GİRİŞ
Gerçeküstücülük ve Hayat
Enis Batur
Gerçeküstücülük
katalogunun en gizemli, en vurucu kişilerinden biri, belki de önde geleni:
Jacques Vache. Bıraktığı tek iz: Birkaç mektup, bir-iki çizik. Breton’u da, Aragon’u
da dipten çarpmış bir kişilik, önerisi açık: “Ciddiye alınacak" birşey yok
yeryüzünde. Sanat: Gabilerin ilgisini çekebilecek bir uğraş. Keyfine göre
askeri üniforma ve rütbe değiştiren, kalabalığa silah çekmekten
“hoşlanan", birlikte olduğu kadınla yalnızca birlikte uyumayı erdem sayan
bir savaş kazazedesi. 1916’da tanıyor onu Breton: Dada’ yı, gerçeküstücülüğü
duyamadan çekip gidiyor dünyadan: Deneyimli bir esrarkeş olmasına karşın 40
gram haşhaş yutuyor. Aynı odada, onunla aynı yazgıyı paylaşanlar bulunuyor.
Breton'a kalırsa, Vache’nin son şaka'sı bu.
Breton’a,
Aragon’a, Fraenkel'e gönderdiği mektuplar “Savaş Mektupları" başlığı
altında ilk kez 1919'da yayımlanıyor. 18 Temmuz 1917’de yazdığı mektup,
şüphesiz en karakteristik olanı: “Sanat yoktur herhalde -gene de yapılıyor- bu
böyle olduğu ve başka türlü olmadığı için - ne yaparsınız” diyor Vache; şairi
öldürmek gerektiğinden söz açıyor; Mallarme’yi, Apollirıaire’i, Cocteau’yu
tanımıyor, “ibliscil bir lirizme saplanmadan cinayet türünden eğlenceli
deneylere girişen ve hiçbir şey okumayan” Lafcadio bir yana kimseyi bağışlamayan,
acımasız bir bakış geliştiriyor sık sık dalga geçtiği “modernist”ler üzerinde:
“Moruk” Baudelaire’i çürüğe çıkartıyor, Reverdy'den şahir diye dem vuruyor,
Aragon’un kendisine gönderdiği şiirleri okumuyor bile, “
13X18'lik fotoğraf makinaları gibi ağzı açık yaşamakla yetiniyorum”, bu
konudaki tek yorumu.
Vache’yi,
kısa kesmeyi seçtiği yaşamını, yaşadığı komiğin içinde barınan köktenci
trajiği bir başına ele almak çözüm getirmiyor. Bu aykırı ve ayrıksı örneğin
genel olarak gerçeküstücüler üzerindeki gizemli etkisini, özel olarak
Breton-Aragon İkilisine yaşattığı sürekli karabasanı düşünmek gerekiyor.
Gerçeküstücülüğün
kanımca hızını bir hayli yitirdiği bir dönemde yaptığı ve akımın serüvenini
kendi serüveni içinden aktarmayı denediği bir dizi radyo konuşmasının ilkinde,
Andre Breton, birbirileriyle uzlaştırılamayacak iki tavrın insanının üzerinde
yaptığı somut, bağlayıcı etkiden söz açar: Vache ve Valery.
Valery:
Asri Zamanlar'ın tekvininde ve ortasında Batı kültürünün en klasik moderni olma
niteliğini kazanan bu ürkütücü ustayı; matematik ve şiir, musiki ve mimari,
Leonardo ve Goethe arasında salınan, Mallarme'nin attığı bu zarı Vache'yle
karşılaştırmanın güçlüğü ortadadır İfade'nin saltık boyutuna erişme yolundaki
Odissea'sında, gökçe yazınların bütün doruk-yapıtlarını kendi yazısına süzmeye,
geleneğin altın ortalamasını zaptetmeye çalışmıştır Valery. Bu erişilmesi güç
hedefin, “Monsieur Teste” sonrası elinden kaçıp gittiğini düşününce de 25 yıl
susmuş, Vache’nin yolun başından önce yadsıdığını, o, yolun sonundan sonra
yadsımıştır.
Gerçeküstücülerin
önündeki iki uç- -model, akımın ana sancısına da yön verecektir. Dada
yıllarında yalnız yerleşik değerlere ve kök salmış dizgelerin bütünlüğüne
değil, sanata ve estetik nabza da savaş açan topluluğun başını çeken Aragon,
yıllar sonra yazılı geleneğin köklü değer ve biçimlerine (onları dönüştürme
yolunu tutmak için de olsa) sahip çıkacaktır. “Manyetik Alanlar”ın töretanımaz
büyücüsü Breton'un “Nadja”da düzyazıya yüklediği klasik soluk için de aynı
yaklaşım geçerli sayılabilir aslında: Yerleşik dili ve anlatımı bozguna uğratma
dürtüsü onda ne kadar canalıcı bir önem taşımışsa, yetkinlik kazanma güdüsü de
bir o kadar dengeleyici bir tavır taşımıştır.
Kimdir
gerçeküstücüler arasında Vache kutbuna yakın bir yol izleyenler? Rigaut, Cravan
ve bir ölçüde Rene Crevel: Üçü de ‘yapıt’ sayılabilecek bir toplam bırakamadan
intihar kuyusuna dalmış, Rigaut ve Cravan kendi yazdıklarını alaya almayı
savsaklamamışlardır. Şüphesiz onlarsız düşünülemezdi gerçeküstücü hareket: Ama
onlarla da kurulamaz, gerçekleşemezdi. Şiirde Peret’den çok Aragon ve Char,
düzyazıda Tzara’dan çok Breton ve Gracq, resimde Picabia'dan çok Emst ve Dali
sürekli, doğurgan ve yol açıcı olmuşsa, bunu İkincilerin geniş ölçüde geleneksel
birikimden yararlanmaları sağlamıştır. Gökçe yazınlara, klasik yazının oturmuş
yasalarına ve yasaklarına toplu bir başkaldırı darbesi indirmiştir gerçeküstücüler,
tartışılmaz bu. Öte yandan, geçmişin ağdalı, tutucu buldukları kültürel
deposunu havaya uçurma projesinde gene geçmişten toplarlar barutu: Rimbaud ve
Lautreamont, Blake ve Sade, Bosch ve Paracelsus bu katalogun önde gelen
isimlerinden yalnızca birkaçıdır. Breton, sözkonusu radyo konuşmasında,
Vache/Valery kutuplarında belirlenen yıkma/kurma denkleminin gerçeküstücüler
için taşıdığı önemi bütün açıklığıyla ortaya vurur: Bir
yanda Batı kültürünün temeline dinamit yerleştirme güdüsü, öte yanda, Mallarme
sonrasında “yazın’ın son olabilirlik noktasına konan Valery’nin yetkin olan’la
yüzyüze gelme savaşı eşit çekicilikle kurcalar onları.
Bir
bireşim, bir ‘terkip’, bir ‘altın oran’ arama serüveni midir gerçeküstücülük?
Şüphesiz değil: Tek tek yazarların ve sanatçıların gelişim çizgileri bu sonucu doğrulasa
bile (ki birden fazla örnek için bu da sözkonusu edilemez kolay kolay),
hareketin kendisi için uzlaşma anlamı taşıyabilecek bu soy bir yönseme,
etkisini yitirmeye başladığı 1930’larda dahi görülmemiştir. öyleyse?
“Traite
du Style”i 1929’da yayımlar Aragon. Bu kitaptan başlayarak, önce kinci bir alay
dozuyla, sonra da açık bir hesaplaşma dürtüsüyle klasiğe, geleneğin sınanmış
dokusuna sokulur. Bu, zamanla, kaçınılmaz bir alaşıma varmasına yol açacaktır.
Kaldı ki, Valery’nin konumu, burada da ışık tutmaktadır dengeden beklenene:
Breton, 1914’de şairi tanıdığında Eliot’a hak verir: Karşısında düpedüz
“derinlemesine yıkıcı, hatta nihilist” bir yapıcı, “Monsieur Teste” ile kurulbilir-olan’ın
doruğuna, bunun için de yıkmayı-kesinleme’nin eşiğine varmış birini
görmektedir İki yıl sonra, Vache’yle tanıştığında onu “Monsieur Teste'in torunu”
olarak tanımlaması bu tuhaf, zor yakalanır dengenin, bu keskin denge duygusunun
ürpertici bir özeti değil midir?
Gerçeküstücü
akım, yayıldığı geniş coğrafyadan geçmişin kültürel haritasına olanca ağırlığıyla
mıhlanıp geçerken, sanatın genel çehresini geridönüşsüz biçimde
değiştirmişse, bunun en büyük payı sözkonusu dengede, iki uç kutubun buluştuğu
o zor yakalanır noktada, kırma ve kurma fiillerinin içiçe girdiği anlaşılmaz
bir geometride aranmalıdır.
II
Bu
noktaya yeryüzü duruşunun ana odağı, diyorum ben. Bir yanda kaçınılmaz
devriliş, öte yanda kaçınılmaz dikleniş. Vache, Rigaut, Crevel, Cravan,
Roussel, Sadık Hidayet ve Jean Pierre Duprey intiharı seçmek zorunda
kaldılarsa, bunu arkadaki birikimden soyutlamak güçtür: Cephe faciası, savaş
sonrasında Avrupa' da bütün cephelere sıçrayan bir kıyamet tablosu
oluşturmuştu. Öyle ki, 1918’de kıta, Bosch'un tablolarındaki allegorilerin bir
bir gerçekleştiği bir kronik karabasandan ayırdedilmez hale gelmişti. Dada bu
ortamda, bu ortama doğmuştur. Onun için de bir sanat hareketi olmaktan çok,
sakatlanmış hayata sıkılan son kurşun, bir coup de grace operasyonudur. Breton-Aragon
İkilisini ve arkadaşlarını Tzara’ya kısa süre için bile olsa can simidi gözüyle
baktırtan, kan çanağı Avrupa'nın riyakar, çifte standarda dayanan temeline
onun dinamit döşeme kararlılığıdır. Dada, sömürmüş ve semirmiş burjuvazinin,
güç ve altın paylaşımı uğruna döktüğü kanla, Antik Yunan’ dan bu yana sanatı ve
sözde hümanizmi de suladığını biliyordu: Bu nedenle yaratıcılık efsanesine
prim vermek istemedi.
Sığınılabilecek
tek burcun da elden sıvışıp gitmesidir, devrilmeyi kaçınılmaz kılmış olan.
öte yandan diklenmek, diklenişi süreğen kılmak da yeni biçimini arıyordu. Gaudel’e yazdıkları açık mektup, gerçeküstücülerin bu bağlamdaki asgari müştereklerini belirler: “Domuzlardan ve köpeklerden oluşan bir ulusun hem diplomatı, hem şairi olunamaz”. Vache’nin karşısında Aragon’u, diyelim ki programını böyle görmek gerekiyor.
Aragon,
bir tek o, kişisel ve toplu devrilmelerin ortasından inanılması güç bir
dirençle son-uç’a kadar diklenerek gidebilmiştir. Bazı intiharları önceden görüp
susmuş, bazılarına katılmanın eşiğine gelmiş, bazılarında da sorumluluk
yüklenmeyi göze almıştır. Mayakovski ve Crevel’den, Prag ve Budapeşte’den söz
ediyorum. Ama törel bir vurguyla değil: Bu duruş, bu arada-duruş, düpedüz bir
varoluş inadıdır onda. Dengesini hemen hep zıt konumlarda koruyabilmiştir
Gerçeküstücülüğün en korkusuz kalemşörü gerçekçiliğin en çiğ örneklerini
verebilmiş, bir eliyle Matisse’in renk yelpazesi üzerine dev bir kitap kaleme alırken
öteki eliyle “SSCB Tarihi” yazmış, özgürlüğünü herşeyi üzerinde tutarken
Parti’ye herşeyini vermiş, Elsa’ya sonsuz bir tutkuyla bağlanırken eşcinselliğini
yaşamıştır. İkilemlerin değil, ikiliklerin bir arada yaşama serüveni okunur
Aragon’ da.
Gene
de, ondaki direncin mayasını bağlanma/vazgeçme kutupları arasındaki gelgit
üslubunda didiklemek gerekir. Dıştan bakıldığında Gerçeküstücülüğe, Parti’ye,
Elsa’ya bağlanma yoğunluğu, biraz kolaycı bir değerlendirme yoluyla “babasız
doğmuş” birini konumlamamızı sağlayabilir şüphe yok ki. Oysa Aragon’un asıl
bağlanma noktası, onu devrilmekten alıkoyan yazı, yazısıdır Je chante pour
passer le temps.
Bir
çırpıda yazdığı romanın 1000 sayfayı aşan elyazmalarını törenle yakarken de,
Mecnun cübbesinin içinden Elsa’yı anıtsal bir şiire dönüştürürken de, iki uçta
yazıyla dener varoluşunu: Yokediş ve yoktan varedişin her an yanıbaşındadır.
Budapeşte’den sonra bir kez daha intiharın etrafında fırdöner ama, artık Mayakovski’nin
kayığı görünmeyecek kadar kıyıdan uzaklaşmıştır.
Kelime
kolay görünür, görünmesin: Aragon hayatının çeşitli dönemlerinde uzlaşmayı
seçmiştir. 1920’li yıllarda itin götüne soktuğu ülkesini ve ulusunu, Direniş
döneminde “şairin onuru” ile temsil etmeyi üstlenmesini (Peret’nin yanıtı ağır
olacaktır: “Şairlerin Onursuzluğu”) bir konjonktürel gözden geçirme saymak eldedir,
ama 1932’de, birkaç gün arayla Troçki ve Stalin, gerçeküstücü hareket ile FKP
arasında gidip gelmesi, Elsa ile ilişkisinden sahte bir efsane yaratılmasına
göz yumması belki de, ilk 1925’de yayımlanan “Yaşam Boyu Hareket” ile açıklanabilecek
türden bir davranış mantığıydı.
Yalnızca
yazdıklarıyla değil, yaşadıklarıyla da Gerçeküstücü bireyin bütün
kararlılıklarını, küşüm ve çelişkilerini simgelemesi bundandır. Dadacı birey,
burjuva sınıfının hiçbir değeriyle hizaya gelmeye yanaşmadığı için hayatın ağır
yükünü çekememişti. Oysa gerçeküstücüler, öz yıkımı da beraberinde getirecek
bir yıkım programına baştan karşı çıktılar. Her şeye rağmen, dünyanın ve insanın
değiştirilebileceğine, kısacası, farklı tanımlara dayansalar bile: Devrim’e inanmışlardı.
Aragon bir tek vakit doldurmak için şarkı söylemedi: Yazdıklarıyla bir başka
çağa, daha iyi bir yeryüzü duruşuna hak kazanmaya, içine doğduğu karanlığı
delmeye gitti. Yanıbaşından kayıp giden yıldızlarla sürükleneceğine, daldan
dala tutunmaya çalışmış olmasını bu gerekçe yönlendirmiş olsa gerekir.
Max Ernst - Arkadaşlarla Randevu:
Seated from left to right: Rene Crevel, Max Ernst, Dostoyevsky, Theodore Fraenkel, Jean Paulhan, Benjamin Peret, Johannes T. Baargeld, Robert Desnos. Standing: Philippe Soupault, Jean Arp, Max Morise, Raphael, Paul Eluard, Louis Aragon, Andre Breton, Giorgio de Chirico, Gala Eluard
III.
Francis
Ponge, gerçeküstücülerin en özgünlerini iki teğet noktada bulur: Artaud ve
Marcel Duchamp. (Kendi payıma, hareketin dışından Raymond Roussel’i onlara
eklemek isterim). Nedir ortak yönleri? önce: Tükenmek nedir bilmeyen bir
arayış süreci içinde yaşamaları. Sonra: Hiçbir ortak noktadan geçmemiş
görünmelerine karşın, aynı noktaya ulaşmış olmaları.
Maymuncuk,
Jacques Riviere’e mektuplarda, kısacası ilk “ürün”lerdedir: Artaud ile ifade
arasında aşılmaz bir engel vardır. Dilegelen’de dilegetiremeyiş okunur. Onun için
de Artaud’nun sözü son-eşikte takılmış bir kuduz halini taşıyacaktır. İstediği
kadar yazın türlerinin arasında dolaşsın, benimseyeceği tek yazı biçimi
mektup’tur. Tiyatrosuna ise tek bir dil egemen olur. Gövdeninki. “Dilim, dilim,
hassiktir dilim” diyen sesinde eğretileme aramak boşuna: Anlam’dan İfade’ye,
Dil'den Dilegeliş’e bütün köprüleri çökmüş birinin durmadan sancısını aktarma
kaygısı kazılıdır Artaud’da: İletişim’in (banyo edilirken) yanmış bölgelerinde
yaşar genellikle, aktarmak istediği sancılı anlam.
Delinin sözü ve edimi gerçeküstücüler için
büyülü bir boyut taşımaktan çok, ulaşılması zor bir gerçeklik diliminden seyirten
anlam dokuları taşıması bakımından canalıcı önem barındırıyordu. Gene de, ne
olursa olsun, farklı bir odaktan çıkıyordu o söz, o edim. Nietszche ve
Hölderlın (birkaç önemsiz örnek bir yana) susmuşlardı, eşiği aştıktan sonra.
Stnndberg ya da Van Gogh'la ilgili kesin bilgiler yoktu ellerinde. Bütün bu
örneklerin arasında Artaud bir ürpertiydi: Ne bu yakadaydı tamtamına, ne de
öteki yakada. Dile getiremiyordu belki, ama dilegeliyordu.
1925’de
kurulan “Gerçekustücü Araştırmalar Bürosu”nu Artaud’nun yönlendirmesinin
hareketin tonunu deştirdiğini Breton kabul etmiştir. “Dolaşırken şimşeklerin
arasıra deldiği bir kara roman peyzajını ardısıra sürükleyen" bu öfkeli
adam, kollektif metinlere bile mührünü vurmakta gecikmez: “Avrupa Üniversitelerinin
Rektörlerine”, “Papa’ya”, “Tımarhane başhekimlerine" mektuplar birbiri
ardına patlak verince dengenin bozulduğunu düşünen Breton olaya ve yönetime
el koyar: Artaud, akımın dışında bırakılacaktır. Çekilmeden, “Gerçeküstücü Blöf" ile vurur
son bir defa. Sonra da trajik yoluna devam eder.
Sinir
Terazisi”ran bir kefesinden ötekine, Ruh’un çıkarttığı bütün sesleri karşılama
telaşını yaşamıştır Artaud. Arayışının en verimli dönemi sayılamaz,
gerçeküstücülere katıldığı yıllar. Rodez'e kapatıldığında yazdığı mektuplar,
ondan da çok 401ı yıllara biriken “Van Gogh ya da Toplumun İntihar Ettiği”
türünden metinlerde açığa çıkar asıl iletişimsizlik uçurumu. Geri durmaz
oysa: Zaman zaman, hatta sık sık dilin ucunu kaçırsa bile, sözümona Meksika
yerlilerinin diline sığınarak seslenir. Breton ve arkadaşlarının
imrenecekleri bir zorbalıkla, çetrefil bir yabancı dili öğrenircesine gerçeği
sökmeye durur. Kelimelerle oynamamış, imge kurmaya yüz sürmemiştir hiç: İndiği
koyu çukurlardan, çıktığı uğultulu yükseklerden algıladıklarına iyi-kötü elindeki
sakat araçla erişmeye çaba göstermiştir. Bu açıdan bakılırsa, Artaud’da üslup
topu topu gayret'tir: Birbirine tutunamayan kelimelerle, elinden sıvışıp giden
sözdizimini denkleştirmeye çalışırken kekeler, dağıtır, sürçer ama susmaz. Yer
yer dokunulması olanaksız görünen bir düşünceye bunun için değdiği görülür.
Kataloğa
kuyruklu yıldız gibi bir uğrayıp gitse de, Artaud’nun trajik çığlığı
gerçeküstücülerin kafasında yer etmiştir. Sahiciliği, belki de arayışlarındaki
rasyonel tavrı zedeleyecek ölçüde taşkın, ürkütücü gelmiştir onlara.
Düşlerde, uyku dünyasında, kendiliğinden yazıda, Batının kurumlarına
başkaldırılarında Artaud'da olmayan bir sınır, bir öz-denetim güdüsü, herşeye
rağmen bir adab-ı muaşeret vardı.
Aragon’un
tersine, hiçbir şeyle uzlaşamadı Artaud. Kendisini elektroşoklarla yıldıran
hekimlere gösterdiği boyuneğişteki aşırılık bile bir ısırma hazırlığından
başka birşey değildi. Ama Vache ya da Rigaut kadar onulmaz bir umutsuzluğa da
yenik düşmedi. Neredeyse insanüstü bir enerjiyle, büyük bir olasılıkla hiçbir
dostunun hiçbir zaman yüklenme cesaretini gösteremeyeceği ölçüde acıyı üstlendi.
Dişleri söküldü, beyni zedelendi, köpek gibi yalnız bırakıldı ama aramayı
sürdürdü.
IV
Ve
Breton: Gerçeküstücülerin Papası olarak anılmakla birlikte, temelde onların
Babası: Gülümseyen otorite. Aileyi kuran, kardeşleri ve oğulları toplayan,
örgütleyen, yönlendiren, dağıtan kabile reisi. Yaratıcı yeteneklerinden çok
bulgulayıcı dehası ile konumunu tartışılmaz kılmıştır. Herbiri değişik bir yöne
fırlamaya aday göktaşlarını, başka hiçbir sanat akımında görülmemiş bir süre
için (neredeyse yarım yüzyıl) birarada tutmuş olmasını keskin strateji
bilgisine ve doğru karar verebilme yetisine borçludur. Buna rağmen, yolun
sonuna gelmeden hemen bütün oğullarını yitirdiyse, nedenini otoritesini
ayrılıktan yana kullanmış olmasında aramamak gerekir: Bretonu’un harekette
öncülüğü baştan sona götürebilmesi, merkezde kalıp gücü paylaşmasından
kaynaklanmıştır.
Breton’un
tuttuğu canahcı yeri anlamak için, topluluğun etki alanlarını ve dünyaya
koyduğu tavırlar bütününü göz önüne getirmek yeterli. Yazınsal düzlemde:
Kendiliğinden (otomatik) yazı ile ilk ürünleri Soupault’yla birlikte kaleme alıyor
“Manyetik Alanlar”. Litterature dergisiyle, Dada’dan kopuşu hızlandırıyor,
sonra da akımın ilk Manifesto’sunu yazıyor. Evinde, Desnos’un “uyku seanslarını
başlıyor. “Gerçeküstücü Araştırmalar Bürosu'nun açılışını örgütlüyor. 1925
sonunda, ilk “Gerçeküstücü Resim” sergisinin düzenlenişine ön ayak oluyor. 1927
başlarında Aragon ve Eluard’la FKP’ye kaydoluyor. Hareketin ilk on yılının kaba
dökümü bu. Görüldüğü gibi, sanatsal etkinliğin ana odaklarını saptayan da,
akımın siyasal seçimlerini belirleyen de Breton’dur.
1930’lu
yıllar, Avrupa için yeni bir tufanın habercisidir. İtalya, Almanya ve Ispanya’da
tırmanışa geçen Faşizmin karşısında, aydınların ve sanatçıların küçümsenmeyecek
bir bölümü 17 Devrimi’nden bu yana yoğun biçimde ilgilerini çeken sosyalist
dünya ile daha sıkı bir dayanışma hareketinin arayışı içine girerler. Breton,
bir yandan Faşizme karşı açık ve etkili bir siyasal karşıduruşu desteklerken,
bir yandan da komünistlerle ilişkisindeki ince dengeyi kollamak durumunda
hisseder kendini. Sanatı, siyasal bir mekanizmanın aracı haline getirme yanlış
Stalin'ciliğin önünde, net bir biçimde Troçki’den yana ağırlığını duyurur. İki
önemli yandaşını, Aragon ve Eluard’ı bu nedenle yitirecektir.
Savaş
ve işgal ayrı bir kopuşun başlangıcını oluşturur. Bir süre sonra ABD’ ye göç
etme yolunu seçen Breton, orada, Duchamp ve Emst’le birlikte VVV'yi yayımlar ve gerçeküstücü
etkinliğini sürdürür. Daha önce Troçki’yle ilişkilerini somutlaştırmış ve
gerçeküstücülüğün siyasal stratejisini apaçık ortaya koyan önemli metinler
kaleme almıştır ya, Fransa’da kalan ve akımdan çoktan kopmuş ya da bağlarını
gevşetmiş pek çok eski dostunun gözünde bu duruş'un kaydadeğer bir önemi
kalmamıştır.
1945
sonrasında, gene tutkulu ve tutarlı, akımın alanını genişletmeye çabalar. Ama
Paris sokaklarında ve kahvelerinde artık Sartre ve arkadaşları spot altındadır.
*
Ne
olursa olsun, hiçbir sanat akımı, ne Dışavurumculuk, ne de Gelecekçilik,
Gerçeküstücü hareket kadar yaygın, etkili, uzun soluklu olamamışsa, bunun nedenini
biraz da Breton’un önder kimliğinde aramak gerekir. Gerçeküstücülük Aragon,
Eluard, Char, Desnos gibi büyük şairler; Roussel ya da Gracq gibi önemli
yazarlar; Ernst, De Chirico, Dali, Duchamp, Magritte gibi çağımıza damgasını
vurmuş ressamlar; Bunuel ve Man Ray başta olmak üzere birkaç özgün sinema ve fotoğraf
ustası çıkarttı bağrınan.
Mührünün
bu kadar koyu ve kalıcı olmasını en fazla Andre Breton’a borçludur. Onda
Vache’nin köktenci nihilizmi, Aragon’un yaratıcı mayası, Artaud’nun trajiği
göğüsleyişi, belki de bir tek kendisinde varolan özel bir bireşimci yetenek ile
buluşmuştu.
Gerçeküstücü
sıfatı, ilk kez 24 Haziran 1917de sahneye koyulan Les Ma- melles de
Tiresias'da Apollinaire tarafından kullanılmıştı.
70 yıl sonra hala manyetik alanındayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder