"Aklın uykusu canavarlar yaratır, ama o aynı zamanda
tüm sanatların anasıdır ve mucizeler de yaratır."
(Arture 231) Goya "hala öğreniyorum!" - arslan 1981 |
Avrupa’da 1789 sonrasındaki şiddetin büyük sanatsal betimi yalnız İngilizler tarafından değil İspanyollar tarafından da ele alındı. Francisco Josi de Goya y Lucientes (1746-1828) gotik anlayışa sahip en büyük ressamdır. Goya’nın gotik görüşleri zamanının ahlaksızlığının bir ifadesidir.
Eserlerinde yalnızca kişisel bileşenler kullanmak yerine
evrensel değerleri de vurguladığı için, Goya’nın resimlerine biyografik eserler
olarak bakmak çok indirgemeci olacaktır. Ancak, eserlerinin çoğu onun tarihsel
çıkmazını yansıtmaktaydı.
Fransız Jakobenciliği Goya’nın İspanya’sında güçlü bir ters
tepki yarattı. Ülkenin aptal kralı IV. Carlos’un ısrarı üzerine, kuzeni XVI.
Louis’in 1793’teki idamının ardından Fransa’ya savaş ilan edildi. Askeri yenilginin
sonuçları felaket oldu. İspanya, kral katili Fransız rejimiyle müttefikliğe
(1795) ve bunun sonucunda da Britanya’ya karşı savaşa girmeye (1796) zorlandı.
Bunu izleyen yıllarda İspanyol aydınların aydınlanma amaçlı reformları,
monarşiden kaynaklanan baskı, reaksiyon türünden popülist ayaklanmalar,
milliyetçilik, dış müdahaleler, savaş ve kıtlık tarafından sulandırıldı ve
başarısızlığa uğradı. Goya’nın 1790’ların başlarına ait sahnelerinde,
bireylerden oluşan bir kalabalık yerine suratların ve bedenlerin hep birlikte,
kişisellikten uzak, duyarsız ve sonuçta canavarca bir varlığa dönüşecek
biçimde karıştığı ya da birbirine bulaştığı bir yığın görülmektedir. Bu,
İspanyol yaşamı üzerinde la plebe, la multitud, el vulgo kavramlarının baskıcı
etkisini yansıtmaktaydı. 1793’te halk Roma Katolik Kilisesi’ni Fransız
Devrimi’nin ateizmine karşı korumak için ayaklandı. 1808’de tutucuların
önderliğinde bir güruh, Carlos’u tahtı oğlu Ferdinand’a bırakarak görevinden
feragat etmeye zorladı. Napoleon bunu izleyen anayasal krizi bir bahane olarak
kullanarak kardeşi Joseph Bonaparte’ı İspanyol tahtına yerleştirdi. Goya’nın
dostlarından bazıları Fransız müdahalesini uzun zamandır gereken reformları
başlatmak için (Bonaparte kısa sürede Engizisyonu sindirmişti) bir yol olarak
görmekteydi; fakat, yeni yöneticilere karşı vatansever isyanlar söz konusuydu:
İlk kez olarak, Napoleon ürkmüş bir monarşi yerine hiddetli bir halkla yüz yüze
kalıyordu. 1814’e kadar, daha sonraları Wellington dükü ilan edilen Arthur Wellesley'in
orduları tarafından desteklenen vatansever gerillalar Fransızlara karşı
amansızca direndiler. Bu savaş esnasında Goya Fransız istilasına karşı duyduğu
tepkiyi ve yarımadanın savaş alanlarındaki dehşeti Les Desastres de la Guerra
(Savaşın Felaketleri, ilk yayımlanışı 1863) başlıklı bir seri oyma
resimle kaydetmeye başladı.
Salvator Rosa ve William Kent
gibi Goya da diğer sanatlardan unsurları uyarladı ve hem popüler kültürden hem
de yüksek kültürden ödünçlemeler kullandı. Umutsuz bir bakış açısına sahip,
enerjik, tepkisel ve inanılmaz ölçüde zeki bir adamdı. Goya’nın İspanya’sının
dehşet dolu şiddeti belki de onun zihninde abartılmaktaydı, zira 1792-93
sonrasında onu gitgide artan ölçüde sıkıntıya sokan akut sağırlığı yüzünden insanlarla
ilişkisi bozulmaktaydı. 1814’te Napoleon’un gücünün kırılması sonrasında,
İspanya tahtına VII. Ferdinand getirildi. Halk Joseph Bonaparte’ın krallığı
sırasında Ferdinand’ı idealleştirmişti fakat Ferdinand’ın zalim, ödlek ve
beceriksiz bir despot olduğu anlaşıldı. Ferdinand, Bastille baskınının ardından
Avrupa’ya çöken felaketlerin yol açtığı Aydınlanma felsefesine karşı somut bir
reaksiyon sergiledi. 1823’te, muhaliflere verdiği af sözünü tutmayarak nefret
dolu bir zalimlikle kendi insanlarını katletti; bir sonraki yıl Goya (birkaç
şahane portreyle resimlediği bu zalimin saray ressamıydı) kendi isteğiyle
Bordeaux’ya sürgün hayatına çekildi.
Goya, Ispanyol yöneticiler
tarafından uzunca bir süre ya hapsedilen ya da sürgüne gönderilen yazar, hukukçu
ve hümanist entelektüel Gaspar Melchor de Jovellanos’la, karşılıklı hayranlığa
dayalı yakın bir dostluk kurdu. 1790'larda Jovellanos, sonraları özgürlüğünü
kazanma çabasında destek olan İngiliz Whig taraftarı Lord Holland’ın dostu
olmuştu. İspanyayı sık sık ziyaret eden ve İspanyol oyun yazarı Lope de
Vega’nın eleştirel bir biyografisini yazan Holland, Jovellanos’a Ann
Radclifie’in romanlarını verdi. Gotik romanlar ve şiirler Goya’nın çevresindeki
entelektüeller arasında büyük değer kazandı. Matthew Lewis’ın The Castle
Spectre (Kale Hayaleti, 1797) adlı oyunu sahnelenmek amacıyla 1803’te El Duque
de Visco adıyla (ama keşiş ve hayalet çıkarılarak) Kastilya diline tercüme
edildi ve büyük olasılıkla Lewis’ı uzaktan tanıyan Holland onun romanı The
Monk’un bir kopyasını da Jovellanos’a vermişti. Jovellanos’un yakın çevresi
arasında İngiliz edebi gotik duyarlığın bu kadar moda olması Goya’yı da
etkilemiş olabilir - ancak, o gotiğin havasını ve imajlarını kendi şahane
hayal gücüne dayalı anlatımlara aktardı.
***
LOS CAPRICHOS
Goya’nın Los Caprichos (Kaprisler) adını taşıyan ve 1799’da yayımlanan enfes düzeyde orijinal çizimleri, gotik etkilerin, insanın kavrayışının sınırlarındaki fikirleri yansıtmak için kullanıldıklarında kusursuzluğa eriştiklerini göstermektedir: Teknikleri kendi kendine yeten, dışlayıcı bir estetik düzeye yükseltildiğinde, gotik etkiler en düşük düzeydedir. Goya’nın gotik hayal gücünü zenginleştiren şey yalnızca İngilizlerin edebi duyarlılığı değildi. Fred Licht, Salvator Rosa'nın Witches’Sabbath adlı eserinin, sonraları Goya tarafından kullanılacak dört motif içerdiğine dikkatleri çekmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Goya’nın Huntingfor Teeth (Los Caprishos içinde levha 12) adlı çiziminde ilaç yapmak ya da kötü kadere karşı muska olarak kullanmak için, asılmış bir ağzından bir diş sökmeye çabalarken suratını dehşetle buruşturan bir kadın gösterilmektedir. (Adam, büyük olasılıkla Salvator’a özgü çete sahnesinde resmedilenle aynı adamdır.) Kadının yaptığı iş karşısında hissettiği dehşet ile batıl inançların zorunluluktan, tam bir dikkat dağıtma etkisi yaratmaktadır; bu etki, kadının çevresinin karabasanı andıran tuhaflığıyla güçlenir. Goya’nın çizimlerinde aşırılığın sınırı ya da siperi yoktur.
LOS CAPRICHOS
Goya’nın Los Caprichos (Kaprisler) adını taşıyan ve 1799’da yayımlanan enfes düzeyde orijinal çizimleri, gotik etkilerin, insanın kavrayışının sınırlarındaki fikirleri yansıtmak için kullanıldıklarında kusursuzluğa eriştiklerini göstermektedir: Teknikleri kendi kendine yeten, dışlayıcı bir estetik düzeye yükseltildiğinde, gotik etkiler en düşük düzeydedir. Goya’nın gotik hayal gücünü zenginleştiren şey yalnızca İngilizlerin edebi duyarlılığı değildi. Fred Licht, Salvator Rosa'nın Witches’Sabbath adlı eserinin, sonraları Goya tarafından kullanılacak dört motif içerdiğine dikkatleri çekmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Goya’nın Huntingfor Teeth (Los Caprishos içinde levha 12) adlı çiziminde ilaç yapmak ya da kötü kadere karşı muska olarak kullanmak için, asılmış bir ağzından bir diş sökmeye çabalarken suratını dehşetle buruşturan bir kadın gösterilmektedir. (Adam, büyük olasılıkla Salvator’a özgü çete sahnesinde resmedilenle aynı adamdır.) Kadının yaptığı iş karşısında hissettiği dehşet ile batıl inançların zorunluluktan, tam bir dikkat dağıtma etkisi yaratmaktadır; bu etki, kadının çevresinin karabasanı andıran tuhaflığıyla güçlenir. Goya’nın çizimlerinde aşırılığın sınırı ya da siperi yoktur.
Gotiğin tüm ileri düzey ifadelerinde olduğu gibi, Goya’nın
görüşlerinde de Sade çizgisini taşıyan yanıltmaca ve kişisel yalıtılmışlık
temel özelliklerdir. Goya’nın çizimleri genellikle anlaşılması güç bir form
taşır, zira açıktan açığa vurgulamanın tehlikeli olabileceği siyasal ya da
dinsel dokundurmalar dile getirilmektedir; kişiliği, her durumda karabasana
özgü sembolizme eğilimliydi. Ayrıca Goya, var oluşlarının aslında ikiyüzlülerle
deliler arasında sahnelenen bir zırvalığın bir parçası olduğunu anlamadıkları
takdirde, insanların yitip giden pantomim oyuncuları olduğu saplantısına da
kapılmıştı. İnsanlığa yönelik bu huzursuz görüş, Los Caprichos’un, resim altı
başlığı Goya tarafından Nobody Knows Anybody olarak konulan 6 numaralı
levhasında sunulmaktadır: “Bu
dünya bir maskeli balo; surat, giysi, ses, her şey numara. Herkes olmadığı
gibi görünmeye çalışıyor, herkes kandırıyor ve hiç kimse hiç kimseyi
tanımıyor.” Bu her şeyden uzak durma tutumu gotik hayal gücünde merkez
konumdadır; tıpkı rol değişimi ve karşıtların birbirine bağımlılığı gibi. Levha
24, aşağı tabakadan sersem bir güruhun önünde erdemli kişilerce aşağılanan
bir fahişeyi gösterir. Goya, fahişenin tedirginliği İle Roma Katolik
hiyerarşisinin güzelleştirme ya da aziz ilan etme süreci arasında bir resim
altı notuyla benzerlik' kurmaktadır: “Bu
azize bayan ölüme mahkûm ediliyor. Onun yaşamına ilişkin kararı verdikten
sonra, onu zafer edasıyla dışarı çıkarıyorlar. O her şeyi hak ediyor ve eğer
bunu onu utandırmak için yaparlarsa zamanlarını boşa harcarlar. Bu utanmaz
kadını hiç kimse utandıramaz.”
Los Caprichos yalnızca İspanyol batıl inançlarını alaya almakla kalmaz, aynı zamanda, 1790’ların Avrupa’da devrim kriziyle bir karabasan gibi alevlenen zalim aptallığına karşı da hiddet içerir. Goya’nın aptalları, ahlaksızları, şeytanları, canavarları, nefret edilesi hayaletleri ve bitmek bilmeyen dehşeti kendi hayal gücünün sapkınlıklarından kaynaklanmıyor, Bourbon İspanya’sında çevresini kuşatan şeytani güçleri temsil ediyordu. Batıl inanç insanları çocukluktan itibaren köleleştirmenin ve yetişkinlere özgü bir çocukluğun içinde tutmanın bir yolu biçiminde sunulur. Örneğin, levha 13, koskoca ağızlarıyla yemeği silip süpüren pisboğaz keşişlerin görüntüsüdür; içlerinden birinin cinsel organa benzeyen burnu keşişlerin yemek için olduğu kadar seks için de yanıp tutuştuklarını anımsatır: Bundan ötürü de resmin altyazısı ‘Eslan calientes’ (Onlar sıcak) biçimindedir ve yemeklerinin sıcak olduğunu anlatmanın yanı sıra keşişlerin cinsel açıdan da uyarılmış oldukları anlamını taşır. Keşişlere düz bir tabak üstünde duran bir insan kafası sunulmaktadır ve Goya’nın resim altı yazısı, kilisenin, her şeye inanan çoğunluğun inancını istismar etmesinin metaforunu vurgular: “Bizi yiyip bitiren bazı adamların rüyası.”
Aristokrasiye bir çok karikatürde
saldırılır. The Chinchilla Rats başlıklı 50 numaralı levhada, zırhlı
giysileri içinde iki amaçsız, çaresiz asil, karabasan benzeri bir ortamda
dokunaklı, itici bir çizimde kaşıkla beslenmektedir; ikisi de o kadar aptaldır
ki kulaklarında asma kilit vardır. Resmin karakalemle yazılan ve bugün
okunamayan ilk altyazısı şöyleydi: “Karabasanımda
ne uyanabildim ne de kendimi kurtarabildim (...) asillikten.” En son
yazılan yazı ise şöyledir: “Hiçbir şeyi
dinlemeyen, hiçbir şey bilmeyen ya da yapmayan kişi, asla hiçbir işe yaramamış
olan çinçilyaların sayısız türlerinden birine aittir.” Bu çizim yirminci
yüzyıl ikonografisine yaptığı katkıyla da dikkati çeker: Goya’nın yere uzanan
aristokratları, Hollywood ve Hammer film yapımcılarının Frankenstein'ın
canavarı için uyarladıkları çarpıcı bir imajdır.
Los Caprichos'tan Bourbon
aristokratları da payını alır. Levha 76, Goya’nın yorumunun üstünde
kasıla kasıla yürüyen üniformalı bir askeri betimler:
“Armalı şapkası ve komutan asası, bu taş kafayı kendisinin üstün bir varlık olduğuna inandırır. Onu tanıyan herkesi rahatsız etmek için kendisine emanet edilen gücü kötüye kullanır. Kendisinden rütbece aşağıda olanlara karşı kibirli, kaba ve burnu havada, daha fazla güce sahip olanlara karşı da sefil ve adidir.”
“Armalı şapkası ve komutan asası, bu taş kafayı kendisinin üstün bir varlık olduğuna inandırır. Onu tanıyan herkesi rahatsız etmek için kendisine emanet edilen gücü kötüye kullanır. Kendisinden rütbece aşağıda olanlara karşı kibirli, kaba ve burnu havada, daha fazla güce sahip olanlara karşı da sefil ve adidir.”
%E2%80%9D%2B(Res.1)%2C.jpg)
***
SAVAŞIN FELAKETLERİ
Goya bu türden betimlemeyi
İngiltere’de daha çok Disasters (Felaketler) adıyla
tanınan Desastres de la Guerra (1810-20) adlı karikatür serisiyle korkunç bir
doruğa taşıdı. Paulson’ın zekice çözümlediği gibi, bu Çizimler Fransız devrim
savaşlarının İspanya’daki sonucu olan katliama karşı hiddetli bir suçlama
oluşturur. Savaş sahnesi, tecavüz ve yağma, cinayet, işkence ve sakat bırakma
sahnelerinde tüfeklerle ve süngülerle donanmış Fransız askerleri kazıklarla,
hançerlerle ve palalarla donanmış İspanyol gerillalar karşısında karınca
sürüleri gibidir. Wellington’ın İngiliz ordularından tek bir asker bile
gösterilmez. Savaş suçları hiçbir düzgün anlam ya da neden olmaksızın birbiri
üstüne yığılana kadar, vahşi misilleme sahneleri yer alır. Goya’daki kırsal
yöre insanları Rousseau’nun asil yabanileri değildir; onlar daha çirkin, daha
yoksul, daha fazla muhtaç, daha vahşi ve aptaldır. Bu insanlar kötülüğün
yüzünün banal aptallığın anlamsız çirkinliğini taşıdığını hatırlatırlar.
1810-12 kıtlığını betimleyen çizimler, katliamı Fransızlarla
İspanyollar, erkeklerle kadınlar arasında hiçbir ayırım gözetmeyen doğal bir
olgu konumuna indirir; yalnızca levha 61’de
halinden memnun bir vurguncu katliamın kişiselleştirilmemiş imajlarını
bozmaktadır. Desastres gotik hayal gücünü en üst etik noktasında tutar.
Salvator türü ağaçlar ve korkunç cesetler dönemin sıradan hale gelen
zalimliğinin sergilendiği sahnelerde sadece önemsiz ayrıntılardır. Yalnızca
birkaç imajdan söz edilebilir. Levha 37’de
aptal bir asker kılıcını savururken, yakınlardaki, ıstırap dolu son çığlığı
ağzında donakalmış, kazığa geçirilmiş cesetten habersizdir. Goya dehşeti
insanlığın simgesi olarak görür; işkence görmüş bedenler arasında yeni bir
kardeşlik betimler; belki de (çağdaşı Sade gibi) Tanrı’yı ya da tanrısallık
fikirlerini, savaş meydanı turlarından alınma bu dehşet verici imajlarla itham
eder.
Desostres’te zalimliğe maruz
kalmış cesetler, insanoğlu Tanrı’nın görüntüsünden oluştuğuna göre, Tanrı’nın
iyilik ve güzelliğini cisimleştiren ya da koruyan insani teselliyi yağmalarlar.
Levha 39’da dönemin parçalanmışlığı,
uzuvları kesilmiş, gereksiz yere parçalanmış bir cesetle yansıtılır: Fred
Licht’in Goya: The Origins of the Modem Temper in Art (Goya: Sanattaki Modern Mizacın Kökenleri) adlı eserde Özetlediği gibi, “Sayısız yüzyıllar boyunca saygı duyulacak bir nesneyi temsil eden
insan bedeni ilk kez olarak çürümüş, mide bulandırıcı, asaletten yoksun biçimde
kullanılır.” Ancak, bu yalnızca zalimce bir savaşın ürünü değildi; 1803’te
İspanya’ya seyahat eden Lady Holland “ünlü bir soyguncunun kellesinin
gösterilmesi için durduruldu (...) demir bir kafes içinde kafatası dışında
geriye fazlaca bir şey kalmamıştı; cesedin diğer parçaları adamın faaliyet
gösterdiği farklı yerlere gönderilmiş”. Lady Holland’ın bu deneyimi, savaştaki
zulümlerin ve halkın yaptığı zalimliklerin monarşiler ve aristokrat rejimlerce
kullanılan baskı araçlarına denk kötülüklere sahip olduğunu akla
getirmektedir. Her devrimci düşüncenin gücü, Onvell’in bildiği gibi,
"kısmen, hiçbir şeyin değiştirilemeyeceğine ilişkin gizli bir kanıya
dayanmaktadır.
Goya’nın “Hiçbir şey, size o böyle söyleyecektir” diye altyazı düştüğü levha 69’da ölü bir adam her şeyin anlamı hakkında vardığı zalimce sonucu yazmak için hayata geri döner: “Hiçbir şey.”
Aptallık ve şiddet ayırımı hak etmez. Zekâ ve hayal gücü saygıyı hak
eder. Goya, Desastres için oluşturduğu teselli etmekten uzak bu acımasız
sonuçta, Hazreti İsa’nın bu dünyaya gerçeğe tanıklık etmek için geldiğini
söylediği ve Pontius Pilatus’un İsa’nın yaşamını kurtarmayı teklif etmeden önce
“Gerçek nedir?” biçimindeki o umutsuzca, aşağılayıcı soruyu yönelttiği
(Yahudiler bunu yapanın hırsız Barabbas olduğunu söylerler) ânın Hıristiyanlar
için içerdiği büyük sembolizme ilişkin yorumu dile getirir. Goya’nın Barabbas
sonrasını anlatan en son levhaları (79
ve 80) Truth İs Death (Gerçek Öldü) ve Will She Ever Come To Life Again?
(Tekrar Dirilecek mi?) adını taşır.
Goya’nın “Hiçbir şey, size o böyle söyleyecektir” diye altyazı düştüğü levha 69’da ölü bir adam her şeyin anlamı hakkında vardığı zalimce sonucu yazmak için hayata geri döner: “Hiçbir şey.”
***
SATÜRN ÇOCUKLARINDAN BİRİNİ YİYOR

Goya’nın 1820-23’te yaptığı Saturn
Devouring One of His Children (Satürn Çocuklarından Birini Yiyor) adlı
eserde bir dev, avucunda sıkıca tuttuğu bir çocuğu ağzını kullanarak
parçalamaktadır; kanlar akan, koparılmış parçalardan biri devin ağzına girmek
üzeredir. Bu dev bütünsel kötülüğün yüzüne sahiptir, zira, William
Burroughs’ın bu bölümün başına alıntılanan sözünde, bu yüz gereksinimin
yüzüdür. (Eserin başlığındaki Satürn sözcüğü Goya’nın ölümünden çok sonraları
bu ada eklenmiştir ve bu imajı sanatçının amaçlarına birebir uygun bir
kesinlikle klasik mitolojiyle bağdaştırmaktadır.) 1793’teki idamından kısa süre
önce yaptığı bir konuşmada, daha önceki büyük konuşmalarıyla vatanseverlerin
kendi yaşamlarını feda etmelerini isteyen Girondin yanlısı hatip Pierre
Vergniaud, “Devrim de, Satürn gibi,
sırayla her bir çocuğunu yiyerek, sonunda beraberinde bütün felaketleri
getiren despotluğu doğuracak,” şeklindeki korkusunu ilan ediyordu. Goya bu
ünlü kehaneti bilsin ya da bilmesin, onun Satürn’ün akıllara sığmaz zulmüne
yönelik bu yoğun ve mide bulandırıcı imajı, yirminci yüzyıl boyunca Çin ve
Rusya’daki komünist deyrimlerde, Almanya’daki Nazi darbesinde ve Afrika
kabilelerinin milliyetçiliklerinde görülen despotluk ve felaketlerde
yansımasını buldu. Fred Licht’e göre Goya’nın Satürn’ü “modern zamanlarda
insanın durumunu anlamamız için temel niteliktedir, tıpkı Michelangelo’nun
Sistine Kilisesindeki resminin 16. yüzyıldaki gidişatı anlamamız için temel
nitelik taşıması gibi.” Madrid’teki kraliyet resim galerisinde, Peter Paul
Rubens’in klasik ve geleneksel biçimde resmedilmiş, daha erken dönemlere ait
bir Satürn miti tablosu yer almaktadır. Rubens’teki çocuk yardım istemek için
çığlık atar; yamyamlığın etik anlamda itici olduğu ve ahlak düzeninin
sağlanması gerektiğine ilişkin kuşkuya yer vermeyen bir yargı söz konusudur.
Licht, “Goya’nın bu mite ilişkin versiyonu delilik ve zulüm dışında hiçbir şeye
yer vermez,” diye anlatmaktadır: Goya, olup bitene yönelik tek bir normal ya da
gözle görülür tepki göstermez. Goya’nın resmindeki vahşi dev insanoğlunun
görünümüyle tamamen alakasızken, kurbanı da benzer biçimde müphemdir. (...)
Her şey açıklanamaz türden, her şey bir muamma ve kötülük yüklü, her şeyin
dili tutulmuş. (...) Saldırı içgüdüsü evrensel bir prensibe oturmuştur: Kaos
yaşamın kökeni ve sonudur. Delilik, deliliğin çılgınca söylemi içinde sunulur.
Satürn Devouring One of His Children, Fransız Devrimi’nin gotik
hayal gücünü Ann Radcliffe’in zarafeti ile Horace Walpole’un kadınsılığının
ötesine geçmeye zorlamasının ardından, gotik aşırılığın izlediği yönü de işaret
etmektedir.
On sekizinci yüzyıl eğlencelerindeki zalimlik ve
cezalandırmada görülen vahşet -halka açık idamların görsel eğlenceye dönüşmesi
ve aşırılıklara meyledenleri törensel biçimde aşağılanmasının yanı sıra,
Engizisyoncuların gizem dolu soruşturmaları- Goya’nın cesareti sayesinde
korkutucu toplumsal hiciv ve evrensel korku imajlarına dönüştürüldü. Los
Caprichos yayımlandıkları 1799’u izleyen birkaç yıl içinde yabancı
sanatçılar ve koleksiyoncular tarafından aranan parçalar haline geldi. Goya’nın
ünü- uluslararası düzeydeydi -Yarımada Savaşları sırasında Wellington dükünün
birkaç portresini yaptı- ama yansıttığı gerçeklere katlanmak zordu. Ruskin, bu
çizimlerin beraberlerinde taşıdıkları düşüncelerden ürkmüştü. 1872’de Los
Caprichos’un bir kopyasını gördüğünde, “yalnızca yakmaya uygun”
yorumunda bulunarak kitabı kül etmek için o an boş duran ızgaranın (Ağustos
ayıydı) tutuşturulmasına yardımcı oldu. Ancak, Goya’nın hayal gücünün doymak
bitmez, huzursuz gücü, bu imajları Edgar Allan Poe’nun öykülerine benzeten J.
K. Huysmans’ı heyecana sevk etti. Huysmans’ın A Rebours (1884) adlı romanındaki
kahraman Des Esseintes, Goya’nın çizimlerine ‘benzersiz’ oldukları için
hayrandı, çünkü “bir çoğu resmin normal sınırlarını aşmış, iğrençlik ve
deliliğe ilişkin kendi fantezilerini yaratmıştı”. Des Esseintes, özellikle Los
Caprichosta ‘kendisini kaybetti’:
“Sanatçının fantezilerini izledikçe, onun hayranlık verici
hayal gücüne kapıldı - kara kedilere binen cadılar, darağacında sallanan adamın
dişini söken bir kadın, haydutlar, dişi iblisler, şeytanlar ve cüceler.” Ama
her şeyin ötesinde, “onu ele geçiren [şey] Goya’nın taviz vermeyen, acımasız
yeteneğiydi”.
Andre Malraux, Goya için “Batı Avrupa’nın yaşadığı ıstırabın en büyük savunucusu” demekteydi. Malraux açısından Goya, sanatta dekorasyona olan gereksinimi ortadan kaldıran, güzelleştirmeyi gereksiz kılan ve kendi yaratılışındakiler dışında etik değerlerden yoksun eserler yaratan, modern sanatın büyük öncüsüydü. Goya’nın etkisi çok büyüktü: Goya’nın gotik olmadığı herkesçe kabul edilen ‘Scenes of the Third of May 1808’ (3 Mayıs 1808’den Sahneler) adlı eseri, Monet tarafından Execution of the Emperor Maximilian of Mexico (Meksikalı imparator Maximilian’ın İdamı, 1867) için ve Picasso tarafından da Massacre in Korea (Kore’de Katliam, 1951) için model alındı.
*
Andre Malraux, Goya için “Batı Avrupa’nın yaşadığı ıstırabın en büyük savunucusu” demekteydi. Malraux açısından Goya, sanatta dekorasyona olan gereksinimi ortadan kaldıran, güzelleştirmeyi gereksiz kılan ve kendi yaratılışındakiler dışında etik değerlerden yoksun eserler yaratan, modern sanatın büyük öncüsüydü. Goya’nın etkisi çok büyüktü: Goya’nın gotik olmadığı herkesçe kabul edilen ‘Scenes of the Third of May 1808’ (3 Mayıs 1808’den Sahneler) adlı eseri, Monet tarafından Execution of the Emperor Maximilian of Mexico (Meksikalı imparator Maximilian’ın İdamı, 1867) için ve Picasso tarafından da Massacre in Korea (Kore’de Katliam, 1951) için model alındı.
![]() |
Scenes of the Third of May 1808 - Goya |
![]() |
Execution of the Emperor Maximilian of Mexico - Manet |
![]() |
Massacre in Korea - Picasso |
*
Richard Dovenport'un
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder