlıkta uzun uzun yunabiliriz orada." 

En sonunda patlıyor ruhum, sonra da bilgece haykırıyor:

"Bu dünyanın dışında olsun da neresi olursa olsun!" 


Charles Baudelaire

Düşünceler (Baudelaire)


Kişi sanatla ne denli çok uğraşırsa kuşu o denli az kalkar.

Ruhla ilkellik arasında gitgide belirginleşen bir çatlama görülür.

İlkel adamın kuşu herkesten çok kalkar; düzücülük halkın lirizmidir.

Düzmek, bir başkasının içine girmeye can atmaktır, sanatçıysa kendi kendinden çıkmaz hiç.


*

Müzik gökyüzünü oyar.

*

Müzik uzayıp genişleme duygusu verir.
Az ya da çok bütün sanatlar da öyle; çünkü sanatlar sayıdırlar, 
sayı ise uzayın bir çevirisidir.

*

Nedir aşk? 
İnsanın kendinden çıkma gereksinimi.

*

Mutluluk tek olmaktır, insanın özel bir biçimde kendi kendisiyle 
fuhuş etmesidir.

İnsanın soylulukla sevme gereksinimi diye adlandırdığı işte yalnızlıktan duyduğu bu korkudur, 
başka bir bedende ben'ini unutma gereksinimidir.

*

Kilise aşkı ortadan kaldıramadığı için, hiç olmazsa temizleyip arıtmak istedi onu, evliliği buldu. 

The Kiss (Auguste Rodin)

1888 1889


 "Rodin imgelem gücünü özgür bıraktı: Kutsal kitabın tanrısını grek tanrılarıyla, Dante'nin kahramanlarını Baudelaire'nin lanetli kadınlarıyla harman etti. Gerçekte, aktöresi, dini ve ahret mutluluğu anlayışı, tek başına sanattır."   

Bernard Champigneulle



Kötülük Çiçekleri - Baudelaire




"Anlattığım bütün kötülükler benden bilindi."



Uçurum

Pascal bir uçurum duydu hep, yanında devinen
- Yazık ! neler uçurum değil ki, - eylem, düş, istek,
Söz ! ve dimdik ayağa kalkan tüylerimde tek tek
Korku yelidir, duyarım, ikide bir çevrinen.

Yukarda, aşağda, her yerde bu derinlik, giderek
Alıp götüren sessizlik, bir ürkü gibi sinen...
Gecemin yüzeyinde usta parmağı gezinen
Tanrı bitmez, bin başlı bir karadüş çizer demek.

Yılgınım uykudan, gizli bir dehşetle çevrili,
Nereye götürdüğü bilinmez bir çukur gibi;
Sonsuzluktur gördüğüm her bir pencerede ancak,

Ve ruhum, hep böyle bir baş dönmesinin tuttuğu,
Nasıl kıskanmasın hiçlikteki duygusuzluğu.
- Ah ! Sayılardan.Varlıklardan hiç kurtulamamak !


***


Sisyphe

Kaldırmaya böyle bir ağır
Yükü, Sisyphe, inadın gerek!
Gönül işe yatkındır ya pek
Sanat uzun, Zaman kısadır.

Ünlü gömütlüklerden uzak,
Gİder boş bir sinliğe elbet
Yüreğim, o boğuk trampet,
Cenaze marşları çalarak.

-Gömülü çok mücevher uyur
Karanlıkta, unutulmuştur,
Kazma ve burgulardan ayrı;

Boşa yayan çiçek var nice
Tatlı kokusunu bir gizlice
Derin ıssızlıklardan ağrı.


Çalarsaat - Baudelaire

Çalarsaat ! uğursuz, ürkünç, duymaz tanrı,
Der parmağıyla korkutup bizi: "Anımsa!"
Korku dolu bağrına saplanır nasılsa
Bir hedef gibi,titreşen acılar gibi;


Ufka doğru kaçar buğuyu andıran Haz
Sahne dibindeki bir peri gibi hemen;
Her bir an parça parça koparıp yer senden
Herkese ömrünce verilen zevki biraz.


Saniye,tam üç bin altı yüz kez saatte,
Fısıldar: Anımsa!- Çabuk çabuk, sesiyle
Bir böceğin, Şimdi der: Ben Geçmiş'im bile,
İğrenç hortumumla emdim ömrünü hatta!


Remember !, Anımsa! Esto memor! Ey savruk!
(Konuşmadığı dil yok demir gırtlağımın.)
Külçelerdir dakikalar, ölümlü, çılgın,
Altınını çıkarmadan atma çarçabuk!


Anımsa ki Zaman hırslı bir kumarbazdır,
Hilesiz kazanır, her elde ! budur yasa.
Gün sönüyor, kabarıyor gece; Anımsa!
Uçurum hep susuz; su saati boşalır.


Saat nerdeyse çalar ve tanrısal yazgı
Ve yüce erdem, daha kız olan karın,
Ve pişmanlık bile (ah! sonuncu durağın!)
Derler: Geber, koca ödlek! beklemez yargı!


Çeviri: Sait Maden

Şeytana övgüler - Baudelaire

Meleklerin içinde en güzeli en bilgili sensin
Alnı kara yazılı bir Tanrı'sın, öğülmeyensin


Acı Şeytan, acı şu tükenmeyen yoksulluğuma !


Ey haksızlık edilen, sürgünlere atılan hakan,
Ey yenilip düştükçe daha güçlü, daha dinç kalkan,


Acı Şeytan, acı şu tükenmeyen yoksulluğuma !


Bütün sıkıntıları tek onultan, dindirensin sen,
Bilmediğin bir şey yok, sensin yer altını yöneten


Acı Şeytan, acı şu tükenmeyen yoksulluğuma !


Sensin ezilenlerin, sensin cüzamlıların bile
İçlerine dolduran cennet tatlarını sevgiyle,


Acı Şeytan, acı şu tükenmeyen yoksulluğuma !


Ey yaratan Umut'u -bir gönül okşayan delişmen !
O yaman sevgilinden, eski sevgilinden,Ölüm'den,


Acı Şeytan, acı şu tükenmeyen yoksulluğuma !


Sensin veren suçluya o bakışı, yüksek ve dingin,
Darağacını saran topluluğu suçlamak için,


Acı Şeytan, acı şu tükenmeyen yoksulluğuma !

Yolculuk - Baudelaire

Yolculuk

Maxime Du Camp’a

I

Kendini resimlere, haritalara vermiş
Çocuğa evren doyma bilmezliği kadardır.
Lamba ışıklarında, ah! Yeryüzü ne geniş!
Anıların gözünde yeryüzü nasıl dardır!

Açılırız bir sabah, beynimiz alev dolu,
Kabarıp hınçlar, acı isteklerle ruhumuz,
Yola düşeriz, uyup çalkantılara, sonlu
Denizlerde sallanır durur sonsuzluğumuz:

Kimi, rezil bir yurttan kaçtığına sevinir;
Kimi, doğduğu yerden iğrenmiştir, kimiyse,
Bir kadının gözünde boğulmuş müneccimdir,
Bir kadın, ürküten kokusuyla zalim sirse*.

Hayvana dönmeyelim diye esrikleşirler
Havadan, aydınlıktan, yanan gökyüzünden;
Güneşler pişirirken onları, ayaz dişler,
Silinir gider öpüş izleri yüzlerinden.

Ama gerçek yolcular gitmek için giderler;
Yürekleri balonlar gibidir, hafifçecik,
Ve, niçin olduğunu bilmeden, <gitsek! > derler,
Yazgıları önünde boyunları hep eğik.

Bulut biçimindedir onların istekleri,
Ve düşlerler, düşleyen bir er gibi topunu,
Bilinmedik, değişken ve sınırsız zevkleri,
Ki insan ruhu bilmez bile varolduğunu!

II

Korkunç! Topa, topaca uydurduk kendimizi,
Zıplar, döneriz onlar gibi; merak, durmadan,
Uykuda bile fırıl fırıl döndürür bizi,
Azgın bir melek gibi, güneşe kırbaç çalan.

Garip talih, amacın hep yer değiştirdiği,
Hiçbir yerde olmaz ya olabilir her yerde!
Ve insanoğlu, ki yoktur umut yitirdiği,
Deliler gibi koşar, erinç bulmak ister de!

Arayan yelkenlidir gönül Ikarya*sını;
Güvertesinde bir ses çınlar: <hey, gözünü aç!>
Kızgın, delice bir ses dolanır gabyasını:
<aşk… onur… mutluluk!> Vay canına, kayalık, kaç!

Alnımıza yazılmış Eldorado’ya benzer
Vardiyadan gözcünün bildirdiği her ada;
Gönül bütün gücüyle kurar da neler neler,
Sabah sabah kayalık bir yer bulur orada.

Uydurduğu yerlere tutulmuş zavallı, sen!
Seni zincire vurup atmalı bir tarafa,
Dipsizliği serapla daha derinleştiren
Olmaz Amerika’lar kaşifi, ayyaş tayfa!

Bir koca sersem gibi, çamura batıp çıkan,
Burnu havada, parıl parıl cennetler kurar;
Bir kapu'dur büyülü gözlerine açılan
Mumun aydınlattığı her kulübe, her duvar.

III

Şaşırtıcı yolcular! O öyküler ne soylu
Ki vurmuş denizlerce derin gözlerinize!
Yıldızlardan yapılmış mücevherlerle dolu
Kutuları açın zengin belleğinizden bize.

Yolculuğa yelkensiz, buharsız çıkmalıyız!
Öykünüzü ufuktan çerçevelerle çizin,
Aydınlığa kavuşsun diye loş zindanımız,
Üstüne tuval gibi gerilen beynimizin.

Söyleyin, ne gördünüz?

IV

yıldızlar ve dalgalar gördük;
kumullar gördük; önümüze her yerde
Umulmadık belalar çıktı, hiçten kavgalar,
Ve sıkıldık buradaki gibi birçok günlerde.

Güneşin o görkemi kızaran bir denizde,
Batan güneş altında kentlerin o görkemi
Yakıp tutuştururdu her zaman içimizde
Bir göz alıcı, parlak göğe dalma özlemi.

En varlıklı kentler, en geniş görünümlerde,
Bulutların gelişigüzel yarattıkları
Görünümler kadar hoş değildi hiçbir yerde,
Ve bitmezdi istediğin bize verdiği ağrı!

--Daha bir güçlendirir isteği duyulan tat.
Sen, gübresi zevk olan gün görmüş ağaç, istek,
Kabuğun sertleşir ve kalınlaşırken kat kat
Dalların güneşi çok yakından görmek ister!

Büyür müsün hep, selviden çok yaşayan, taze
Kalan dev ağaç? – Ama, özene bezene biz,
Birkaç taslak derledik doymaz defterimize
Uzaktan gelen şeye hayran kardeşlerimiz!

Selamladık hortumlu putları; zengin, parlak
Mücevherlerle süslü tahtları birer birer;
O sarraflarımızı düşüyle batıracak
Sarayları, ki masallarca görkemliydiler;

Kadınları, dişleri tırnakları boyanmış;
Giysileri, o gözler büyüleyen giysiler,
Usta hokkabazları, yılanlarla okşanmış.”

V

Sonra, ya daha sonra?

VI

“Ey çocuk beyinliler!
Tam yeri geldi asıl soruna değinmenin,
Her yerde aramadan bulduk, tanrının günü,
Başından sonuna dek uğursuz merdivenin,
İlk işlenen günahın acı görüntüsünü:

Kadın, o iğrenç köle, burnu havada, ahmak,
İğrenmeden bayılan kendine, gülmeden tapan;
Erkek, dediği dedik, pisboğaz, azgın, yalak,
Kölenin de kölesi, akan dere lağımdan;

Keyifli cellat, hıçkırığa boğulmuş kurban;
Kanın koku ve çeşni sağladığı ziyafet;
Buyruk verme zehiri, buyurganı kudurtan,
Yeden, hayvanlaştıran kamçıya düşkün millet;

Bizimkine benzeyen daha başka dinler de,
Hep göğe tırmanmaya çalışan; ayık bayık
Uzanmış nazlı gibi kuştüyü bir minderde,
Kıl ve çivi üstünde zevk arayan kutsallık;

Kendi aklına vurgun, geveze insanoğlu,
Şimdiki çılgınlığı aratmadan gideni,
Haykırarak Tanrı’ya, azgın bir kinle dolu:
Ey benzerim, efendim, kargışlıyorum seni!

Ve daha az sersemler, deliliğin o acar
Tutkunları, yazgı’nın ağıla kapattığı
Büyük sürüden kaçıp afyona sığınanlar!
-Budur bize kürenin her zaman anlattığı.”

VII

Acıdır gezilerden çıkardığımız bilgi!
O küçük, yavan yeryüzünün bugün de, dün de,
Yarın da, her zaman, biziz bize gösterdiği:
Bir korku yeşilliği bir sıkıntı çölünde!

Gitmeli mi? Kalmalı mı? Kalan kalsın, canı
İsteyen gitsin. Kimi saklanır, kimi koşar
Kandırmak için uğursuz, uyanık düşmanı,
Zaman’ı! Bir’de, yazık! Boyuna koşanlar var

Göçebe Yahudi*yle havariler benzeri,
Arabalar da yetmez öylelerine, gemi de,
Kaçmak için o kanlı katil*den, kimileri
Yok edebilir onu daha beşiklerinde.

Sonunda ayağı basınca belimize,
Umutlanır ve bağırabiliriz; İleri!
Eskiden çıktığımız gibi Çin gezimize,
Saçlar rüzgarda, gözler ufuklardan içeri,

Karanlıklar denizinde yola koyuluruz,
Genç bir yolcunun sevinci yüreklerimizde;
Düşleyin şu sesleri öyle tatlı, uğursuz,
“Yemek isteyenler kokulu Lotüs*ü, siz de

Buraya gelin! Yalnız burada devşirilir
Canınızın çektiği o masalsı meyveler;
Sizi garip tadıyla kendinizden geçirir
Bu öğle sonrası, ki bitimsiz uzar gider!”

İşte o bildik sesli hayal; oradan bize
Pilades*lerimizdir kollarını uzatan.
“İçin açılır Elektra*na git yüze yüze!”
Der ki kadın, ki dizini öpmüştür bir zaman.

VIII

Ölüm, ey koca kaptan, yelken açalım artık!
Sıkıldık bu ülkeden. Ölüm! Tutalım yolu!
Gök, deniz varsın olsun katran gibi karanlık,
Yüreklerimiz, bilirsin, ışıklarla dolu!

Zehrini dök içimize, dök de güç alalım!
Beynimiz ateşiyle yansın da onun iyi,
Uçuruma, ha Cennet ha Cehennem, dalalım
Bilinmezin dibinde bulmak için yeni’yi!


Habil İle Kabil - Baudelaire

Habil soyu, hep uy, iç ye;
Tanrı sana gülümser ne hoş.

Kabil soyu, hep çamur içre
Sürünüp de geber başıboş

Habil soyu, kurbanın senin
Okşar Başmeleğin burnunu !

Kabil soyu, bu işkencenin
Bulunmayacak mı hiç sonu?

Habil soyu, ekin ve davar
Dolar giderek solun sağın;

Kabil soyu, yaşlı bir zağar
Gibi ulur aç bağırsağın.

Habil soyu, ısıtmaya kal
Karnını baba ocağı içre;

Kabil soyu, zavallı çakal,
İninde hep soğuktan titre!

Habil soyu, sev ve üre pek!
Altının da yavrular senin.

Kabil soyu, ey yaman yürek
Büyük iştahlardan hep çekin.

Habil soyu, yer ve büyürsün
Ağaç kurtlarınca art arda !

Kabil soyu, sürükle düşkün
Aileni bitmez yollarda.


II


Habil soyu, ah! tüten toprak
Beslenecek senin leşinle !

Kabil soyu, çözülmedi bak
Dertlerinin bir teki bile;

Habil soyu, utancın açık:
sabah yenik düştü kargıya !

Kabil soyu, gökyüzüne çık
Ve Tanrı'yı fırlat aşağıya !



Çeviri: Sait Maden

Sabah Saat Birde - Baudelaire

Hele şükür! Yalnızım! Gecikmiş, yorgunluktan bitmiş birkaç arabanın uğultusundan başka bir şey duyulmuyor artık. Dinlenişe ermesek de sessizliğe ereceğiz birkaç saat boyunca. Hele şükür! İnsan yüzünün acımasız baskısından kurtuldum, yalnız kendi kendimden çekeceğim artık.

Hele şükür! Bir karanlık denizinde yorgunluğumu giderebileceğim. Anahtarı iki kez çevirmeli kilitte ilkin. Bana öyle geliyor ki anahtarı çevirdim mi yalnızlığım artacak, beni şimdi dünyadan ayıran engeller de sağlamlaşacak.

Baudelaire - Sartre

...Artık ağacı ya da evi görmekten bıktık. Onların seyrine dalıp kendimizi unutuyoruz. Baudelaire ise kendini asla unutmuyor. O, görürken kendine bakıyor; bakarken kendini görmek için bakıyor: aslında onun seyrettiği kendine ait ağaç ya da ev bilinci ve nesneler kendi bilincinin süzgecinden geçerek görünüyorlar ona: olduklarından daha solgun, daha küçük, daha az dokunaklı; tıpkı dürbündeki görüntüler...oklu levhanın yolu, sayfa şeridinin ise kitapta kaldığımız yeri göstermesi gibi birbirini göstermiyorlar onlar...Tam tersine, onların tek görevi kendilik bilincine gönderme yapmak.(Sartre)




"Daha küçük bir çocukken yüreğimde birbirine zıt iki duygu vardı: hayata karşı duyduğum dehşet ve hayatın verdiği esrime duygusu."


"Gerek ruh, gerekse beden yönünden hep uçurum duygusu içinde oldum; yalnız uykudaki uçurum değil, aynı zamanda eylemdeki, düşteki, anıdaki, istekteki, pişmanlıktaki, acınmadaki, güzeldeki, sayıdaki v.b. şeylerdeki uçurum...


şimdi artık hep başım dönüyor"




Baudelaire: kendisini bir uçurum olarak duyan adam. Gurur, sıkıntı, başdönmesi: ta kalbinin derinliklerine dek gören kendini, kimseyle kıyaslanmaz, kimseyle kaynaşmaz, yaratılmamış, saçma, gereksiz, tam bir yalnızlık içine bırakılmış kendi yükünü tek başına taşıyan, tek başına varlığını doğrulamaya mahkum edilmiş ve durmadan ellerinden kaçan, kayan, kendi içini gözleyen, ama aynı zamanda, kendi dışında sonsuz bir kovalamacaya atılmış, dipsiz, duvarsız ve karanlık bir uçurum, ışıklar içindeki bir sır, önceden görülemeyen, gene de pek iyi bilinen.



"İnsandan tiksinmenin bütün nedenlerini sabırla yazacağım. -Mutlak olarak yalnız- kaldığım zamansa, bir din arayacağım... Ve ölüm anında da, evrensel budalalığın karşısında duyduğum tiksintiyi iyice gösterebilmek için, bu sonuncu dini kabulleneceğim.
Görüyorsunuz ya hiç değişmedim."


(Baudelaire 1864'te yazdığı bir mektuptan)



İnsan gururu hiçbir zaman Baudelaire'nin bütün yapıtı boyunca çınlayan ve hep susturulan, tutulan bu çığlık kadar ileri gidememiştir belki de: "Şeytanım ben."




Baudelaire için acı çekmek bir şokun ardından gelen şiddetli bir tepki değil, tersine hiçbir şeyin azaltıp yükseltemeyeceği, sürekli bir durumdur...Acı, insanlık durumunun bilincine varış gibi görünmektedir... İnsan hoşnut olmadığı için acı çekmektedir... 'Çağdaş duygulu adam' şu ya da bu özel neden için değil, genel olarak, yeryüzünde hiçbir şey isteklerini doyuramayacağı için acı çekmektedir.



"İçten gelen her şiirin kaynağı melankolidir."


"Bütün sanatçılar acı çeker ve bu acı sanatçıların güzellik ve adalet duyguları geliştiği ölçüde büyür."