Nietzsche ve Zaman Kavramı



D. W. Dauer


Cogîto, SAYI: 11, 1997
Nietzsche ve Zaman Kavramı





1.   GİRİŞ

Evet, kökenimi biliyorum!
Alev gibi bastırılmaz
Kendimi tüketir, parıldarım.
Neye dokunsam ışığa döner,
Neyi bıraksam kömüre:
Hiç kuşku yok, alevim ben!

Nietzsche çeşitli kavramların simgesi olarak çok sık kullanır alevi; ne var ki, bu şiirinde, kendini açıkça bu bastırılmaz, söndürülmez ve ne yazık ki, tüke­nen alevle özdeşler. Bu alev, inanılmaz bir güç ve görkemle yandıktan sonra, Lange-Eichbaum'un aktardığı gibi, baştan aşağı yanıp kavrulmuş bir kratere çevirmişti ruhunu; tıp tarihinde eşi görülmedik bir durumdu bu.

Ne olursa olsun, Dr. Lange-Eichbaum Aralık 1888'e gelinceye dek Nietzsche'nin aklının yerinde olduğuna inandığı için, tıbbi bir teşhise kalkışmadan, en ünlü yapıtı olan Böyle Buyurdu Zerdüşt'e kulak verelim; buna karşılık, Dr. Lange-Eichbaum aynı dönemde, yazarın tüm üretkenliğinin üst-insanın dorukla­rında dolaştığı kanısındaydı. Nietzsche'nin dahice üretken dönemi 1881-1884 yılları arasına denk düşer; bu dönemin doruk noktası ise, Zerdüşt'ün büyük bö­lümünü inanılmaz bir hızla yazdığı 1883-1884 yıllarında yer alır. Nietzsche'nin zaman kavramını çözümlerken Zerdüşt üstünde toplayacağım tüm dikkatimi.

Hem yaşamı hem de ölümü açısından trajik bir yazgıya sahipti Nietzsche. Kendini oluşturduğu ilk yıllardaki tinsel öğretmeni Schopenhauer'in etkisin­den hiçbir zaman tam olarak kurtulmamıştı. Geçici ustasının nirvana'sı doyurucu gelebilir miydi ona? Gelemezdi, çünkü böyle bir şey kendi kendini yadsıma okuluna teslim olmak demekti. Yaşamın böylesi sönüşlerini kabul edemeyecek kadar önem veriyordu istemine; bu nedenle de, yeni bir şey bulması gerekiyor­du. "Sonrasız Geridönüş" düşüncesi. 1881 yılında "Zerdüşt" görümüyle birlikte onu, kendi anlatımıyla söylersek, yıldırım çarpmışa çevirmişti.

Schopenhauer özgün Budizm'de nirvana tanımı olmadığını, nirvana'nın saltık yokoluş kadar olumlu, mutlu gerçeklik anlamı da taşıyabileceğini bilmi­yordu. Nietzsche bunu, bir de nirvana'dan vazgeçmeye ilişkin Mahayana öğre­tisini bilse, o gösterişli "Sonrasız Geridönüş" ve "Üst-insan" düşüncelerini baş­ka biçimde ele alırdı kuşkusuz.

2. Çeşîtlİ Zaman Kavramlari

Nietzsche'nin felsefesini Zaman İncelemesi bağlamında konumlandırmak amacıyla, zamana ilişkin farklı düşünce türlerini kabaca sınıflandırmaya çalışa­cağım. Zaman düşüncesini iki öbeğe bölen, belki de en göze çarpan ayırım (a) çizgisel ve (b) çevrimsel zaman kavramlarıdır. Zamanı kesintisiz ya da kesintili olarak da ele alabiliriz ama, şimdiki gerçek amacımız bu değil. Zaman bir art arda geliştir ya da en azından bir art arda gelişi kapsar; çizgisel düşünce çerçe­vesinde, art arda geliş her iki yöne doğru sonsuza dek uzayıp gider. Çevrimsel düşünce çerçevesindeyse, art arda geliş bir yöne doğru genişletildiğinde, belirli bir uzunluğa erişir erişmez, geriye doğru dönüp öteki yönden buluşur söz ko­nusu genişlemeyle.

Çeşitli çizgisel zaman anlayışlarının ilkinde, kalkış noktası başlangıçta (ya­radılış) yer alır, ikinci anlayış var noktasına sahiptir (öte-dünya bilimi), üçüncü anlayış ise hem kalkış hem de varış noktasına yer verir.

Kimi zaman anlayışlarına göre, zamanın iki doğrultusu arasında içkin bir fark yoktur, kimi anlayışlara göreyse, iki doğrultu birbirinden özsel anlamda farklıdır. İlki geriye döndürülebilir zaman, İkincisiyse geriye döndürülemez zamandır. Geriye döndürülemeyen zaman geçmişten-geleceğe uzanan doğrultu­yu belirler, ama geçmişi de geleceği de belirlemez.Geçmişle geleceğin ayrı ayrı tanımlanmasıyla ancak şimdi'ye gönderme yaparak gerçekleştirilebilir. Bir an ise, çizgisel de çevrimsel de olsa, çizginin üstündeki bir noktaya benzetilebilir. Şimdi bir andır. Bu anlamda zamanının en küçük kurucu öğesidir. Ne olursa ol­sun, şimdi sabit bir nokta değildir. Bütün geçmiş anlar şimdi'ydi, bütün gelecek anlar da şimdi olacak. Bu anlamda ele alındığında, şimdi zamanın tümünü ku­caklar. Bir anlamda herhangi bir zaman parçasından daha uzundur.

3. Zaman ve Sonrasizlik

Sonrasızlık Zaman kavramının karşı-savıdır. Ama, bu karşıtlık, uzam ve zaman bağıntısıyla örneklendiği gibi, temel doğaya ilişkin bir fark anlamına gelmez. Sonrasızlık, deyim yerindeyse, zamanla aynı "kumaş"tan dokunmamıştır, ama gene de zamanın değişen yanı soyutlanmıştır. Sonrasızlık zamanın değişmeyen yanıdır, bu nedenle de, bir anlamda, zaman kesiminin tümünü kapsamak zorundadır.

Sonrasızlık kavramı, zaman kavramına bağlı demek ki. En alt ya da en il­kel sonrasızlık kavramı, tüm zaman düşüncesidir. Zaman kesimini düz bir çiz­gi ya da bir çember olarak uzamlaştırır, tüm kesimi de tek bir nesne olarak ka­bul ederiz. Bitimsizlik içinde sonsuzluğu göstermenin en yalın yolu çember ol­duğu için, çevrimsel zaman bu amaca özellikle uygun düşmektedir. İşte bu il­kel sonrasızlığa uzamlaştırılmış sonrasızlık adını vereceğiz.

Birçok felsefi düşünce dünyada bir tür değişmez temel olduğunu kabul eder. Hiçbir zaman değişmeyen ya da devinmeyen ve hiçbir zaman bölünemeyen Bir düşüncesine ilişkin Parmenides-Zenon geleneği, sonrasızlığın temelini oluşturur. Platon'un îdealar dünyası zaman içinde değil, sonrasızlık içinde va­rolur. Aziz Augustinus dünyanın zamanla yaratıldığını söylediğinde, dünyayı zamansız sonrasızlık yaratmış olmalı. Nirvana dünyası da, en azından Hinayana okulunda, özünde zamansız bir sonrasızlıktır. Bu kavram türü, zamansız sonrasızlık olarak sınıflandırılabilir.

Heraklitos'un aralıksız değişme düşüncesi, hiçbir sonrasızlık kavramına olanak tanımaz gibiyse de, gerçekte hiç de böyle değil. Değişmelerin gerçekleş­me kipi ya da yasası değişemez, bu nedenle de, sonrasız bir öğe olup çıkar. Hegelci diyalektik gelişme yasası ile Bergsoncu hep değişen elan vital'inin hep ka­lıcı bir yana sahip olduğu kesindir. Darwinci doğal seçme yasası, değişmeleri düzenleyip yöneten değişmez bir yasa olarak kabul edilebilir. Bunu, sürecin şeyleştirilmesi olarak düşünebiliriz. Bu tür sonrasızlığa oluşun sonrasızlığı ya da oluştan ayrılıp çıkan varlık diyebiliriz.

Son olarak da, an ve şimdi kavramlarıyla bağıntılı olarak, anı sonrasızlığın bir tasarımlaması olarak kabul eden bir düşünce okulundan söz edebiliriz. An olmadan zaman da varolamaz ama, an zaman olmadığı için geçerli bir düşünce bu. An kavramı, dört ayrı yoldan sonrasızlık düşüncesine götürür bizleri. Yol­lardan biri, her anın makro-evreni yansıtıp kapsadığını kabul etmektir. İkinci yol, geçmiş şimdi olduğu, gelecek de şimdi olacağı için, devinim içindeki şimdi'yi sonrasızlığın tasarımlaması olarak kabul etmektir. Üçüncüsü, anın öznenin yerini aldığını, eylemlere ilişkin kararlar verdiğini kabul etmektir; yaşamın ye­ridir. Bir de, anı zaman ve zamansız yerin keşişmesi kabul eden düşünce var­dır.

4. ÖTE-DÜNYA BİLİMİ

Öte-dünya bilimi zamanın sonuna ilişkin bir kavramdır. Son ise alışılageldiği üzere son derece önemli herhangi bir tür olayla ilintilenir. Kimi durumlar­da, öte-dünya bilimi bireyler düzleminde uygulanır (ayrı ayrı bireylere uygula­nır); kimi durumlardaysa, topluluk düzleminde uygulanır (tüm dünyaya uygu­lanır). Göründüğü kadarıyla, öte-dünya bilimi düşüncesinin kökeninde, dün­yanın sonunu getirecek, yıkıp geçici bir ateşe inanan Zerdüştiler yatmaktadır. Yahudi-hıristiyan öte-dünya biliminin, Zerdüştiliğin etkisiyle başlamış olduğu­na inanılır. Batı dünyası şu ya da bu biçimiyle öte-dünya biliminden bir türlü kurtaramadı kendini. Marksizm için de geçerli bu dediğimiz. Hindistan'da moksa ve nirvana bireysel öte-dünya bilimine ilişkin durumlardır.

Öte-dünya bilimi, söz konusu olan dinsel inançlara göre birbirinden çok değişik biçimlere bürünebilir. Ama, bütün bunların ortak yanı, öte-dünya bili­minin dünya yaşamının sonu olmakla kalmayıp, Zaman'dan Sonrasızlık'a geçiş de olduğudur. Bir sonraki bölümde Hint türü öte-dünya bilimini açıklayacağım.

5. Çevrİmsel Zaman ve Bu Zamandan Kaçiş

Çevrimsel zaman kavramı, akılda en kolayca canlandırılabilen kuramsal zaman imgesidir; bunun da en azından iki nedeni vardır. Nedenlerden ilki, kıl­gısal açıdan baktığımızda yaşamda gözlemlenen tüm değişmelerin dönemli ol­masıdır. İkincisiyse, çemberin sonlu içinde sonsuzu kavramanın en eski yolu olmasıdır. Zamanın çevrimselliği ile olayların art arda gelişinin çevrimselliğinin iki ayrı şey olduğu doğrudur. Ama, ayırt edilemeyenlerin kimliğini sapta­maya yönelik bir tür ilke benimseyip, bu iki kavramı eşdeğer sayabiliriz. Hin­distan ile Yunanistan'da çevrimsel zamana ilişkin önemli iki düşünce akımı çı­kar karşımıza. Pythagoras, Empedokles, Herakleitos, Platon ve daha başka düşünürler çevrimsel zamana inanmışlardı. Çevrimsel zamana ilişkin Hint düşüncesi, yeniden doğuş düşüncesine (Schopenhauer'in terimleriyle söylersek, ister Yaşama dönüş ister Ruhların göçü olarak yorumlansın) ayrılmazcasına bağlıdır. Bireylerin yeniden doğuşunu yöneten bu temel çevrime ek olarak, bir de Vişnu'nun dönemli yeniden-bedenlenmeleri gibi zamanlar vardır.

Çevrimsel zamana ilişkin Hint anlayışının en önemli özelliği, Hindis­tan'daki dinlerin, katlanılamayacak kadar acılı olduğunu kabul ettikleri yeniden-doğuş çevriminden kaçış ya da çıkış olanağı da sunmalarıdır. Brahmancılıkta bu çıkış yoluna moksa adı verilir; moksa bireysel ruh ile dünya ruhunun birliğini anlatır. Budacılıkta çıkış yoluna nirvana adı verilir; nirvana ise samsara'dan dışarı adım atmayı anlatır. Ruhların göçü zinciri nirvana'ya, yani sönüşe adım atmakla son bulur. Mezheplere ve öğretmenlere bağlı olarak, katıksız hiçlikten mutluluk dolu cennete varıncaya dek değişik yorumlar getirilir nirvana'ya. Özellikle vurgulanması gereken nokta, çevrimsel zamandan kaçışa yer veren öte-dünya bilgisinin bireylere uygulandığıdır, başka deyişle, zamandan sonrasızlığa geçişi ayrı ayrı her birey için öngörmektedir. Schopenhauer Hint düşüncesine nirvana dünya düşüncesini ekledi; bizim dilimizde bu, bireylere ilişkin Budacı öte-dünya biliminden kalkarak genelleştirilmiş, eşzamanlı, tüm evreni kapsar bir öte-dünya bilimi olarak kabul edilmelidir.

Nietzsche'nin çevrimsel zaman anlayışı, kendinden önceki Yunanlı ve Hintli düşünürlerden ayrılır; Nietzsche'nin çevrimsel zaman anlayışına göre, aynı durum, her şey tıpatıp aynı durumda geri gelerek, sonsuza dek gerçekleş­meli ya da geri dönmeli. Aynının sonsuz sayıda yinelenişini göğüsleyebilmemizi ister bizden. Ne var ki, bir durumdaki karşılaşmanın yinelenen bir karşı­laşma olduğunu görebilmek için, son karşılaşmada bunun aynı karşılaşma ol­madığını bildirebilecek farklı bir şey olması gerekir; küçük ama, her şeyin tıpa­tıp aynı olduğu koşulunu çiğneyen bir fark bu. Yinelenişten söz edildiğinde, aynı durumun geçmişteki olaylarının da anımsanması gerekir. Ama, biri kalkıp ta, bir önceki kez anımsanmış olandan fazla bir olay daha anımsarsa, kişinin zi­hinsel durumu bir önceki kezle tıpatıp aynı olamaz artık. Başka deyişle, her şey tıpatıp aynıysa, dünyadaki hiçbir anlık da bunun bir yineleme olduğunu fark etmeyecektir. Ancak tek bir zaman çemberine olanak vardır. Yinelenmeden söz edebilen kişi zaman çevrimin dışında olmalıdır. Nietzsche böyle biri mi? Yoksa, Tanrı mı? Hintlilerin çevrimsel zaman anlayışı, aynı olanın kesin biçimde geri- dönüşünü gerektirmediği için, bu mantıksal yanlıştan bağışıktır.

Hintlilerin çevrimsel zaman anlayışıyla Nietzsche'nin anlayışı arasındaki başka bir fark da, Nietzsche'nin anlayışının çevrimsel zamandan bir kaçışa izin vermemesinde yatar. Bu sorunu yazımın son bölümünde daha ayrıntılı ele alıp tartışacağım.

6. Nietzsche'nin Sonrasiz Geri Dönüş Düşüncesi

Nietzsche'nin "Sonrasız Geri Dönüş" düşüncesi iki ayrı yaklaşıma göre ele alınabilir: İlki fizik bilimler açısından, İkincisiyse ahlak düşüncesi açısından. Nietzsche'nin Ölümünden Sonra Yayımlanmış Parçalar adlı yapıtından bir alıntı yapmakla başlamak isterim:

Evren, belirli bir miktarda enerji ve belirli sayıda enerji merkezlerinden oluşur bi­çimde tasarlanabilirse, -bütün öteki kavramlar da belirsiz, dolayısıyla yararsız olursa- bundan çıkan sonuç, tüm varoluşu süresince evrenin, bu büyük talih oyununda, hesap­lanabilir sayıda düzenlenmeye girmek zorunda olduğudur. Sonsuz bir zamanda, şu ya da bu zamanda olanak çerçevesinde kalan her düzenlenmeye ulaşılması gerekir; dahası, sonsuz kez ulaşılması gerekir; her "düzenlenme" ile bunun bir sonraki "yinelenişi" arasında, hâlâ olanak çerçevesinde kalan bütün öteki düzenlenmelere de ulaşılmış olma­sı gerektiği ve bu düzenlenmelerden herbirinin de aynı sıra içinde baştan aşağı tüm bir düzenlenmeler dizisi belirlemesi gerektiğine göre, saltık anlamda özdeş dizilerin çev­rimsel bir devinimin de tanıtlanması gerekir: Evren, daha önce kendini sonsuz kez yi­nelemiş ve bu da oyunu ad infinitum sürdürüp giden çevrimsel bir devinim olarak gös­terilir. Nietzsche hiçbir gizli noumenon dünyasını kabul etmediği için, fizik dünyayı bir görünüş değil de biricik gerçek dünya olarak kabul etmişti. Bu neden­le, fizik dünyanın sonrasız geri dönüşünün gerçek ve kaçınılmaz olarak kabul edilmesi gerekir. Nietzsche'nin geri dönüşü, her şeyin her bakımdan kesinlikle- tıpatıp biçimde geri gelişi olarak kabul ettiğini anımsamak son derece önemli­dir.

Bununla birlikte, Nietzsche Sonrasız Geri dönüşün ahlaki yanını da ele alıp, buna önemli bir anlam yükler. Zerdüşt'ün II. Bölümündeki "Kurtarma üs­tüne" başlığında, [Zerdüşt şöyle der:

Yeryüzündeki şimdi ile geçmiş, -ah! dostlarım, en dayanamadığım şey budur;... Zamanın geriye doğru gitmemesi-onun [istem] öfkesi budur. "Olmuş olan": Bu­dur yuvarlayamadığı taşın adı.


Zamanın geriye döndürülmezliği İstem'i öfkelendirir.Zerdüşt, bir kez,İstem'in "budur kurtaranın ve sevinç getirenin adı" olarak duyurmuştu, ama İstemin kendisinin de daha tutsak olduğunu kabul etmek zorunda kalır.

Böyle idi": Budur istemin dış gıcırtısının ve en çekilmez derdinin adı. Olmuş şeylere karşı güçsüz olan istem, bütün geçmiş şeyleri öfkeyle seyreder... zaman ve za­manın arzusuna boyun eğdirememesi... Öç şudur, evet, yalnız şu: İstemin zamandan ve zamanın "böyle idi"sinden tiksinmesi.

Nietzsche'nin bir çözüm bulması gerekiyordu, ilk bakışta da bu çözüm bir ussallaştırma gibi gelir. Değiştiremeyeceği için, bunu istediğini ileri sürer, bu çözüm de tezgâhın bir sonraki ayağına hazırlık olur.

Her böyle idi" kırıntıdır, bilmecedir, korkunç rastlantıdır, -yaratıcı istem ona şöyle deyinceye dek: "Ama böyle istedim ben! —Yaratıcı istem ona şöyle deyinceye dek: 'böyle istiyorum ben! Böyle isteyeceğim ben!"

Önemli bir şeyin hazırlanmakta olduğunu sezdirmeye çalışmaz gibidir Ni­etzsche, ama artık Sonrasız Geri dönüş düşüncesinin başlangıcına iyice yaklaş­mıştır. Kullanılan zamanın "böyle istedim ben"den "böyle istiyorum ben'e sonra da böyle isteyeceğim ben"e doğru değişerek ilerlediğini gördük. Bir sonraki kez aynı durumla karşılaştığında, gene tıpatıp aynısını isteyeceği anla­mı taşır bu. Zerdüşt kendisini dinleyenleri, içinde bulunduğu şu tikel anda söy­lemiyorsa da, Sonrasız Geri dönüş düşüncesinin yaklaşmakta olduğuna hazırlamaktadır.

"Zerdüşt sözünün burasında birden durdu, en büyük ürküye kapılmış birine ben­ziyordu"

Hazırlık niteliği taşıyan üç başlık sonra, Nietzsche Üçüncü Bölüm'ün "Gö­rüntü ve Bilmece üstüne" adını taşıyan ikinci Başlık'ın Sonrasız Geri dönüş dü­şüncesini tanıtır:

"Şu geçide bak, cüce!" diye sürdürdüm konuşmamı, "iki yüzü var. Burda iki yol birleşir: Kimse bu yolların sonuna dek varamamıştır daha. -Şu geriye doğru uzanan yol: Sonrasızlığa dek sürer. Şu ileriye doğru uzanan yolsa, -başka bir sonrasızlıktır.- Birbirine karşıttır bunlar, bu yollar; birbirini başlarıyla iterler; - ve burda, bu geçitte birleşirler. Bu geçitin adı, üstünde yazılıdır: "An".

Ama kişi bunları izlese, -durmadan, daha, daha izlese, sanır mısın ki, cüce, bu yol­lar birbirine sonrasızca karşıttırlar." - “Düz olan her şey yalan söyler" diye mırıldandı cüce, küçümseyerek, "Her gerçek eğridir; zaman bile değirmidir." -"Ey ağırlığın ru­hu!" dedim öfkeyle, "o kadar hafifseme bunu! Yoksa seni oturduğun yerde bırakırım ha, topal; seni yukarlara ben taşıdım!"

Zerdüşt cücede bedenlenmiş ağırlığın ruhuna çıkışıyorsa da, cücenin "za­man bile değirmidir" sözünü benimser. Böylece, fizik kuramına başvurmaksı­zın çevrimsel zaman anlayışını getirir.

Bu arada, Nietzshe'nin zamanın geri döndürülmezliği konusunda son de­rece kesin bir tutuma sahip olduğunu belirtmek de ilginçtir: "... yönelişin (ileri­ye ya da geriye doğru) mantıksal açıdan birbirinden farklı olmadığını kabul edersem, yılanın kafasını tuttuğumda, kuyruğunu tuttuğumu düşünebilirim: Bu zevki size bağışlıyorum, sevgili Bay Dühring."


7. Amor Fati, Îstem, Üst-İnsan

Nietzsche'nin çevrimsel zamana verdiği ahlaki anlam, tüm felsefenin özü­nü oluşturur. Kişi sonrasız geri dönüşü göğüsleyebilecek, zevkini çıkartacak, hatta isteyebilecek kadar güçlü olabilir. Kısacası: "Neysen o ol". Bu deyişi da­ha kesinleştirmek için, cümleyi yeniden kurmamı hoşgörün: Nasıl olmak isti­yorsan öyle ol. Ne var ki, Nietzsche'nin "özgün" gibi gelen bu düşüncesi daha önce geçici "öğretmeni" Schopenhauer tarafından dile getirilmişti zaten. Ger­çekten de, Düşünce ve îstem Olarak Dünya adlı yapıtında Schopenhauer şunlan yazar:

Yaşamda... doyuma ulaşan., ve o zamana dek bildiği biçimiyle yaşamının hep sü­rüp gitmesini ya da yeni baştan kendini yinelemesini sakin ve bile bile isteyen ve sun­duğu zevklerin hatırına katlanmak zorunda kaldığı tüm güçlükleri ve yoksullukları istekle ve sevinçle kabul edecek kadar yaşamı seven... kişi- işte bu kişi "sürüp giden, yus­yuvarlak dünyada doğru kaynamış sağlam kemikleri üstüne" güvenle basar ve hiçbir şeyden de korkmaz.


İşte, değerlerin bu tersine çevrilmesiyle, keyfi ve rastlantısal gibi gelen yaz­gı sonuçları şimdi artık istemin istediği şeyler olup çıkar. Güçsüz birinin kendi kendinden düşkırıklığına kapılması gibi görülebilecek olan Amor fati, yazgı aş­kı, Nietzsche'nin düşlerinde yürekli birinin erdemine dönüşür.

Özgür bir yaratıcıdır bu İstem, doğası gereği de, geleceğe yöneliktir. Sonra­sız Geri dönüşü geçmişi geleceğe dönüştürür, böylece geçmişi İstem'in elinin uzanabileceği kadar yakına getirir. Aynı şekilde, yazgıcılık da özgürlüğe, rast­lantı amaca, hiççilik değerlerin kabul edilmesine, yaşamın yadsınması da yaşa­mın olumlanmasına dönüşür. Nietzsche Sonrasız Geridönüş'ün birbirine karşı bu iki yanının farkında değildi. Ne var ki, bu dönüşüm geriye doğru da gerçek­leşir; gelecek geçmişe, özgürlük yazgıcılığa, vb. dönüşür. Geridönüş değer ve amaç yokluğu olarak yorumlanırsa, geridönüş kuramı da Nietzsche'nin "hiççi­liğin en uç biçimi... Budacılığın Avrupalı biçimi (Europâischer Buddhismus)" dediğine benzeyip çıkar. Ne var ki, Nietzsche hiççiliğin uçurumunda sonsuza dek kalmak istememişti. Hiççiliği mantıksal açıdan en uç noktasına kadar götü­rüp hiççiliğin fatihi oldu. Bu başarıysa Erk İstemi düşüncesi, geleceği yaratma istemi, sonrasız geridönüş istemi düşüncesi sayesinde gerçekleşebilmişti. Alay­cı biri buna düşkırıklığı diyebilir, yandaş biriyse gözüpekçe bir davranış saya­bilir bunu.

Nietzsche olmaya değil oluşa inandı yalnızca. Richard Wagner'den öğre­nip hayranlıkla bağlı olduğu Diyonisosçu ve Apolloncu terimleriyle söyler­sek, Nietzsche Apolloncu'dan çok Diyonisosçu'ydu. Erk İstemi de devindiren Diyonisoscu güçtü. Sonrasız Geridönüş'ü ele almanın bir yolu da Erk İstemi'ni Heidegger'e göre "öz", Sonrasız Geridönüşü de "varoluş" olarak kabul etmektir. Nietzsche kendi İstem'inin Schopenhauer'in İstem'inden, Ding an sich'ten bambaşka bir şey olduğunu tanıtlamak istediği için, büyük olasılıkla buna karşı çıkardı. Scho­penhauer'in İstem'i doymak bilmezdir, dolayısıyla herhangi bir şeyin eksikliğini duyar sonrasızca, Nietzsche'nin İstem'iyse tamamlanmışlıktır. Erk İstemi, Daha İstemi'dir. Aynını daha çok kez geridönüşüne sahip olma İstemi'dir. Üst insan da bu İstem'in kişileşmesidir. Ahlakı da "zorundayım" değil "istiyo­rum" dur.


8. Nietzsche'nİn An Düşüncesi

Nietzsche'nin Sonrasız Geridönüş düşüncesi yaygın bir biçimde bilinse de, an kavramını vurguladığı daha az bilinir. Nietzsche an düşüncesini Zerdüşt'ün üç ayrı yerinde üç ayrı anlamda kullanır. Bu kavramlarda Sonrasız Geridönüş kavramı arasında nasıl bir bağıntı bulunduğunu son bölümde ele alacağım. Bu bölümdeyse, üç ayrı an kavramını işleyeceğim. An kavramının ilk anlamıyla görüldüğü yer 1. Bölüm'ün "Armağan eden erdem üstüne" adlı başlığıdır.

Ve dostlarım olacaksınız bir daha ve bir tek umudun çocukları: O zaman büyük öğleyi sizinle kutlamak için, üçüncü bir kez olacağım aranızda. -Şudur büyük öğle: İnsan, hayvanla Üst-insan yolunun ortasındadır ve akşam yolunu en büyük umudu ola­rak kutlamaktadır: Çünkü bu, yeni bir sabah yoludur. -O zaman kutsar kendini batan kişi, karşıya ve öteye geçen olduğu için; ve bilgisinin güneşi tam tepesinde durur. -"Öldü bütün tanrılar; Üst-insanın yaşamasını istiyoruz artık".- O büyük öğlede son arzumuz bu ola!

Öğlen düşüncesi, ayrı ayrı çağrışımlara yol açan, çok çeşitli anlamlara bürüne bürüne kendini gösteren bir örge. Nietzsche'nin Öğlen sözcüğüne verdiği anlamları özenli biçimde çözümlemek amacıyla, okura Kari Schlecta'nın bu konuda kaleme alınmış en aydınlatıcı yapıt olan Nietzsches Grosser Mittag adlı ki­tabını salık vereceğim. Alıntı yaptığımız bölümde, büyük Öğle'nin karar verme anı, insanın batıp üst-insan'ın doğduğu nokta olduğu düşüncesi egemendir.


An kavramının ortaya çıktığı ikinci yerse, 3. Bölüm'ün "Görüntü ve bilme­ce üstüne" adını taşıyan başlığıdır. Nietzsche'nin Sonrasız Geridönüş düşünce­sini ortaya attığı 6. Kesim'in alıntıladığımız parçasında Geçit'ten geçmişle geleceğin buluşma noktası olarak söz etmektedir; şöyle der: "Bu geçidin adı, üstün­de yazılıdır: "An". Bu an da sonsuza dek kendini yineleyen şimdidir. Sonra dönüp cüceyi sorgular:

Peki her şey daha önce de var idiyse: Bu ana ne dersin, cüce? Bu geçit dahi, -önceden varolmuş olmalı değil midir?- Ve her şey birbirine öyle bağlı ki, bu an, bütün gele­cek şeyleri kendine çekmekte, dolayısıyla, kendini de çekmekte- öyle değil mi?

Şimdi zamanın tüm anlarını kapladığı için, Şimdi'yi sonrasız kabul etmek alışılageldik bir görüştür. Ne var ki, Nietzsche'de şimdi-an, bir anlamda, kendi kendini yinelediği için sonrasızlığın bir özelliği olup çıkmıştır. İlk yıllardaki düşüncesinin tersine, Nietzsche'nin yinelenmelerin gerçek kimliğini ne denli ciddiye aldığını görmek için, Zerdüşt'ün 3. Bölüm'ündeki "Sağalan Kişi" adlı başlıkta büyük Öğle ile Üstinsan'ın geridönüşünü açıkladığı parçaya bakmak yeterlidir:

Ben geri gelirim bu güneşle, bu yeryüzüyle, bu kartalla, bu yılanla - yeni bir ha­yata, ya da daha iyi bir hayata, ya da benzer bir hayata değil: -Ben bütün nesnelerin sonrasızca yeniden gelişini yeniden öğretmek üzere, sonrasızca dönerim bu aynı hayata, en büyüğüyle en küçüğü içre.- yeryüzünün ve insanın en büyük öğlesiyle ilgili öğ­retiyi yeniden dile getirmek üzere, insana Üst-insan'ı yeniden bildirmek üzre.

An kavramı, Zerdüşt'ün sonlarına doğru "Öğleyin" adını taşıyan başlıkta üçüncü kez karşımıza çıkar. Zerdüşt gözleri açık, uyuyakalır. Kendi kendine şöyle sorar:

Sus! Sus! Dünya yetkin değil mi şimdi? Bana ne oluyor böyle? Bam ne oldu böyle: Dinle! Zaman uçup gitmiş olmasın? Düşmüyor muyum ben? Düşmedim mi ben? -dinle!- sonrasızlık kuyusuna?

Uykusunda sürdürdü sözlerini, sonunda şöyle dedi:

Kalk", dedi Zerdüşt, "seni küçük hırsız, seni miskin! Ne! Yine geriniyor, esniyor, iç çekiyor, derin kuyulara mı düşüyorsun ne?

-ne zaman, ey sonrasızlık pınarı! Ey sevinçli, korkunç, öğle uçurumu! Gönlümü ne zaman içecek, geri çekeceksin kendine?"

Bu zihinsel imge Brahmancılığa, bireysel ruhun, Atman’ın Dünya'nın ev­rensel Ruhu, Brahman içine geri çekilmesine son derece benzemektedir.

Bu Öğle vakti Pan'ın dingin öğlenidir. "Gezgin ile Gölgesi"nde şu satırlar çıkar karşımıza:

Öğleyin... gizli bir ormanın içindeki çayırda Yüce Pan uyuyakalmıştı, doğada ne varsa onunla birlikte uyuyakalmıştı, yüzünde bir sonrasızlık havası dolaşıyordu - ... Hiçbir şey istemiyordu, hiçbir şeyden kaygılanmıyordu, yüreği durmuş, tek gözleri capcanlıydı. - gözleri açık bir ölüydü.

Hiç devinmeyen bir an bu. Aynı zamanda da, sonrasızlık. Bir yetkinlik anı bu, eksiksiz bir an. Üst-insan'ın doyuma ulaşmış zamanını önceden görür gibi­yim bunda. Esrik Türkü" adlı başlıkta da aynı düşünce bu kez Öğlen'le değil de Geceyarısıyla ilintili olarak çıkar karşımıza: "Geceyarısı öğledir de".

Vay başıma gelen! Zaman nereye gitti? Derin kuyulara batmadım mı ben? Dünya uyuyor.-...

- saat yaklaşıyor: Ey insan, ey yüksek insan, kulak ver! derin geceyarısı ne der?

-geceyarısı ölümündeki o esrik mutluluğun, o şakıyan: Derindir, dünya, daha de­rin gündüzün düşündüğünden!

Geçti! Geçti! Ey gençlik! Ey öğle! Ey ikindi! Geldi işte akşam ve gece ve geceyarısı, -Ah! Ah! Nasıl iç çekiyor! Nasıl gülüyor, nasıl hırıldayıp soluyor geceyarısı!

Nasıl ayık konuşuyor şimdi bu esrik ozanca! Esrikliğini fazlaca kaçırmış olmasın? Fazla uyanık olmasın? Geviş mi getiriyor ne? - acısını çiğniyor düşünde, o eski, derin geceyarısı, -sevincini çiğniyor daha çok. Çünkü sevinç, acı derin olsa da: Sevinç, yürek ağrısından da derin.

Sonrasız Geridönüş ve Üst-insan düşüncesi çıkar gene ortaya. Üst-insan mutludur, kendisinin yinelenişini istemekte ama mirasçı istememektedir:

Oysa sevinç mirasçı istemez, çocuk istemez, -sevinç kendini ister, sonrasızlık ister, yenidengeliş ister, her şeyi sonrasızca aynı ister...

-bir daha gelmeyi bir kez istediğiniz oldu mu; hiç dediniz mi: "Hoşuma gidiyorsun mutluluk! Dur, an!" her şeyin geri gelmesini istemiş oldunuz öyleyse!

Dolayısıyla, an - olgun an - kendi sonrasız geridönüşünü istemektedir. İki ayrı an kavramı konusunda karışıklık yoksa da, iç içe girdikleri söylenebilir ra­hatlıkla. Bu iki anlayıştan biri, zamanın durduğu an, ötekiyse kendini yinelemek isteyen andır. Lange-Eichbaum'a göre, Nietzsche zamansız an düşüncesini -daha önce belirttiğimiz gibi- kendisine "üst-insan" içgörüsünü kazandıran, Zerdüşt'ü yazmasına olanak veren ve kendisini ölümsüz kılan hastalığının so­nucu olarak elde etmişti. Lange-Eichbaum Nietzsche'nin açıkça şizofreniyi an­dırır belirtiler sergilediğine de inanmaktaydı. Şizofreninin zamanının durduğu duyumuna yol açtığı artık kesinlikle bilinen bir şey. Nietzsche'nin uyuşturucu kullanımı, bu zamansızlık duygusunu yoğunlaştırmış olabilir, gerçek şu ki, uyuşturucu bağımlısı olması sonunda zaman-duygusunun zayıfladığını kendi­si de yazmıştı zaten.

9- NİETZSCHE'NİN DÜŞÜNCESİ VE FİZİKLE SUNDUĞU KOŞUTLUK

Yirmi dört yaşındayken Basel Üniversitesi'nde profesör olmasının üstün­den on yıl geçmişti ki, Nietzsche filolojiyle uğraşıp zaman yitirdiği duygusuna kapıldı, artık başka alanlara uzanacaktı. Şöyle yazmıştı: "Müthiş bir susamışlık derin derin yakıp kavuruyor beni: Bundan böyle fizyoloji, tıp ve doğa bilimle­rinden başka hiçbir şey yapmayacaktım" "Değer yükü taşımayan" bilimsel araştırma yoluyla gerçeği elde etme isteği kendisini bu alana doğru itmişti. Joyful Wisdom adlı yapıtının Dördüncü Kitap'ının bir paragrafı "Yaşasın fizik!" di­ye başlar:

Bugüne dek tüm değerlendirmeler ve ülküler fizik konusundaki bilgisizliğe da­yandığı ya da fiziğe karşıt düştüğü için, işte bu anlamda yaratıcı olmak amacıyla fizikçi olmalıyız. Öyleyse, üç kez yaşasın çekelim fiziğe; bizleri fiziğe yönelten şeye de, dü­rüstlüğümüze de daha güçlü yaşasın çekelim.

Fizik başta olmak üzere bilime böyle güçlü bir ilgi duyduğu halde, Ni­etzsche'nin zamanın çevrimselliği ve geridöndürülmezliği sorununu ele aldığı yıllarla hemen hemen aynı sırada yani XIX. yüzyılın sonlarına doğru, kuramsal fizikçiler de özünde aynı zaman sorunuyla, yani fiziksel görüngülerin yinele­nişi ile bu görüngülerin geridöndürülmezlikleri sorunuyla boğuşup durmaktaydılar. Kuramsal fiziğin bu alanda en önde gelen ismi de, Nietzsche'yle aynı yıl doğmuş, Avusturyalı bir bilim adamı olan Ludwig Boltzmann'dı. (1844- 1906). Apayrı yaklaşımları benimseyip aynı sorunu göğüslemiş olan, entelek­tüel dünyanın bu iki devinin birbiriyle yazışıp yazışmadığını ya da görüşüp görüşmediklerini merak ettim. Weimar'da artık Nietzsche'nin tüm belgelerini de barındıran Goethe-und-Schiller Arşivi'nin şimdiki Yöneticisi Profesör Dr. Karl-Heinz Hahn o zamanki bilim adamlarıyla filozoflar arasında bir tür köprü olması gerektiği konusunda benimle aynı görüşü paylaşmaktaydı.

Nietzsche'nin ölümünden sonra yayımlanan yazılarında Boscovich ve Robert Mayer adlarının sık sık yer aldığı çok iyi bilinen bir şeydir. Boscovich bir atom fizikçisi, Robert Mayer de enerjinin sakınımı yasasını bulanlardan biridir. Weimer daki Schlossbibliothek'te, Nietzsche'nin 800 kitaptan oluşan kendi kitaplığında bulunan yapıtlar (ya da kitaplığından geri kalan kitaplar) arasında araştırırken, bu kitapların pek çoğunun, fizik başta olmak üzere, doğa bilimleriyle ilgili olduklarını görüp şaşırmıştım. Nietzsche, fizikçi Balfour Stewart'ın 1875 yılında yayımlanmış olan "Conservation of Energy" adlı yapıtını okumuş, bu yapıt üstünde çalışmıştı. Bu kitapta hem enerjinin sakınımı hem de enerjinin dağılması ya da bozulması konuları ele alınıp tartışılmıştı. Enerjinin sakınımı, Termodinamiğin Birinci Yasası adı verilen yasanın içeriğine ilişkindir, ki bu da doğa görüngülerinin kaçınılmazcasına yinelenişine sıkı sıkıya bağlıdır; enerji­nin bozulmasıysa, Termodinamiğin İkinci Yasası adı verilen yasanın içeriğine ilişkindir, ki bu da doğa görüngülerinin geridöndürülmezliğini ya da teknik terimlerle söylersek, zaman içinde entropinin artışını dile getirir. Dahası, Max Seiling in Mainlander, ein neuer Messias adlı yapıtı da Nietzsche'nin kitapları arasında yer almaktaydı; enerjinin sakınımı ile enerjinin bozulması konusunda­ki birbirine karşıt görüşler açık biçimde tanıtılıyordu bu kitapta. Ne olursa ol­sun, Nietzsche'nin Termodinamiğin Birinci Yasası ve İkinci Yasası'nı, yani enerjinin sakınımı yasası ile enerjinin bozulması yasasını bildiği açıktır, aynı şe­kilde, fizik bilimi alanında, zamanın geridöndürülmezliği ve yinelenişi konularında anlaşmazlık olduğunu da bilmekteydi büyük olasılıkla. Erk İstemi adlı ya­pıtında şu cümle çıkar karşımıza. "Enerjinin sakınımı ilkesi, sonrasız yinelenişi gerektirir kaçınılmazcasına". Fizik bilimi açısından kabaca doğru bir önerme bu; hatta bu önermenin, Nietzsche'nin fizik konusunda sanıldığından çok şey bildiğini bile gösterdiği kabul edilebilir.

Boltzmann'ın en önemli çalışması, H-Theorem (etatheorem) adını verdiği ilkenin matematik açısından tanıtlanmasıydı. Termodinamiğin İkinci Yasası'nı, maddenin atom modelini kullanıp fizik biliminin temel yasalarından türetmeyi amaçlıyordu. Başarılı da oldu bu girişiminde, ama akılyürütmesi iki noktada tartışmaya açıktı; bunlardan ilki, "Wiederkehreinwand" ya da "yinelenmeye karşı çıkış" denilen noktaydı ve ilk olarak Zermelo tarafından ortaya atılmıştı. Bu karşı çıkış, Boltzmann'ın kendine başlangıç olarak aldığı temel yasanın yal­nızca yinelenen görüngülere izin verdiğine dikkat çekmekteydi; Boltzmann Termodinamiğin İkinci Yasası'nı türetmeyi başardığını ileri sürseydi, çevrimsel zamandan tek yönlü zaman türetmeye varmış olacaktı, ki bu da söz konusu türetme işleminde mantık açısından kimi boşluklar olduğu anlamına gelecekti. Gerçekten de, Poincare'nin yinelenme kanıtsavına göre, sınırlı bir enerji mikta­rıyla, uzamın sınırlı bir alanına kapatılmış bir fizik dizge ilk baştaki özgün du­rumuna geri döner. Nietzsche'nin daha önce alıntıladığımız sonrasız geridönüş düşüncesinin, fizikteki yinelenme kanıtsavının her açıdan onaylanabilir bir betimlemesi olması son derece önemlidir. Nietzsche'nin fizik alanında kendi ça­ğında olup bitenleri son derece iyi bilmeden bu düşüncesini temellendirmeye çalıştığı akla bile getirilemez.
Boltzmann'ın H-Theoremi'ni türetmesi karşısına çıkarılan ikinci görüşse, "Umkehreinwand" ya da "geridöndürülebilirliğe karşı çıkış" denilen, ilk ola­rak da Loschmidt tarafından ortaya atılan görüştü. Temel yasaların zamanın her iki yönünde de kusursuz bir bakışım sunduğu belirtildikten sonra, eğer Boltzmann entropinin gelecekte artacağını tanıtladıysa, aynı şekilde, İkinci Yasa'nın savının tersine, entropinin geçmişte şimdikinden çok daha büyük oldu­ğu da tanıtlanabilir. Nietzsche'nin düşüncesine göre, zamanın geridöndürülebilirliğine ilişkin temel bir sav ileri sürülmemiştir, ne var ki, Nietzsche'nin çev­rimsel zamanı, zamanın geridöndürülebilirliğini içkin olarak gerektirmektedir, çünkü zaman geridöndürülemez olsaydı, ilk baştaki özgün durumuna da hiç­bir zaman geri gelemezdi. N'nin, özellikle de "Görüntü ve Bilmece Üstüne" adındaki başlıkta, zamanın özsel geridöndürülmezliği gözleminde bulunduğu­nu görmüştük. Zaman içinde geriye gitme düşüncesi, geridöndürülmezlikle ilintili olarak ele alındığında, gerek felsefe gerekse yazın alanındaki tüm geleneksel düşüncelere öylesine yabancı kalır ki, bu düşünceyi herhangi bir fizikçinin yazılarından ödünç almış olabilir pekâlâ. Özetle, geridöndürülmez ama sonsuz zaman düşüncesiyle işe koyulan Nietzsche, sonunda geridöndürülebilirliği içeren çevrimsel zamana varır. Kendi kendisiyle düştüğü temel karşıtlık da işte burda yatmaktadır. Öte yandan, geridöndürülebilir temel fizik yasalarıyla işe başlayan Boltzmann ise, ne yapıp edip geridöndürülmez sonuçlar tü­retmeyi başarır. Bu karşıtlık da, Loschmidt'in geridöndürülebilirlik karşı çıkışı­nın özüydü zaten. Nietzsche'nin kuramı da, yalnızca ters anlamda aynı karşı çı­kışa açık bulunmaktadır.

Daha ilerde gönderme yapmak amacıyla, fizikçilerin Boltzmann'ın karşılaştığı güçlüklerin üstesinden nasıl gelebildiklerini çok kısa biçimde betimleme­ye çalışacağım. Zaman geridöndürülebilir ve yinelenebilir, ama evrenin başlangıç durumuna geri dönmesi için gereken zaman öylesine uzundur ki, bu zaman sonsuz uzun olarak kabul edilebilir. Bunun yanında, entropi yeniden azalmaya başlamadan önce, evren her şeyin öleceği maksimum entropi durumuna gire­cektir. Dolayısıyla, insan deneyimi söz konusu olduğunda, entropi zamanla ar­tacak ve tüm kılgısal amaçlar açısından da zaman geridöndürülmez olmaya sonsuza dek sürüp gidecektir.

Yinelenme kanıtsavıyla ilintili olarak, fizikçiler ergodik kanıtsav denilen başka bir kanıtsav daha getirmişlerdi. Bu kanıtsav, verili bir anda (sonlu) Evren hangi durumda olabilirse olsun, verili bir zaman kesiminde tüm olanaklı durumlardan geçip başlangıçtaki duruma geri dönebileceğini ileri sürer. (Daha kesin biçimde söylemek istersem, nerdeyse ergodik kanıtsava uygun kalarak, başlangıç durumuna çok yakın bir durum diyeceğim buna). Bu kanıtsav yine­lenme kanıtsavına yolaçar, ama bu kanıtsavdan çok daha fazla da şeyler söyler. Okur, 6. Kesim'in başlangıcında Nietzsche'nin Sonrasız Geridönüş Düşünce­siyle ilgili olarak yapılan alıntıyı yeni baştan okursa, Nietzsche'nin de ergodik kanıtsavla aynı tür gerekçelendirmeye başvurduğunu görüp şaşıracaktır.

10. BUDACILIK VE NİETZSCHE'NİN DÜŞÜNCELERİ

Budacılıkla Schopenhauer felsefesi arasında yakın akrabalık son derece iyi bilinen bir şeydir. Ne var ki, Budacılıkla Nietzsche'nin felsefesi arasındaki benzerliği dikkatli biçimde ele alıp inceleyenlerin sayısı hiç de kabarık değildir. Ahlak açısından bakarsak, Buda par excellence acıma ahlakını savunduğu, Ni­etzsche de buna karşı çıktığı için, Budacılıkla Nietzsche'nin düşüncelerinin taban tabana karşıt olduğu ortadadır. Dahası, Budacılık'ın ahlaki ülküsü, yeni­den doğuşlarda iyi işlerin birikmesi sayesinde yeniden bedenlenme çevriminde kurtulmadır. Nietzsche'deyse, ahlaki ülkü, kişinin işlerinin aynının yinelenme­sini isteyecek gibi olmasıdır. Çevrimden kurtuluş yoktur.

Ahlak düzeyindeki bu son derece derin ayrılıklar hesaba katılmadığında, Budacılıkla Nietzsche arasında metafizik açıdan son derece önemli benzerlikler bulunmaktadır. Bu benzerliğin temel nedeninin, her iki felsefedeki zaman anlayışının da Eleacı olmayıp Herakleitoscu olmasında yattığı söylenebilir.

İşte, her iki felsefede de varlığın, olmanın yadsınıp oluştan yana yer alın­masının temelinde bu ortak kaynak yatmaktadır. Budacılık en kutsal temel var­lığı, yani Brahman ya da Dünya Ruhu'nu ve bireyselleşmesini, Atman'ı ya da Bireysel Ruh'u yadsımıştı. Nietzsche ise kendinde şey (das Ding an sich), töz, tin, evrensel, vb. gibi kalıcı ve aşkın olduğu varsayılan her şeyi yadsımıştı. Ge­rek ilk durumundaki Budacılık gerekse Nietzsche, Tanrı'nın varolduğunu yad­sır. Dolayısıyla, bilgibilimsel düzlemde de, gerek Budacılık gerekse Nietzsc­he'nin düşünceleriyle modern bilimler ve görüngübilimci felsefelerin benimse­diği positivist tutum arasında hiç beklenmedik akrabalık ilişkileri bulunmakta­dır. Varoluşsal düzeydeyse, Nietzsche kadar Budacılık da kararsızlığı ve acı çekmeyi vurgular.

Ne var ki, Budacılıkla Nietzsche arasındaki büyük olasılıkla en önemli benzerlik, an anlayışında yatmaktadır sanki. İlk belgelerinde Budacılık monada bir dünya görüşünden yana gibiydi. Ne bir dünya ruhu, ne de tek ve biricik dünya tözü vardı. Her kişi bütün öteki kişileri yansıtırdı, her an da aynı zaman­da sonrasızlıktı. Bu tür düşünce daha sonraları, geç dönem Budacılık'ın Mahayana Okulları'nda geliştirilmişti. Bu okulların düşüncesine göre, her kişi Buda usunun tohumunu barındırırdı kendinde; samsara da herhangi örtük bir biçim­de nirvana'yı barındırırdı kendinde. Japonca'da Hokekyo (Saddharma-Pundari- ka Sutra, İ. S. I. yüzyıl) denilen Mahayana Sutra mikro evrenle makro evrenin içine aynı birleştirici gerçeğin dolmuş olduğunu ve bunların tek ve biricik varo­luş oluşturdukları anlamına gelen Ichinen-Sanzen düşüncesi üstünde dururdu. Japonca'da Kegonkyo (Avatamsaka-Sutra, İ. S. 2. - 3. yüzyıllar) denilen başka önemli bir Mahayana Sutra'nın ana inancı şu özlü sözle dile getirilebilir: Bir Tüm'dür, Tüm Bir'dir. Bu yalnızca uzamsal değil zamansal açıdan da geçerlidir. Zamansal "bir" ise andır.

Budacılık konusunda bir Japon tarafından kaleme alınmış en önemli felsefe yapıtı Dogen'in (İ. S. 1200-1253) yazdığı Shobogenzo adlı kitaptır. Bu yapıtın içindeki başlıklardan biri Varlık-Zaman olarak çevirebileceğimiz "Uji" adını ta­şır. Bu son derece önemli bölümde şu önerme yer alır: "Varlık Zaman'dır, Varlıklar tüm Zaman'dırlar"; Heidegger'in ele aldığı ana konulara son derece benzemektedir bu görüş. Daha da ilginç başka bir bölümdeyse şunları okuruz: "Zaman geçmişten geleceğe geçiş yanıyla ele alınırsa, tüm olaylar da Varlık-Zaman'ın şimdisi olarak görülecektir. Ama, zaman Geçmiş'ten Gelecek'e geçişten yoksun bırakılırsa, Varlık-Zaman'ın şimdisine de sahip olurum. Varlık-Zaman böyledir işte".

Varlık-Zaman'ın şimdisi andır. Dogen burda anın iki ayrı yanını ele alır, bunlardan biri, zamanın akışı içinde devinen bir nokta olarak an, ötekiyse her zaman orda olan ve devinmeyen, sonrasız an. Varlık işte bu Şimdi ile özdeşlenmiştir. Dogen paragrafı rahat bir çeviriyle şöyle aktarabileceğimiz bir cümleyle bitirir: Bu an tüm (geçmiş) olayları yutar ve tüm (gelecek) olayları dışarı atar. Dogen'in Varlık-Zaman kavramı Nietzsche'nin zamansız anına çok yakın dü­şer.

Bu bölümü sonuca bağlamadan önce, Nietzsche'nin Üst-insan düşüncesiy­le bodhisattva kavramı arasındaki şaşırtıcı benzerlik ve ayrılıktan da söz etmek isterim. Nietzsche'nin Üst-insan'ı zaman çemberinde aynının sayılamayacak kez geridönüşünü isteyecek kadar güçlüdür. Bir bodhisattva ise nirvana'ya adım atacak niteliktedir, ama acıma duygusu besler, yeniden bedenlenme çemberinde kalmaya kendi istenci nedeniyle hazırdır. Her ikisi de çevrimsel zamanda defalarca yer almak isteyen insan üstü varlıklardır. Böyle olsa bile, her ikisi de ahlak açısından birbirinden son derece ayrı bir anlam taşımaktadır. Üst-insan dünyada erk ve zevk sahibi olmayı sürdürmek istemekte, bodhisattva ise başka­larının sonrasızlık amacına, yani nirvana'ya kadar yükselmelerine yardımcı ol­maya kendini adamak üzere bu dünyada kalmaktadır.

ıı. Sonuç

Nietzsche'nin zaman kavramını ele alan bu kısa inceleme yazısını derleyip toparlamak ve bir sonuca ulaşmak amacıyla şunu diyebiliriz: Tıpatıp aynı ola­nın yinelenmiş geridönüşlerine ilişkin savın mantıksal açıdan kendi kendine ters düştüğüne daha önce dikkat çekmiştik; bilinci yerinde hiçbir varlık, aynı sahneyle bir önceki karşılaşmada da tıpatıp aynı zihinsel durum olduğunda, tı­patıp aynı olanın yinelendiğini kabul etmeye yanaşmayacaktır. Ne var ki, Nietzsche'ye karşı biraz daha yumuşak olup, ya geridönenin tıpatıp aynı olmadı­ğını ya a evrenin aynı duruma geridöndüğünü görüp değerlendirebilecek bir üst-zihnin "evren"in dışında bir yerde bulunduğunu varsayalım. Ne var ki, Nietzsche'nın zaman anlayışında çok daha temel ve çok daha önemli başka bir karşıtlık daha gizlenmiş bulunmaktadır. Daha ilk başından beri Nietzsche, uz­laşmaz iki özelliği zamana yüklemek istemekteydi. Bunlardan biri, yaşamın özünde zamanının bitimsiz çevrimsel yinelenmesidir (çevrimsel zaman). Ni­etzsche'nin çağdaşı fizikçi Boltzmann da aynı güçlükle boğuşmak zorunda kalmıştı.

Nietzsche'nin düşüncesinde Diyonisoşçu bir öğe olarak yer alan yaşamın yukarı doğru yönelişi Zerdüşt'ün her yerinde apaçık görülmektedir. Bu konuy­la ilgili olarak, daha başka pek çok benzer önerme arasından gösterebileceği­miz bir örnek, Zerdüşt'ün 2. Bölüm'ündeki "Zehirli örümcekler üstüne" adını- taşıyan başlıkta yer alır: "Ağmak ister hayat, ağarken alt etmek ister kendini". Yukarı doğru yönelen bu devinimin doruk noktasıysa, Üst-insan'ın ortaya çıkı­şıdır. Tüm Zerdüşt boyunca, yerçekimi cücesi, yaşamın yukarlara doğru uçuşu­nu engellemeye çalışır. Üst-insan'ın yükselişinin yaklaştığına ilişkin belirtilerin ortaya çıkışından hemen önce, "Uyanış" adını taşıyan başlıkta, artık son iyice yaklaşmışken, son zaferin çığlıkları gelir kulağımıza: "işte pes etmiş, kaçıyor ağırlığın ruhu, benim baş düşmanım!"

Peki, Nietzsche özünde tek yönlü olan bu süreci çevrimsel, zamanla uzlaştırabilir mi ki? Bu konuda üç ayrı yol olduğunu düşünebiliriz. Ne var ki, bu yollardan üçü de Nietzsche'nin felsefesinin temel öncüllerine şu ya da bu bi­çimde bağlı bulunmaktadır. Bu yollardan biri, Üst-insan'ın ortaya çıkışından önce zamanı tek yönlü çizgisel zaman olarak kabul etmek ve çevrimsel zamanı­nın dışında bırakmaktır. Üst-insan ortaya çıktıktan sonra zaman çevrimsel ola­bilir, çünkü Üstinsan'ın artık olacağı başka hiçbir şey yoktur ve de artık tıpatıp aynının yinelenmesini istemektedir. Bu çözüm, çevrimsel zaman savının tutar­lılık ve evrenselliğini yıkıp yerle bir etmektedir kuşkusuz. Çevrimsel zamana adım atış, daha öteye doğru gelişmeyen mutlu bir son olduğu için, bir tür öte- dünya bilimi olarak nitelenebilir.

İkinci olasılıksa, çevrimsel zaman savını görünürdeki değeriyle kabul et­mektir. Bu durumda, yaşam sonsuzcana "en route" olarak kabul edilmeli ve bi­ricik "amacı" da sonsuz çevrimsel devinimin kendisi olup çıkar. Böyle bir şey varsa, Üst-insan da bir süre sonra çürüyüp çöker ve ortadan kalkar; dünya da Üst-insan'dan aşağı başka varlıklarla yeni baştan başlamak zorunda kalır. Bu görüşü benimsersek, artık yalnızca yukarı yönelik devinimden söz edemeyiz, yaşamın aşağı yönelik devinim içinde olduğu bütün bir dönemi de hesaba kat­mamız gerekir. Üst-insan'ın doğuşuna bir de Üst-insan'ın çürüyüp çökme öy­küsünü ekleyip tamamlamak gerekir. Nietzsche'nin bu tür şeyleri rahatlıkla ka­bul edebileceğini sanmam.

Üçüncü olasılıksa zaman çevrimi yerine bir helezon koymaktır, yani çev­rimsel bir devinimle birleştirilmiş tek yönlü bir devinim. Buysa, bir çevrim biti­minde benzer bir duruma ama daha "yüksek" bir düzeyde geri gelinmesini is­temeyi gerektirecektir. Ne var ki, bu görüş de Nietzsche'nin tıpatıp aynı duru­mun kendini yineleyeceği yolundaki apaçık önermesine ters düşecektir.

Böylelikle kaçınılmaz biçimde, Nietzsche'nin zaman kavramının kendi içinde çelişkili olduğu ya da en azından kendi yaşam felsefesiyle bağdaşamaya­cağı sonucuna varmış bulunuyoruz. Bu karşıtlığın, zamanın kesintisiz ya da kesintili, akış ya da art arda geliş olmasıyla, ölçülebilir ya da ölçülebilmenin öte­sinde olmasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Boltzmann'nın sorununu ele alırsak, bu durumda fizikçi, tek yönlülüğün yalnızca ayrı ayrı ele alınan küçük zaman kesitlerine uygulanabilen kısmi bir gerçek olduğunu varsaymak ya da tüm gelişi­min yalnızca tek bir kez gerçekleştiğini varsaymak zorunda kalmıştı. Nietzsc­he'nin akıl hastalığı daha sonraları başgösterseydi, kendi kendisiyle ters düştü­ğünü görüp, kendini kucağına attığı o rahatlıktan bir çıkış yolu bulmak için uğraşıp çarpışacağından hiç kuşkum yok. Nasıl bir çözüm bulacağı sorusuna ge­lince, kimse yanıtlayamaz ki bunu! Gene de, getireceği çözümün genel doğrul­tusunun ne olabileceğini kestirmeye çabalayan biri çıkabilir belki de.

Nietzsche varlığı yadsımak ve yalnızca oluşa inanmakla başladı işe. Ne var ki, anlık dünyasında yaptığı gezinti sonunda varlığa benzer bir şey ortaya ge­tirmiş olması da ayrıca işin cilveli yanı. Gerçekten de, çevrim gerekirci biçimde bir kez belirlendikten sonra, çevrim sabitleştirilmiş, değişmez, bölünmez bir nesne olup çıkar. Oluş değildir artık, varlıktır. Bir'dir.

Sürecin kaçınılmazcasına bir şeyleşme olup çıkacağını bir ölçüde Nietzsc­he'nin kendisinin de kabul etmesi son derece ilgi çekicidir. Şöyle yazmıştı: "Her şeyin yinelenmesi bir oluş dünyasının bir varlık dünyasına olabildiğince yakınlaşması budur işte! - Seyretmenin doruğu... Oluşa varlık kimliğini basmak- en yüce Erk istemi budur işte". Oluştan varlığa geçiş değişen zamandan değişmeyen sonrasızlığa geçiştir, Diyonisosçu olandan Apolloncu olana geçiştir. Yahudi-Hıristiyan öte-dünya biliminden kaçıp kurtulmak isteyen kişi, eninde so­nunda, orda sonrasızca bir şey olduğu için, bir tür öte-dünya bilimi getirmek zorunda kalacaktır. Daha önce belirttiğim gibi, Nietzsche'nin "zamanı"nın, çiz­gisel bir zamanın peşinden ortaya çıkan çevrimsel bir zaman olduğunu kabul edersek, çevrimsel zamana adım atış bir öte-dünya bilimi olarak kabul edilebi­lir. Bu görüntü doğru olsa da olmasa da, Üst-insan'ın zamanının, Üst-insan yet­kin olduğu için, zamansız bir kimliğe sahip olduğu açıkça görülmektedir. Söz konusu zamansız kimlik, her şeyin durduğu Öğlen düşüncesinde açıkça orta­dadır. Yetkindir her şey, Üst-insan da aynı olanın yinelenmesini istemektedir, bu aşamaya geldiğimizde, zamanın değişme gereksinimi ortadan kalkar; za­man durur, an da sonrasızlık olup çıkar. Böylece, Nietzsche Zaman'ın dışında Sonrasızlığı yaratmış oldu. Buna Öte-dünya biliminden başka ne ad verebiliriz ki? İşte, bu tikel öte-dünya bilimi sonrasızlığı çevrimin kendisinde bulur. Mahayana'daki özlü deyişlerden birinin olası yorumlarından biri de budur belki: Samsara, nirvana'dır, nirvana samsara'dır, yani Nietzsche'nin şiir yüklü diliyle söylersek, Diyonisosçu Apolloncu olup çıkar.


Çeviren: Alp Tümertekin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder