11 Haziran'da başka bir kaplıca kasabası olan Rosenlaui'ye (kelimesi kelimesine, "gül çığı" ) geçti. Meiringen'in yukarısındaki bir Alp vadisinde olan bu kasaba deniz seviyesinin 1 .300 metre yukarısındaydı. Zug yakınlarında kız kardeşiyle geçirdiği iki haftayı saymazsak, geriye kalan üç buçuk aylık izin süresini Rosenlaui'de geçirdi. "çevredeki Alp Dağları ve vadideki sık çam ormanı, "burayı benim sevdiğim bir doğa haline getiriyor", diyordu. Ayrıca Rosenlaui'de en azından bir süreliğine sağlığı düzelmişti. Hastalığı nüksedince daha da yükseğe çıkması gerektiğini hissediyordu
"Her gün altı ile sekiz saat yürüyor ve üzerinde düşündüğüm meseleleri daha sonra çabucak ve tam bir kesinlikle kağıda döküyorum. "
Rosenlaui
Rosenlaui
Bu çalışma tarzı hayatının geri kalanında da aynen devam etti: Saatlerce yürüyerek düşünüyor, daima yanında bir defter taşıyor, sonra da kısa sürede yoğun bir şekilde yazıyordu. Bu tarzı gözlerinin durumu yüzünden benimsemişti: "Günde yaklaşık bir buçuk saat görebiliyorum ... Daha uzun süre okur ya da yazarsam aynı gün çok kötü ağrım oluyor." Tüm olgunluk eserlerindeki aforizmatik üslup salt bir edebi tercih değil -bir keresinde felsefi sorunlara soğuk duşa yaklaşır gibi yaklaştığını söylemişti: çabuk gir, çabuk çık- gözlerinin durumu yüzünden bir gereklilikti.
"İtalya cesaretimi azalttı, sinirlerimi gerdi ... İsviçre'de ben, daha fazla 'benim'; etiğimi de 'ben'in buharlaşması değil gelişimi üzerine kurduğumdan şurası açık ki Alpler'de yenilmezim, yani yalnızken ve kendimden başka düşmanım yokken".
Üstelik Nietzsche kırsal Naumburg'da yetiştiğinden içten içe hep "küçük kasaba çocuğu" kalmıştı: "küçük bir kasabada yaşamayı dileriz" diyordu açıkça. Hayatının sonunda evim demeye en çok yaklaştığı yer İsviçre Alpleri'ndeki küçük bir köy olan Sils Maria'ydı.
Sağlığına uygun iklimde yaşamak için yılın yarısını şehirlerde geçirmesi gerektiğini hissettiğinde bile bu şehirlerin köye benzeyen kısımlarını aramış -mesela Cenova'nın (bugüne dek) ıssız kalmış bölgesi- buraların küçük kasabalarla paylaştıkları özellikleri övmüştür -mesela Torino'nun biçimsel homojenliği. İnsanın şehrin bezdirici yaşamına uyması yerine doğaya yakın ve doğayla uyum içinde yaşaması gerektiğini, insanın "taşra duyarlılığına" sahip olması gerektiğine inanıyordu:
İnsan hayatının ufku boyunca, dağın ve ormanın çizgileri gibi katı ve sakin çizgiler çekmemişse, en içindeki istenç huzursuzlaşacak, dengesizleşecek ve hırslanacaktır; şehirde yaşayanın doğası tam da böyledir: kendisi asla mutlu değildir [dolayısıyla] başkalarına da mutluluk vermez.
Nietzsche dünyadaki en güzel yerlerden birinde göller ve ormanlar arasında yaşamayı seçti: dostu Meta von Salis'in yazdığı kadarıyla, "yeryüzündeki ayrıcalıklı yerleri keşfetmekte çok gelişkin, apaçık bir yeteneğe sahipti " Et in arcadia ego (Arkadia'da bile ben varım)" başlıklı bir pasajda cennetin, Yunan kahramanlarının bulunduğu bir Poussin peyzajı olduğunu yazmıştır.
Et in Arcadia Ego Nicolas Poussin ( 1594-1665)
"Arkadia'da bile ben varım" anlamında Latince bir deyim. Pastoral peyzajlarıyla ünlü ve klasik döneme düşkün Fransız ressam Nicolas Poussin'in ( 1594-1665) iki tablosunun başlığında geçer. Arkadia, genellikle deniz kenarında yerleşmiş olan Eski Yunan'da Peloponez'in dağlık iç kısmındaki bir yerleşimdir ve temiz, saf, duru bir hayatı simgeler. Poussin, bu deyimi taşıyan resimlerinden birinde, Arkadia manzarası önünde çobanları çizmiştir-
kaynak: Julian Young / Nietzcshe
"Arkadia'da bile ben varım" anlamında Latince bir deyim. Pastoral peyzajlarıyla ünlü ve klasik döneme düşkün Fransız ressam Nicolas Poussin'in ( 1594-1665) iki tablosunun başlığında geçer. Arkadia, genellikle deniz kenarında yerleşmiş olan Eski Yunan'da Peloponez'in dağlık iç kısmındaki bir yerleşimdir ve temiz, saf, duru bir hayatı simgeler. Poussin, bu deyimi taşıyan resimlerinden birinde, Arkadia manzarası önünde çobanları çizmiştir-
kaynak: Julian Young / Nietzcshe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder