Wilhelm von Gloeden



Wilhelm von Gloeden (1856-1931), selfportrait posed in Arabic fancy dress, around 1890

Baron von Gloeden "homoseksüel" miydi? Warhol'ün gözünden, belki; ama özünde "kitsch"ti. Aslında kitsch yüksek bir estetik değerin tanınmasını içerir, ama bu beğeninin kötü olabileceğini de ekler kitsch ve bu çelişiklikten göz alıcı bir canavar doğar. Von Gloeden örneğinde de durum budur: Fotoğrafları ilgi çeker, akıl­da kalır, eğlendirir, şaşırtır ve bütün bu keyfin karşıt olanların bir araya toplanmasından ileri geldiğini hissederiz, tıpkı karna­vala benzeyen her tür kutlamada olduğu gibi.

Bu çelişiklikler, "heterolojiler"dir, birbirinden farklı, birbi­rine zıt dillerin sürtüşmeleridir. Örneğin: Gloeden Antikite'nin kodunu alır, onu fazlasıyla yükler ve hantalca gözler önüne se­rer (güzel delikanlılar, çobanlar, sarmaşıklar, palmiyeler, zey­tin ağaçları, asma dalları, tunikler, sütunlar, dikilitaşlar), ama (ilk biçim bozma), Antikite'nin göstergelerini karıştırır; Yunan bitkileri ve Roma heykellerini Güzel Sanatlar Okulları'ndan ge­len "antik nü" ile birleştirir: Görünüşe göre, hiçbir ironi olma­dan, sembollerin en bayatlamışını sorgusuz sualsiz kabul eder. Ancak bu kadarla kalmaz: Bu şekilde gözler önüne serilmiş An­tikite (ve çıkarsama yoluyla, böylelikle kabul edilmiş erkek çocukların aşkı) içine Afrikalı bedenler yerleştirir. Belki de haklı olan odur: Ressam Delacroix, antik dokunun en iyi Araplarda bulunduğunu söylemiştir. Her neyse, Yunan versiyonu bir Antikite'ye ait tüm bu yazınsal araç-gereç ile okkalı ve güneşin altında kavrulmuş böcek kabuğu gibi zifiri bakışlı genç jigolo köylülerin (onlardan hâlâ hayatta olanlar varsa, beni bağışlasınlar, bu bir hakaret değildir) bu siyahi bedenleri arasındaki çelişiklik nefistir.

Baronun başvurduğu araç, yani fotoğraf, bu çelişiklik kar­navalını coşkuyla vurgular. Bu yeterince paradoksaldır, çünkü, fotoğrafçılık, ne de olsa, gerçekçi, ampirik, tamamen bu sağlam pozitif, akılcı değerlerin -aslına uygunluk, gerçeklik, nesnellik- hizmetinde olan bir sanat olarak bilinir: Bizim polisiye dünya­mızda, fotoğraf kimliklerin, olguların, suçların alt edilemeyen kanıtı değil midir? Ayrıca, von Gloeden'in fotoğrafları, asla tek­nik açıdan değil, sahneye koyma (pozlar ve dekorlar) açısından 'sanatsal"dır: Az bulanıklık, üstünde az çalışılmış aydınlatma. Beden oradadır, yalnızca; bedende çıplaklık ve hakikat, görüngü ve öz birbirine karışır: Baronun fotoğrafları acımasız türdendir. Antikite sembollerinin görkemli bulanıklığı böylece fotoğrafın gerçekçiliğiyle çatışmaya (şaşkınlığımızı ve belki de coşkumuzu anlatmak için bu sözcüğe ihtiyacımız var) girer; çünkü böyle dü­şünülen bir fotoğraf, her şeyin görüldüğü bir görüntü, ayrıntıların aşamalanma, "düzen" (o yüce klasik ilke) içermeyen bir kolek­siyonu değilse, başka ne olabilir ki! O küçük Yunan tanrılarının (siyah tenleriyle bile çelişki doğuran) biraz kirli, kesilmemiş ka­lın tırnaklı köylü elleri, pek temiz olmayan aşınmış ayakları var­dır, dolgun sünnet derileri oldukça görünürdür ve artık burada biçimlendirilmemiştir, yani ince uzundur ve küçültülmüştür: Sünnetli değildirler ve tek görülen budur: Baronun fotoğrafları aynı zamanda hem görkemli hem anatomiktir.

İşte bundan ötürü von Gloeden'in sanatı bir anlam mace­rasıdır: Çünkü aynı zamanda hem gerçek hem inanılmaz, hem gerçekçi hem (bağırırcasına) uydurma bir dünya (buna "insan öyküleri kitabı" demeliyiz, hayvan öyküleri kitabı var olduğuna göre), düşlerin en çılgınından bile daha çılgın bir karşı onirizm üretir. Böyle bir girişimin, "kültürel" uçuruma karşın, çağdaş sa­natın bazı denemelerine ne kadar yakın olduğunu belirtmemize gerek var mı? Ama sanat bir geri kazanma alanı olduğuna göre (yapacak bir şey yok: Sanat kendi reddettiğini bile geri kazanır ve ondan yeni bir sanat yapar), baronun fotoğraflarında bir sa­nattan çok bir güç olduğunu anlamak daha uygundur: Sayesinde bütün konformistlere, sanat, ahlak ve siyaset konformistlerine (bu fotoğraflara faşistlerce el konulduğunu unutmayalım) diren­diği bu ince, katı güç ve onun naifliği diyebileceğimiz güç. Günü­müzde her zamankinden daha fazla, onun yapmış olduğu gibi, en "kültürlü" kültürle en parlak erotizmi basitçe birbirine ka­rıştırmak cesareti gösteriliyor. Sade, Klossowski bunu yapmıştı. Von Gloeden bu karışımın üzerinde farkında olmadan yorulmak­sızın çalıştı. Bizi şimdi bile şaşırtan görüsünün gücü de buradan geliyor: Von Gloeden'in naiflikleri, yiğitlikler kadar hayranlık uyandırıcıdır.

*
Roland Barthes 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder