Mutluluk Adaları



Nietzsche, Zerdüşt'te geçen Mutlu Adalar (Mutluluk Adaları)'ının (Is/es) aslında Sorrento günlerinden bildiği Napoli  Körfezi'nin kuzeyindeki lschia olduğunu yazmıştır Köselitz'e.  Bu tanımlamayı destekleyen de şu ipucudur: "Dans Şarkısı"nda  taşralı kızların "Cupido"yla dans ettiğinden söz edilir; bu da "Cupid"in (aşk tanrısı) lschia lehçesinde söylenişidir. 

Sorrento’da, pansiyonun ikinci katındaki, küçük bir portakal ağacı korusuna, biraz ileride denize, Vezüv Yanardağına ve Napoli Körfezi’nin adalarına bakan büyük odada; sonbaharın sessiz ve portakal kokan, öğlen güneşinin ve deniz tuzunun içine işlediği ışıklı öğleden sonralarında; arkadaşlarla yapılan yüksek sesle okuma akşamlarında ya da Capri’ye düzenlenen gezintilerde veya Napoli’de karnavalda; dünyanın en güzel körfezi boyunca sıralan­mış küçük kasabalara yapılan gezilerde, eskilerin denizkızlarını duyduklarını sandıkları bu topraklarda; hayatının ilk aforizmalarını -ki müsveddelerinin başlığı hâlâ Sorrentiner Papiere’dir- yazmak­la geçen o sabahlarda Nietzsche filozof olmaya karar verir.

Nietzsche odasının balkonunda Sorrento’nun tam karşısında yer alan Ischia Adası’nı fark eder. Bu volkanik ada, hem gerçek hem hayali bu mekân Zerdüşt’ün müritlerinin adalarına, “mutlu­luk adaları”na model olur. İşte Nietzsche’nin hastalığının acıları arasında yeniden keşfettiği şey budur: öngörü, projeler, gençliğinin vaatleri. Çoktan gömülmüş bir geçmişin kalıntıları gibi değil de umutsuzluğa kapılmış ve yolunu şaşırmış birine hayatının bir son­raki yolunu hatırlatmak için geçmişten gelen bir ses gibi. Ischia, Zerdüşt'ün “mezarlar adası”na model olan Venedik lagünü mezar­lığı San Michele değildir. Çöken bir şehirde  her şeyi muhafaza eden ve yavaş yavaş çürüten lagün denizinin ortasında sessiz bir ada değildir. Ischia geçmişin hatırasını veya nostaljisini temsil etmez, yeraltı volkanik güçlerin unutuş denizini delip gün ışığına çıktığı yerdir. Ölen bir medeniyetin alacakaranlığı değil yeni bir kültürün 3000 yıllık bir tarihin üstünde sivrilmesinin seher vaktidir.

 32 ve 33 yaşlarında, yolun tam ortasında, geçmiş ve geleceğin gerilimi arasında Nietzsche; çocukluk günlerini, hayatının önceki zamanlarını, "çoktan unutulmuş veya kaybolmuş insanları” hayal eder sık sık. Bu, çocukluk zamanının geride kaldığının elle tutulur işaretiyken tam da o sıralar değerli ustası Friedrich Ritschl’in, anneannesinin ve eşki meslektaşı Basel Üniversitesi klasik filoloji profesörü Franz Gerlach’ın ölüm haberlerini alır. Schopenhauer’a göre felsefe ölüm üzerine derin düşünmeyle başlar. Ama Sorrentiner Papiere’in tam ortasında Spinoza’nın şu esrarlı kelimeleri bulunuyordur:  Homo liber de nulla re minus quam de morte cogitat et ejus sapientia non mortis sedvitx meditatio est.


“Özgür insa­nın ölümden daha az düşündüğü hiçbir şey yoktur ve onun bilgisi ölüm üzerine değil hayat üzerine derin düşünmesinden gelir.”




Mutluluk Adaları

The island of Ischia seen from the sea

Villa Rubinacci’nin balkonundan, Nietzsche her gün uzaktan Vezüv Yanardağı ile Capri arasından, denizin ortasındaki Ischia Adasının dik siluetini görür. Eğitmenler okulunu, özgür tinlerin medeniyetini ve en iyi adamların eğitimi için bir yer yaratma projesini düşünürken önünde bu volkanik, bereketli, tarihle yüklü ada vardır. Sorrento’daki el yazmalarında bahsedilmeyen bu görüntü, filozofun zihninde kazılı kalır ve ileriki yıllarda, eserinin çok önemli bir parçasında yeniden su yüzüne çıkar: Nietzsche bunu, 7 yıl sonra bizzat dile getirecektir. 1883 yazında, Malwida’nın tavsiyesi üzerine, Nietzsche kardeşiyle gidip Ischia Adası’nda yaşamayı öngörmüştür, ama 28 Temmuz’da şiddetli bir deprem adanın büyüle bir bölümünü, özellikle Casamicciola ve Lacco Ameno mevkilerini yıkmıştır. Heinrich Köselitz’e bu hadiseyi yazdığı anlatıda, Nietzsche bu adanın onun için her zaman ne kadar özel bir anlam ifade ettiğini açığa vurur:

Düşündükçe Ischia'nın kaderi beni daha da alt üst ediyor; ve herkesi alakadar eden şeyler bir yana, beni kişisel olarak korkunç bir şekilde etkileyen, bana özel bir şey var. Bu ada o kadar aklıma takıldı ki: Zerdüşt'ün ikinci bölümünü sonuna kadar okuduğunuzda, "mutluluk adalarını hangi mekanda aradığım size açıkça görünür olacak. "Genç kızlarla dans eden Cupido’nun Ischia'dan olduğu hemen anlaşılıyor (Ischia kadınları "cupedo" derler). Şiirim henüz tamamlanmışken, ada çöker.

İşte Böyle Dedi Zerdüşt'te, mutluluk adaları Zerdüşt'ün öğrencilerinin yaşadığı adalardır. Ve bu, öylesine bir detay değil, Zerdüşt’ün pedagojik güzergâhını meydana getiren bir öğedir. Eserin prologunda, basitleştirilmiş, kitleyle iletişime uygun bir dille pazar meydanında konuşarak Zerdüşt kalabalığa vaaz eder. Ama yanlış anlaşılır ve alay konusu olur; sonuç olarak  omzunda bir cesetle, yani kendi başına hareket etmekten aciz cansız bir yükle, ateşli bir öğrenciyle kalakalır. Zerdüşt o zaman, halkla değil, sadece yoldaşlarıyla konuşması gerektiği anlar; iradesi peşi sıra sürükleyeceği ölü yoldaşlara değil, kendi iradelerini izlemek adına Zerdüşt’ü izleyen canlı yoldaşlara ihtiyacı vardır. Anlar ki onun görevi sürünün çobanı olmak değil, sürüden birçoğunu caydırmaktır: “Yoldaşlar arar kendine yaratıcı, cesetler değil, sürüler ve inananlar da değil. Kendisiyle birlikte yaratacakları arar, levhalara yeniden değerler yazacak olanları.” Zerdüşt’ün prologdan sonra gelen konuşması öğrencilerini eğitmeye yarar. Zerdüşt orada özgür tinin felsefesini özetler. Zerdüşt mutlak hakikatlere karşı ve kişisel erdemlerden yana vaaz verir, ahlakı tarihsel bir bağlama aktarır ve bedenin değerlerine eski saygınlığını kazandırır, bireye yaratma imkânı vermek için dürtüsel yapısını kuvvetlendirme yolları arar. Zerdüşt’ün konuşmasının muhatapları şimdiki değerleri, yerleşik yalanları ve vasatlık üzerine kurulmuş küçük erdemleri aşağı görürler ve toplumun içinde kalarak en yüksek umutlarını kaybetme riskini göze alırlar. Nietzsche işte bu kişilere, yeni ve orijinal düzenekleri takip ederek dürtülerini ve bireysel yeteneklerini dengeli bir şekilde geliştiren eğitici bir parkur önerir. Daha sonra yazacağı gibi: 

“Olduğumuz kaosa hâkim olmak; kaosunu biçime dönüşmeye mecbur etmek, o biçimde gereklilik haline gelmek: mantığa, basite, belirliliğe, matematiğe dönüşmek; kanun olmak: büyük emel işte burada.”

Ruhun özgürlüğü ve güç istenci Nietzsche’ye göre var olan güdüleri zincirinden boşalmalarına, kendilerini bırakmaya veya doğuştan gelen varsayımlı masumiyete geri dönüşe sürüklemez:

“Tutkulara hükmetmek, onları zayıf düşürmek veya kökünü kazımak değil! İrademizin egemen  hâkimiyeti ne kadar büyük olursa, tutkularımızı da o derece çok açığa vurabiliriz. Büyük adam, arzularına tanıdığı özgürlük alanı sayesinde büyüktür: bu canavarlardan kendine evcil hayvanlar yaratma konusunda yeteneklidir..."

İlk bölümün son söylevinde, Zerdüşt öğrencileri tarafından edinilmesi gereken ve bol bol kullanılan erdemin niteliğini özetler: “Güç demektir bu yeni erdem; egemen bir düşüncedir ve çevresi akıllı bir ruhla sarılıdır: Altın bir güneş ve onun çevresinde de bilginin yılanı. ” Zerdüşt özellikle öğrencilerinin izleyeceği bir ahlaka işaret etmez. Onlardan sadece dünyaya dair görüşler ve doğaüstüne yönelmeyen hayat tarzları yaratmalarını ister: 

“Erdeminizin gücüyle, sadık kalın yeryüzüne, kardeşlerim! Armağan eden sevginiz ve bilginiz yeryüzünün anlamına hizmet etsin! Dileğim ve sizlere yakarışımın nedeni budur. Tıpkı benim gibi, uçup giden erdemi geri döndürün yeryüzüne -evet, bedene ve yaşama geri döndürün: Döndürün ki, yeryüzüne anlam kazandırsın, insanca bir anlam!”

 Ve bitirirken sert ve ısrarlı bir davetle öğrencilerini bağımsızlığa ve skeptisizme davet eder:
Şimdi yalnız başıma gidiyorum, öğrencilerim! Siz de gidiyorsunuz şimdi ve yalnız başınıza! Ben böyle istiyorum. (...) Zerdüşt'e inandığınızı söylüyorsunuz, öyle mi? Peki ne önemi var Zerdüşt'ün?

 Sizler, bana inananlarsınız; peki ne anlamı var inananların? Sizler, kendinizi aramamıştınız henüz: O sırada beni buldunuz. Böyle yaparlar bütün inananlar; o yüzdendir bütün inançların onca az önem taşıması.

Şimdi ben sizlere beni yitirmenizi ve kendinizi bulmanızı söylüyorum; ve ancak hepinizin beni yadsımasından sonradır ki yeniden sizlere döneceğim.


Zerdüşt'ün ilk bölümüne cevap olarak, Heinrich Köselitz orada insanlığın haksız yere küçümsendiğini oysaki bilge insanın her zaman “kişinin ve dünyanın birbirini tamamladığı” sonucuna varması gerektiğini söyler. Nietzsche ona açık yürekle cevap verir: 

“Benim kanaatime göre daha yüksek seviyede olan insanlar vardır ve de daha aşağı seviyede olan diğerleri ve onların da aralarında birçok farklı dereceler ve mesafeler vardır; daha yüksek seviyeden bir varlık daha yüksek bir düzlemde durmakla kalmaz, mesafe duygusunu hissetmesi kaçınılmazdır ve bazen bu duyguyu dışa vurur; en azından üstünlüğünün etkin olması için ve onu daha yukarı taşıması için bu kaçınılmazdır. Eğer ilk bölümde konuşan Zerdüşt'ü tam olarak anlıyorsam, onun kesin olarak hitap etmeyi arzuladığı kimseler, arbede ve ayaktakımı ortasında, ya bu mesafe hissinin (bazı durumlarda da tiksinme hissinin!) tamamıyla kurbanları haline gelenler ya da bu mesafe hissinden sıyrılmak zorunda olanlardır. Onlara ya mutluluk adalarının yalnızlığına ya da Venedik’e sığınmalarını tavsiye eder.”


Gerçekten, Zerdüşt'ün ikinci bölümünün başında, müritlerin mutluluk adalarına doğru yola çıktıklarını öğreniriz. Uzaklaşma ve yalnızlık ruhun özgürleşmesi için birincil ve olmazsa olmaz etabı oluşturur, çünkü baskın fikirleri analiz ve tadil etmek için onlara mesafe almaya yarar. İşte Böyle Dedi Zerdüşt’ün ilk dört bölümünde mutluluk adalarının sürekli mevcut olan imgesinin önemi buradan kaynaklanır. İkinci bölümün başında, Zerdüşt’ün öğretisinin düşmanları tarafından tahrif edildiğini öğreniriz. Zerdüşt müritlerine katılmak ve öğretisini yaymayı sürdürmek için yolculuğa çıkar. 

“Bir çığlık, bir sevinç nidası gibi açılmak istiyorum engin denizlere, ta ki dostlarımın kaldığı o mutluluk adalarını bulana kadar. - Ve onların arasındaki düşmanlarımı da! Şimdi ne kadar çok seviyorum konuşabileceğim herkesi! Düşmanlarım da mutluluğumun birer parçası”.

 Bu şekilde, mutluluk adalarında sadece müritlerin değil Zerdüşt’ün düşmanlarının da yaşadığını öğreniriz, bu da klasik anlamıyla bir ütopyanın söz konusu olmadığının teyididir. Zerdüşt'ün ikinci bölümündeki tüm vaaz ikinci meselin başlığının belirttiği gibi “mutluluk adalarında” cereyan eder. “Dansın Şarkısı” meselinde, Zerdüşt “ağırlığın tini için, ‘dünyanın efendisi’ olduğu söylenen o en yüce ve güçlü şeytanı için bir dans ve hiciv şarkısı” söylerken, Eros ve genç kızlar birlikte dans ederler. Ve Nietzsche’nin Köselitz’e başta belirttiğimiz mektupta yazdığı gibi, “genç kızlarla dans eden Eros” Ischia’dandır. 

Kitabın üçüncü bölümü Zerdüşt’ün mutluluk adalarından evine dönüşüyle açılır. Zerdüşt evine döner çünkü ötesine geçtiği şeylerin sonuncusuna meydan okuması, ebedi dönüş fikri üzerinde durması, onu kabul etmesi gerekmektedir. 

Çocuklarına duyduğu, onu adada tutan sevginin mutluluğu çok erken gelmiş bir mutluluktur ve olgunlaşmasının meydana geleceği anı geciktirir. Onu eve götüren gemide bile ebedi dönüşün “vizyonu ve gizemi” karşısına çıkar ve dört gün süren yolculuktan sonra mutluluk adalarında maruz kaldığı tehlikenin farkına varır: Gevşeme ve görevini yerine getirememe tehlikesi. Bunu açığa vuran bir müsvedde:

Zerdüşt 3. Başlangıç. Özet. Üstinsanı öğretmek istiyorsun-ama arkadaşlarına ve kendine aşık oldun ve hayatını derin bir zevke dönüştürdün. Mutluluk adaları seni zayıflattı- işte sen, karanlık ve tutkulu, düşmanlarını kınıyorsun. Zayıflık işareti: Kendi düşüncelerine karşı geri adım atıyorsun.
Ama dünyayı ve kendilerini imha etmeleri için insanı ikna etmen lazım.
(Reformist kendi cemaatinde gücünü kaybediyor: düşmanları da yeterince güçlü değiller. O halde, daha ciddi bir düşmanın var olması gerekiyor: bir düşünce. Hayata ve hayatta kalmaya karşı sav niteliğinde bir düşünce).


“İstenmeden Gelen Mutluluk” başlıklı metin, öğrencilerinin ve Zerdüşt’ün kişiliklerinin gelişiminin devam etmesi için keşfedilmiş mutlu dengenin yeniden bozulması gerektiğini anlatır. Aslında, öğrenciler özgür tinler topluluğunda yaşadıkları hayattan ne kadar zevk alsalar da, olgunlaşmak için hâlâ inzivaya ihtiyaçları vardır:

 “Çocuklarım henüz birinci ilkbaharlarında yeşermekteler, birbirine yakın durarak ve rüzgârlarla birlikte salınarak, bahçemin ve en iyi toprağımın ağaçları. Ve gerçekten de! Nerede böyle ağaçlar birlikte varsa, orada mutluluk adaları vardır.

Ama bir gün onları yerlerinden çıkaracağım ve her birini yalnız başına koyacağım: Yalnızlığı, direnmeyi ve temkinli olmayı öğrensin diye.”

Zerdüşt’ün de eserini tamamlayabilmek ve sonsuz geri dönüşün ustası olabilmek için inzivasına geri dönmesi gerekir: 

“O yüzden eserimin tam ortasındayım şimdi, çocuklarıma gittiğim ve onlardan geri döndüğüm noktada: Zerdüşt çocukları uğruna yetkin kılmalı kendini. (...) bu nedenle şimdi mutluluğumdan kaçıyorum ve kendimi her türlü mutsuzluğa açıyorum -kendi son sınanışım ve sorgulanışım için. Ah, sen, benim düşüncem olan uçurumdan farksız düşünce! Seni kazarken duyma ve buna rağmen artık titrememe kuvvetini ne zaman bulacağım? Yüreğim sanki gırtlağıma kadar atıyor seni kazarken duyduğumda!

Sen, bir uçurum gibi susan! Suskunluğun beni boğmak peşinde!”

Vesuv von Ischia - August Ahlborn

İşte Böyle Dedi Zerdüşt’ün dördüncü bölümünde de mutluluk adalarının bahsi geçer. İkinci meselde, dünyayı değiştirme umudunu tamamen kaybedenin acısını temsil eden kâhin Zerdüşt’e iç çekerek der ki “hepsi bir, hiçbir şeye değmez, aramanın bir yararı olmaz, artık mutluluk adaları da yok!” Bu bölümün 1883 depreminden kısa bir süre sonra Ischia’da yazılmış müsveddelerinde Nietzsche mutluluk adalarının çöküşünü sahneye bile koymuştur: “Mutluluk adalarının batması onu uyandırır.” Zerdüşt, bununla birlikte insanlığın geleceğine dair umudunu kaybetmemiştir, Mutluluk adaları elbette onun umudunu temsil eder: “Hayır! Hayır! Üç kez hayır! diye bağırdı güçlü bir sesle ve sakalını sıvazladı - Bunu ben daha iyi biliyorum! Mutluluk adaları hâlâ var! Sen konuşmamalısın onlar hakkında, ey dert küpü!”. Daha ileride, üstün insanlar Zerdüşt’ün mağarasında toplandıklarında, mutluluk adaları çok belirleyici bir bağlamda yeniden zikredilmiştir. Üstün insanlar o dönemin çöken Avrupa’sının büyük figürlerini temsil ederler ve yaşama karşı nefret, insanlığa karşı küçümseme duyguları tarafından karakterize edilirler. Zerdüşt onları kendisine doğru gelirlerken görür:

Ve şimdi bizlerin, yani çaresizlerin, mağarana gelmemiz ve artık çaresizlik çekmememiz: Bu, sadece daha iyilerin sana doğru yola çıktıklarının bir alameti ve belirtisi, -

-çünkü tanrının insanlar arasındaki son kalıntısı da sana doğru yola koyuldu: Büyük özlemin, büyük tiksintinin, büyük bıkkınlığın tüm insanları,

- Yeniden umut etmeyi öğrenmedikçe yasamak istemeyen tüm o insanlar- o büyük umudu senden öğrenmedikçe ey Zerdüşt, yasamak istemeyen tüm o insanlar!

Ama Zerdüşt çok net bir şekilde bu dağlarda beklediklerinin onlar olmadığı ifade eder: 

“Sîzler birlikte daha yüce insanlar olabilirsiniz ama benim için, yeterince yüce ve kuvvetli değilsiniz”.

 Zerdüşt’ün o dağlarda beklediği kişiler başkalarıdır:

 “Daha yüceleri, kuvvetlileri, daha muzaffer olanları, kendilerine daha çok güvenenleri, bedeni ve ruhu dik yapılı olanları beklemekteyim: gülen aslanlar gelmeli bana! (...) Bana bahçelerimden, mutluluk adalarımdan, yeni ve güzel soyumdan söz etsenize- neden söz etmiyorsunuz bundan? İşte bu konuk armağanını istiyorum sevginizden, bana çocuklarımdan söz etmenizi istiyorum. Onlar için zenginim, onlar için yoksul oldum: Neler vermedim, neler vermezdim tek bir şeye sahip olmak için: bu çocuklara, bu canlı fidanlığa, istencimin ve en yüce umudumun bu hayat ağaçlarına!"

 Dördüncü bölümün sonunda, Zerdüşt’ün oğulları gelmese de, mutluluk adalarından yaklaştıklarına dair bir işaret gelir: Uçuşan güvercinlerle çevrili gülen bir aslan, şiddet gibi değil de barışın ve aşkın eşlik ettiği bir gülüş gibi tezahür eden en yüksek gücün sembolüdür:

"İşaret geliyor" dedi Zerdüşt ve yüreği değişti. Ve gerçekten de önü açıldığında, sarı ve güçlü bir hayvan ayaklarının dibinde yatmaktaydı ve başını onun dizine dayamıştı ve sevgisinden ötürü ondan ayrılmak istemiyordu ve eski efendisine yeniden kavuşmuş bir köpek gibi davranıyordu. Güvercinler ise sevgilerinde aslandan geri kalmıyorlardı ve ne zaman bir güvercin aslanın burnunun üstünden uçsa, aslan başını sallıyor, hayrete kapılıyor ve gülüyordu.



Bu kısa yolculuk sayesinde mutluluk adalarının rolü İşte Böyle Dedi Zerdüşt'te daha net belirir. Ama neden Nietzsche bu ifade yolunu ve model olarak Ischia Adası’nı seçmiştir? Her şeyden önce, ada ütopyanın, yeni varoluş olasılıklarının denendiği yerdir. Özellikle mutluluk adaları imgesi otuz asırlık eski bir gelenekten gelir ve Akdeniz insanları arasında, özellikle de Yunanlılar, Romalılar ve büyük ihtimalle Fenikeliler ve Kartacalılar arasında da yaygındır. Homeros’un bahsettiği Elysion’a benzer bir işlevi olan mutluluk adaları dünyanın ucunda konumlanmış, uygun ve biricik bir iklime, toprağı işleme gereği olmaksızın yılda üç kere ürün sağlayan zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. Hesiodos, Homeros’un sözünü ettiği bu destansı mekânı yeniden ele alır ve ilk defa mutluluk adalarının ismini telaffuz ederek anlatır: Zeus orayı kahramanların soyunu temsil eden değerli kişileri savaş meydanında ölümden dönenler için ayırmıştır.

Eğitimi ve klasik filoloji profesörlüğünden dolayı Nietzsche elbette mutluluk adaları hakkında yazılmış bu ve daha birçok metni biliyor ve İşte Böyle Dedi Zerdüşt’ün içerdiği Yunan mirasını açığa vuran bu geleneğin içine kendini bilinçli bir şekilde yerleştiriyordu. Zerdüşt’ten bile önce, Nietzsche ada imgesini küçük bir arkadaş grubunun toplanacağı ve yeni bir medeniyetin eğitmenlerinin yetiştirileceği bir mekan olarak kullanmıştır.

 Pekiyi neden filozof model olarak Ischia’yı tercih etmiştir? Nietzsche tarafından bu konuda yapılmış net bir açıklama yok ama tarihsel ve coğrafi bazı unsurların altını çizebilir ve Nietzsche’nin hayal dünyasında bu adanın oynadığı rolü onu başka bir Zerdüşt adasıyla karşılaştırarak anlatabiliriz.

Tarihsel olarak Ischia, Eğriboz Adası’ndan gelen Yunanlı çiftçilerin M.Ö. 8. yüzyılda Pithecusses adıyla kurdukları ve ilk ekimlerini yaptıkları yerdir. Hesiodos döneminde, Yunanlıların en batıdaki ekim alanları burasıydı ve dolayısıyla bildikleri toprakların en uçundaydı. Bazı araştırmacılar Odysseus'un Nausicaa’ya adanın kıyılarında rastladığını düşünürler. Nietzsche, yakın geçmişte yapılan arkeolojik kazılar sırasında, Ischia’da tarihin en eski Yunan yazıtlarından birini barındıran Kral Nestor Kupası’nın keşfedildiğini bilse çok mutlu olurdu. Coğrafi açıdan bakıldığında bile, ada antik metinlerdeki tasvirlere uyar; çünkü Akdeniz’e özgü zengin bir bitki örtüsünün, üzüm bağları, zeytin ağaçları, narenciye ve tahılın yetiştiği verimli bir toprağı vardır. Ilıman iklimi 10 ila 23 derece arasında seyreder ve nem oranı da düşüktür.

Nietzsche Ischia Adası’nın volkanik olmasmdan da etkilenmişti. Gelenekten kopan fikirlerin geliştiği bir toprak imgesini kurarken, volkanik zeminden gelen enerji önemli bir unsur olmuştur. Sorrento döneminin sonunda yazdığı kısa bir notta şunu okuruz: “Volkanik toprakta her şey gelişir.” Nietzsche’ye göre, tarihsel gelişimi yeni fikirler yönetir ve ilerletir, ve ezber bozan özgür tini yüreklendirmek gerekir. Aynı zamanda, Ischia Adası, İşte Böyle Dedi Zerdüşt’ün “Büyük Olaylar Üzerine” başlıklı meselinde bahsi geçen başka bir adayla ayrışır. Hâlâ tütmekte olan volkanıyla Ateş Köpeği Adası’dır bu ada ve özgür tinli nasıl bir devrimciden farklıysa, o da Ischia Adası’ndan öyle farklıdır.

Zerdüşt'ün mutluluk adalarına pek uzak olmayan - üstünde bir ateş dağının dumanlarının sürekli tüttüğü bir ada vardır denizde; halkın ve özellikle de bu halktan olan yaşlı kadınların dediklerine bakılırsa, ada, bir kaya parçası gibi yeraltı dünyasına açılan kapının önüne konmuş; ama ateş dağından aşağı doğru inen dar bir yol yeraltı dünyasının kapısına götürürmüş. Volkanik adada, “isyanın ve tükürüğün” tüm şeytanlarının simgesi ateşten bir köpek yaşar. Zerdüşt onunla konuşur ve alay eden Müsveddelerinde yazar: “Ateş köpeğiyle diyalog. Pathos’u ile alay. Devrime karşı.” “Devrimlerin ve Vezüv’ün gülünçlüğü. Süfli şeyler.” Zerdüşt’e göre, şiddetli bir hareket vasıtasıyla insanların hayatını değiştirip ilerletmeye çalışmak bir yanılsamaydı. Devrimci hareket derine nüfuz etmiyor, sadece yüzeysel bir değişim yaratıyordu. Sıklıkla, devrimden sonra, çamurun içinde yuvarlandıktan sonra, geçmiş iktidarın heykelleri kurban edilmişler gibi gösterilir ve çamurun içinden eskisinden daha dinç bir şekilde ortaya çıkarlar. Buna karşın, özgür tinin hareketi, şu değerlerin ekseninde şiddetsiz ve daha derin bir değişimi gerçekleştirmeyi hedefler:

Yeni yaygaralar bulanların etrafında değil yeni değerler bulanların etrafında döner dünya; ve sessiz döner.

Ve itiraf et artık! Senin yaygaran ve dumanın ne zaman dağılsa, pek az kayda değer şey kaldı geride. Bir kentin mumyaya dönüşmesinin ve bir heykelin çamurların içinde yatmasının ne önemi var ki? (...)

Aşağılamanızın çamurunda devrilmiş yatmaktaydı heykel: ama budur işte onun yasası, yani aşağılamadan yeniden yaşam ve canlı güzellik kazanması.

İkinci bölümün sonunda, Zerdüşt kendinden ve misyonundan şüphe ettiğinde ve insanları yönetmek için gereken aslan sesine sahip olmadığını söylediğinde, bir fısıldama içinde ona bir cevap gelir: 

“En sessiz sözcüklerdir fırtınayı getirenler. 
Dünyaya güvercin ayaklarıyla gelen düşünceler yön verir.”

Ivan Aivazovsky / Ischia (1817–1900)

Zerdüşt ona, toprağın kalbinden altın ve kahkaha çıkaran, çenesinden kül, duman veya çamur değil de, “rengârenk kahkaha bulutları” çıkan başka bir ateş köpeğinin varlığından bahsettiğinde, ateş köpeği utanarak mağarasına geri döner.

Müsveddeleri bilmesek bile, Ateş Köpeği Adası betimlemesinde Vezüv Yanardağı’nı tanırız. Elbette, Vezüv Yanardağı bir ada üzerinde değildir ama Sorrento’dan Vezüv’e bakarsak Napoli körfezinin sağında, solda bulunan Ischia Adası’na sarkan bir adaymış gibi görünür. Villa Rubinacci’deki terasından, Nietzsche günlerce bu iki “adayı” gözlemlemiştir: Ischia Adası, özgür tinlerin yaşadığı mutluluk adaları modeli ve ateş köpeğinin yaşadığı Vezüv Adası. İkisi de volkaniktir: Ama sadece mutluluk adalarında volkan, gelişim sürecini harekete geçiren ve ilerleten kademeli bir dönüşüm aracıdır. Tam aksine, ateş köpeğinin adasında, volkanın püskürmesi şehri yıkar; sakinlerini (Pompei’de olduğu gibi) mumyalaştırır, heykelleri devirir ve her şeyi ortada bir şey kalmayacak şekilde değiştirir.


*
Paulo D'olorio
Nietzsche'nin Sorrento Yolculuğu


*
hala mutlu adalar var! Sen sus bu konuda
seni inleyen keder çuvalı.!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder