“Orada her şey, hattâ sema bile yeni idi”
(...) Vatanın âfâk-ı siyasiyesi
karardıkça bizim de gözlerimiz dönüyor ve beynimizin içinde şiddetli
fırtınalar esiyordu. Her şeyden nevmîd idik. Abdülhamid de günden güne
mezâlimini arttırıyordu. Fakat biz teşebbüslerimizi o nisbette tezyid
edemiyorduk. Memlekette bir ihtilaf hareketinin başına geçecek bir kimse yoktu.
Zahiren muhalif görünenler de bu yüzden bir külah kapmak amelinde idiler.
Ortalık casuslarla dolmuş, bütün ümit kapıları kapanmış ve bu elîm vaziyette
yaşamak imkânı kalmamıştı. (...) Yanıp tutuşuyorduk. Fakat ne yapacağımızı da
bilemiyorduk. Nihayet, yine Fikret bir çare buldu: Bu memleketten hicret etmek!
Göç fikrinin başlangıçta
kimin tarafından ortaya atıldığını hatırlayamadığını söyleyen Hüseyin Cahid’in
aksine Halid Ziya, Kırk Yıl adlı hatıratında devrin ağır siyasî şartlarına
temasla birlikte, Hüseyin Kâzım gibi bu girişimi, topluluk içinde siyasî
şartlardan en çok şikâyet eden Tevfik Fikret’in başlattığını söyler:
Hakikatlerin teşkil ettiği muhitte barınamayan, onların
müfrit hassasiyetine çarpındığı elemleri nefsine sindirmek kuvvetini bulamayan
Fikret, nihayet buradan kurtulabilmek çaresini muhâl bir hayalde bulunca,
aynile kederlerini sekrin muğfil neşveleri içinde boğanlara mahsus bir kendi
kendini aldatışla âdeta bahtiyar oldu. Nazarında onu inciten, kudurtan ne
varsa sanki bir efsunla silinmiş göründü; İstanbul ve onun içinde, arkasında,
ötesinde ne kadar mesâvî ve levsiyat buluyorduysa bunlar hep bir nisyan bulutunun
altına saklanmış oldu; artık onun rü’yet ufkunda yalnız bir hayat sahası, bir
saadet köşesi vardı; ve orada muradına göre bir âlem icad edecekti: Yeşil
Yurd!..
Hüseyin Cahid Yalçın da bir makalesinde bu konuyla
ilgili olarak şunları söylemektedir:
(...) O zamanlar, genç ve idealist ruhlar arasında en
tükenmez, en tatlı sohbet mevzuu istibdat devrinin zulümleri idi. Kâzım’ın
Haydarpaşa’daki konağında, bizler için hazırlanmış kabarık yatakları ihmal
ederek, sabahlara kadar, göz kırpmadan, Abdülhamid zulmüne karşı konuşmalarımızın
hararetini hâlâ hatırlıyorum. Bir ateş parçası gibi, o selis ifadesile,
etrafındakileri oluşturan o coşkun Hüseyin Kâzım şimdi nerede! Yavaş yavaş, bu
nazarî tazallümler, dertleşmeler maddî bir tasavvur etrafında tebellür etmeğe
başlamıştı. Memleketi terkedip Nouvelle- Zelanda adasına hicret edecektik.
II. Girişimde ilk adım: Yeni Zelanda
Bir
gün Hüseyin Cahid ile Tevfik Fikret Dr. Esad Paşa'yı ziyarete giderler. Sohbet
esnasında her zaman olduğu gibi konu Istibdad'dan açılır ve çare olarak da
çoluk çocuk topluca İstanbul’dan göç etmeye karar verirler.
Başlangıçta,
henüz nereye ve nasıl gidileceği konusunda kesin bir fikirleri yoktur.
Gidilebilecek yerler konusunda bilgi toplama görevi Tevfik Fikret tarafından
Mehmed Rauf'a verilir.
Mehmed
Rauf, Mekteb-i Bahriye’den mezun bir bahriye yüzbaşısı olarak bir denizcilik
lisanı olan İngilizceyi de bilmekte ve vazifesi gereği yabancı subaylarla
irtibat halindedir.
Bunlardan
biri de İngiliz gemisi İmogene'in süvarisi Kaptan Bain’dir. Tevfik Fikret'in
isteği üzerine görüştüğü Kaptan Bain İngiltere’den birçok insanın Yeni Zelanda'ya
göç ettiklerini ve bu adanın onların düşündükleri gibi bir hayata çok elverişli
olduğunu söyler. Kaptan Bain, bu ada ile ilgili broşürler de getirtebileceğini,
bunlar sayesinde ayrıntılı bilgilere sahip olabileceklerini söyler. Broşürler
geldiğinde bunları arkadaşlarına Mehmed Rauf tercüme eder ve Yeni Zelanda, göç
fikrini destekleyen bütün arkadaşları tarafından beğenilerek uygun görülür.
Hüseyin
Cahid girişimlerinin bu ilk günlerindeki heyecanını ve oradaki muhayyel yaşama
tarzları hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirmektedir:
(...) Buraya herkes refikasile birlikte
gelecekti.
Bir sosyalist cemaati halinde yaşayacaktık. Aramızda
mülkiyet prensibi değil uhuvvet prensibi hüküm sürecekti. Birbirlerimize karşı
hakikaten bu kardeşlik hissini kalbimizde duyuyorduk.
Hüseyin Kâzım Kadri, Yeni
Zelanda’ya göç için para biriktirmeye başladıklarını söylerse de bu girişimin
maddî imkânlarını Esat Paşa sağlayacak, hattâ Hüseyin Cahid ve Hüseyin Kâzım
Kadri Beyler keşif için Yeni Zelanda'ya gidecekler, oradan gönderecekleri
bilgilere göre bu tasarıları derhal hayata geçirilecektir:
(...) Muhaceret seyahati için icabeden parayı Esat
Pasa bulacağını söylüyordu. Ankara civarında ailesine ait büyük bir çiftlik
varmış, içinde iki gün dolaşılırmış. Bu çiftlik satılacaktı, parası
Nuvelzelanda’ya gidecek Türk kolonisinin sermayesini teşkil edecekti. Ada
hakkında propaganda risalelerinin verdiği malûmat ile iktifa etmeyerek bir kere
kendi gözümüzle de görmek için Hüseyin Kâzım’ın ve benim arkadaşlardan evvel
yola çıkarak bir keşif yapmamız bile düşünülüyordu. Bu tasavvur ortaya atıldıktan
sonra, uzun bir müddet tekmil hulyalarımızın zeminini hep bu yeni hayat teşkil
etti. Benim “Hayat-ı Muhayyel” işte bu tasavvurun mahsulüdür. Hikayedeki: “Orada her şey, hattâ sema bile yeni idi”
tarzındaki cümle İstanbul muhitinden bittabi hiç görmediğimiz “nısf-ı küre-i
cenubî” semasına bir ima teşkil eder.
Halid Ziya Uşaklıgil de Kırk
Yıl adlı hatıratında, Hüseyin Cahid’in Hayat-ı Muhayyel adlı eseriyle
topluluğun kurmaya çalıştıkları hayalî beldeyi bir “hulya yuvası’na benzeterek
bu fikrin topluluğu nasıl sarhoş” edercesine tesiri altına aldırdığına dair
şunları söyler:
(...) Hüseyin Cahid’in “Hayatı Muhayyel” kitabile
edebiyat cihanında dâima hazaretini muhafaza edecek olan yeşil yurd herkesçe
bilinen bir hülya yuvasıdır. O zaman yaşıyabilmek için mevcudiyetini mutlaka
bir ümide bağlamak ihtiyacında olan ve nihayet bütün manasile bir şair olan
Fikret için bu hülyanın âdeta maddiyet, fi’liyet kesbetmiş bir hakikat
kuvvetini almasına hiç şaşmamıştık; fakat bunun peşine aramızdan başka
takılanlar da olduğuna bakınca, ben kendi kendime, acaba onu oyalamak,
hayalinde açılan ümid dünyasını söndürecek bir hakikat nefesi üfürmüş olmamak
için mi mümaşat ediyorlar diye düşünür, ve nihayet müşfik bir dostluk demek
olan bu iğfali ma’zur, hattâ makbul bulurdum. Nihayet anlaşıldı ki onun sekri
havasının intişarı dâiresine girerek onlar da sarhoş olmuşlardır.
Bu fikre kendini en fazla
kaptıranlar ise Tevfik Fikret ile Hüseyin Cahid’dir. Hattâ, Hüseyin Cahid’in
aktardığına göre Yeni Zelanda’da ne zamana kadar kalınacağı hususunda aralarında
fikir ayrılığı bile başgöstermistir:
(...) Nuvelzeland teşebbüsünde yalnız bir noktada
Tevfik Fikret ile aramda bir ihtilâf çıkıyordu. Fikret, ilelebet adada
yerleşmek ve hiç memlekete dönmemek fikrinde idi. Ben:
— Hayır, diyordum, Abdülhamid ölür de
memlekette meşrutiyet teessüs ederse Nuvelzeland’da kalamam, mutlaka buraya
dönerim!
Fikret bunu bir nevî oyunbozanlık addederek
kızıyordu. Hele o zaman gelsin düşünürüz diye bu ihtilâfın halini ileriye
bırakıyorduk.
Sonuç
olarak, Serveti Fünun edebî topluluğunun önde gelen simaları tarafından ortaya
atılan bu, uzak bir beldeye gitme özlemi başlangıçta belirsizdir. Mehmed Rauf,
İngiliz bir kaptan vasıtasıyla o yıllarda göçmen kabul eden Yeni Zelanda’ya
gitmeyi teklif etmiş ve bu fikir kabul görmüştür. Halid Ziya Uşaklıgil’in
Seylan adasından bahsetmesi ise sadece bir yanılma sonucudur. İlk girişim
sonuçsuz kalınca, bu defa Manisa’nın Sarıçam köyüne yerleşmek isterler.
Sarıçam köyü de Hüseyin Kâzım Kadri’nin köyü değil onun Tepecik adlı köyünün
yakınında başka bir köydür. Ancak, ikinci girişim de şahsî bazı problemlerden
dolayı hayata geçirilememiş fakat bu duygu onları motive ederek, ilhamını bu
özlemden alan edebî eserler kaleme almaya sevk etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder