III
Güzellik
dedikçe aklımıza gelmesi gereken Yunan
heykelciliğinde erkeği çıplak ve kadını giyinik gösteren de belki bir
"özel duygu"dur değil mi? Evet, Yunan sanatında gençlerin, delikanlıların
bedenlerine gösterilen bu değişmez sevgide, kadın bedenini örtmede gösterilen
bu inatta, yalnız estetik nedenler bulmak yerine bunu, M. de gourmont gibi
"cinsel sapıklıkların en çirkini" olarak görmeyi yeğ mi
tutuyorsunuz?
-
Nasıl istersem öyle düşünürüm! Cinsel sapıklığın Yunanistan’ı nasıl kırıp
geçirdiğini sizden mi öğreneceğim? Ayrıca, bu genç modellerin seçilmesi yalnız
birtakım zevk düşkünü sanat koruyucuların ahlak dışı eğilimlerini okşamak için
değil miydi? Heykeltraşın sanatçı içgüdüsüne değil de, daha çok hizmetinde
olduğu kimselerin eğilimlerine boyun eğdiğinden kuşku duyulamaz mı? Uzun sözün
kısası; o zamanlar, örneğin Olimpiyat oyunları sırasında, sanatçıyı sınırlayan,
beğenisini yönelten birtakım zorunluklar ve gelenekleri, oranın kutsallığına
karşı duyulan saygıdan ötürü ve arzularımızı uyandırmamak için Mikelangelo'yu
Sistin Kilisesi’nin tavanına kadın değil de, çıplak erkek resimleri yapmaya
zorlayan gelenekleri bugün anlayamayız. Öyle de olsa, Rousseau gibi düşünerek,
Yunan ahlakının bu görülmedik bozukluğundan bir ölçüde sanat sorumlu tutulduğu
zaman...
-
Ya da Floransa ahlakının. Çünkü her önemli sanat rönesansı ya da bolluğunun,
hangi ülkede olursa olsun, her zaman sapkın taşkınlıklarla birlikte yürümüş
olması dikkate değer.
-
Tüm duyguların taşkınlığıyla demeniz daha doğru olurdu.
-
Plastik sanatlarla ilgisi yönünden bir cinsel sapma tarihi yazmaya
kalkışıldığı gün görülecektir ki, cinsel sapkınlık, sanatın gerilediği çağlarda
değil, tam tersine, övünçlü ve sağlam olduğu çağlarda, en özlü ve yapmacıktan
en uzak olduğu çağlarda gelişmiştir. Buna karşılık, bana öyle geliyor ki, her
zaman değil ama, çoğu zaman kadının plastik sanatlarda baş köşeye geçirilmesi
bir gerileme belirtisi olmuştur, aynı şekilde geleneklerine göre tiyatroda
kadın rollerinin genç erkekler tarafından oynanması gereken birtakım
topluluklarda, bu gençler yerlerini kadınlara bırakmaya başlayınca dramatik
sanatın gerilemeye yüz tuttuğunu görüyoruz.
-
Neden ve sonucu işinize geldiği gibi birbirine karıştırıyorsunuz Bu seçkin
dramatik sanat akıldan çok duygulara seslenmeyi amaç edindiği gün gerileme
başladı; o zaman çekicilik yaratabilmek için kadın sokuldu sahneye ve bir daha
da çıkarılamadı. Ama biz yine plastik sanatlara dönelim. Birdenbire aklıma Giorgione’nin bildiğiniz gibi bir parkta
yan yana iki çıplak kadınla giyinik iki müzik sanatçısını gösteren "Kır Konseri" adlı çok güzel
tablosu geldi (umarım ki bunu resimde bir gerileme örneği olarak görmezsiniz).
-
Plastik, hiç olmazsa edebi yönden bu kadın bedenlerinin güzel oldukları
savunulamaz; Stevenson’un dediği gibi; "çok şişman"; ama o açık
kumrallık ne güzel belirtilmiş! O ne yumuşak, derin ve şakrak ışık! Erkek
güzelliğinin heykelde ağır basmasına karşılık kadın bedeninin renk oyunlarına
daha uygun geldiği söylenemez mi? Bu tablonun önünde, işte eski sanatın tam
karşıtı diye düşündüm: Delikanlılar giyinik, kadınlar çıplak; bu şaheserin
yeşerdiği toprak kuşku yok heykelden yana çok kısır kalmıştır.
-
Cinsel sapıklıktan yana da, öyle mi?
-
Eh! Bu konuya gelince, Titien’in
küçük bir resmi beni daha ileri gitmekten alıkoyuyor.
-
Hangisi bu?
- "Trente Toplantısı" adlı
tablo. Ön planda, ama yanda, gölgede, iki orada, iki burada, pek başka anlama
çekilemeyecek durumlarda soylu kişiler görülür. Belki de bu durumlardan, sizin
az önce "oranın kutsallığı" dediğiniz şeye karşı bir tür edep dışı
tepki anlamı çıkarmak gerekir ama, şuna da kuşku yok ki, o çağda yazılmış
birtakım anılarda da anlaşıldığı gibi, herhalde böyle davranışlara oldukça sık
rastlandığından olacak, bu küçük resimde soylu kişilerin yanındaki mızraklı
erlerin yaptığı gibi bu durumun garip karşılanmaması gerekir.
-
Söylediğiniz resme belki yirmi kere baktım ve yadırganacak
hiçbir şey görmedim.
- Herkes ancak ilgi duyduğu şeyleri görür. Ama
şurada, burada, şu resim kadar bu Venedik tarihinde cinsel sapıklık (ki, artık
orada gençlere dönüklük anlamına geliyordu) bana içten gelen bir eğilim gibi
görünmüyor; bu artık zevk düşkünlerinin, bıkkınların meydan okuma- ahlaksızlığı,
olağanüstü bir eğlencesi oluyor. Kendimi şöyle düşünmekten alıkoyamıyorum:
Aynı şekilde halktan çıkma ve içten gelme olması Yunanistan ve Floransa
toprağından ve bu toprağın hakinin şiddetle fışkırmış bulunması düşünülemeyen,
Taine’in "çevredeki şehvetin tamamlayıcısı" dediği Venedik sanatı, I.
François zamanında İtalya’dan alınışı çok pahalıya oturan, çok kadıncıl Fransız
rönesansı gibi, zenginleri keyiflendirmeye yaradı.
-
Daha açık konuşun.
IV
-
Evet, kadının önem kazanması, büyük sapkın sanat dönemlerine göre daha
yapmacıklı, daha yabancı bir sanatın işaretidir. Cesaretimi bağışlayın, her iki cinste de kendi cinsine dönüklüğün,
karşı cinse dönüklükten daha içtengelme, daha yapmacıksız olduğu kanısındayım.
Omzumu
silkerek:
-
Artık peşinizden kimsenin gelmediğini anlayınca çabuk gitmek güç değildir,
dedim ama, sözüme kulak bile vermedi.
-
İşte Barres bunu o kadar iyi anladı ki. "Berenice" adlı kitabında
doğaya çok yakın ve yalnız içgüdülerine göre hareket eden bir kimseyi anlatmak
istediği zaman bunu küçük "Bougie Rose"un arkadaşı bir sevici olarak
düşündü. Onu ancak eğitimle karşı cinse dönük sevgiye yükseltir.
-
Maurice Barres’e kendisinde olmayan gizli niyetler yakışmıyorsunuz.
-
Bu niyetlerin ne gibi sonuçlar doğurabileceklerini belki önceden
kestiremiyordu da diyebilirsiniz; çünkü bildiğiniz gibi, dostunuzun kitaplarında
heyecan bile bir niyete dayanır. Dogmatik olarak ”Benm için Berenice"
diyor, "esrarlı kuvvet, evrensel itki demektir"; birkaç satır sonra,
"içine doğan her şeyi yaşamayı iş edinmenin rahatlığından söz ederken bu
sözlerde anajenetik rolünün ince bir önseziyle tanımlanmasını bile buluyorum;
katajenetik "zihin karışıklığı" ile karşılaştırdığı ve ona karşı
tuttuğu iş.
Barres’in
kitabını bir tartışmaya girebilecek kadar anımsamıyordum; o konuşup duruyordu:
-
Merak ediyorum, acaba Barres, Goethe’nin sapkınlık hakkında söylediği ve
Başbakan Müller’in anlattığı (Nisan 1830) kendi görüşüne çok yakın olan sözü
biliyor muydu?) İzin verirseniz okuyayım:
"Goethe
entwickelte, wie diese Veirrung eigentlich daher komme dass, nach rein
aesthestischem Masstab, der Mann wit Schöner, vor. I züglicher, vollendeter als
die Frau sei."
-
O kadar kötü okuyorsunuz ki, anlamakta güçlük çekiyorum. rica ederim dilimize
çevirin hemen.
-
"Goethe bu sapkınlığın aslında şundan geldiğini anlattı bize:
Arı estetik kuralına göre erkek bedeni kadın
bedeniyle karşılaştırıldığı zaman daha güzel, çok daha estetik ve daha
yetkindir."
Sabrım
tükenerek sözünü kestim:
-
Bakın Barres’den okuduğunuz parçayla hiçbir ilgisi yok.
-
Biraz durun bakalım; şimdi dönüm noktasına geliyoruz: "Böyle bir duygu bir
kez uyanmaya görsün, kolayca hayvanlığa kaçar. Cinsel sapıklık, insanlık
kadar eskidir (Die Knabenliebe sei so alt wie die Menscheit, und man köhne
daher sagen, sie liege in der Natur) demek ]
ki, doğal bir şey olduğu ve doğaya dayandığı söylenebilir (ob sie gleich j
gegen die Natur sei) ama yine de doğanın
yararına çalışmaz. İnsan doğadan kazandığı, ondan çekip aldığı şeyi artık
elinden kaçırmaz, ne fiyata olursa olsun geri vermez onu (Was die Kultur
der Natur abgevvon- j nen habe, vverde man nich wieder fahren lassen; es um
kemen Preis aufgeben).
-
Kendi cinsine dönük davranışlar Germen soyunda, birtakım Almanlara doğal
gelecek kadar derinlere kök salmış olabilir (son zamanlarda Rhin ötesindeki
kepazelikler bunun böyle olduğunu düşünmeye zorluyor bizi) ama Goethe’nin bu
kuralı, hiçbir zaman tam Fransız kafasına sığacak bir şey olmayacaktır, bunu
böyle biliniz.
-
Madem ki işe ulusçuluk sokmak istiyorsunuz, bildiğime göre, atalarımızın
töreleri konusunda bize bilgi veren ilk yazarlardan biri jpiodore de Sicile’in
Keltlerle ilgili şu birkaç satırını okuyayım size: Kadınları hoş olmasına hoş
ama, erkeklerin onlara bağlılıkları pek zayıf, oysa erkek alışverişine
karşı olmadık bir tutku gösteriyorlar. Her iki yanlarında bir yatak arkadaşıyla
toprağa serilmiş hayvan postlarının üzerine uzanmayı âdet edinmişler."
[ - Yunanlıların barbar saydıkları bu insanların
böylece alçaltılmak
istendiği açıkça görülmüyor
mu?
_
o zamanlar bu huylar hiç de alçaltıcı değildi. Aristoteles de "politika"
adlı yapıtında arada bir Keltlerden söz ediyor ve Lykurgos’un kadınlarla ilgili
yasaları bir yana bıraktığından yakınndıktan sonra güçlü ve savaşçı uluslarda
erkeklerin kadın baskısı altına girmeleri alışılmış bir eğilim olduğundan,
özellikle erkekler bu yöne kayınca" bunun büyük kötülüklere yol açacağını
söylüyor. "Bu arada" diye ekliyor, "erkeklerle sevişmeye saygı
duymaktan çekinmeyen Keltleri ve başka birkaç ulusu bundan ayrı tutuyorum."
-
Sizin Yunanlıların anlattıkları doğruysa itiraf ediniz ki, zor kurtarmışız
kendimizi!
-
Evet, kendimizi biraz eğitmişiz; işte Goethe’nin dediği de tam
bu.
-
Demek benim de onun gibi düşünmemi ve bir cinsel sapığı şöyle bir kimse olarak
görmemi istiyorsunuz: Çağından geri, eğitilmemiş...
-
Belki de değil; ama cinsel sapıklığı çok yapmacıksız ve değişik bir içgüdü
olarak almanızı...
-
Az çok iğreti olarak Arkadya’nın yapmacıksız yaşantısını tekrarlamak isteyen
Yunan ve Latin çoban şiirlerinin çoğu zaman kendi cinsine dönüklükten aldığı
ilhama karşı bulduğu mazeret herhalde bu- dur...
-
Çoban şiirleri, şair artık çobanı sevmez olunca iğretileşmeye başladı. Ama
kuşkusuz doğuda Arap ya da Acem şiirlerinde olduğu gibi, bu şiir türünde de söz
konusu değişimi kadının kazandığı önemin bir sonucu olarak görmek ve üzerinde
durmak gerekir; bir alışkanlık sorunudur bu... Goethe’nin sözlerinden özellikle
eğitime, daha doğru, şu karşı cinse dönüklüğe alıştırmaya yer verenleri
unutmamak istiyorum. Çocuk erkeğin, ilkel erkeğin kesin olarak çiftleşmeyi
değil, kendisi de farkına varmadan, dokunmayı, okşamayı araması doğal bir şey
olabilir; artık ne çekicilik ve ne de bir koku ona yol gösterdiğine göre
çoğunluk, bir başka cinsin gizli yönlerinden ötürü daha şaşkın ve daha yılgın
bir duruma düşebilir. (Cinsel çekiciliğin kesinlikle güzellikle ilişkili
olduğunu düşünmediğimden, gördüğünüz gibi güzelliğin sözünü bile etmiyorum.)
Platon’un
"Şöleninde Aristophanes’in
söylediği gibi kuşkusuz kimilerini bu cinslerin birinden çok diğer cinsin ve
yalnız o cinsin çekimine kapılsa bile, kendini bütünüyle kişisel inisiyatifine
bırakan erkek, gereken hareketi yapmaya pek kolay cesaret edemeyecek, ne
yapması gerektiğini her zaman bilemeyecek ve önceleri beceriksiz davranacaktır.
-
Aşk her zaman âşığa kılavuzluk etmiştir.
-
Kör kılavuz; madem ki henüz kullanmak istemediğim bu aşk sözcüğünü şimdiden
ortaya attınız, şunu da ekleyeyim; seven erkek ne kadar âşıksa, o kadar beceriksizleşir;
evet, arzusunun yanında çok daha gerçek bir aşk bulunacaktır; evet, arzusu
salt bencil olmaktan çıkınca sevdiği varlığı incitmekten korkabilecektir.
Hayvanlardan bile olsa, aldığı birtakım örneklerden, birtakım derslerden ya da
ön öğretimlerden, hatta sevilen kadının kendisinden bir şeyler öğrenmedikçe...
-
Yok canım! Sanki erkeğin arzusu kadının karşılıklı arzusuyla bir bütün haline
gelmiyor da!
-
Buna Longus ne kadar inanıyorsa, ben de o kadar inanıyorum. Daphnis’in
yanılgılarını, bocalamalarını hatırlayınız. Nasıl! Bu kocaman beceriksiz
âşığın bir kibar yosmadan ders almaya ihtiyacı yok muydu?
-
Söylediğiniz beceriksizlik ve tutukluklar çok çıplak olan bu romanın konusunu
biraz zenginleştirmek ve birtakım serüvenlerle süslemek için konmuştur.
-
Hayır, hayır! Bu hayranlığa değer kitapta, ince özenti örtüsü altında M. de
Gourmont’un "Aşkın Fiziği" dediği şeyin derin bir bilimini görüyorum,
benim için "Daphnis ve Kloe'nin öyküsü örnek olacak kadar
doğaldır.
_
Nasıl bir sonuç çıkarmak istiyorsunuz bundan?
-
Şunu: Teokritos’un cahil çobanları daha yapmacıksız hareket ediyorlardı;
"içgüdü" bu karşı cins bilmecesini çözmeye her zaman yetmez: Birtakım
uygulamalar gerekir bunun için. Goethe’nin sözlerine küçük bir ek...
İşte
bundan ötürü Virgilius’da Galatea kaçtı diye Damoitas’ın söğütler altında
ağlayıp durduğunu, buna karşılık Menelcas’ın dünyaya metelik vermeden
Amyntas’la zevke daldığım görüyoruz.
"İstekle benim oldu, beni yakan
Amyntas."
Leonardo da Vinci ne güzel söylemiş: "Seven sevdiğinin yanındayken dinlenir."
-
Eğer karşı cinse dönüklük bir süre eğitilmeyi gerekiyorsa, itiraf ediniz ki,
bugün köyde olsun, şehirde olsun, eğitilenlerden Daphnis kadar erken yaşta
gözü açılmış olanların sayısı az değildir.
-
Oysa günümüzde köylerde bile (ya da özellikle köylerde) kendi cinsine dönüklük
oldukça ender görülen ve iyi karşılanmayan bir şeydir. Evet, bir gün önce
söylediğiniz gibi: Töre ve yasalarımızda her şey bir cinsi öbürüne doğru iter.
Daha arzu duymaya başlamadan önce küçücük bir çocuğu, tüm zevklerin kadınla
tadıldığına, onun dışında zevk mevk olmadığına inandırmak için, gizli olsun,
açık olsun, amma da entrika çevriliyor. Erkeğin sistemli olarak silinmesi,
çirkinleştirilmesi, gülünçleştirilmesine karşılık "güzel cins"in
çekicilikleri konusunda saçmalığa kaçan nice abartmalar yapılıyor. Ama
birtakım sanatçı topluluklar en fazla hayranlık duyulduğu, en yiğit çağlarda bu
tutuma karşı koyacaklardır.
-
Bu konuda ne düşündüğümü daha önce söyledim.
-
Hatırladığıma göre, siz de, M.Perrier gibi, kadın cinsinin ötedenberi ve her
yerde erkeğin arzusunu canlandırmak, yetersiz bir güzelliğin eksiklerini
tamamlamak için başvurduğu o değişmez süslenme kaygısını övmüştünüz.
-
Evet: Sizin "yapma çekicilik" dediğiniz şey. Neyi kanıtlayabildiniz? Süslenmenin
kadınlara yaraştığını. Doğrusu da bu! Hiçbir şey süslenip püslenen, yüzünü
boyayan bir erkekten daha tiksindirici olamaz.
- Tekrar söyleyeyim, bir delikanlının
güzelliğinde tellenip pullanmanın payı yoktur. Yunan heykellerinde erkek
vücudunun çıplaklığa nasıl ağır bastığını görmüştük. Bu kınamanızda Doğu
ülkelerindeki töreleri de hesaba katınız; çünkü Doğuluların her konuda bizim
gibi düşünmediklerini bilirsiniz. Delikanlıyı saklayacak, çirkinleştirecek yer de
süsleyin biraz onu, güzelliğini ortaya çıkarın, ne sonuç vereceğini Montesquieu
şöyle anlatıyor:
"Roma’da
sahneye kadınlar değil, iğdiş edilmiş kadın kılığında erkekler çıkar. Bunun
ahlak üstündeki etkileri çok kötüdür: Çünkü Romalılarda hiçbir şey bundan daha
fazla fizyolojik aşk uyandıramaz." Daha ilerde şunu diyor: "Ben Romadayken
Capranica Tiyatrosu’nda iğdiş edilmiş iki çocuk vardı; Mariotti ve Chiostra,
sahneye kadın kılığında çıkarlardı, hayatımda gördüğüm en güzel yaratıklardı
bunlar ve bu konuda en sağlam ahlaklı kimselerde bile Gomore zevkleri
uyandırabilirlerdi.
Genç
bir İngiliz, bunlardan birinin kadın olduğunu sanarak, deli gibi aşık oldu ve
bu tutkunluğu bir aydan çok sürdü. Eskiden Floransa'da grand dük Cöme III,
aşırı tutkusundan ötürü böyle bir düzen kurmuştu. Bir kere düşününüz, bu konuda
yeni Atina demek olan Floransa’da bunun etkileri ne olur artık!"(Voyages,
cilt I, s. 220-221), yine bu konuda Horatius’un şu sözünü tekrarlıyor:
"Doğal
olanı kovdunuz mu, dörtnala geri döner":
"Naturam
expelles furca, tamen esuqe recurret" istediğimiz anlatıma çekebiliriz
bunu.
-
Şimdi sizi iyice anlıyorum artık: Sizin için "doğal demek kendi cinsine
dönüklük demektir; insanlığın doğal ve normal kabul etmek densizliğini gösterdiği
ilişkiler, erkekle kadın arasında olanlar; işte sizce yapma olan bunlardır. Haydi!
Söyleyin de kurtulun...
Kısa
bir süre sustuktan sonra:
-
Düşüncemi saçma göstermek kuşkusuz kolay bir şey, ama kitabımda bu görüşümün az
önce ortaya koyduğumuz öncüllerden kendiliğinden çıktığını belirttiğim zaman
hiç de o kadar temelsiz görülmeyecek.
Uzun
süredir bir yana bıraktığımız bu kitaba dönmesini rica ettim ondan. Tekrar
konuşmaya başladı:
V
-
Dün size hayvanlardaki "önsel içgüdü" buyruğunun her zaman, sanıldığı
kadar zorlu ve kesin olmaktan uzak olduğunu göstermeye gayret etmiştim ve bu
"cinsel içgüdü" deyiminin fark gözetmeden kapsadığı: Organın
katıksız gereği, baskısı, beğeninin değişmesi, dış güdüye, nesneye boyun eğmek
gibi karışık anlamların neler olduklarını aydınlatmaya çalışmıştım; tüm
eğilimlerin, ancak yumurtalık çalışmalarından çıkan koku erkeği yönettiği ve
onu çiftleşmeye ittiği zaman yoğunlaşmış ve çözülmüş olduğunu ortaya
koymuştum.
Bugün
de şunları söyledim: Hiçbir koku, erkeğin duygularını egemenliği altına alamaz
ve her çeşit arzu doğurma yeteneğinden (dişi hayvanın kısa süren dayanılmaz
çekiciliğini anlıyorum bundan) yoksun olan kadın artık her zaman istek
uyandırıcı olmaktan başka bir şey istemez olur ve (hiç olmazsa Batı
ülkelerinde) yasaların, törelerin ve daha bir sürü şeylerin onaması, teşviki ve
yardımı ile bilgisini buna harcar. Diyordum ki, çoğu zaman yapma şeyler ve
gizleme (soylu şekliyle utanç) süs ve örtünme bu çekicilik yetersizliğini
karşılar... Bu, süslerinden iyice sıyrıldıkları zaman kadınların (ya da
özellikle bir kadının) çekimine birtakım erkekler karşı durulmaz bir şekilde
kapılmayacaklar mı demektir? Kesinlikle değil! Nasıl ki, birtakımı da güzel
cinsin bütün çekiciliklerine, kesin buyruklara, öğütlere, tehlikelere
bakmayarak dayanılmaz bir şekilde delikanlıların çekimine kapılıp giderlerse.
Ama şunu savunuyorum ki, yeni yetişenlerde uyanan arzu, çoğu zaman belirli bir
istek olmaktan uzaktır; şehveti ne cinsteki bir varlığa karşı duyarlarsa
duysunlar, bundan hoşlanırlar ve ahlakları arzularından doğan kararlardan çok,
dışardan aldıkları derslerle şekillenir; isterseniz şöyle de anlatabiliriz
bunu: Arzunun deneye dayanmadan kendiliğinden kesinleşmesi pek olağan değildir,
ilk deneylerde verilerin salt arzudan gelmesi, bunların tam arzunun seçtiği
veriler olması ender görülen bir şeydir. Yoldan çıkarılması en kolay olan eğilim
nefse değgin olandır ve...
-
Öyle de olsa ne çıkar!.. Sözü nereye getireceğinizi anlıyorum; şimdiden şu
kanıyı aşılamak istiyorsunuz: Her genç kendi haline bırakılırsa ve dış
baskılar işe karışmazsa -diğer bir deyimle, eğer uygarlık gevşerse - kendi
cinsine dönüklerin sayısı daha da artar.
Goethe’nin
sözünü size söylemek sırası şimdi de bende: "Kültürün
doğaya karşı kazandığı bu zaferi hiç elden kaçırmamak, ne fiyata olursa olsun
geri vermemek gerekir."