Bu eşsiz sanatçının yazıları ve yaşamı modernitemizi temsil
eden patoloji konusunda -sınır patolojisi- bizi aydınlatmaktadır. Dalgalı,
kenarı ya da kıyısı olmayan, her türlü hudut, sınır, tutarlılık fikrine yabancı
bir toplum olduğumuzu söylemek, sınır durumların yoğun biçimde olarak ortaya
çıkmasını anlamaya yetmez. Jim Morrison’un sınır konumu, onun mitolojisinin
kurulmasına katkıda bulunmuştur. Yaratıcı gücüyle olduğu kadar ölümcül
içgüdüleriyle de büyülemektedir. Önemli olan şey bu şairde belirgin bir
patoloji saptamak değil, onun varolma güçlüklerinin onu, hem yaratıya hem de
çevresindeki her şeyi yıkma eğilimine ve ender şiddette bir özyıkım
mekanizmasına nasıl yönelttiğini görmektir.
En azından görünüşte ölümden
çekinmeyen biri karşısında nasıl ilgisiz kalabiliriz? Morrison ölüler diyarının
salcısıydı, bir dünyadan ötekine, karanlık yanına, bilinmeyene, görünmeyene
geçen biri. Bu mitsel ülkeye, dünyanın asıl gerçekliğini göstereceği ve
eksiksiz mutluluğa erişilebilecek bu yalancı cennete erişmeye çalışıyordu.
Bu hayali ülke ile Morrison’un
bireysel ruh hali arasında kesişme noktaları muhtemelen vardır. O, kendi
içindeki bu mücevherin, onu aynanın öte tarafına, ön-yansıcı evreye, ayna
öncesine; anneden ayrımın açıkça oluşmadığı bir döneme, ideal bir dünyaya
inanmanın hâlâ mümkün olduğu bir döneme iten bu duyum ya da bu buluşmanın
peşindedir. Bu dönemin, kaynaşınalı olarak adlandırılan belli bir gerçekliği
kapsaması gerekir. Ama kaynaşmanın tersi de vardır ve çok sayıda kaygıyı
barındırır: yenilip yutulma, yok edilme, ötekinin içine alınma. Kaynaşmanın bu
iki çehresi, yani yutulma-tutku, kendinin ve yakınlarının yaşamını riske atan
sınır durumda yaşayan kişilerde görülür.
Bu delilikten kaçabilmek için Morrison
yaratının kıyılarında bir yol açabildi kendine. Kültürümüzün patolojileriyle
rezonans içinde, kendi çağını, kusurları, başıboşlukları ve açmazlarıyla modernitemizi,
kültürün majör imleyenleriyle geçirgenlik sayesinde, herkesten daha iyi temsil
etmeyi bildi. Böylece bunları yeniden ifade edebildi, sözlere tercüme edebildi,
müziğini yapabildi, sahnede yaşayabildi ve çağdaşlarına allak bullak edici bir
hakikat aktarmayı bildi.
Fantasmalarının imgelerine vücut
veren Jim Morrison, gün ortasında düş gören biridir. Ama bu fantasmalar,
Freud’un gayet iyi bildiği gibi, zamanlarla ustaca oynayarak, gerçek çevreyle
eklemlenirler: “Geçmiş, şimdiki zaman, gelecek; sanki bunları kat eden arzunun düz
çizgisi üzerinde dizilmiş gibidirler.”
Sınır durum, sembolik düzendeki
derin çatlakları ortaya çıkarır. Morrison’a göre onun tekilliği, kuşkusuz ki,
sanatını çağının kültürüyle böyle bir sintoni içinde ifade etmesine imkân
tanımış olan şeydir. Ama yazıda bulduğu sembolik koltuk değnekleri yalnızca bir
süre işlevsel olmuştur. Gerçekle ve hayalle kalıcı bir kenetlenme
olmadığından, bu koltuk değnekleri ona gerçeğin içinde istikrarlı bir dayanak
getirmeyi başaramamışlardır. Bağların kopması ve özkıyım süreçleri baskın
gelerek, ölüm itkisinin yeraltında ama korkunç derecede etkili çalışmasına
tanıklık ederler.
Düzen çocuğu Morrison daima
dengesizlik içinde yaşadı, kaosa ve düzensizliğe içgüdüsel bir eğilim gösterdi.
Onun meteor yazgısı
modernitemizin açmazları bakımından simgesel niteliktedir.
Onun içsel çatlaklarının, sınır
durumdaki kahraman tutumunun, uygarlığımızın gizli hakikatinin kalbini, dile getirilemez
terörlerini, bastırılmış sırrını kavramasına imkân tanıdığına kuşku yoktur.
Çünkü, bir dönemin patolojisiyle rezonansın ötesinde, Morrison, aşk, ölüm ve
yaşam üzerine sorgulamaları içinde insanlığın çağlar boyunca yaşadığı endişe
ve kaygılarını ifade etmiştir. Kitleler bunun karşılığını ona gayet iyi verdi,
çünkü onu idol haline getirdikten sonra, modernitemizin kahramanı mertebesine,
aklı başında bir dünyanın sunağında kurban edilen, kültürün lanetli evladı
mertebesine yükseltti.
Morrison dolu dizgin haz arayışıyla yalnızca imkânsıza
vardı. Morrison öznel başıboş dolanmaları, kişisel sembolik çatlakları
sayesinde, başka yerde, yani kitlenin içinde, uötekiler”i, çağdaşlarını,
bir dayanak noktasını buldu. Ama bu nedenle, onun yaratısı doğrudan doğruya
bizim çağdaş dünyamızın sembolik boşluğuna; etik bir ölçütü artık olmayan,
otoritenin ve baba yasasının çatlakları dolayısıyla sembolik aktarımdaki
başarısızlıkları temsil eden tüketimcilige gönderme yapıyordu.
*
Kahramanın Sınır Durumu
Didier Lauru
*
Kahramanın Sınır Durumu
Didier Lauru
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder