Gezgin'in anlaşılmasında önemli olan, Nietzsche'nin bu eseri yazdığı sırada Atinalı filozof Epikuros'la (İÖ 341 -270) giderek artan bir muhabbet ve yakınlık hissetmesidir. İnsanca, Pek İnsanca'da çok kısaca bahsedilen, Karışık Kanılar ve Özdeyişler'de sadece hürmet edilen Epikuros Gezgin'de yaşamış olan "en büyük adamlardan biri" haline gelmişti. Dönemin defterleri ve mektupları Epikuros'un "arınmış kahramanlığına" ve "mutluluk bahçesine" sıcak göndermelerle doludur. (Epikuros'un Atina'da takipçileriyle buluştuğu ve onlara ders verdiği bir bahçesi vardır. Bu yüzden onun okulu "Bahçe" diye bilinir.) Nietzsche dönemin mektuplarında ve defterlerinde kendisine "Epikuros bahçesini yenileme", Epikurosçular tarzında "filozofça" yaşama görevi verir.
Nietzsche her ne kadar Epikuros'a özellikle yakın olduğunu hissetse de, antik dünyanın başka filozoflarına karşıt olan Epikuros'a değil, genel olarak antik felsefenin temsilcisi olan Epikuros'a ilgi duyuyordu. Nietzsche'yi etkileyen fikirler antik filozoflar arasındaki farkları gösteren ayrıntılardan ziyade onları birleştiren fikirlerdi. Bu yüzden, antik felsefenin birbiri içinde erimesinden ya da homojenleşmesinden bahsedebiliriz. Daha İnsanca'da kinikler (modern anlamdaki 'kinikler' değil, aşırı stoacılar) ile Epikurosçular arasındaki farkın sadece "mizaç farkı" olduğunu yazar, Karışık Kanılar'da ise stoacı Epiktetos'la birlikte Epikuros'a, kaybolmuş tek bir "bilgeliğin" ambarı muamelesi yapar. Gezgin'de ise sofist Hippias'ın da bu tek bilgeliği paylaştığı söylenir, hatta Tragedyanın Doğuşu'nda yerin dibine sokulan Sokrates de Gezgin'de hayret verici bir şekilde rehabilite edilir:
İşler yolunda giderse, İncil'den ziyade Sokrates'in hatırlanmaya değer şeylerinin ahlak ve akla kılavuz olarak ele alınacağı bir zaman da gelecek ... türlü bilgece yaşam davranışlarının yolları Sokrates'e geri götürülüyor; aslında bu yollar, gerçekte değişik yaradılışların yaşam tutumlarıdır. Hepsi de usla, alışkanlıkla doğrulanıp belirlenerek bütün doruklarıyla yaşamdaki sevince, kişisel öze yöneltilmiştir.
* * *
Genel olarak antik felsefenin ve özel olarak Epikuros felsefesinin üç özelliği Gezgin'in anlaşılması için önemlidir. Birincisi, Pierre Hadot'nun harika Philosophy as a Way of Life'ının ( 1 995; La Philosophie comaniere de vivre, 2002; Yaşam Tarzı Olarak Felsefe) son zamanlarda bize hatırlattığı gibi, felsefenin nihai amacı ve meşruluğu antik dönemde teorik olmaktan ziyade pratikti. Felsefenin amacı özellikle kişinin "filozofça" yaşayarak eudaemonia'ya, yani mutluluğa nasıl ulaşabileceğini gösteren bir "bilgelik" yapısı vermekti. Bütün antik felsefe mutçuydu. Nietzsche'nin özel ilgi alanındaki Helen döneminde (İÖ 323'te İskender'in ölümü ile İÖ 146'da Roma'nın Yunanistan'ı ilhakı arası dönem) tüm farklı felsefe okulları, yani kinikler, stoacılar, Epikurosçular, şüpheciler ve diğerleri belli bir mutluluk tasavvuruna sahipti:
Mutluluğu her şeyden önce ataraksiya, bozulmaz sükunet, sakinlik, ruh huzuru olarak düşünüyorlardı. Daha da özel olarak -belki de dönemin düzensiz durumu sebebiyle- felsefe en iyi haliyle belirsiz ve genellikle düşman kader karşısında sükunetini koruma bilgeliğini keşfe yönelmişti: Terslikleri nasıl aşarız, ne olursa olsun ruhsal huzurumuzu nasıl koruruz?
Antik felsefenin ikinci önemli özelliği teorinin pratiğe, mutluluğa erişme amacına hizmet etmesidir. "Felsefe" sözcüğünün ta kendisi bunu gösterir: felsefe philo-theoria, teori sevgisi değil philosophia, bilgi-sevgisiydi (bana kalırsa bugün de öyle olması gerekir). Bunun anlamı felsefe ve amacı için teorinin gereksiz olduğu değildir kesinlikle. Örneğin Epikuros'a göre dünyamız, sonsuz boşlukta yaratılmış bir dizi dünyadan sadece birisiydi ve bu olgu üzerine tefekküre dalmak insani işlerin ruh huzurumuzu bozma yeteneğini azaltıyordu. Fakat bu durum insanın mutluluğu için muhtemel bir anlam taşımayan teorik soruların, uygun tabirle felsefenin bir parçası olmadığı anlamına gelir. Tüm antik filozofların üçüncü önemli ortak özelliği bir tür çileciliktir. Kişinin kaderi ne kadar kötü olursa olsun, mutluluğu garantilemek için tüm Helenistik filozoflar aynı stratejinin versiyonlarını önermişlerdir. Madem acı arzunun tatmin olmamasıdır, o halde (a) gereksiz olan (b) gerçekleşeceği belirsiz olan arzuların (mesela zenginlik, güç ya da şöhret arzusu) hepsinden vazgeçmek, en azından bunlara "yansız bakmak" önerilir.
Bu yüzden özellikle Epikuros, pozitivist dönemindeki Nietzsche gibi insanların en yüksek amaç olarak hazzın peşinde koştuğu ve koşması gerektiğini düşünmekle beraber, hazzın garantilendiği bir hayata ulaşmak için iki tür "tevazuyu" savunur (Lathe biosas! -Mütevazı yaşa!- sözünü Gezgin ile Gölgesi düstur edinmiştir). İnsan öncelikle duyusal iştahlarının tatmininde mütevazı olmalıdır: Nietzsche Epikuros'un tavsiyesini "duyusal hazlara sıklıkla dalmaktansa maneviyatın ve ruhun sevincini ara" diye tarif eder. İkincisi, insan toplumsal ihtirastan çekilme anlamında mütevazı olmalı, pazar yerinde aleni yaşamaktansa bir "bahçede" mahrem yaşam sürmelidir: "Bir bahçecik, birkaç incir, birazcık peynir, üç dört gönüldeş: işte Epikuros'un bolluğu ... " der Nietzsche. Epikuros huzurlu ve hoş yaşamak için bir nevi çileciliği savunsa da, onun keyifli bir yaşama ulaşma aracı olarak çileciliği -buna "mutçu çilecilik" de diyebiliriz- ile Schopenhauer'cı dünyayı inkarın ifadesi olarak çilecilik arasındaki ayrıma dikkat etmek önemlidir.
Bu "filozofça" yaşamı sürdürmek kolay değildir elbette, çünkü hem özdisiplin, tutkuların akılla disiplin altına alınması, hem de kendilikbilgisi, kişinin gerçekte hangi tutkuları ve arzuları olduğunun bilgisini gerektirir. Nietzsche'nin defterlerinde ifade ettiği kadarıyla, mutlu bir yaşam "alışkanlıklar yerine zeminler, dürtüler yerine niyetler" koymamızı gerektirir; bu hedeflere ulaşmak için de "inancın yerine bilgiyi" koymak gerekir.
* * *
Gezgin'in asıl arka planını oluşturan iki olgu arasındaki bağlantıyı görmek bu noktada mümkün hale gelir: Nietzsche'nin sağlık durumu ve Epikurosçu dönüş. Helenistik felsefenin mutçu olduğunu, terslikler karşısında sükunete ulaşmanın yollarını aradığını görmüştük. Ama Nietzsche'nin karşısına hep terslikler çıkıyordu: Gördüğümüz üzere, bedensel "ıstırabı" 1879'da en kötü noktaya ulaşmıştı. Bir başka deyişle, bedensel durumu, Yunan felsefesinin aşmak üzere tasarlandığı düşman kaderin ta kendisiydi. Bu da onu Epikuros terapisiyle tedavi edilecek örnek vaka haline getirmişti. Filologluğa başladığı günden beri beynine kazınan derin antik felsefe bilgisiyle, Epikuros gibi birine yüzünü çevirmesi neredeyse kaçınılmazdı. Nietzsche gençliğinde acının tesellisini dinde bulmuştu.
Wagnerci döneminde yarı-dinsel sanatta teselli bulmuştu; hatırladığı kadarıyla çokça "sanata ihtiyaç duyan" bir insandı. Ama 1879'da ne dinde ne de sanatta teselli bulabiliyordu. Üstelik çektiği acı on dokuzuncu yüzyıl tıbbının hafifletemediği bir şiddete ulaşmıştı. Demek ki dinin, sanatın ve tıbbın başarısız olduğu yerde manevi, felsefi "kendi kendine doktorluk" tek seçenek olarak kalmıştı.
1879'daki defterleri Gezgin'in ortaya çıktığı dönemde halin böyle olduğunu gayet açıkça ortaya koyar. "Hıristiyanlığın tesellisi" artık "antikalaştığından", diye yazar, "antik felsefenin sunduğu teselli yolları bir kez daha yeni bir ışıltıyla öne çıktı" . Yine doğrudan kişisel bir tarzda -defterlerindeki bazı pasajlar felsefi düşünce taslaklarına benzediği gibi günlüğü de andırmaktadır- "tüm antik filozofların 'merhem' kutularına ve ilaç şişelerine ihtiyacım var" diye yazar; bu da onu kendisine yönelik bir buyruğa götürür: "Antik ol! "
Nietzsche sadece kendisi için kaygılanmamaktır elbette. Antik felsefenin üslubunu ve içeriğinin büyük bir kısmını kendini tedavi etme amacıyla benimsemesinin emsal olmasını amaçlamaktadır; başkaları da yaşadıkları özel terslik ne olursa olsun kendilerine terapiyi uygulayabilsinler diye onlarla iletişim kurmak istemektedir. Aksi takdirde defterlerinin mahremiyeti içinden Gezgin'in çıkmasının hiçbir anlamı olamaz.
11 Eylül'de Köselitz'e baskıya hazırlanacak el yazmasının yanında gönderdiği mektupta şöyle der:
35'inci yılımın sonuna geldim, ömrün yarısında "ölümle kuşatılmışım''. Sağlık
durumum yüzünden aniden ölme ihtimalini düşünmeliyim ... bu yüzden kendimi yaşlı
biri gibi hissediyorum, ama diğer yandan hayatımın eserini verdim ... Aslında hayata
dair gözlemlerimi şimdiden sınadım: Gelecekte çok kişi bunu yapacak. Uzayıp giden
ve acı veren sefalet ruhumu ürkütmedi, hatta hiç olmadığım kadar neşeli ve iyilik dolu
görünüyorum. Bu yeni duruma nasıl geldim? Birkaç istisnayla çoğu beni bezdiren insanlar
sayesinde değil. Bu yeni el yazmasını iyi oku, sevgili dostum, sonra da sefalet
ya da baskıdan izler görüp görmediğini sor kendine. Bence bulamayacaksın ve bu
da zayıflık ve tükenmişliğin değil, yeni bakış açısının gizli kuwetlerinin işaretidir.
Epikuros felsefesinin "gizilgüçlerini" kendisi üzerinde başarıyla "sınayan'', Eiser'e mektubunda tarif ettiği .... korkunç kaderine rağmen mutluluğa ulaşmış olan Nietzsche şimdi bu gizilgüçleri okurlarına iletmeyi istemektedir: "Acı çekenlerin Engadin'in dağ havasına geldiğini görüyorum," (yani St. Moritz sağlık merkezine) diye yazar. "Ben de hastalarımı kendi dağ havama gönderiyorum," diye devam eder, diğer bir deyişle onları Epikuros felsefesinin "destansı-idilik " havasına göndermektedir.
friedrich-nietzsche-habib-saher