Kavafis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kavafis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hermes




Belki duymuşsunuzdur, işimde acemi sayılmam
Nice taşlar geçti elimden
ve çok iyi tanırlar
yurdum Tiana'da beni

Hemen göstereceğim birkaçını size. 
Şu Rea'ya dikkat edin, saygın, sarsılmaz antik. 
Pompeius’a bakın, sonra Marius, 
Amelius Paulus,  Scipio Africanus. 

Elimden geldiğince 
hepsi asıllarına sadık kopyalar.
Şu Patraklos (üzerinde çalışacağım biraz daha).
Kestarion’dur şu sarımtırak mermerin 
yanında duran parçalar.

Şimdi Poseidon’a çalışıyorum 
uzun zamandır. Atları inceliyorum 
özellikle, nasıl yapsam diye.

Öylesine hafif olmalılar ki
yere basmazmış, havada koşarmış gibi
görünmeli toynakları ve bedenleri.

Ama işte şu en çok sevdiğim eserim 
onu tutkuyla, büyük bir dikkatle işledim 
aklımın ideale doğru yükseldiği 
bir ılık yaz gününde, bu genç Hermes, 
hep hayal etmiş olduğum tanrı. 

(1911)

Tiana'lı Yontucu



" Belki duymuşsunuzdur, işimde acemi sayılmam
Nice taşlar geçti elimden
ve çok iyi tanırlar
yurdum Tiana'da beni..."

Kratir Ustası




Warren Cup, side B

İncelik ve üstün bir beğeni egemendir
Iraklidis’in evi için yapılan
şu som gümüş kratirde.
Ve güzel bir genç koydum tam ortaya
çıplak ve şehvetli: Yine suyun içinde
bacaklarından biri, Yakardım sana ey bellek
yardım et de eksiksiz yapabileyim yüzünü
sevdiğim gencin aslına uygun olarak.
Güçlük çok büyük doğrusu, çünkü
on beş yıl kadar geçti bir er olarak öldüğü
Magnesia bozgunundan bu yana.


"Bilirsin coşkusunu yaşamımızın; şiddetini yüce hedonizmin..."


Tehlikeli Şeyler

Şöyle dedi Mirtias (imparator Konstantos ile 
imparator Konstantinos’un saltanat yıllarında 
İskenderiye’de yaşayan bu yarı putperest 
yarı hıristiyan, Suriye’li öğrenci):

“Güçlendikçe düşünce ve bilgide

ürkmeyeceğim bir korkak misali tutkularımdan.

Bırakacağım bedenimi hedonizme

düşlediğim zevklere

en aşırı erotik isteklere

kösnül dürtülerine kanın

en küçük bir korku duymadan, çünkü

nefsime hâkim olacağım istediğim an

güçlenerek düşünce ve bilgide—

dönebileceğim o tehlikeli anda

çileci ruhuma

yeniden."

İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman,


şiir: ithaka / video: cavafy, 1996, Yannis Smaraglis / müzik: Vangelis


İthaka'ya doğru yola çıktığın zaman, 
dile ki uzun sürsün yolculuğun, 
serüven dolu, bilgi dolu olsun. 
Ne Lestrigonlardan kork, 
ne Kikloplardan, ne de öfkeli Poseidon'dan. 
Bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına, 
düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu 
ince bir heyecan sarmışsa eğer. 
Ne Lestrigonlara rastlarsın, 
ne Kikloplara, ne azgın Poseidon'a, 
onları sen kendi ruhunda taşımadıkça, 
kendi ruhun onları dikmedikçe karşına. 

Dile ki uzun sürsün yolun. 
Nice yaz sabahları olsun, 
eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde 
önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin! 
Durup Fenike'nin çarşılarında 
eşi benzeri olmayan mallar al, 
sedefle mercan, abanozla kehribar, 
ve her türlü başdöndürücü kokular; 
bu başdöndürücü kokulardan al alabildiğin kadar; 
nice Mısır şehirlerine uğra, 
ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden. 

Hiç aklından çıkarma İthaka'yı.
Oraya varmak senin başlıca yazgın. 
ama yolculuğu tez bitirmeye de kalkma sakın. 
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi; 
sonunda kocamış biri olarak demir at adana, 
yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin, 
İthaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan. 


Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka. 
O olmasa, yola hiç çıkmayacaktın. 
Ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka. 
Onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini. 
Geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki, 
artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini İthakaların. 
çeviri : Cevat Çapan


 Konstantinos Kavafis
(1863 - 1933)


* İthaka: İyon Denizi'nde bulunan Yunanistan'a ait bir ada. 
Homeros'un Odysseia Destanı'nda, Odisseas'un yurdu olarak anlatılır.

resim



Bir suluboya resim buldum
 belki de yüz yıllık eski bir kitapta,
sayfaların arasında unutulmuş, imzasız.
Güçlü bir ressam elinden çıkmış olmalı
“Aşkın Betimlemesi” adlı bu yapıt.

Belki de “Aşırı duygulu aşkın” olmalıydı adı.
Bakınca çünkü açıkça görülüyordu resimde
(kolayca duyumsanıyordu ressamın düşüncesi):
Sağlıklı aşklar arayanlara uygun değildi
yasak şuurları aşamayanlara göre değildi
resimdeki koyu kestane gözlü civelek delikanlı;
yüzünün o benzersiz güzelliğiyle
sapkın hazların o efsunlu çekiciliğiyle
hedonizmi sevgiliye sunan eşsiz dudaklarıyla,
genel ahlâkın “utanmaz” olarak tanımladığı
o yataklar için yaratılmış bedeniyle
onlara göre değildi hiç kuşkusuz
kesinlikle bu güzeller güzeli, bu güzel yüzlü civan.

Simdi şiirlerini okuyor onun delikanlılar...






Yılların ve azgınlıkların belini büktüğü
bir yaşlı adam, güçsüz ve bitkin, 
ağır ağır yürüyor sokakta.
Gene de, eve dönünce, gizlemek için
yaşlılığını, acınası halini
düşünüyor hâlâ gençlikten kalan payını.

Simdi şiirlerini okuyor onun delikanlılar, 
serapları geçiyor cıvıl cıvıl gözlerinden. 
Heyecanlanıyor onun güzellik imgesiyle 
sağlıklı ve hedonist akılları, 
o güzel biçimli, sağlam bedenleri.

(1913)


fotoğraf

Odamın duvarına asmak istiyordum.

Ama çekmecenin nemi bozdu onu.

Çerçeveletmeyeceğim bu resmi artık.


Daha özenle saklamalıydım aslında.

Bu dudaklar, bu yüz

ah bir tek gün olsun, bir saat olsun

geri gelseydi o geçmiş.

Çerçeveletmeyeceğim artık bu resmi.

Dayanamayacağım bu yıpranmış duruşuna.


Ama bozulmuş olmasaydı da 
gene tedirgin olacaktım 
o sürekli dikkat ve çabayla:
Bir sözüm ya da ses tonum 
ele vermesin diye beni 
fotoğrafı bana sorduklarında.

1923

Pencereler & Duvarlar


Kederli günler yaşadığım bu karanlık
odalarda dolaşıp duruyorum, aralık
pencereleri araya araya. Bir pencere
açılsa bir teselli olacak bana.—
Ama yok pencereler, ben bulamıyorum ya da.
Ama bulamamam daha iyidir belki de.
Işık yeni bir işkence de olabilir.
Nasıl yeni şeyler sunacaktır kim bilir?


&

Düşünmeden, acımadan, utanmadan
kocaman yüksek duvarlar ördüler dört yanıma.

Ve şimdi oturuyorum böyle yoksun her umuttan.
Beynimi kemiriyor bu yazgı, hep bu var aklımda;

oysa yapacak bunca şey vardı dışarda.
Ah, önceden farketmedim örülürken duvarlar.

Ama ne duvarcıların gürültüsü, ne başka ses.

Sezdirmeden, beni dünyanın dışında bıraktılar.

Hedonizm

raphael perez


Hedonizm

Anısı yaşamımın sevinci ve ıtırıdır
hedonizmi gönlümce bulup kavuştuğum saatlerin.
Yaşamımın sevinci ve ıtırıdır o anılar
sıradan aşkların doyumuna burun kıvırmış olan benim.




Bir Gece

Yoksul ve bayağıydı 
o şüpheli meyhanenin üzerindeki 
o gizli oda.

Pencereden sokak görünüyordu 
pis ve dar. Kâğıt oynayan, eğlenen 
işçilerin sesleri geliyordu aşağıdan.

Ve orada, o ucuz, o bayağı yatakta 
bedenine sahiptim aşkın, 
kızıl dudaklarına sahiptim 
hedonist sarhoşluğun — 
öylesine esrik bir kızıllık ki 
bunca yıl sonra yazarken şimdi 
yeniden sarhoş oluyorum 
evimin yalnızlığında.




Gittim

Engellemedim kendimi. Büsbütün bıraktım ve gittim
kafamın içinde fırıldak gibi dönen 
o gerçek ya da düşsel zevklere.
Gittim pırıl pırıl gecenin içinde:
Ve sert şaraplar içtim
hedonizm kahramanları nasıl içerlerse.




 Avize

Küçük bir oda, bomboş, 
yemyeşil bezle kaplı dört çıplak duvar, 
ve güzel bir avize yanmakta, pırıl pırıl, 
alevinin her dili tutuşturuyor 
tutkunun şehvetini, içdürtünün şehvetini.

Avizenin güçlü yalımıyla
parıldayan bu küçük odada
hiç de alışılmış değil böyle bir ateşe.
Ve korkak vücutlara göre değildir 
bu sıcaklığın hedonizmi.



Saat Dokuzdan Beri

Saat yarım. Gelip geçti saatler, 
saat dokuzdu lâmbayı yaktığımda 
ve oturmuştum buraya. Öyle durdum okumadan, 
konuşmadan. Kiminle konuşacaktım 
bu evde, tek başıma?

Gelip buldu beni bedenimin genç görüntüsü 
saat dokuzdu lâmbayı yaktığımda, 
hoş kokulu, kapalı odaları anımsattı bana
ve o eski hedonizmi, gözüpek hedonizmi!

Gözümüzün önünde canlandı tekrar
şimdi o tanınmaz olan sokaklar
artık yerinde yeller esen cıvıl cıvıl eğlence yerleri
bir zamanlar var olan kahveler, tiyatrolar.

Bedenimin genç görüntüsü 
geldi ve üzücü anılar da getirdi bana; 
ailenin matemleri, ayrılıklar, 
bizimkilerin, yakınlarımın duyguları, 
pek umursanmayan duyguları ölmüşlerin.

Saat yarım. Nasıl da geçti vakit.
Saat yarım. Nasıl da geçti seneler.


Merdivenlerde

Cavafy (1996, Yannis Smaragdis)

Ben o onursuz basamakları inerken
sen kapıdan giriyordun; ilk kez
yüzünü gördüm bir an, sen de beni.
Saklandım hemen görmeyesin diye,
aceleyle geçtin yüzünü gizleyerek
o bayağı eve girdin süzülürcesine
ama bulmamış olmalısın hedonizmi sen de benim gibi.

Sana verebilirdim oysa aradığın aşkı;
bunu yorgun ve kuşkulu gözlerin söylüyordu,
aradığım aşkı verebilirdin bana.
Hissetti ve aradı birbirini bedenlerimiz
anladı bunu kanımız ve tenimiz.
Ama ikimiz de saklandık, tedirgin.

(1904)

Yaşlı Bir Adam


cavafy
Gürültülü kahvenin en dibinde
bir ihtiyar oturuyor başını masaya eğmiş;

önünde bir gazete, tek başına.
Ve utancı içinde bu sefil yaşlılığın
düşünüyor, ne kadar az tadını çıkardı yılların,
oysa güçlüydü, sözü geçerdi ve güzeldi.

Biliyor çok yaşlandığını; duyumsuyor, görüyor.
Gençlik yılları gene de daha dünmüş gibi.
Nasıl da daracık bir ara. Nasıl da kısa.

Ve düşünüyor, kendisini nasıl aldattı Akıl,
oysa nasıl da güvenmişti ona —ne çılgınlık—
“Yarın! Daha çok vakit var” diyen o yalancıya.

Anımsıyor dizginlediği içdürtülerini; heba
ettiği bunca sevinci. Alay etmekte
aptalca sakınımıyla kaçan fırsatlar.

...Ama düşünce ve bunca anı
başını döndürdü yaşlı adamın.
Ve uyuyakaldı kahve masasına dayayarak başını.

(1897)

Gizli Şeyler (1908)


Bütün yaptıklarımdan ve bütün söylediklerimden

Kimse anlamaya çalışmasın kim olduğumu

Bir engel vardı, bir engel, bütün eylemlerimi

Ve baştan aşağı tutumumu değiştiren

Hep bir engel tam konuşacağım sıra

Susturuverirdi beni.

En göze çarpmamış davranışlarımdan

En kapalı sözlerimden, yazdıklarımdan

Yalnız onlardan anlaşılabilirim.

Ama belki de değmez bunca çabaya

Bunca dikkate, gerçekte kim olduğumu bulmak,

Daha güzel bir toplumda, ilerde
Bir başkası tıpkı bana benzeyen
Çıkar kuşkusuz, yaşar özgürce

KAVAFİS


"Yunanlı değilim ben, Helen'im"




MİRİS; MS 340 İSKENDERİYESİ

Felâketi öğrenince, Miris’in ölümünü,
evine gittim, hıristiyan evlerine
girmekten kaçınmama karşın,
özellikle matem ve yortu günlerinde.

Sofada durdum. Daha fazla ilerlemek
istemedim, görünce ölünün akrabalarının
bana karşı
o şaşkın ve tedirgin bakışlarını.

Büyük bir odaya koymuşlardı onu,
bir bölümünü görüyordum
bulunduğum yerden. Her yanda
değerli halılar, altın ve gümüş vazolar.

Orada durmuş, ağlıyordum sofada.
Ve düşünüyordum: Hiçbir değeri yoktu artık
toplantıların ve gezilerin, Miris olmadan;
ve düşünüyordum: Artık göremeyecektim onu
o güzel ve uygunsuz gecelerimizde
sevinip gülerken ve o eşsiz
Yunan ahengi duyarlığıyla şiir okurken;
ve düşünüyordum: Yitirmiştim güzelliğini
sonsuza dek, yitirmiştim sonsuza dek
çılgınca sevdiğim bu genç insanı.

Yanımda birkaç yaşlı kadın
anlatıyorlardı son gününü alçak sesle—
dudaklarından düşmemiş İsa'nın adı
ellerinde de bir haç varmış. —

Sonra dört hıristiyan rahip girdi odaya,
dualar okuyarak, yakararak
İsa’ya ya da Meryem Ana’ya
(yakından tanımıyordum dinlerini).

Biliyorduk hiç kuşkusuz Miris’in hıristiyan olduğunu.
Daha ilk andan beri, iki yıl önce
bizim takıma katıldığından bu yana.
Ama tıpkı bizim gibi yaşardı.
Hepimizden daha çok vermişti kendini hedonizme;
parasını saçıp savururdu eğlencelerde.
Milletin umursamadan yargısını
gece kavgalarına gönüllü katılırdı
bizim takım karşılaşınca
bir rakip çeteyle sokaklarda.
Hiç söz etmezdi dininden.
Hatta birinde, Serapion’a
götüreceğimizi söylemiştik kendisini.
Biraz hoşlanmamış gibiydi
bu şakamızdan, anımsıyorum şimdi.
Ha, iki şey daha geldi aklıma.
Poseidon’a şarap sunarken bizler
o uzaklaşmıştı yanımızdan, başka tarafa bakmıştı.
“Göz kamaştırıcı güzelliklerin tanrısı
büyük Apollon’ un desteğinde ve korumasında olsun
bizim takım” diye bağırdığında,—
coşku içinde içimizden biri,
“Ben hariç” diye fısıldamıştı Miris
(ötekiler duymamıştı).

Gencin ruhu için yakarıyordu
yüksek sesle rahipler—
Görüyordum: Dinlerinin yöntemlerine
uygun olarak nasıl bir özenle
nasıl bir dikkatle
gömmeye hazırlanıyorlardı hıristiyan cenazesini.

Ve birdenbire tuhaf bir duygu
sardı beni. Miris’in benden uzaklaştığını
duyumsuyordum sanki belli-belirsiz;
bir hıristiyan olarak birleştiğini duyumsuyordum
dindaşlarıyla, benimse
bir yabancı, tamamen yabancı olduğumu;
ve bir kuşkuya kapıldığımı duyumsuyordum daha şimdiden:
Yanıltmış olmasın sakın beni tutkum?
Onun için her zaman bir yabancı değil miydim acaba?
Fırlayıp kaçtım korkunç evlerinden,
hızla uzaklaştım oradan,
Miris’in anısı
Hıristiyanlıklarıyla bozulmadan. (1929)



Hangi yazarla yemeye çıkmak ister­sin diye sorsalar, İskenderiyeli Yu­nan şair Konstantinos Kavafis’in (1863-1933) adını verirdim. Birçok nedenden ötürü onu seçerdim ama en çok da dünyanın en fazla çevrilen şairlerinden biri olduğunu ona söylediğimde vereceği tepkiyi görmek istediğimden. Altısı son birkaç yılda ol­mak üzere şu anda on beşten fazla İngilizce çevi­risi olması bir yana, Yunanistan’dan Ekvador’a ka­dar birçok ülkeden çok sayıda yazar Kavafis’ten etkilenmiştir. Minör bir dilde yazan bir şairin kü­resel çapta böylesine bir cazibeye ulaşması aslında hiç de şaşırtıcı değil.



Neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?

Bugün barbarlar geliyormuş buraya.

Neden hiç kıpırtı yok senatoda?
Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.
Senatörler neden yasa yapsınlar?
Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar.

Neden öyle erken kalkmış imparatorumuz,
şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına,
başında tacı, törene hazır?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz.
Bir de koca ferman hazırlatmış
ona rütbeler, unvanlar bağışlayan.

İki konsülümüzle yargıçlarımız neden böyle
işlemeli, kırmızı kaftanlar giyinip gelmişler?
Neden böyle yakut bilezikler, parlak,
görkemli zümrüt yüzükler takınmışlar?
Ellerinde neden böyle altın,
gümüş kakmalı asalar var?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar.

Ünlü konuşmacılarımız nerde peki,
neden herzamanki gibi söylev çekmiyorlar?

Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
onlar pek aldırmazlarmış güzel sözlere.

Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?
(Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)
Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
neden herkes dalgın dönüyor evine?

Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.
ve sınır boyundan dönen habercilere göre,
barbarlar diye kimseler yokmuş artık.

Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.


Constantino KAVAFİS
çeviri: Cevat Çapan
Diyorsun ki, “bir başka ülkeye,
bir başka denize gitmek istiyorum;
bundan daha güzel bir başka kent vardır kuşkusuz.
Ama kötü yazgım peşimi bırakmaz ne yapsam,
ve kalbim şimdi burada gömülü bir ceset sanki.
Ruhum daha ne kadar katlanacak bu çoraklığa?
Hangi yana çevirsem yüzümü, ne yana baksam
Hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma
Bunca yıllarımı heder ettiğim şu ülkede.”

Yeni bir ülke bulamazsın, arama sakın,
Bir başka deniz de bulamayacaksın.
Nereye gitsen bu kent senin ardından gelecek,
Aynı sokaklarda dolaşıp duracaksın yine,
ve yaşlanacaksın aynı, hep aynı mahallede,
hep aynı evlerde ağaracak saçların.
Ve dünyayı bir uçtan bir uca dolansan da
Dönüp bu kente geleceksin sonunda.

Yanılma sakın, bir başka gelecek umma,
ne seni bekleyen bir gemi var limanda
ne de beklediğin bir başka çıkar yol.
Nasıl tükettiysen ömrünü şurada, şu köşecikte,
Öyle kıydın demektir ona, tüm yeryüzünde.

 Kavafis
çeviri: Sacide Üçer


Pessoa'nın Sandığı

Pessoa bir küçük burjuva bile olmamayı seçmişti.

XX. yüzyılın iki uç şairi, hem konumlarıyla, hem de yapıtları ve duruşlarıyla enkenarda kalmak istemiş Kavafis ve Pessoa, sağken pek az ürün yayımlamışlardı. Merkezde değildiler; İskenderiye de, Lizbon da yarı açık, aslında yarıdan fazla kapalı kentlerdi yüzyılın ilk yarısında. Merkezle, İngiliz kültürü aracılığıyla belli bir organik bağları olmuştur; ama bir yandan mesafeli bir ilişki geliştirdikleri, bir yandan da Londra'nın tutucu bir merkez kaldığı gerçeğini gördükleri hemen söylenebilir de: Sonuçta, kendi dünyalarını kurmuşlardır, diyebiliriz.

İki küçük memur. Sivrilmeyi; Perse, Claudel, Stevens gibi yüksek sorumluluk gerektiren ikinci uğraş tırmanışına geçmeyi akıllarından geçirmemiş, besbelli öyle özellikler de taşımayan iki münzevi. Kavafis'in yaşamında temel serüvenin payı küçümsenemez şüphesiz, gene de yapayalnız yaşamış, ölmüştür. Pessoa o boyutu da siler hayatının akışından: Sevgili Ophelia'sına yazdığı mektuplar, Ophelia'nın tanıklığı gösteriyor ki marazi yazı yaşamını hiçbir biçimde paylaşmaya yanaşmıyor. Kafka/Felice, Kierkergaard/Regina çiftlerinin tıkanış denklemlerinin bir çeşitlemesiyle karşı karşıya olduğumuza daha önce değinmiştim...

Pessoa'nın uzak komşularından ayrıldığı yer: Yazdıklarını pekala yayımlayabilecekken onları sandığa kaldırıyor, bile isteye posthume olma statüsünü benimsiyor: Yazarlık hayatı, hayatı bitince başlasın.

Büyük bir sandık. Herbiri, tamamlandıkça, ayrı zarflara yerleştirilip içeri alınan, toplam kırk bin sayfadan oluştuğu bilinen bir yapıt. Yayımladığı kitaplar var, öte yandan; gençliğinde birkaç (biri doğrudan ingilizce yazmış olduğu) kitabı çıkıyor, sonrasında, bilindiği gibi takma isimleri, hatta kimlikleri kullanıyor, Lizbon sokaklarında, iş yerlerinde ve kahvelerde neredeyse incognito dolaşıyor, elini kolunu rahatça sallayarak.

Pessoa'nın sandığı bir fantezi değil, bir fantazma da,
 XX. yüzyılın yazı insanı için: Ciddi bir seçenek.      

E. Batur


Gizli Şeyler

Aşkım üstüne yazmayı düşündüm. Ama yapamayacağım bunu. Önyargı ne kadar güçlü! Ben ondan kurtuldum, ama bu sayfayı görebilecek henüz tutsak insanları düşünüyorum. Ve duruyorum. Ne güçsüzlük! Yine de bir harf yazmak istiyorum - T- bu anı simgelemek için.


9.11.1902



Önceki gün gözlerimin önünden geçen tek şiir, iki çocuğun güzelliğiydi. Eğer belleğim bunun izlerini saklayıp yaratıcı bir heyecan anında bana geri verirse, kim bilir belki de sanatımda bir şeyler kalır bu güzelliğin kısacık geçişinden.


7.10.1911



Kavafis (İki Şiir)







Gözüm işimin üstünde, seviyorum onu
Ama bugün kompozisyonun ağır gitmesi hevesimi
                                                                     kaçırdı.

Gün etkiledi beni. Karardıkça
 kararıyor hava. Bir yağmur, bir rüzgar.
Konuşmak değil, seyretmek istiyor canım.
Bu resimde şimdi, çeşmenin yanına uzanmış
güzel bir delikanlıya bakıyorum,
koşmaktan bitkin düşmüş olacak.
Ne güzel bir çocuk: tanrısal bir öğle
tatlı uykulara sürüklemiş onu-
Oturuyor, öylece bakıyorum bir süre.
Ve işte resim sanatı ki yeniden soluk veriyor bana.
 (Resim Sanatı)








Bu açık saçık fotoğrafta, sokakta
(gizlice satılan polisten)
ne arıyor bu rüya gibi yüz?
Nasıl girdin buraya?

Ne rezil, ne pespaye yaşamın var kim bilir?
Ne iğrenç bir yerde poz verdin?
Nasıl ucuz bir ruhun olmalı!
Daha beteri olsan bile,
rüya bir yüzsün yine de benim için, 
hazza adanmış, bir Yunanlının
yaşayacağı türden, onun için yaratılmış-
böyle kalacaksın hep benim için, böyle yazacak seni şiirim.
(Fotoğraf)