"Şimdiden çok şey yaşadım -neşe ve keder, sevindirici şeyler ve üzücü şeyler ama Tanrı her şeyde tıpkı bir babanın aciz küçük çocuğuna yol gösterdiği gibi bana yol gösterdi ... Kendimi sonsuza dek onun hizmetine adamaya içimden katiyetle karar verdim. Sevgili Efendimiz hedefime ulaşabilmem için bana güç ve kuvvet versin, hayatımın yolunda beni korusun. Tıpkı bir çocuk gibi onun keremine itimat ediyorum: Hepimizi koruyacak, başımıza hiç talihsizlik gelmeyecek. Ama mukaddesliği hayatıma dolacak! Verdiği her şeyi sevinçle kabul edeceğim: mutluluk ve mutsuzluk, yoksulluk ve zenginlik; günün birinde hepimizi ebedi neşe ve saadette birleştirecek ölüme bile cesaretle bakacağım. Evet, yüce Tanrı'm, suretin sonsuza dek ışıldasın üstümüzde! Amin!"
Burada önemli bir olumlama vardır: "Verdiği her şeyi sevinçle kabul edeceğim." Ergen yaşlarda yazdığı bu yazı Nietzsche'nin olgunluk dönemindeki öğretisinin neredeyse tıpatıp aynı formülasyonudur; bu öğretiye kimi zaman amor fati [kader sevgisi] der, kimi zaman "aynının bengi dönüşünü isteme" der: olup biten her şeye sevinçle "Evet" diyebilmek ve bu yüzden de bengi dönüşü istemek insan refahının ideal halidir. Nietzsche bu doktrini Hıristiyanların Tanrı'sına inanmayı bıraktıktan çok sonra formüle eder. Ama bu formülasyon ile Nietzsche'nin gençliğindeki dindarca Hıristiyanlığı arasındaki yakın benzerlik, onun olgunluk dönemindeki düşüncelerinin bağrında, tutkulu bir Hıristiyanın varoluşa bakışının ana unsurlarını Tanrı'nın yokluğunda yeniden keşfetme çabasının yattığı hissini uyandırıyor.
"Dindar insanlar," diye yazıyordu 1867 başında von Gersdorff'a, yaşadığımız tüm üzüntülerin ve başımıza gelen tesadüflerin, kendilerini ... aydınlatma amacıyla milimi milimine hesaplandığına inanırlar. Böyle bir iman için önvarsayımlardan yoksunuz. Ama her olayı, her küçük ve büyük tesadüfü kullanarak daha iyi ve usta olmak, onlardan yararlanmak bizim elimizdedir. Bireyin kaderinin belli bir kasıt gözetme özelliğini anlarsak masaldan ibaret olmadığını görürüz. Kaderi bir amaçla kullanmak bizim elimizdedir: Çünkü olaylar kendi başlarına boş kabuklardan ibarettir. Kader yaradılışımıza bağlıdır: Bir olaya verdiğimiz değer, onun bizim için bir önemi olmasından ileri gelir. (Olgunluk dönemi felsefesinde "takdirişahsi"yi insanın hayatına yansıtma olarak adlandırdığı şey budur: Öyle bir yorumlayacaktır ki her şey "en iyi sonuç için" olacaktır. Bunu yapmaksa, "bengi dönüşü istemenin" anahtarı olacaktır.)
Görü ve Bilmece Üzerine. Zerdüşt en sonunda büyük bir güçlükle "en dipsiz" düşüncesini dillendirmeyi başarır, fakat sadece onu bir "görünün içeriği olarak iletebilmiştir. (Şimdiki) "An " diye adlandırılan kapıdan iki yol çıkmaktadır, bunlardan biri geçmişe diğeri geleceğe gider. Ama aslında ikisi de bir ve aynı yoldur. Zaman bir "çemberdir". Her olay bir nedene "bağlı olduğundan ", şimdi olan her şey daha önce sonsuz kez olmuş olmalıdır -örneğin bu ay ışığındaki bu örümcek. Zerdüşt görüsünü anlatmayı bitirdikten sonra bir köpeğin uluduğu duyulur. Ardından sahne değişir. Boğuluyormuş gibi görünen genç bir çobanın ağzından kara bir yılan sarkmaktadır (Nietzsche'nin kusarkenki hali gibi). Çetin bir mücadeleden sonra çoban yılanın başını ısırıp kopartır ve ayağa fırlayarak "daha önce hiçbir insanın gülmediği gibi" kahkahalarla güler. "Görü"nün içeriğini anlamak için, pilleri asla bitmeyen bir oyuncak trenin çember şeklindeki ray üzerinde ebediyen hareket halinde olduğunu düşünün: "An" denilen köprünün altından şimdi geçen vagon, önündeki lokomotife "bağlı" olduğundan, aynı köprünün altından zaten sonsuz kez geçmiştir ve gelecekte de sonsuz kez geçecektir. Bu söylev bengi dönüş fikrinin iki şekilde ele alınabileceğini gösterir: bu öncelikle bir köpeğin "ulumasının" ve kara safradan "yılanın" sebebi olarak düşünülebilir, fakat aynı zamanda üstinsanın neşeli kahkahasına ve Şen Bilim' in "bundan daha ilahi bir şey hiç duymamıştım" sözlerine yol açan düşünce olarak da ele alınabilir. Bengi dönüş -diyelim ki doğruluğu keşfedildiyse neden bu tepkilerin ikisini birden yaratma yetisine sahip olsun? Her şeyden önce niçin birisi -örneğin Zerdüşt, en azından eserin büyük bir kısmında- bengi dönüşü "dipsiz" bulsun? Açık söylersek, aynı hayatı tekrar tekrar yaşamanın inanılmaz bezginliğinden değil. Çünkü önceki var oluşuma dair bir şey hatırlamadığımdan, tam olarak şu anki hayatım tekrarlansa yine önceki var oluşumu hatırlamayacağım.
Hayat "bilmecesinin" "nihai bir çözümü" yoktur.
***
Panteist bilince yerleşmek, "varoluşa" hayatı olumlayan bir "minnet" yaratır der N.
**
İkinci nokta bu ontolojik içgörünün Tragedyanın Doğuşu'nu hakikaten ne kadar iyi özetlediğidir. "En çetin sorunlar karşısında bile hayata evet demek" egonun aşılmasını, hatta aşkınlaşarak "ilkel birliğe" ulaşılmasını gerektirir. Ancak şimdi, Schopenhauer metafiziği uzun zaman önce geride bırakılmışken, söz konusu "ilkel birlik" fenomenin arkasındaki bir şey değil, daha ziyade doğal fenomenlerin bütünü, bizatihi " hayatın ebedi ... sürekliliğidir".
Hayatın en korkunç veçheleri karşısında bile "hayata muzaffer bir evet" diyebilmek, bengi dönüşü istemektir elbette. O halde ilk soruna dönersek, "Goethe'nin inancını", bengi dönüşü istemeyi "Dionysosçuluk" diye adlandıran Nietzsche'nin kastettiği şey, buna ancak egonun aşkınlaşması, varoluşun bütünselliğiyle özdeşleşilmesi yoluyla ulaşılabileceğidir.
Peki, niye böyle olsun? Neticede, daha önce belirttiğim gibi, o zorlu ölüm problemi yüzünden. Hayatı seviyorsam en istemeyeceğim şey onu terk etmektir, dolayısıyla kendi ölümüm -güç istencimin katiyetle mağlup olması- bağrıma basmaktan en çok kaçacağım şeydir. Bu yüzden, egoma bağlı kaldığım müddetçe bengi dönüşü istemek, kavrayışımın dışında kalır. Ancak egoyu aşarak, ancak "kendim ebedi oluşun neşesi haline gelerek", "ebedi hayatı [kendim için] garantileye bilirim" . "Biz Hyperborealıların" .. mutluluğu, der Nietzsche Deccal'ın başında, "ölümün ötesinde" bir alemde yaşamaktan ibarettir.
*
Kitap: Julian Young
*
Kitap: Julian Young
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder