Fotoğraf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fotoğraf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Andre Gide / Leopardi



 Çalışma odasında sanat eseri bulunmayacak ya da çok az ve çok ciddi şeyler olacak
(Boticelli olmaz) Masaccio, Michelangelo, Raphaelo’nun Atina okulu; ama daha iyisi
birkaç portre veya birkaç maske: Dante’nin, Pascal’in veya Leopardi'ninki; Balzac'ın fotoğrafı...


*
Yazı: 
Gide / Günlük
Fotoğraf: 
Gisele Freund / Gide, Leopardi'nin Ölüm Maskı altında






Son Mülteci



Lie with me now
Under lemon tree skies
Show me the shy, slow smile you keep hidden by warm brown eyes

Catch the sweet hover of lips just barely apart
And wonder at loves sweet ache
And the wild beat of my heart

Oh, rhapsody tearing me apart




And I dreamed I was saying goodbye to my child
She was taking a last look at the sea
Wading through dreams, up to our knees in warm ocean swells
While bathing belles, soft beneath
Hard bitten shells punch their iPhone
Erasing the numbers of radon done lovers
And search the horizon

And you'll find my child
Down by the shore
Digging around for a chain or a bone
Searching the sand for a relic washed up by the sea
The last refugee

Roger Waters



Fotoğraf & Resim

Yeni anlatım biçimleri yumuşak bir biçimde dünyaya geliyor. Fransız ressamı, oyuncusu ve bulucusu Louis Jacques Mande Daguerre 1839’da bulunuşuna yardımcı olduğu fotoğrafı tanıtırken ondan zenginlerin eğlenebileceği bir oyuncak olarak söz etmişti. Onu tanıtan bir afişte: “Yüksek sınıf,” diye yazıyordu, “Daguerreotypie’de çok çekici bir boş zaman değerlendiricisi bulacaktır.” Herkes, herhangi bir resim çizme becerisine sahip olmadan bile, konağının ya da köşkünün resmini çıkarabilirdi. Laboratuar çalışmasının kolaylığı göz önüne alınırsa, bu uğraş hanımların da ilgisini çekecek nitelikteydi.

Bu afişte sanattan hiç söz edilmiyordu. Ama bütün Avrupacı sanatçılar hemen onun olanaklarını sezmişlerdi. Çok eski çağlardan beri yalnız onlar her türlü resimsel görüntü üretimini tekellerinde tutuyorlardı. Görsel olarak herhangi bir şeyi anlatmak ya da araştırmak isteyen biri onları es geçemezdi. Şimdi ise bir aygıt çıkmış, uğraşlarını tehdit etmeye başlamıştı. Bu araç ilk kez en otantik bir biçimde gerçeği yansıtma yeteneğine sahipti ve Daguerre afişinde belirtildiği gibi, “resmedilmeğe değer bir görüntüyü en ince ayrıntısına kadar birkaç dakika içinde kâğıda” aktarabiliyordu.

Oysa ressamlar, özellikle de 19.yy sanatçıları ta Rönesans’tan beri süren bir geleneğe uyarak kendilerine işkence edercesine bu konu, yani gerçeği en doğru biçimde yansıtma konusu üstünde çalışıyorlardı. İleri gelen ressamlar alçıdan yontular ya da çıplak modeller kullanıyorlar, hatta doğa karşısında çalışarak gerçeğe en yakın benzerliği yakalamaya çalışıyorlardı. Şimdi bunların hepsi boşa gidecekti. Birdenbire binlerce ressam ve sanatçı kendilerini Johannes Gutemberg’in 1450’de baskı makinesini bulmasından sonra el yazmalarını kopya etmekle geçinen uzmanların işsiz kalmasındaki gibi bir durumla karşı karşıya bulmuşlardı.

 Onlar da 7 Şubat 1839’da tepelerine inen bu kültür şokuna karşı kimi zaman şaşkınlık, kimi zaman boyun eğme, kimi zaman da saldırganlıkla tepki gösterdiler. Bu tarih önde gelen fizikçi Dominique François Arago’nun Paris Bilimler Akademisi’nde Daguerre ile ortağı Joseph Nicephore Niepce’nin uzun deneyler sonucu gümüşle kaplanarak ışığa karşı duyarlı kılınmış bakır plaklar üstüne düşürdükleri görüntülerle kalıcı resimler elde edebildiklerini anlattığı tarihti.

Aynı yılın 19 Ağustosunda Bilimler Akademisi’nin bir başka oturumunda ki buna Güzel Sanatlar Akademisi üyeleri de çağrılıydılar — Arago yeni yöntemin üretim biçimine ilişkin ayrıntıları anlatıyordu. Daguerre ile Niepce’ye bağlanan bir aylık karşılığı onların buluşunu satın alan Fransız Hükümeti, onun bütün dünyaya yayılmasını sağlayacaktı.

Teslim bayrağını ilk çekenlerin arasında Parisli tarih konulan ressamı Paul Delaroche vardı. Akademinin tarihsel oturumundan sonra, “Resim sanatı ölmüştür," diye bağırmıştı. İngiliz meslektaşı William Turner de optik çağın açılışına sert tepki gösteriyor, “Bu, sanatın sonudur,” diyordu. ABD'de ozan Edgar Allan Poe ilerlemeyi övenler arasındaydı. 1840’da, "Daguerretyp-plağı gerçekten nesneleri büyük bir keskinlikle yansıtmaya yarıyor. Bunu bir insanın elle çizerek başarmasına hiçbir zaman olanak yoktur,” diyordu.

Resmin modeli: Fotoğraf




Fransız ressam Henri Toulouse-Lautrec (1864-1901),  At the Cafe Lamie (1891) resmini 
Paris’li fotoğrafçı Paul Sescau'nun bir fotoğrafından yola çıkarak yapmıştı.






Cezanne “Fontainebleu’da Eriyen Karlar” (1880) 
resminin konusunu bir fotoğraftan alır.

Bacon's Eggs / Alberto Petro




JAMES NACHTWEY

Fotoğraf / James Nachtwey




Fotoğraf aracılığıyla, bütün tarih boyunca var olmuş bir insan davranışını ortadan kaldırmak mümkün müdür? Bu düşünce kendi çapında gülünç karşılanabilir. Fakat beni motive eden tam da budur. Benim için fotoğrafın gücü onun insani yetenekleri altında yatmaktadır. Şayet savaş insanlığı ortadan kaldırmaya yeltenirse, fotoğrafı savaşın yadsınması olarak telakki edebiliriz. Yani, savaşın panzehiri içindeki etkin bir madde olarak. 






Bir kişi orada olup bitenler hakkında dünyaya haber vermek amacıyla savaşın kalbine gitme riskini alıyorsa, barış pazarlığına girişmiş demektir. 

Bosnia / James Nachtwey



Savaşta, normal uygar davranış şekli, askıya alınmıştır. Normal hayatta sevdikleri bir insanı kaybetmiş olan kederli bir ailenin evine gidip uzun süreler boyunca onların fotoğrafını çekmek pek düşünülemez. Bu, gerçekten yapılamaz. İnsanlar beni kabul etmeseydi, bu anların fotoğrafları çekilemezdi. Söz konusu insanların işbirliği ve izni olmadan böyle fotoğrafların çekilmesi imkânsızdı. Onların içtenlikle karşılamaları, beni kabul etmeleri ve benim orada olmamı istemeleri olmaksızın bu imkânsızdı. Onlar, kamerasıyla birlikte gelen yabancının dünyanın geri kalanına onlara ne olduğunu göstereceğini ve dış dünyaya onların seslerini duyurabileceğini anladılar. Başka türlü nasıl izin verirdiler? Kendilerinin bir tür adaletsizliğin ve gereksiz şiddetin kurbanı olduklarının farkına vardılar. Bana izin vererek, fotoğraflar ile dış dünyaya kendi çağrılarını yapıyorlar ve herkese doğru-yanlış kavramlarını sorgulamasını sağlıyorlar. İnsanlara saygı ile yaklaşıyorum, onlara ve içinde bulundukları duruma saygı gösterdiğimi görmelerini istiyorum. Hızlı hareket etmemeye ve yüksek sesle konuşmamaya çalışıyorum. Yaklaşımımda çok açık ve kalbimde onlara karşı içten olmayı tercih ediyorum. Onların da bunun farkında olmasını istiyorum. İnsanlar bunu fark ediyor.

En kötü tarafı, bir fotoğrafçı olarak başkalarının mutsuzluğundan yararlanmam. Bu düşünce hiç aklımdan çıkmıyor. Her gün. Zira biliyorum ki, ihtirasım ve kariyerim bir gün merhamet duygularımı ele geçirirse ruhumu satmış olacağım. Mesleğimi ancak acı çekenlere saygı duyarak aklayabilirim. Diğerleri tarafından kabullenilmemin ve kendi kendimi kabullenmemin sebebi de, bu saygıdır.

James Nachtwey

Savaş Fotoğrafçısı / James Nachtwey


Fotoğrafçı olma kararım, savaş fotoğrafçısı olma düşüncesiyle başladı. Bu kararı, 70'li yılların başında Vietnam Savaşı sırasında aldım. Vietnam'dan gelen fotoğraflar, bize gerçekte perdenin arkasında neler olduğunu gösterdi. Bu fotoğraflar, siyasi ve askeri liderlerin söylediklerinin tam tersini gözler önüne sermekteydi. Bunlar, güçlü ve ölümcül savaşın ne kadar insafsız ve ne kadar soğuk olduğunu gösteren doğrudan belgesel fotoğraflardı. Bu fotoğraflardan çok etkilendim ve sonunda hayatımı bu geleneği devam ettirmeye adamaya karar verdim. Bu işi yapabilmek için kendimden emin olmayı hissetmem, uzun zaman aldı. Çevremdeki diğer insanları buna inandırmadan önce, kendimi inandırmam gerekiyordu. 1980 yılında bir gece çok açık bir fikirle uyandım: "Öğrenebileceğim her şeyi öğrendim şimdi, savaş fotoğrafçısı olmak için New York'a gidip şansımı deneme zamanıdır." dedim. Savaşın olduğu ülkelerde bu işi yapmaya hazır olduğumu hissediyordum. Gerçekten hemen sözleşmeler yaptım. Bu, duyguların yoğun olduğu heyecanlı bir andı. Tarihe tanıklık edeceğimi hissediyordum. Bu tarihe tanıklık, akademik bakış açısından veya uzaktan değil; tarihin gidişatı içerisinde sıradan insanlara ne olduğu ile ilgiliydi. Bu, benim için en heyecan verici ve emek harcamaya değen deneyimdir. Bu, neden fotoğrafçı olduğumu gösteren deneyimdir. Bu nedenle bunları anlatmak istedim. Daha sonra bunun tehlikeyle karşı karşıya gelmeyi, bir anlamıyla macerayı ve insanların doğrudan duygularını hissetmeyi içerdiği gördüm. Bu, bir tiyatro sahnesi gibiydi; fakat seyirci olmak yerine sahnedeyim ve senaryo, dakika dakika gelişmelerle yazılmaktaydı. Ne olduğunu anlayabilmen için olayları anlaman, önceden ne olacağını sezmen ve ayrıca bu olaylarla duygusal ve zihinsel olarak bağlantı kurman gerekliydi. Fotoğraf çekerken kişisel vizyonumu nasıl geliştireceğimi ve kendi duygularımı nasıl ifade edeceğimi öğrenmeliydim. Bunun için kendi duygularımı bilmem gerekir. Fotoğraf sayesinde dünyayı ve kendimi keşfettim.

James Nachtwey

Africa / James Nachtwey



Kariyerimin yarısını Afrika'da geçirdim. Bir durumda veya diğerinde... Bu durumlardan kesinlikle en trajik ve yıkıcı olanı açlık ve kıtlıktır. Aslında bu açlık, doğanın değil; savaşın bir sonucudur. Bu, aslında en eski kitle imha silahlarından birisidir. Oldukça ilkel ...ama bir o kadar da etkili. Yiyecek verilen merkezlerde çekilen açlık mağdurlarının fotoğrafları herkes için önemlidir Bizler insanların değil, onlara yardım etmeden açlıktan ölenlerin fotoğraflarını çekiyoruz. Arkamıza bakmadan uzaklaşıyoruz. Daha kritik konuları yayınlamak en zorudur. hiçbir zaman kolay olmadı, ama son yıllarda daha da zorlaştı. Çünkü toplumumuz, eğlence dünyası, yıldızlar ve moda tarafından işgal edildi. Reklâmcılar, kendi ürünlerini insanlık trajedisine ilişkin fotoğrafların yanına koyulduğunu görmek istemiyorlar. bu, onların toplam satışları ile ilgili bir şey. Ben, fotoğrafları medyada görünmesi için çekiyorum. Niyetim, fotoğraflarımın sanat objeleri olarak görünmesi değil. Onlar, bir çeşit iletişim aracı. Ne zaman işimden bir sonuç alsam, hoşnut oluyorum. Fakat yapacak çok şeyim var. Hiçbir zaman işimin tamamlandığını ve gerçekten memnun olduğumu hissetmedim. Gerçekten mutlu olduğumu söyleyemem, çünkü fotoğraflar, içinde her zaman diğer insanların trajedisini ve mutsuzluğunu barındırıyor. Bu, olsa olsa insanların dikkatini bu sorunlara odaklanmasını sağlayan acı bir mutluluktur. Belki de bir şeyleri başlatır umuduyla hareket eden bir kum tanesi gibi.

fotoğraflar ve yazı:
 James Nachtwey

PALESTİNE (FİLİSTİN)



James Nachtwey

Rwanda / James Nachtwey


"Benim şahit olduğum en akıl almaz durum, Ruanda'daydı. Kaç kişinin öldüğü bilinmiyordu; fakat yarım milyon ile iki milyon arası kişinin öldüğü tahmin ediliyordu. Bu insanlar, ilkel silahlarla öldürüldüler: Sopalar, taşlar, palalarla yüz yüze mücadelede... Katliamın yapıldığını kendi gözlerimle gördüm ve insanların bunu birbirine nasıl yapabildiğini anlayamadım. Böyle bir korku ve nefret nereden gelmekte? Bu, benim anlayışımın yerine geçmekte. Bunun üstesinden gelmek gerçekten çok zor. "


"Sonunda Hutu ordusu yenildiğinde; Yüzlerce, binlerce Hutu, yakın ülkelere Tanzanya veya Zaire'ye kaçtılar. Goma'daki mülteci kampında yaşayanlar arasında kolera salgını ortaya çıktı. Yüzlerce insan bu yüzden ölüme terk edildi. Fotoğrafını çektiğim birçok insanın sonunun da, birkaç hafta önce katledildiğini gördüğüm insanlar gibi olacağını anladım. Bu, öbür dünyaya ekspres bir asansörün kalması gibiydi."

9/11 James Nachtwey


Indonesia / James Nachtwey



Endonezya'da çok yaygın olan yoksulluğun belgesel fotoğraflarını çekmeye başladım. Çok korkunç bir yoksulluk bulunmaktaydı. İşleri ve aileleri olan bu yoksul insanlar, işçi mahallelerinde yaşıyorlardı. Bu, onların kendilerini buldukları yer: Demiryolu rayları kenarları. Onlar ne uyuşturucu bağımlısı ne de anti-sosyaller. Onlar çalışıyor ve çocuklarını büyütüyor. Kırsal daha iyi yaşam için göç eden bu insanlar, normal barınma ihtiyaçlarını bile karşılayacak parasal güçleri yok. Bundan dolayı bu insanlar, tahtadan ve plastikten kendi kulübelerini inşa ediyorlar.

Bulduğum tek kollu ve tek bacaklı bu adamla yaptığım bu röportaj sırasında, bu adama yedi yıl önce bir trenin çarpıp üstünden geçtiğini öğrendim. Adam, karısı ve dört çocuğu ile birlikte trenlerin arasında çakıl taşları üzerinde yaşıyordu. Çocuklarına sevgiyle bağlıydı ve çocukları aynı şekilde onu seviyordu. Ailesini bir arada tutmak için elinden geleni yapıyordu. Onların yaşamının belgeselini yapmak için onlarla birlikte belirli bir süre geçirdim.


Geçtiğimiz yıllarda ekonomik canlanma gösterdiği iddia edilen ülkelerdeki yoksulluğu incelemeye başladım. Gerçekte bu ekonomik canlanmanın, nüfusun yalnızca çok küçük bir kısmına yarar sağladığını gördüm. Olağanüstü yoksulluk koşullarında yaşamaya devam eden değişmeyen bir insan kitlesi bulunmakta.

Andre Kertesz in Paris

SEBASTIAO SALGADO'NUN FOTOĞRAFLARI

SEBASTIAO SALGADO'NUN FOTOĞRAFLARI

Işık Çöplüğün Sırrıdır

Edouardo Galeano




1

Bu fotoğraflar, trajik bir ihtişamla dolu bu figürler, umutsuz bir heykeltıraş tarafından taşa ya da ahşaba mı işlendiler? Bu heykeltıraş fotoğrafçı mı? Yoksa tanrı mı, ya da şeytan, ya da yeryüzü gerçekliği mi?

Kesin olan tek bir şey var; bu figürlere etkilenmeden bakmak çok zor. Kimsenin omuz silktiğini, kör ve uzak, başını çevirip hiçbir şey yokmuş gibi ıslık çalarak uzaklaşabildiğini sanmıyorum.





2

Açlık açlığın öldürdüğü insana benziyor. İnsan insanın öldürdüğü ağaca benziyor. Ağaçların kolları var, insanların da dalları. Sıska, kuru bedenler: Ağaçlar kemiklerden yapılmış; insanlar, güneşte büzülmüş köklerden ve budaklardan. Ne ağaçların ne insanların yaşı belli. Hepsi binlerce yıl önce, kim bilir kaç yıl önce, doğdular ve ayaktalar, onları bir başına bırakan göğün altında açıklanamaz bir biçimde ayaktalar.





3

Dünya o kadar hüzünlü ki, gökkuşağı bile siyah beyaz çıkıyor ve o kadar çirkin ki, can çekişenlerin peşindeki akbabalar hemen üstlerinde uçuyor. Birisi Meksika'da şarkı söylüyor:

Hayat lavabodaki pislik gibi, giderden akıp gidiyor.

Ve biri Kolombiya'da konuşuyor:

"Hayatın bedeli arttıkça artıyor, hayatın değeri düştükçe düşüyor"

Ama ışık çöplüğün sırrıdır ve Salgado'nun fotoğrafları bize bu sırrı anlatıyor.

Görüntü çözeltinin sularını emip ışık sonsuza dek gölgede sabitlenince, zamandan ayrılan ve sonsuza dönüşen tek bir an oluyor. Bu fotoğraflar, çıplak dünya gerçeğine ve o gerçeğin gizli pırıltısına tanıklık etmek için yaratıcısından ve gösterdiği kahramanlardan sonra da yaşamayı sürdürecekler. Salgado'nun kamerası vahşi karanlıkta hareket ediyor; ışık arayarak, ışık avlayarak. Işık gökyüzünden mi düşüyor, yoksa bizden mi çıkıyor? Bu ışığın yakalandığı an, bu ışıltı, fotoğraflarda bize görülmeyeni ya da görülen ama fark edilmeyeni açıklıyor: Fark edilmeyen bir varlığı, güçlü bir yokluğu. Bize, yaşama acısının ve ölüm trajedisinin kendi içinde insanın dünyadaki macerasını ipotekten kurtaran kudretli bir büyüyü, ışıltılı bir gizemi sakladığını haber veriyor.




SEBASTIAO SALGADO



Salgado:
https://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2015/06/jb.html
https://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2014/06/songs-of-humpback-whale.html
https://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2013/11/derin-zamanlar.html

Charlie Chaplin Leaving America

1957

Charlie Chaplin ile çalışabilmek için çok uzun süre uğraşmıştım. Bir gün beni aradı. Çok heyecanlandım. Resimlerini çektikten sonra bana “Senin için başka bir şey yapabilir miyim?” diye sordu. Tabii ki kabul ettim. Chaplin işaret parmaklarını şeytan boynuzu gibi başının iki yanına dayadı ve makineye baktı. Önce vahşi bir yüz ifadesiyle, daha sonra sırıtışla.

O zamanlar bilmediğim Chaplin’in benim atölyemde saklandığıydı. Senatör McCarthy’nin komünist avcıları onu rahatsız ediyorlardı. Ertesi gün Amerika’yı ebediyen terk etti. Portre, Chaplin’in ABD’deki son mesajıydı:

 “Benim nasıl bir şeytan olduğumu görün”

 Bu fotoğrafın sorumluluğu bana ait değil. Benim için, insanın hayatı boyunca sadece bir kez alabileceği bir hediyeydi.

*
Richard Avedon

Richard Long / Arazi Sanatı

 Basit, pratik, duygusal, sessiz ve etkin sanat hoşuma gidiyor.

    Yürümenin sadeliği,

    Taşların sadeliği...





 İnsanın elinin altında bulabileceği sıradan malzemeler, özellikle de taşlar hoşuma gidiyor... Dünyayı oluşturan malzemenin taş olması düşüncesi hoşuma gidiyor.

    Sıradan şeylerin sanat olarak algılanması hoşuma gidiyor. 

    Bir tekniğe bağlı olmayan duyarlılık hoşuma gidiyor.





Sanatımın görünürlüğünün ve ulaşılabilirliğinin koşullara bağlı oluşu, ayrıca aynı anda hem kamusal hem özel olabilmesi, hem sahip olunabilmesi hem de olunamaması hoşuma gidiyor.

    Yerlerle zamanlar, mesafeyle zaman, taşlar ve mesafe, zaman ve taşlar arasındaki şekillerin simetrisini kullanmak hoşuma gidiyor.

Fotoğraf / Ölüm


River Phoenix, My Own Private İdaho'da


Bir filmde öldüğünü bildiğim oyuncuları gördüğümde ya da yeniden gördüğümde bir tür melakoliye kapılırım hep: Fotoğrafın kendisinin melankolisidir bu... Töremlerin gerilemesiyle çağdaş olan fotoğraf bizim çağdaş toplumumuzda simge, din ve törem dışı bir ölüm'üm, birdenbire ölüm'e dalışın karşılığıdır belki de." 

 Roland Barthes / Camera Lucida


*
ilgili okuma: 
https://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2016/04/olum.html