I've… seen things you people wouldn't believe… Attack ships on fire off the shoulder of Orion. I watched c-beams glitter in the dark near the Tannhäuser Gate. All those… moments… will be lost in time, like tears… in… rain. Time… to die…"
Ama bay Nietzsche Haklı: http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2013/06/ama bay nietzsche haklı
...zihnin münzevileri olmaya, kendi gibi akıl sahibi insanlarla sohbet etmeye, diğer varlıklardan daha çok sanatla teselli olmaya ihtiyacımız var. Ayrıca, başkalarını bizim gibi düşünmeleri için değiştirmeye çalışmak istemiyoruz çünkü onlarla aramızdaki uçurumun doğa tarafından oluşturulduğunu duyumsuyoruz. Acıma, bizim için tanıdık bir his haline geliyor. Gittikçe daha da sessizleşiyoruz...
...düşüncelerinin gemisi öyle derinden yüzüyor ki, onunla bu dostane, ciddi, anlayışlı insanların arasında yol alamayacağın kadar derinden yüzüyor. Sığ yerler ve kumluklar çok fazla orada: dönmek ve yön değiştirmek zorunda kalacaksın ve sürekli mahcup olacaksın, çok geçmeden onlar da mahcup olacaklar - nedenini çözemedikleri mahcubiyetin yüzünden.
...
- Kalbimizin iletişim kurabilirliği konusundaki kuşkularımız;
seçilmiş değil, verilmiş bir şey olarak yalnızlık.
- Her zaman bir kisveye bürünmüş olmak: türü ne kadar yüksekse,
bir insan o denli takma ada ihtiyaç duyar. Tanrı var olmuş olsa, nezaketi gereği kendini
dünyaya sadece insan olarak göstermek zorunda kalırdı.
- Sessiz kalma kabiliyeti: ama dinleyicilerin huzurunda bundan bir sözcük bile etmemek.
- Sürdürülen düşmanlıklara tahammül: kolay uzlaştırılabilirlik eksikliği.
...
Muazzam ve gururlu bir soğukkanlılıkla yaşamak; sürekli ötede - Birinin duygularına, lehte ve aleyhte gönülden katılmak ya da katılmamak, buna tenezzül etmek saatlerce; ata biner gibi, sık sık da eşeğe, oturmak üzerlerine: - İnsan onların bönlüğünden ve aynı ölçüde ateşinden yararlanmayı bilmeli.
...
...çünkü, yalnızlık, bir erdemdir bize, incelmiş bir eğilim, insanlar arasındaki ilişkileri bulup çıkaran bir temizlik itkisidir, - "toplumda" - kaçınılmaz kirlilikte yürütülmek zorunda olan...
Blogger İçerik Politikası Güncellemesi
! Daha önce, Blogger'ın Yetişkinlere Uygun İçerik politikasında yapılacağı duyurulan değişiklik uygulanmayacaktır.
Blogger pornografik içerik politikasında güncelleme
Bu hafta Blogger'ın pornografik içerik politikasında, grafik çıplaklık veya müstehcen görüntüler yayınlayan blogların gizli hale getirilebileceğini belirten bir değişikliğin duyurusunu yapmıştık.
Uzun süredir var olan blogları etkileyen bir politika değişikliği yapma ve bunun kimliklerini ifade etmek için müstehcen içerik yayınlayan bireyler üzerindeki olumsuz etkisi konusunda çok sayıda geri bildirim aldık.
Geri bildirimler için teşekkür ederiz. Bu değişikliği yapmak yerine mevcut politikalarımızı koruyacağız.
Bu durum blog sahipleri için ne anlama geliyor?
- Ticari pornografi yasak olmaya devam edecek.
- Blogunuzda pornografik veya müstehcen içerik varsa yetişkinlere uygun içerik ayarını açarak bir uyarının görüntülenmesini sağlamalısınız. Google, yetişkinlere uygun içerik bulunan ve içerik uyarısı etkinleştirilmemiş bir blog saptadığında uyarı sayfasını sizin yerinize açar. Bu durum tekrar ederse blog kaldırılabilir.
- Blogunuzda müstehcen içerik yoksa ve Blogger İçerik Politikası'nın diğer maddelerini uyguluyorsanız blogunuzda herhangi bir değişiklik yapmanız gerekmez.
Etiketler:
Queer
Okumak
Çok okuyan biriyim, müthiş okuyorum diyebilir miyim? Belki, çevremdeki herkesten biraz daha fazla okuyorum. Her zaman cebimde bir, birkaç kitapla dolaşıyorum. Ama az okuyor, az okuduğumu hissediyorum. Geçen zamana karşı okumalarım hiçbir ölçüde tatmin etmiyor beni. Daha çok, ağır, sancılı okuyorum. Hele bir de felsefe kitabıysa elimdeki, derin sularda acemice yüzerken yorulduğum oluyor, kıyıysa çok uzaklarda kalmışsa hele...
Daha çok şunu sormam gerekiyor artık, belki de: Niye okuyorum? Bir tür kendini arayışla başladı edebiyatla ilişkim ve daha uzun süreler eski sevdalar yeni aşklarla sürüp gidecek bu ilişki.
Ama, yine de, işte...
Etiketler:
Ben
Les Corbeaux
Nasıl bir bok çukuru burası! Bu köylüler ne naif canavarlar böyle. Geceleri bir içki içmek istersen kilometrelerce yürümen gerek. O anne beni bir cehennem çukuruna gömdü.
Buradan nasıl kurtulacağım, bilmiyorum; ama kurtulacağım. O berbat Charlestown'ı,Universe'u, kitaplığı falan arıyorum... Ama oldukça düzenli çalışıyorum; küçük düzyazı öyküler yazıyorum, genel başlığı: Çoktanrılı kitap ya da Zenci kitabı. Çılgınca bir şey ve masum. Ah! Masumluk, masumluk,masumluk, masu... Allah kahretsin!
Kıçıma kadar doğa düşüncesiyle doluyum. Seninim ey doğa, ey benim annem!
(Charleville'den Mektup)
Charleville |
Les Corbeux (Kargalar)
akşamla susunca çanlar,
soğuk basınca kırları,
tanrım, kutsal kargaları
duanın bittiği anlar
indir göklerden doğaya
kargalar çığlık çığlığa.
rüzgârlar esiyor, bakın
nasıl saldırıyor size
yuvanıza, evinize!
kargalar, haydi toplanın
gömütle dolu yollarda,
çukurlarda, oyuklarda,
ölüp gidenler geçen kış
tarlalarda dinleniyor,
kargalar gökte dönüyor,
yolcular düşünsün diye;
kimler konup kimler göçmüş,
sen ey hüzünlü kara kuş!
büyülü gecede yitik,
gemi direği gibi dik
meşenin üstüne konan
kargalar, kutsal kargalar!
kış başladı, sizler susun,
kırlarda kapalı kalan
ve ormanlarda kaybolan
onulmaz bozguna tutsak
yaralı yürekler için
mayıs bülbülü şakısın.
akşamla susunca çanlar,
soğuk basınca kırları,
tanrım, kutsal kargaları
duanın bittiği anlar
indir göklerden doğaya
kargalar çığlık çığlığa.
rüzgârlar esiyor, bakın
nasıl saldırıyor size
yuvanıza, evinize!
kargalar, haydi toplanın
gömütle dolu yollarda,
çukurlarda, oyuklarda,
ölüp gidenler geçen kış
tarlalarda dinleniyor,
kargalar gökte dönüyor,
yolcular düşünsün diye;
kimler konup kimler göçmüş,
sen ey hüzünlü kara kuş!
büyülü gecede yitik,
gemi direği gibi dik
meşenin üstüne konan
kargalar, kutsal kargalar!
kış başladı, sizler susun,
kırlarda kapalı kalan
ve ormanlarda kaybolan
onulmaz bozguna tutsak
yaralı yürekler için
mayıs bülbülü şakısın.
Verlaine
.
...En azından bir süre eskisine göre daha az korkunç bir
görünüm içinde olmak: iyi giyinmek, ayakkabıların boyalı, saçların taralı
olması, gülücükler dağıtmak...
VERLAINE'DEN RIMBAUD'YA
İki adam Paris’te XIV. Arondismanda Didot Sokağı’nda
yürüyor. Yirmi yaşlarında gösteriyorlar. Okul arkadaşları. Hiç konuşmuyorlar.
Kaldırımda hızlı hızlı yürüyorlar.
Sol taraflarında Broussai
Hastanesi duvarlarını gösteriyor. Sundurmadan geçiyorlar, iki taraflı ağaçlı
yolları izleyerek önce bir binaya daha sonra başka bir binaya gidiyorlar,
nihayet uzunca bir salona giriyorlar ve beklemeleri rica ediliyor. Aradıkları
adam sabıkalı, eski mahkûm yok orada.
Soruyorlar. Beklemelerini
istiyorlar. Nihayet bir hemşire oldukça geniş bir salona götürüyor onları; bu
salonda bahçeye bakan bir pencerenin iki tarafına altı demir karyola
yerleştirilmiş.
Ziyaretine geldikleri hasta
pencerenin sağ tarafında, ortadaki karyolada yatıyor. Adı baş ucunda bir
tabelada yazılı. Saçları gri, gözleri bir kır tanrısının gözleri, alnı geniş,
sakalı yabani otları andırıyor. Başında bir başlık, üstünde hastanenin adının
yazılı olduğu bir gömlek var.
İki ziyaretçi geliyor. Yataktaki
adam doğruluyor, yatağındaki dergileri ve gazeteleri kaldırıyor. Sonra
kalkıyor. Eski bir pantolon, lekeli bir yelek ve üstüne de gene hastanenin
verdiği robdöşambrı giyiyor, belini sıkıyor.
Ziyaretçilerinin önüne düşüyor ve
koridora çıkıyorlar.
Daha sonra bahçeye çıkıyorlar.
Bir saat boyunca samimi bir sohbet içinde dolaşıyorlar, yanlarından geçen
hasta ihtiyarlar kendi dünyalarına dalmış iki öğrenci ve serseri kılıklı bir
hastadan oluşan bu tuhaf üçlüye pek sempatik olmayan bakışlar atıyorlar.
Ayrılıyorlar.
Bir yıl sonra Broussai
Hastanesi’ndeki hasta taburcu oluyor. Bastonuna dayanarak zor yürüyor.
Montmartre'da bir sokakta o genç ziyaretçilerinden birine rastlıyor ve
tanımıyor onu. Genç ziyaretçisi duruyor ve tanıtıyor kendisini. Kısa bir süre
sohbet ediyorlar.
Eski mahkûm “bir kadeh bir şey
ısmarla bana" diyor.
Karşısındaki küçük para cüzdanını
çıkarıyor ve bütün servetini gösteriyor. Birkaç kuruş... Ayrıca biraz önce bir
garsonun kendisini, kıyafetini uygun bulmadığı için oturduğu bistrodan
attığını söylüyor.
Bir kafeye giriyorlar ve
siparişlerini veriyorlar.
“Nerede oturuyorsunuz?” diye
soruyor öğrenci.
Karşısındaki hüzünlü bir tavırla
omuz silkiyor.
“Bir yerde oturmuyorum, geceler
sokaklarda geçiyor.”
Böyle diyordu şair. Bu yüzyılın
sonunda değil, geçen yüzyılın sonunda. Evi barkı olmayan adam Paul Verlaine’dir.
Onu dinleyenler de Pierre Louys ve Andre Gide.
Bugün hayatta olsaydı metroda yaşardı Verlaine.
Bugün hayatta olsaydı metroda yaşardı Verlaine.
Sefalet hiç acımaz.
*
Kitap: Bohemler
Etiketler:
Rimbaud
Blogger İçerik Politikası Güncelleme
Değerli Blogger Kullanıcısı,
Blogger İçerik Politikası'nda yapılacak ve sizin hesabınızı da etkileyebilecek bir değişiklik hakkında bilgi vermek istiyoruz.
Önümüzdeki birkaç hafta içinde müstehcen veya çıplaklık içeren resim ve videolara artık izin vermiyor olacağız. Sanatsal, eğitsel, belgesel veya bilimsel amaçlı olarak sunulan ya da içeriğe müdahalede bulunulmamasının halk açısından önemli yararlarının olacağı durumlarda çıplaklık içeren görsellere izin vermeyi sürdüreceğiz.
Yeni politika 23 Mart 2015 tarihinde yürürlüğe girecektir. Bu politika yürürlüğe girdikten sonra Google, revize edilmiş politikamızı ihlal ettiği tespit edilen tüm bloglara erişim kısıtlayacaktır. Hiçbir içerik silinmeyecektir, ancak gizli hale getirdiğimiz içeriği yalnızca blog yazarları ve blog yazarlarının blogu açık şekilde paylaştıkları kullanıcılar görebilecektir.
Blogger İçerik Politikası'nda yapılacak ve sizin hesabınızı da etkileyebilecek bir değişiklik hakkında bilgi vermek istiyoruz.
Önümüzdeki birkaç hafta içinde müstehcen veya çıplaklık içeren resim ve videolara artık izin vermiyor olacağız. Sanatsal, eğitsel, belgesel veya bilimsel amaçlı olarak sunulan ya da içeriğe müdahalede bulunulmamasının halk açısından önemli yararlarının olacağı durumlarda çıplaklık içeren görsellere izin vermeyi sürdüreceğiz.
Yeni politika 23 Mart 2015 tarihinde yürürlüğe girecektir. Bu politika yürürlüğe girdikten sonra Google, revize edilmiş politikamızı ihlal ettiği tespit edilen tüm bloglara erişim kısıtlayacaktır. Hiçbir içerik silinmeyecektir, ancak gizli hale getirdiğimiz içeriği yalnızca blog yazarları ve blog yazarlarının blogu açık şekilde paylaştıkları kullanıcılar görebilecektir.
Kayıtlarımız, sizin hesabınızın da bu politika değişikliğinden etkilenebileceğini gösteriyor. Bu politikayı ihlal edecek yeni içerikler oluşturmaktan kaçınmanızı rica ediyoruz. Ayrıca, hizmetle ilgili herhangi bir kesinti yaşamamak için mümkün olduğunca çabuk şekilde mevcut blogunuzu politikamızla uyumlu hale getirecek gerekli değişiklikleri yapmanızı rica ediyoruz. Google Paket Servisi'ni kullanarak içeriğinizin bir arşivini oluşturmayı da tercih edebilirsiniz (https://www.google.com/settin gs/takeout/custom/blogger).
Daha fazla bilgi için lütfen buradaki (https://support.google.com/bl ogger?p=policy_update) bilgileri okuyun.
Saygılarımızla,
Blogger Ekibi
Blogger'daki yetişkinlere uygun içerik politikası
23 Mart 2015 tarihinden itibaren, Blogger'da müstehcen veya çıplaklık içeren resim ve videoları herkese açık olarak paylaşmanız mümkün olmayacak.
Not: İçerik sunulurken somut şekilde kamu yararı gözetiliyorsa, örneğin sanatsal, eğitsel, belgesel veya bilimsel içerikler söz konusu olduğunda çıplaklık içeren öğelere izin vermeye devam edeceğiz.
Mevcut bloglarınızda göreceğiniz değişiklikler
Mevcut blogunuzda müstehcen veya çıplaklık içeren resim ya da videolar yoksa herhangi bir değişiklik fark etmeyeceksiniz.
Mevcut blogunuzda müstehcen veya çıplaklık içeren resim ya da videolar varsa blogunuz 23 Mart 2015 tarihinden sonra özel hale getirilecektir. Hiçbir içerik silinmeyecektir, ancak özel içeriği yalnızca blogun sahibi veya yöneticileri ve blogun sahibinin blogu paylaştığı kişiler görebilecektir.
Mevcut bloglar için güncelleyebileceğiniz ayarlar
Blogunuz 23 Mart 2015'ten önce oluşturulduysa ve yeni politikamızı ihlal eden bir içerik barındırıyorsa, yeni politikanın yürürlüğe girmesinden önce blogunuzu değiştirmek için birkaç seçeneğiniz vardır:
- Blogunuzdaki müstehcen veya çıplaklık içeren resim ya da videoları kaldırabilirsiniz
- Blogunuzu özel olarak işaretleyebilirsiniz
Blogunuzu tamamen kapatmayı tercih ederseniz blogunuzu dışa aktarabilir (.xml dosyası olarak) veya Google Paket Servisi'ni kullanarak blogunuzdaki metin ve resimleri arşivleyebilirsiniz.
Etiketler:
Queer
Kaotik Benlik
...
Düşünmüyorum, düş görüyorum.
...
Hayatım pasiflik ve düşten ibaret.
...
Ne kendimi hatırlamak ne de tanımak istiyorum
Çok kalabalık oluyoruz,
kim olduğumuzu bulmaya çalıştığımızda.
...
Uçurumdur benim çitim
Ben olmanın ölçüsü yok.
...
Bugün saçma ve doğru bir şey hissettim aniden:
Hiç kimse olduğumun bilincine bir çırpıda vardım.
...
Her şeyi hayal edebilirim, çünkü ben hiçim.
...
Obur ve ateşli bir okur olan ben, okuduğum kitapların hiçbirini
hatırlamıyorum; çünkü okumak, kendi düşüncemin, kendi düşlerimin
bir yansısıydı, daha doğrusu düşe teşvik...
...
Yakın bir dostum olmasıdır idealim; uyanıkken gördüğüm bir
düşüm bu benim, ama asla olmayacak böyle biri.
...
Temel bir edim olan yazmanın münasebetsizliğine ve
bu yöndeki her çabanın mutlak yararsızlığına derinden iknayım.
...
Deliyim, evet, deli, mademki
büyüklüğü istedim
Yazgının bahşetmediği
...
Kendimi tüm gücümle ve ruhumla adadığımı hissettiğim misyona olan borcum, onu mutlak bir kusursuzlukla gerçekleştirmek ve eksiksiz bir ciddiyetle yazıya dökmektir.
...
Belki de benim yeryüzünde hiçbir misyonum yoktur
Hiçbir ruh benimki kadar sevgi dolu ya da müşfik, benimki kadar nezaketle,
duygudaşlıkla, şefkati ve sevgiyi ilgilendiren her şeyle bu kadar dolu değildir.
Ama benim kadar yüzüstü bırakılmış ruh da yoktur.
...
Etrafımdaki hiç kimsede, benim içimdeki duyarlılığın, özlem
ve ihtirasların, derin tinsel varlığımın temelini oluşturan her şeyin
ritmiyle çarpan bit tutum bulamıyorum hayata karşı.
...
f.p.
21.2.2015 |
Etiketler:
Felsefe
The Night Fernando Pessoa Met Constantine Cavafy
(90 min / Documentary / 2008 / Stelios Haralamboupolos)
Etiketler:
Edebiyat
yan değini
- Yalnızca tinle üflenmiş boş bir balon gibi ortalıkta
gezinmek zorunda olmak çok utanç verici bir şey.
Yan Değini / Wittgenstein
Etiketler:
Felsefe
Wilhelm von Gloeden
Wilhelm von Gloeden (1856-1931), selfportrait posed in Arabic fancy dress, around 1890 |
Baron von Gloeden
"homoseksüel" miydi? Warhol'ün gözünden, belki; ama özünde
"kitsch"ti. Aslında kitsch yüksek bir estetik değerin tanınmasını
içerir, ama bu beğeninin kötü olabileceğini de ekler kitsch ve bu çelişiklikten
göz alıcı bir canavar doğar. Von Gloeden örneğinde de durum budur: Fotoğrafları
ilgi çeker, akılda kalır, eğlendirir, şaşırtır ve bütün bu keyfin karşıt
olanların bir araya toplanmasından ileri geldiğini hissederiz, tıpkı karnavala
benzeyen her tür kutlamada olduğu gibi.
Bu
çelişiklikler, "heterolojiler"dir, birbirinden farklı, birbirine zıt
dillerin sürtüşmeleridir. Örneğin: Gloeden Antikite'nin kodunu alır, onu
fazlasıyla yükler ve hantalca gözler önüne serer (güzel delikanlılar,
çobanlar, sarmaşıklar, palmiyeler, zeytin ağaçları, asma dalları, tunikler,
sütunlar, dikilitaşlar), ama (ilk biçim bozma), Antikite'nin göstergelerini
karıştırır; Yunan bitkileri ve Roma heykellerini Güzel Sanatlar Okulları'ndan
gelen "antik nü" ile birleştirir: Görünüşe göre, hiçbir ironi olmadan,
sembollerin en bayatlamışını sorgusuz sualsiz kabul eder. Ancak bu kadarla
kalmaz: Bu şekilde gözler önüne serilmiş Antikite (ve çıkarsama yoluyla,
böylelikle kabul edilmiş erkek çocukların aşkı) içine Afrikalı bedenler
yerleştirir. Belki de haklı olan odur: Ressam Delacroix, antik dokunun en iyi
Araplarda bulunduğunu söylemiştir. Her neyse, Yunan versiyonu bir Antikite'ye
ait tüm bu yazınsal araç-gereç ile okkalı ve güneşin altında kavrulmuş böcek
kabuğu gibi zifiri bakışlı genç jigolo köylülerin (onlardan hâlâ hayatta
olanlar varsa, beni bağışlasınlar, bu bir hakaret değildir) bu siyahi bedenleri
arasındaki çelişiklik nefistir.
Baronun
başvurduğu araç, yani fotoğraf, bu çelişiklik karnavalını coşkuyla vurgular.
Bu yeterince paradoksaldır, çünkü, fotoğrafçılık, ne de olsa, gerçekçi,
ampirik, tamamen bu sağlam pozitif, akılcı değerlerin -aslına uygunluk,
gerçeklik, nesnellik- hizmetinde olan bir sanat olarak bilinir: Bizim polisiye
dünyamızda, fotoğraf kimliklerin, olguların, suçların alt edilemeyen kanıtı
değil midir? Ayrıca, von Gloeden'in fotoğrafları, asla teknik açıdan değil,
sahneye koyma (pozlar ve dekorlar) açısından 'sanatsal"dır: Az bulanıklık,
üstünde az çalışılmış aydınlatma. Beden oradadır, yalnızca; bedende çıplaklık
ve hakikat, görüngü ve öz birbirine karışır: Baronun fotoğrafları acımasız
türdendir. Antikite sembollerinin görkemli bulanıklığı böylece fotoğrafın
gerçekçiliğiyle çatışmaya (şaşkınlığımızı ve belki de coşkumuzu anlatmak için
bu sözcüğe ihtiyacımız var) girer; çünkü böyle düşünülen bir fotoğraf, her
şeyin görüldüğü bir görüntü, ayrıntıların aşamalanma, "düzen" (o yüce
klasik ilke) içermeyen bir koleksiyonu değilse, başka ne olabilir ki! O küçük
Yunan tanrılarının (siyah tenleriyle bile çelişki doğuran) biraz kirli,
kesilmemiş kalın tırnaklı köylü elleri, pek temiz olmayan aşınmış ayakları vardır,
dolgun sünnet derileri oldukça görünürdür ve artık burada
biçimlendirilmemiştir, yani ince uzundur ve küçültülmüştür: Sünnetli
değildirler ve tek görülen budur: Baronun fotoğrafları aynı zamanda hem
görkemli hem anatomiktir.
İşte
bundan ötürü von Gloeden'in sanatı bir anlam macerasıdır: Çünkü aynı zamanda
hem gerçek hem inanılmaz, hem gerçekçi hem (bağırırcasına) uydurma bir dünya
(buna "insan öyküleri kitabı" demeliyiz, hayvan öyküleri kitabı var
olduğuna göre), düşlerin en çılgınından bile daha çılgın bir karşı onirizm
üretir. Böyle bir girişimin, "kültürel" uçuruma karşın, çağdaş sanatın
bazı denemelerine ne kadar yakın olduğunu belirtmemize gerek var mı? Ama sanat
bir geri kazanma alanı olduğuna göre (yapacak bir şey yok: Sanat kendi
reddettiğini bile geri kazanır ve ondan yeni bir sanat yapar), baronun
fotoğraflarında bir sanattan çok bir güç olduğunu anlamak daha uygundur:
Sayesinde bütün konformistlere, sanat, ahlak ve siyaset konformistlerine (bu
fotoğraflara faşistlerce el konulduğunu unutmayalım) direndiği bu ince, katı
güç ve onun naifliği diyebileceğimiz güç. Günümüzde her zamankinden daha
fazla, onun yapmış olduğu gibi, en "kültürlü" kültürle en parlak
erotizmi basitçe birbirine karıştırmak cesareti gösteriliyor. Sade, Klossowski
bunu yapmıştı. Von Gloeden bu karışımın üzerinde farkında olmadan yorulmaksızın
çalıştı. Bizi şimdi bile şaşırtan görüsünün gücü de buradan geliyor: Von
Gloeden'in naiflikleri, yiğitlikler kadar hayranlık uyandırıcıdır.
*
Roland Barthes
Wilhelm von Gloeden
Arşivi için:
http://commons.wikimedia.org/wiki/Catalogue of Wilhelm von Gloeden's pictures
Arşivi için:
http://commons.wikimedia.org/wiki/Catalogue of Wilhelm von Gloeden's pictures
Etiketler:
nu,
Queer,
Roland Barthes
Wilhelm von Gloeden ya da Yeniyetmenin Erotik Büyüsü
Erinlik öncesi cinsel
kimliğin henüz oturmamış olması, bu alandaki her türlü sapkınlığı
kendiliğinden meşru kılar; yerine göre, cinsel hazzın hem öznesi, hem de
nesnesidir melek kalpli oğlan. Cherubim, kendi gövdesiyle tanışmak üzere olan
erkeğin, erosa kayıtsız boyun eğip, tutkularını karşıtıyla birlikte yaşadığı
evreyi imler; o, her iki cinse eşit ölçüde hitap eden bir sevgilidir bu
sınırlı dönem boyunca.
Figaro'nun
Düğünü'nde tanık olduğumuz şey, bu belirsizliğin çapkınlığı örtbas eden bir kılıfa
dönüşmüş olmasıdır. Cherubino, tanımlayamadığı bir özlemle yanıp tutuşur; gece
gündüz tek bir şey vardır onu meşgul eden: Aşk. Öyle ki, kimseyi bulamazsa,
sonunda kendisiyle konuşmak zorunda kalır aşkı. Kelebek gibi uçuşan bir
phallus'tur Cherubino; yerçekimine meydan okuyan melek. Susanna, yeniyetmenin
sesine hayran olan Kontes'i onaylarken baklayı ağzından çıkarıverir:
"Aslında yaptığı her şeyi iyi yapar." Hiç
kuşkusuz, Susanna için deneyimden çok, gizli bir beklentinin ifadesidir bu
itiraf; ama sonuç değişmez: Cherubino, el değmemiş phallus'un masumiyetiyle
ortalıkta dolaşıp dururken, kadınların içi geçmektedir hep.
Gelgelelim,
ephebos'un eşiğindeki toy delikanlı, uygarlık tarihi boyunca, en az kadınlar
kadar erkekler için de tükenmeyen bir haz objesidir. Güzellik ideası ile
kamufle edilen homoerotik eğilim, antik Yunan kültürünü sessizce siper eder
kendisine. Öyle ya, Herakles bile bu ilişkiden nasibini alıp, erkeğin hemcinsine
duyduğu ilgiyi aklayan maceralar yaşamıştır nasılsa. Dorian Gray'e sırılsıklam
aşık olan Basil Hallaward tipik bir örneğini verir bunun: "Kendisi farkında değil ama
bana yepyeni bir anlayışı tanımlıyor. Eski Yunan ruhunun bütün yetkinliği ile romantik ruhun bütün tutkularını içine alan
bir anlayış. Ruhla vücudun uyumu; ne yüce bir iş bu!" Antik
Yunan'da, ayva tüyü kıla dönüşmediği sürece, yetişkinler ile cinsel ilişki
oğlanın doğal hakkıdır; ayıp olan, büyükler arasında bu ilişkinin devam etmesidir;
çünkü rol dağılımı bozulmuştur.
Gloeden'in
Taormina'daki çıplaklarına baktığımız zaman -bunların hemen hepsi o yöredeki
emekçi kesimin çocuklarıdır- açıkhavaya stüdyo mantığının egemen olduğunu
görürüz Kamera, önündeki görüntüden hareketle, geçmişin resmini çekmeye
çalışmaktadır burada; bu yüzden, doğal bile olsa, seçilen köşenin döşenmiş
olduğu duygusu bir türlü yakamızı bırakmaz. Elinden gelse doğaya da müdahale
edecektir Gloeden; zira geçmişi anımsamak onu kurmayla eşanlamlıdır bu
mizansende: antik Yunan, kendi dekoru üzerine devrilmiştir sanki; sahici olan
tek şey çıplak tenin karşı koyulmaz büyüsüdür. Öte yandan, çıplaklık dışındaki
her şeyin bu çıplaklığı haklı kılmak için gizlediği görülür; geçmiş
vurgulandığı ölçüde, yüce bir uyum arayışının tensel hazzı bir tür katharsis'e
çevireceği yolundaki inanç hep ön plandadır. Bu bağlamda, sürekli tehdit
altında bulunan mekân tasarımı, giderek kendi parodisine mahkûmiyeti kabullenen
bir varoluş tarzından ötürü, kitschle aynı paydayı bölüşür sonuçta. Çıplağın
yanındaki antik bir vazo yahut heykelden, kayalığa serilmiş kaplan postuna
kadar birçok aksesuvar, antik Yunan (mutlu geçmiş) yanılsamasına yönelik
bilinen klişelerin tekrarını üstlenmiştir sadece; düzenleme ilkesi -gerçek ile
gerçek olmayanın yapay birlikteliği nedeniyle- biçem kopukluğuna yenik
düşmüştür Gloeden'da.
Çelenkli Genç, çıplaklığın estetize edilmesi yolunda ilginç bir
örnektir. Bakışımsız olarak sırta atılan örtü (tünik?), arkada sol omuzdan
hafifçe aşağı döküldükten sonra, sol koltuk arasından çıkıp, sağlı sollu pazı
üzerinden yine serbest kalıyor. Koyu dip- yüzey önünde ten ve örtünün aynı açık
tonda olması, figür ile aramızdaki mesafe duygusunu olabildiğince azaltan etkin
bir çözümdür hiç şüphesiz; dışarı fırlayacakmış hissi veren bu canlılığın,
giderek dokunma (elleme) duyusuna gönderme yaptığını herkes bilir, her erotik
bakmanın kökeninde ellemeye çağrı vardır esasen, eros, salt seyirle yetinmez;
nihai amacı dokunmaktır -kucaklaşma, sarılma, öpüşme, okşama vb. tensel hazza
ilişkin pratikte onsuz olmaz edimlerdir. Göz kışkırtır, geri çekilir; el/leme
devreye girdikten sonra görünen ile görmek istenen şey arasındaki sınır
çizgisi silinmiştir artık. Sevişme sırasında haz nesnesine yamanan algı
içeriğinin görünenden soyutlanma eğilimi, bu ilişkinin keyfi olduğunu gösterir
bize; aşığın gözü boşuna kör değildir.
Olanaksız
Bir kutu sevinç var
bir avunç var bu acıda.
Bir sürü insanı yok
o berbat günlerin, sıkıntı eksik!
“Sevilir duyulmayan müzik”
demişti bir şair.
Sanırım, yaşanmamış olandır
bende de en gözde yaşam.
K.
Etiketler:
Kavafis
TEN VE ÖTESİ
1.
"Vücudumuzu oluşturduğu zaman sadece temizliğine,
beslenmesine ve acı çekmesine özen gösterdiğimiz şu ten, ancak bizim dışımızdaki
bir kişi tarafından canlandırıldığı ve uzmanların bile hemfikir olmakta güçlük
çektiği bir güzellik ölçüsü adına okşandığında önem kazanabiliyor ve gitgide
tuhaf bir saplantıya dönüşüyor (Marguerite Yourcenar)
Çıplak tenle birebir ilişkiye
girmenin öyküsü tarih öncesine dek uzanmasına karşın, bunun dillenmesi için
bin- yıllar boyu beklemek zorunda kalmıştır insanoğlu. Bedenin kişiye özel
biçimini keşfedip kaydetme arzusu, öte-dünya'yı kollamakla görevli bekçilerce
sürekli engellenmiştir çünkü; tensel haz arayışı, cehennem ateşini tutuşturan
en büyük günahtır bu evrede.
Ne var ki, yalnız cehennemde
cayır cayır yanarken değil, cennette de çırçıplaktır homo sapiens. Dünyevi
hazzı ve acıları şaşırtıcı bir kesinlikle kanıtlayan ten, ölüm sonrası da tanık
olmaktadır buna. Tendeki renk değişimini anımsayalım: Beşikten mezara hep
kavruk kalmaya mahkûm yoksulun ten rengi kara sarıya çalarken, varlıklı olanda
çoktan pembeye dönüşmüştür bu. Öyle ki, güneş bile çaresiz kalır burada; zira
birinin kavrukluğu iyice ortaya çıkarken, öbürü gitgide bronzlaşır. Bu bağlamda
turistik gezi kataloglarında karşılaştığımız bronz ten, özünde deniz, kum ve
güneşle pekişen sağlıklı görünümün sembolüdür sadece. Bu arada, cildin spor ve
elbette leziz mutfaktan dolayı gerginleşmesiyse -kırışıklıkların kısmen de olsa
giderilmesine katkıdan ötürü-, söz konusu zindeleşme programına son noktayı
koyar: Pürüzsüz ten, sürtüşme ânını kendiliğinden hazza çevirecek denli nemli
ve kaygan olmaya hazırdır; çünkü bundan sonrası kozmetik endüstrisinin birkaç kremle
müdahalesine kalmıştır sadece.
Buna göre, yaşlanma, pörsümeye
yazgılı tenin salt dermatolojiyi ilgilendiren deri'ye dönüşmesidir; ölümün eşiğindeki
beden, tıpkı bir tespihböceği gibi kendi içine kapanır: küskün, hüzünlü ve
kupkuru. Yaşlılığa-giriş, buruşarak küçülmeye başlamaktır; ve ten, aynen
sismograf duyarlılığıyla anbean kaydetmektedir bunu. Greta Garbo'yu
anımsayalım: otuz beş yaşından sonra tüm hayatı bu kaydı izleyerek geçmiştir
nerdeyse!
Belki de bu yüzden, teniyle arası
açılan insan önce aynaya küser. Apaçık: Hayal gücünün kendimizi seyretmeye
yetersiz kaldığı noktada düpedüz korkulu rüyadır aynayla diyalog arayışı.
Ayna, tenin seyir defteri olarak, başlangıçta mutluluğu, ama çok geçmeden yıkım
duygusunu ikiye katlar; üstelik alabildiğine pervasız ve küstah bir tavırla.
Herkes biliyor: Sırlı levha, doğruyu söyleme hakkını hep sona bırakır, öyle ki,
aynayı tekinsiz (dönek?) kılan şeyin çoğu kez aynı gerekçeden kaynaklandığını
rahatça söyleyebiliriz: Önceleri kendini olduğundan daha güzel görme arzusuna
çanak tutan ayna, zamanla kâbusa çevirmiştir bu mutluluk oyununu. Beden sarkmaya
başladığında, ansızın doğrucu davut kesilmiştir ayna; kırış kırış olan boyun,
kendini taşımakta zorlanan göğüs ve kalçalar, yumuşayıp pelteleşen kas örgüsü,
vb. her şey, çıplak teni kendisiyle vedalaşmaya zorlamaktadır şimdi;
diriliğini yitiren organın ölmeden önce hayatla bağı kopmuştur nasılsa!
Öte yandan, kırılgan doğasıyla
ten, aile içi şiddetten kurumsallaşmış (resmi) işkenceye kadar her türlü insanlık
dışı davranışın da hedef tahtasıdır; ve yine renkle tepki verir buna
-haysiyetine tecavüz edilen ten, suskunluğunu morarmayla geçiştirir; çünkü morartı,
öncelikle buna sebep olan yüz karasıdır gerçekte. Bu bağlamda temel hak ve
özgürlükleri kısıtlamayı öngören her rejimin başat özelliği, tende iz bırakan
sorgulama yöntemidir daima. Dolayısıyla adli tıp raporuna giren her morartı,
gerikalmışlığın göstergeleri arasında devamlı ilk sırayı alır -ya da şöyle
formüle edelim: hiçbir şey, sırttaki cop yahut kırbaç kadar demokrasinin
ayaklar altına alındığını göstermez.
Bir de şu var: Başkasının teni,
homo socialis'in aynasıdır; ama baktığında kendini görebilmesi için çaba sarf
etmek zorunda olduğu bir ayna.
2.
Çıplak ten, özü itibariyle her an
cinsel haz objesi olmaya aday bir et yığınıdır. Ne var ki, bakış açısında
yapacağımız küçük bir değişiklikle her şey değişmeye hazırdır burada. Nitekim
aynı çıplak ten, savunmasız konumdaki bedeni sadece estetiğin ilgi alanı içinde
kalma koşuluyla da sorgulamaya davet eder bizi. Antik Yunan için bu sorgulama,
organlar arasındaki orantıyı keşfetmek üzere çıkılan zahmetli bir yolculuktur;
çünkü görünen, bir başka deyişle model olarak kabul edilen, ötesine geçip,
ideal olanın bulunmasını talep etmektedir daima. Buna göre, Sokrates'ten
Platon'a kadar birçok filozofun sayısal ilişkide aradığı güzellik anlayışı
Polykleitos'un genç atletlerinde doruk noktasına ulaşır. Gerçi Tanrı ve insanın
karşılıklı olarak birbiri içinde tecelli etmesi, burada karşılaştığımız
çıplaklığın daha ziyade bir metafor olduğunu gösterir. Dolayısıyla, bu dönem
boyunca çıplaklığı meşru (sorunsuz?) kılan şey, organlar arasındaki ilişkide
ideal orantıyı bulmak üzere, insanüstü olanın temsil edilmesidir -Apollon'un
vücudu, sonsuza dek öyle kalacağına dair güvencenin sembolüdür ilkönce.
Uygarlık tarihinde gündelik
hayattan sanata kadar çıplaklığın bir utanç konusuna dönüşmesi çeşitli aşamalardan
geçmiştir. Bu bağlamda hep aynı şeye tanık oluruz: Çıplak tenin belli bir
kişiye ait teşhir objesi olarak gündeme gelip, kendi açmazlarıyla yüzleşmesi
yüzlerce yılını almıştır insanoğlunun. Beden, öte-dünya'daki mutluluk adına hor
görüldüğü sürece, çıplaklık, olsa olsa anonim vücudun çilekeşliğine hizmet
etmekle yükümlüdür yalnızca. Dolayısıyla, gerçek anlamda çıplak olmanın ilk
şartı, vücudun önce gökyüzünden kurtulmasıdır; Tanrı'yla insanın birbirine
karıştığı düzende, soyunma sadece Tanrı'ya yaraşırken, insana da hep bol
gelmektedir çünkü.
Bütün bunlar, çıplak tenle yüz
yüze gelme konusunda bir kez daha zaman'ı gündeme getirir. Mitolojik figürün
zaman karşısındaki ayrıcalığına ölümlü olan imrenerek bakmasına rağmen sonuç
değişmez: Her canlı gibi insan da ölmek için doğar gerçekte; tense bu olgunun
gizemli kayıt defteridir.
Sanata Katkım
şiir: Sanata Katkım / Cavafy, 1996, Yannis Smaragdis / müzik: Vangelis
Oturup düşündüm. İstekleri ve duyguları
getirdim Sanat’a hayal meyal görülmüş
yüzleri ve çizgileri; birkaç belirsiz anısını
yarım kalmış aşkların. Sanata bırakıyorum kendimi
Bilir o nasıl biçimlendirecek Güzel’in Yüzü’nü;
neredeyse sezdirmeden tamamlar hayatı,
düzenleyerek izlenimleri ve düzenleyerek günleri.
(1921)
Etiketler:
Kavafis
Anlamlar
İlk gençliğim yılları, cinsel yaşamım
nasıl açık şimdi anlamları.
Ne gereksiz yerinmelermiş onlar, nasıl boş...
Ama bilmiyordum ki o zamanlar.
Düşkün yaşamımda ilk gençliğimin, ta derinlerde
şiirimin yapısı biçimleniyordu
sanat alanım çiziliyordu aslında.
İşte, bu yüzden dengesizdi yerinmeler bile
Kendimi yenmek için verdiğim kararlar, değişmek
iki hafta dayanıyordu olsa olsa.
Etiketler:
Kavafis
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)