*N. üzerine okumak en büyük zevklerimden biri. N.'nin Sorrento Yolculuğu isimli kitapta hayatına dair daha önce okumadığım anekdotlar, çevrilmemiş ve belki de hiç çevrilmeyecek kimi yazı parçalarını görmek mutlu etti beni. İnsanca Pek İnsanca'da yer alan ve en sevdiğim fragman parçalarından birinin
(http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2013/04/insanca-pek-insanca.html)kitapta kelime kelime sayfalar boyu irdelendiği aşağıdaki kısmıysa zevkle okudum.
Çanlar nihilizm için çalıyor:
CENOVA'NIN ÇANLARI VE
NIETZSCHE’NİN EPİFANİLERİ
Ölüm arzusu, deniz tutan ve sabahın erken saatlerinde liman ışıklarını
gören birinin karayı arzulaması gibi.
Bu düşünce Cenova’da, karada,
büyük ihtimalle ertesi gün 11 Mart’ta yazılmış bir not defterinde ortaya çıkar,
ve aynı sayfada başka kısa bir not buluruz:
Cenova'da akşam çan sesi- melankolik, ürkütücü, çocuksu.
Platon: Ölümlü olan hiçbir şey ciddiye alınmaya değmez.
Cenova’nın sokaklarında
alacakaranlıkta dolaşırken, Nietzsche bir kulenin tepesinden gelen çan sesini
duyar. Bir anda, papazın oğlu olması, filolog olarak derin bilgisi, filozof
olarak düşünceleri bir düşünce deneyimi içinde erir ve onu derinden sarsar. Not
defterinin sayfası bu deneyimin yazılı izini saklar.
Epifaniler
Cenova çanları Nietzsche için bir
epifanidir. Yunan kültüründe epifaneia, tanrısal bir varlığın tezahürü, daha
doğrusu görünmez olan bu varlığın mevcudiyetini somutlaştıran işaretler
anlamına gelir: vizyonlar, rüyalar, mucizeler. Hıristiyan dünyasında, üçüncü
yüzyıldan sonra bu terim Hz. İsa’nın tanrısallığının ana tezahürlerini anma
törenleri (vaftiz, müneccimlerin secdesi, ilk mucize) için kullanılmaya
başlandı ve sonrasında anlamı daraldı, Batı kilisesinde ve popüler gelenekte
müneccimlerin gelişini nitelemek oldu. Günümüz dünyasında James Joyce, bu
terimi, bir konunun manasının bir anda açığa çıktığı ya da bir olayın hafızada
gömülü bir hatırayı bütün detay ve duygularıyla yeniden uyandırması gibi
ansızın yaşanan önsezi anlarını tarif etmek için kullanmıştır. Şiirinin ve
edebiyat projelerinin gelişiminde, Joyce tarafından kullanılan epifani
kavramı, birçok değişim geçirmiş ve birçok kez yeniden tanımlanmıştır. 1900’de
yazılmış bir epifani derlemesinde, epifaniler dramatik veya kurmaca olmak
üzere, çok kısa bağımsız kompozisyonlar şeklinde sunulur ve yazara “güzelliğin
ruhunun kendisini manto gibi sardığı” hissini veren önemli anları hatırlatır
veya canlandırır. Daha sonraları, ilk deneme romanında (Stephen Hero, 1904),
yazar epifani kavramına teorik bir açıklama ekler:(Stephen'ın) epifaniden
anladığı, dilin veya vücut hareketinin yavanlığında ya da zihnin faaliyetinin
anmaya değer bir evresinde ansızın gelen manevi bir tezahürdü. Eli kalem tutan
insanların bunların yitip gidebilecek, hassas anlar olduğunu göz önünde tutup,
bu epifanileri büyük bir özenle saptadıklarını tahmin ediyordu. Cranly'ye dedi
ki, 'Ballast ofisindeki duvar saati epifaniye sebep olabilir'. (...)
"Ne?" "Netliğini ayarlamaya çalışan manevi gözümün attığı bakışlarmış
gibi hayal et bu duvar saatine attığım bakışları. Görüntü netleştiğinde, eşya
görünür, işte bu epifani anında ben, güzelliğin üçüncü ve en üstün evresini
yakalıyorum."
Güzelliğin üçüncü evresi Thomas
Aquinas’ın estetik öğretisine dayanır: Ad pulchritudinem, tria requiruntur:
integritas, conso- nantia, claritas (Güzelliğin üç koşulu vardır: bütünlük,
uyum ve görkem”): Uzun bir süre, Aquinas'ın ne
demek istediğini anlamadım. Mecazi bir kelime kullanmış ki normalde kullanmaz,
ama sonunda anlamayı başardım. Claritas quidditas demek. İkinci özelliği
keşfettiği analizden sonra, zihin mümkün olan tek mantıklı sentezi yapıp üçüncü
özelliği keşfediyor.
İşte benim epifani diye adlandırdığım an budur. Önce,
eşyanın bütün bir şey olduğunu keşfediyoruz, sonra onun düzenlenmiş karışık bir
yapıya sahip olduğunu, onun aslında bir şey olduğunu anlıyoruz: Son olarak
parçalar içindeki ilişki kusursuz olduğunda, parçalar birbirine olması gerektiği
gibi oturduğunda, o şeyin ne olduğunu biliyoruz. Ruhu, kimliği dış görünüşünden
bize fışkırıyor. En sıradan eşyanın ruhu bile eğer yapısı oturmuşsa, bize
ışıltılı gelir. Eşya tezahürünü (epifanisini) tamamlamıştır."
Aslında buradaki epifani kavramı,
Skolastik bir kavramı canlandırmak yerine Walter Pater’in her kusursuzluk
anından tat almaya ve kısa süren her anı mutlak hale getirmeye çalışan estete
övgüyle sonlandırdığı La Renaissance’ın bitiş sözlerine gönderme yapıyordu.
Epifani; Marcel Proust, David Herbert Lavvrence, Virginia Woolf, Thomas Stearns
Eliot gibi 20. yüzyılın yazarları arasında serpilen “anın estetiği”ne dahildi.
Kavramı Pater, romantizm sonu ve sembolizm başı arasında bir bağlamda ortaya
atmıştı; Joyce ise kavrama, D’Annunzio’nun Ateş isimli eserinde, “Ateşin
epifanisi” başlıklı ilk bölümünde rastlamıştı.
Joyce, Sanatçının Bir Genç Adam
Olarak Portresi isimli romanını yeniden yazdığı sırada claritas ve quidditas
arasındaki denkliği muhafaza ederek, epifani terimini kullanmayı bırakır, bu
gizemli anın rengini anlatmak için, Shelley ve Ganvani’den aldığı iki
karşılaştırmayı kullanır. 1904’ten itibaren Joyce epifanileri özerk
kompozisyonlar gibi değil de yazı inşa öğeleri, basit notlar olarak kullanır ve
1909 yılında onları alfabetik sıraya dizerek, konularına göre düzenleyerek,
önce Portre'de sonra da Ulysses’te kullanmak üzere hazır hale getirir.
Ulysses’in üçüncü kısmında, Stephen, Sandymont plajında yürür ve düşünürken
gençliğinin epifanileriyle alay eder: “Oval şekildeki yeşil sayfalara yazdığın,
derin ki ne derin, eğer ölürsen İskenderiye kütüphanesi dahil dünyanın bütün
kütüphanelerine gönderilmek üzere örneklerini hazırladığın epifanilerini
hatırlıyor musun? Finnegans Wake isimli romanında epifaniye dönüş yapar, bu
durum tüm esere yansıyarak, eseri tek ve “muazzam bir insan dili epifanisi”
haline getirir. Eser araya mesafe koymak, eşyaya olduğu kadar kelimelere de
yeni ve şaşkın bir gözle bakmak için düz söyleyiş biçimini parçalar, biçimi
olumsuzlar.
Roman epifaninin kıyameti (apokalips), Apophanype ile son
bulur. Dördüncü ve son kitapta, Joyce’un Yeni Ahit’indeki Apokalipsi bölümünde
yani, şöyle yazar: “Wrbps, that wind out of noreıvere! As on the night ofthe
Apophanypesl”.
Nietzsche epifani terimini
eserlerinde kullanmamıştır; ama biz, onun felsefi yazısının oluşumuna ve yapısına
özel bazı özellikleri anlamak için epifaniyi kritik bir kavram olarak
kullanacağız. Bu kelimeyi kullanmamış dahi olsa, Nietzsche varlığımızın, anlamı
yoğun anlar tarafından duraklara ayrıldığının ve bu anların hayatımızın
senfonisinin en belirleyici ton değişikliklerini temsil ettiğinin farkındaydı:
"Yaşamın akrebi. -Yasam, yüksek anlamlılık yüklü ender tek
anlardan ve bu anların olsa olsa gölge görüntülerinin çevremizde gezindiği,
sayısız aralardan oluşur. Sevgi, bahar, güzel ezgilerin her biri, dağlar, ay,
deniz -her şey ancak tek bir kez tam yürekten dile gelir: Bir biçimde tam
olarak dile gelebilirse. Çünkü birçok insan bu anları hiç yaşamaz: onlar gerçek
yaşam senfonisinin araları ve duruşlarıdır."
Filozofun not defterlerinde bazen
epifanilerinin izlerine rastlanır. Mesela çocukken Plauen Nehri yakınlarında
ilkbahar güneşi altında ilk defa kelebekleri görüşünü anımsadığında yaşadığına
benzer biyografik epifanilerdir bunlar veya mutlu günlerini anlattığı ve onda
çocukluğu kaybettiği duygusunu canlandıran, babasının katı sesini ona yeniden
duyuran bir dizi memorabilia’yı kaydettiği küçük not defterini hatırladığında
yaşadığı epifanilerdir. Nietzsche’nin yazılarında biyografik epıfanilere az
rastlanır. Filozof “bilginin zehirli oku onu delmiş geçmiş” gibi hissediyordu
ve hayatının en önemli olayları gerçekte kendi düşünceleriydi. Nietzsche’ye
özgü gerçek epifaniler felsefeden bahseder, bunlar bilginin epifanileridir, bir
kıvılcımla felsefi bir problemi çözen ya da görünürde birbirine uzak kavramları
bağdaştırarak yeni perspektifler açan zihnin kısa devreleridir. Bazı
epifaniler özellikle mühimdir; çünkü bunlar bir dönemeci, düşüncede bir
sıçramayı ilan ederler ve Nietzsche’nin zaten hızlı gelişim gösteren
düşüncesine ivme kazandırırlar. Nietzsche’ye özgü felsefi epifaniler
kökensel bir perspektif içinde bulgusal bir araç olarak, yani yeni bir bilişsel
senaryonun doğuşunun tetiklediği güçlü, duygusal bir çalkantının işareti olarak
kullanılır. Epifanilerini takip etmek bize Nietzsche’nin düşüncesinin bazen
kökü yeraltına uzanan hareketini keşfetmeye ve derin değişimlerini anlamaya
yardımcı olabilir. Bütün epifaniler bir dönemecin belirtisi değildir elbet ama
Nietzsche’nin felsefesinde, metamorfozların öncesinde yer alan veya onlara
eşlik eden bir epifani vardır mutlaka.
Nietzsche’nin felsefesinde
epifaninin statüsü ve şekli nedir? Öncelikle Nietzsche’ye özgü epifanilerin
birbirleriyle hiyerarşik bir ilişki kurmadıklarını belirtmek gerekir. Epifani
sırasında özneye görünen, nesnenin aşkın bir niteliği, özü, quidditas değildir,
derin anlamı bile değildir. Nietzsche’nin varlık felsefesinde, öz yoktur,
şeylerin asli bir manaları yoktur; dünyamızdaki nesneler devamlı hareket
halinde olan biçimlerdir ve görece sabit dönemlerde bile manaları sürekli
değişir: “form akıcıdır, ama ‘anlam’ daha da akıcıdır.” Epistemolojik bir
bakış açısıyla, Nietzsche’ye özgü epifaniler gizemli aydınlanma anları değil,
ilham alan bir öznenin giriş ayrıcalığına sahip olduğu farklı bir varlık
boyutunun ortaya çıktığı, rasyonel olmayan bilginin ifadesidir; tam aksine,
bunlar, birçok rasyonel bilginin bir imge veya kavramda birleşmiş, yoğunlaşmış
halidir. Nietzsche’ye özgü epifaniler, bir olayın, bir nesnenin veya bir
kavramın zengin semantik doğurganlığının filozofa ansızın belirdiği anlardır.
Bize göre, bunların üç ayırt
edici niteliği vardır. İlk olarak, bunlar anlamların karşılaşma noktalarıdır,
çünkü özlerle hiyerarşik bir ilişki kurmaktan uzak, farklı bağlamlardan gelen
düşünce hatlarının yatay ilişkilerinin karşılaşma noktalarıdır. Öznenin, onu o
sıra meşgul eden felsefi teorilerin, kişisel deneyimlerin veya edebi imgelerin
hepsinin tek bir zihinsel figürde özetlenmiş haliyle karşılaştığı anlardır.
İkinci olarak, epifaniler aşkın değilseler de bir derinliğe sahiptirler,
tarihsel derinlikleri vardır. Düşüncesinin güncelliğinden doğan semantik
hatların yanında, filozofun zihninde, nesnenin tarihini oluşturan çoklu anlam
katmanları, yani edebiyat, sanat, felsefe veya basit dilbilimsel kullanım
(metafor, mecazı mürsel) yoluyla oluşan yan anlamlar belirir. Sonuç olarak
filozof, epifanik durumun semantik potansiyelinin önsezisine sahip olur.
Nietzsche’ye özgü epifanilerin üçüncü ayırt edici özelliği bunların anlam yaratma
araçları olmasıdır. Epifani anında filozof; kültürel bir geleneğin nice
unsurunu bir imgede, çok sayıda anlamı barındıran bir pota gibi, toplayıp
eritebileceğini ve bu taşıyıcı imgenin anlam doğurucu olduğunu anlar: Daha
önce var olan katmanlara eklenerek ve geleneksel anlamı bazen ters yüz ederek
bazen de hicvederek onu değişikliğe uğratmaya ve yeni bir anlam yaratmaya izin
veren yeterince geniş ve şekillendirilebilir bir potadır bu. Özetlemek
gerekirse: Epifani anında, özne nesnenin bir dünya görüşünün sembolü olma
kapasitesini sezer ve bu sembol haline gelme işi, çok çeşitli anlamların
tutarlı biçimde bir imge haline gelivererek bir noktada birleşmesiyle olur.
Ayrıca, kişi, nesnenin, tüm bir edebiyat, felsefe, sanat geleneğini boyunca, quidditas,ını
değil tarihsel derinliğini oluşturan anlam parçalarını yüklenmiş olduğunu fark
eder. Epifanik imgenin canlılığı ve semantik potansiyeli filozof için mevcut
anlam dokusuyla birlikte belirir ve böylece bu imgenin yeni bir felsefi
bağlamda yeniden kullanımını ve yeniden yorumlanmasını mümkün kılar.
Bu gözlemlerden yola çıkarak,
Nietzsche’nin epifanileri ile Joyce’un epifanilerinin birbirlerinden ne kadar
farklı olduğunu anlarız. Bir statü farkı vardır, çünkü Nietzsche’nin epifanisi
Stephen Dedalus’un quidditas'na ve Ulysses'in dilsel kalıplarına aynı
uzaklıktadır: Nesnenin özünü ifade etmez ve semantik değeri bir dizi dilsel
kalıptan daha zengindir. Ayrıca, bazı işlev farkları da dikkatimizi çeker.
Yazar için epifani, bir süre imge üzerinde durup “estetik hazzın ışıltılı ve
sessiz yavaşlığını” ortaya çıkartmaktır, oysaki filozof için epifani yeni bir
düşünce akımı için gelen dürtüdür. Joyce’da, epifani edebi metinlerin inşasını
amaçlayan özel bir stil stratejisidir. Nietzsche’de ise tersine, epifani
bilişsel yeni bir senaryoyu doğuran ama sonrasından felsefi metin yazımında kullanılmayabilen
özel bir deneyimdir; felsefi metinler onları doğuran epifanik anlardan çok, o
anlardan kaynaklanan felsefi bilgi ve içeriği kullanır. Sonuç olarak, Nietzsche’nin
epifanileri onun not defterlerine hapsolmuşlardır ve yayınladığı metinlerde,
yazıldıkları halleriyle ortaya çıkmazlar. Epifani filozofun notlarında farkına
vardığımız ışıltılı sinyaller gibidir ve bir imgenin veya felsefi bir temanın
önemini açığa çıkarırlar. Epifanilerin izini takip etmek Nietzsche’nin
metinlerinin yaratılışını yeniden kurgulamamıza; genellikle epifanik boyuttan
mahrum, salt felsefi kavram biçiminde yayınlanmış daha sonra tekrar karşımıza
çıkacak bazı temel kavramları ve felsefesinin gelişimini anlamamıza yardımcı
olur. Epifani, Nietzsche’nin metinlerinin hareketini aydınlatmaya yarayan,
izah edici özelliği olan bir araçtır.
İnsanca Şeylerin Değeri
Şimdi, Cenova’daki epifaniye geri
dönerek, bu epifaniyi oluşturan unsurları analiz edelim.
Glockenspiel Abends in Cenua-wehmütig schauerlich kindisch. Plato:
nichts Sterbliches ist grossen Ernstes würdig.
Cenova'da akşam, çan sesi- melankolik, ürkütücü, çocuksu.
Platon: Ölümlü olan hiçbir şey ciddiye almaya değmez.
Bu ani aydınlanma anında en az üç
semantik düzey birbirine karışmıştır: Biyografik düzey, edebi düzey ve daha
felsefi bir düzey. Biyografik düzeyde, günün saatlerini belirten ve dini
görevlere eşlik eden çanların sesi, Röcken’in küçük bir kasabasının papazının
oğlu olan Nietzsche’nin (“bitki olarak
bir mezarlığın yanında, insan olarak bir papaz evinin içinde doğdum”)
ruhunun derinliklerinden hatıraları su yüzüne çıkartmıştır.
Otobiyografilerinde ve gençken yazdığı şiirlerde, çan sesinin onda uyandırdığı
derin etkilerin izlerini bulabiliriz; bu izler Cenova epifanisini andıran
kelimelerle kaleme alınmıştır. 1858’de, Nietzsche 14 yaşındayken, Röcken
kasabasında çan kulesiyle çan sesinin oluşturduğu görsel ve işitsel durumun,
babasıyla ve onun cemaatteki rolüyle bağdaştığı o mutlu çocukluk günlerini
yazmıştır. Nietzsche’nin yitirilmiş çocukluğun melankolisini (melankoli de,
çanlar üzerine aldığı notlarında rastladığımız kelimelerden biridir) neden çan
seslerinde buluyordur sorusunun cevabı eski ve derinde kalmış hatıralardadır: “Her şeyden daha önce göze çarpan, yosunla
kaplı çan kulesiydi. Hâlâ hatıramda taze olan bir anımda, çok sevdiğim babamla
Lützen’den Röcken’e gidiyorduk ve yolun yarısında Paskalya Bayramı sebebiyle
çanların ağırbaşlı bir şekilde çaldığını duyduk. Bu ses sık sık içimde
yankılanır ve melankoli beni çok uzaklara, sevgili baba evime götürür. Mezarlık
hafızamda o kadar canlı ki! Eski, çok eski mezarlar göre göre, kaç defa,
tabutlar ve yas tülleri, eski cenaze kayıtları ve türbeler üzerine sorguladım
kendimi!” Ne yazık ki, bu mutlu seyahatlerinden bir yıl sonra
çanlar Nietzsche’nin babasının cenazesi için çalmıştır. Çocukluk yıllarının
mutluluğunu, evi, aileyi temsil eden bu ses artık ölüm dehşeti ve kalbinin ait
olduğu yerlerden ayrılmayı çağrıştıracaktır: “Uzun bir sürecin sonunda, korkunç şey gerçekleşti: Babam öldü. Bugün
bile hâlâ, bu düşünce beni derinden etkiler ve canım yanar”; “iki Ağustos’ta,
canım babamın cenazesini toprağa verdik. Mezarı belediye başkanı yaptırmıştı.
Öğleden sonra birde tören başladı, çanlar durmadan çaldı. Of, o boğuk çan
sesleri hafızamdan asla silinmeyecek”; “Onu toprağa gömmek içimi öyle bir
sıkıştırdı ki! Yas çanının boğuk sesi omuriliğime kadar titretti beni. Kendimi
terkedilmiş ve öksüz hissettim, çok sevdiğim babamı kaybettiği anladım. (...)
Sevgili yuvamızdan ayrılma vakti geldi. Orada geçirdiğim son günü ve geceyi
hâlâ çok net hatırlıyorum. Akşam, bir grup çocukla bunun son kez olduğunu bir
saniye bile aklımdan çıkarmadan oynadım. Sonra, onlarla ve benim için değerli
olan her yerle vedalaştım. Gece çanı tarlaların üzerinden melankolik bir
şekilde çaldı. Kasaba yarı karanlığa büründü, ay yükselmişti ve bize yukardan
soluk aydınlığıyla bakıyordu.” O dönemin mektup ve şiirlerinde, çanların
sesinin ölümü de çağrıştırdığını görürüz. Mesela, 1859 tarihli, Akşam duası çam
isimli şiirde: Akşam duası çanı
tarlaların ötesinden usulca çalıyor. Çanlar, dünyada hiç kimse mutluluk diyarını
bulamaz diyorlar kalbime; daha yeni topraktan çıkmışken, geri dönüyoruz
toprağa. Çanların yankısı içimde bir düşünce doğuruyor: hepimiz sonsuzluğa
giden yoldayız.” 16 yaşında, saygın Pforta okulunda öğrenci
olan Nietzsche, Ölüler Günü’nde annesine yazar: “Dün saat 6’da, çan seslerini duyunca sizi ve son yıllarda birlikte
geçirdiğimiz zamanları düşündüm. Akşam, ölüler için ayin düzenlendi ve yüksek
sesle bizden önce Pforta’da okumuş merhum eski öğrencilerin hayatlarından
bahsedildi.” İki yıl sonra, kaleme aldığı Ölüler Günü Arifesi isimli
şiirinde, bir kış gecesi çanların sesinin kalbinin derinliklerinde uyuyan
göçmüş yakınlarının hatırasını uyandırdığını yazar. Çanın sesiyle ölüler
uyanır ve genç adamı yanlarına, uzun dondurucu uykularına davet ederler. Demek ki biyografik bir bakış açısıyla, çanların anlamı melankolik ve çocuksudur,
çünkü filozofun içinde yankılanan çocukluğun kayıp dünyasıdır; bu dünya
ürkütücüdür, çünkü ölüm düşüncesini çağrıştırır. Çanlar merhumların hatırasını
taşıyanın kalbini delik deşik eder.
Röcken kasabasının çan kulesi