Yunanlılar, insan kusursuzluğunu öyle çok sevmişlerdir ki
çeşitli görünüşlerini hiç dikkate almamışlardır. Mermerin beyazlığıyla değişmiş
o koyu renk yüze, o iri iri açılmış gözlere, titremesine kadar denetlenmiş o
ince ama etli dudaklara, kendi benzerime bir göz atıp geçerdim. Ancak bir
başkasının yüzü çok daha fazla ilgilendirdi beni. Yaşamımda önem kazanmaya
başlar başlamaz, sanat bir gösteriş bir lüks olmaktan çıkıp, bir tür kaynak,
yardıma koşan bir biçime dönüştü. O görüntüyü dünya benimsesin diye zorladım;
herhangi bir çalışkan adamdan ya da bir kraliçeden çok o gencin portresi
yapıldı. Başlangıçta, değişmekte olan bir biçimin birbirini izleyen
güzelliklerini heykellerle belgelemek istiyordum; sonradan sanat, yitirilmiş
bir yüzü canlandırabilecek bir tür gizemli işleme dönüştü. Dev boyutlarda
resimler, yücelttiklerimize duyduğumuz sevginin gerçek oranlarını belirtmeye
yarar: Yakından bakılan bir yüz kadar kocaman, korkulu düşlerdeki görüntüler ve
hayaletler kadar uzun ve ağırbaşlı, şu anılar gibi boğucu görüntüler olmasını
istedim. Kusursuz bir bütünlük ve kusursuz bir arılıkta direniyordum; kısacası,
sevenin gözünde yirmi yaşında ölen bir varlık olan tanrıyı istiyordum; tam bir
benzerlik, alışkın olduğum bir varlık ve güzellikten çok , sevilen yüzün düzensizliklerini
arıyordum. Kaşın kalınlığını, dudağın şiş eğmecini olduğu gibi korumak için ne
de çok tartışmıştık ... Yok olabilecek ya da şimdiden yok olmuş bir bedenin
varlığını sürdürebilmek için taşın sonsuzluğuna, bronzun bağlılığına inanmaktan başka çarem
yoktu, ama her gün asit ve yağ karışımıyla mermerin silinmesini, heykelin o genç
tenin yumuşaklığına ve pırıltısına benzemesini ihmal etmiyordum.
Yüzü kendine özgü bir yüzdü ama yine de onu her yerde buluyordum; tanrıları, cinsiyetleri, sonsuzluk niteliklerini, ormanların yiğit Diana'sıyla Bakhüs'ün kara sevdasını, cimnastikhanenin güçlü Hermes'i ile başı koluna yaslanmış eğilmiş bir çiçekmişçesine uyuyan iki yanlı Tanrıyı birbirine karıştırıyordum. Düşünceli genç bir adamın erkek görünüşlü Athena'yı ne denli andırdığını fark ediyordum yavaş yavaş. Yontu ustalarım biraz dağıttılar; fazla yetenekli olmayanlar çok yumuşak çizgiler verme ya da çok bilineni yapma yanlışına düştüler; ama yine de tümü düşü yakalamışlardı. Genç adamın, on beş ile yirmi yaşlarına uzanan, o değişen engin kır görüntüsünü yansıtan canlı resimler ve heykeller var; boyun eğen genç bir çocuğun ağırbaşlı yandan görünümü; Korintoslu bir yontu ustasının yakaladığı, eli kalçasında, düşük omuzlu, köşebaşında bir zar oyunu seyreder gibi bakan genç bir oğlan umursamazlığı, Afrodisiaslı Papias'ın mermere yonttuğu o narin, o kolu kanadı kırık, narcissus bedeni var. Aristeas, aman vermeyen bir taşa o egemen ve gururlu küçük kafayı benim buyruğumla yonttu. Ölümün damgasını bıraktığı, artık yaşama ait olmadıkları için paylaşamadığım gizlerle yüklü olan, o bilen dudakların, büyük yüzlerin çizilmiş bulunduğu ölüm sonrası portreleri var. Kartalı Antonianos'un ham ipek giysi içinde, bağbozumcusunun dost köpeğinin çıplak bacağına burnuyla sokulduğu biçimi kutsal ve gamlı bir gölgeye dönüştürdüğü yarı kabartma var. Kyreneli yontu ustasının yapıtı, zevkle acının aynı yüzde buluştuğu aynı kayada kırılan iki dalgayı andıran, o dayanılması güç maske var. İmparatorluk propagandasının bir kısmını oluşturan ve bir meteliğe satılan o küçük toprak heykelcikler: elinde meyveleri ve çiçekleri taşıyan yaslanmış bir genç kılığında Barışa Durmuş Toprağın Dehası.
108 - 111
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder