Didik Didik Freud XVI: Freud'un Son Günleri



Şenol Ayla: 94.9 Açık Radyo’da Didik Didik Freud programındayız, merhaba ben Şenol Ayla.
Serol Teber: Merhaba, ben Serol Teber.
Şenol Ayla: Freud’un neredeyse vasiyetnamesi olduğunu düşündüğümüz Musa Denen Adam ve Tektanrılı Dinler kitabından bahsettik geçen programımızda. Freud’un bu çok dikkat çekici ve iddialı kitabının aslında bir karşı çıkış, bir karşı duruş, insanlara doğruyu söyleme olduğunu ama bunun karşılığında da bayağı risk aldığını gördük. Bu açıdan da, Truva’ya tehlikeyi, tahta atı haber verip, bunun karşılığında da tanrılar tarafından cezalandırılan Laokoon’a benzetmiştik. Birisine daha benziyor, yine Truva efsanesinden bir kişiliğe Kasandra’ya. Ondan da bahsedelim mi biraz?
Serol Teber Evet, seve seve. Freud’un tüm biyografisini göz önüne alırsak, gerçekten Kassandra’yı anımsamamak mümkün değil. Kassandra Priamus’un kızı.

Didik Didik Freud XXII: Totem ve Tabu


Şenol Ayla 94.9 Açık Radyo’da Didik Didik Freud programındayız, ben Şenol Ayla, merhaba.
Serol Teber Merhaba, ben Serol Teber.
Şenol Ayla Geçen hafta Freud’un dinle nörozlar arasında kurduğu paralellikten ve Vatikan’ın tepkisini çektiğinden söz etmiştik. Bugün bunun tersine çok beğenilen, övgüler alan bir kitabından söz edeceğiz.
Serol Teber Totem ve Tabu. Totem ve Tabu,Thomas Mann’ın deyimiyle, "Freud’un en şiirsel, en poetik, insanları, özellikle edebiyatçıları ve sanatkârları en fazla etkileyen yapıtlarından biri." Bu kitabın yazılmasının trajik bir geçmişi var diyebiliriz. Freud için de, hem coşkulu, hem üzüntülü bir geçmişi var. Kitap 1912-1913 yılları arasında yazılmıştır, ama Freud’u bu kitabı yazmaya götüren nedenler 1906’larda başlar. Freud, psikanaliz kuramını, yoğun bir istekle, Yahudi olmayan bir grubun eline teslim etme çabasındadır. Çünkü o da Yahudilerin diaspora yaşamındaki durumlarını bilir, dünyanın Yahudilere bakış açılarını bilir, bir teorinin sağlam ellerde ileriye dönük uzun yıllar kalabilmesi için bunun, tırnak içinde “ari” bir ırkın temsilcileri tarafından sahiplenilmesi gereğinin altını çizer. Bu söylediklerim Freud tarafından söylenmiş sözcüklerdir ve o sırada, Zürih’te klasik üniversite psikaytrisinin en büyük papalarından biri olan Breuler’in, Düş Yorumu’nu ve Freud’un diğer yazdıklarını önemle izlediğini duyar ve çok sevinir. O Breuler’dir ki, bugün hâlâ yazdığı kitaplar psikiyatrinin vazgeçilmez başyapıtlarıdır, en akıllı psikiyatrlardan biridir. Onun yaşam öyküsünden şöyle küçük bir anekdot anlatayım; Bir psikiyatri kliniğinin nasıl işlediğini anlamak ve psikiyatri kliniğinde yatan insanları yani hastalarını çok daha iyi tanıyabilmek için, Breuler yatağını Zürih Psikiyatri Kliniği’ndeki koğuşlardan birine taşımış ve 11 yıl o koğuşta hastalarla birlikte yatıp kalkmıştır.

"Didik Didik Freud"da Tevfik Fikret I



"Didik Didik Freud"da Tevfik Fikret II



"Didik Didik Freud"da Tevfik Fikret III



"Didik Didik Freud"da Tevfik Fikret IV



Didik Didik Freud'da Tevfik Fikret V



DİDİK DİDİK FREUD

Serol Teber, Freud'un Bir Yanılsamanın Geleceği, Kültür İçinde Huzursuzluk ve Kitle Psikolojisi
kitaplarından bahsediyor.








Karamazov Kardeşler ve Kafka'nın konuşulduğu bölüm






Mario Levi'nin katıldığı bölüm



***
DİDİK DİDİK FREUD ARŞİVİ: 

Sessizliğin (Sensizliğin) Efendisi




Dört senedir bana ulaşan tek bir ses dahi olmadan blog tuttum. Aslında biraz ilgi hoşuma giderdi, ama şikayetçi de değilim. Bir delilik olduysa bana yaşamım, ben öyle olmasını istediğim içindi. 

Şans ışığım beni bulacak mı?

Nisan ayının son post'u olsun bu.

NERVAL


Nerval, 19 Ekim 1854’te, akıl hastahanesinden çıktı ve orada burada dolaşmaya başladı ve 26 Ocak 1855’te, Paris’te Vielle-Lanterne sokağında ölü olarak bulundu. Bir akşam önce, Theatre Français’ye uğramış ve Halles semtinde yemek yemişti. Nerval’e ve eserlerine kısaca yer veren bir edebiyat tarihinde (Marcel Braunschvig, Nötre Litterature dans les Textes, c. 2, s. 528, Paris, Armand Colin, 1929), dört satırlık şu ilginç not var: 

“Nerval, 26 Ocak 1855’te, gün ağarırken, Paris’in dar sokaklarından biri olan rue de la Vielle Lanterne’deki, kötü şöhretli bir meyhanenin pencere parmaklığına asılı olarak bulundu (sokağın olduğu yerde, daha sonra, Sarah-Bernhardt tiyatrosu inşa edildi). İntihar etti ya da öldürüldü”.

 Gustave Dore’nin, söz konusu sokağı ve pencere parmaklığına
 asılı Nerval'ı canlandıran litografisi (1855):

Ahmet Oktay'dan


GÉRARD DE NERVAL

Siyahın gezginiyim: Her gün daha derine
Yanar akşamla caddede vebalı lambalar,
Bezgin, sıkıntıyla bakar herkes benzerine;
Redingotlarıyla mumya gibi otururlar
İş yerlerinde, kahvelerde. Ve akar zaman.
-Birden söner uzak bir yıldız gibi yaşaman-
Demek isterim, alımlı kadının birine.

Çünkü kanar "bir mezarda bırakılan aşklar":
Adrianne! Jenny! Yıllardır bakir bir dulum ben,
Avuntu bilmez. Nafileydi tüm yolculuklar
O arayış: Kara güneş içimdeydi zaten.
Gittim harfin ve sayının bilinmez ucuna:
Ölü yüzüm çekilmişti gecenin burcuna,
Korkmadım sokağa hapsediyorken kapılar.

Adoniram! Hançerle sınandı ustalığın
Ve açıldı gül gibi Toht Kitabı'ndaki giz:
Herkes iki'dir. Ben kimin öteki adıyım?
Söyle: Bulmak mıydı amacın ey yitik ikiz.
"İçimizde bir oyuncu, bir seyirci yaşar"
Ve  "akıl ürünleri delilikten de çıkar"
Kazıyınca pıhtısını o yıkık zamanın.

Melek gülümsemiyor artık Öteki Anam,
Çekil! Çünkü "siyah ve beyaz olacak gece."
Ulaşır mı yaralı hayvan gibi bağırsam
Sesim bencil, sevgisiz, muhkem ev içlerine?
Onulmazım. Çağcıl kentin yabanıl yitiği.
Tek giysim vebalı ışıklarla melankoli,
Bir redse kurtulmak bile istemem yazgımdan.

İki'yim: Yakalandım sokakta çırılçıplak
Ve giydirildim başkalarının sözleriyle.
Ah! Karanlığa giren görür beyazı ancak,
Hangisiyim? Biliyorum kimin gözleriyle?
Ne yapsak silinmiyor ruhtan geçmişin izi
Yaşamak kadar ölüm de çağırıyor bizi,
Geçiyorum sokağı fenerle konuşarak

Hem yaşamın imidir hem ölümün her fener




"Tanrı öldü! Gökyüzü boş... Ağlayın! çocuklar, artık babanız yok!"

suicide de Gérard de Nerval – Lithographie de Gustave Doré

 "Ah baba! Kendi içimde hissettiğim sen misin? / Yaşayacak ve ölümü yenecek gücün var mı?/ Afaroz edilmiş o gece meleğinin / Son bir çabasıyla yenilecek misin.../ Çünkü ağlarken ve acı çekerken tamamen yalnız hissediyorum kendimi,/ Heyhat! ve eğer ben ölürsem, her şey ölecek!" 

("Ö mon pere! est-ce toi que je sens en moi-meme ?/As-tu pouvoir de vivre et de paincre la mort? / Aurais-tu succombe sous un dernier effort/De cet ange de nuit cjuefrappa l'anatheme.../Car je me sens tout seul a pleurer et souffrir,/Helas! et, si je meurs, c'est que tout va mourir\")

Birinci tekil şahısta dile getirilen bu İsavâri yakınma, bir öksüzün ya da baba desteğinden yoksun birinin biyografik yakınmasına çok benzer (Bayan Labrunie 1810'da ölmüştür, Nerval'in babası, Etienne Labrunie 1812'de Vilna'da yaralanmıştır). Babası tarafmdan terk edilen İsa, tek başına cehenneme inen İsa'nın azabı Nerval'i çeker ve bunu, yazdığı önsözde alıntı yaptığı Jean-Paul [Richter] tarafından bildirildiği gibi, Hıristiyan dininin kendi içinde "Tanrı'nın ölümü"nün bir işareti olarak yorumlar. Babasının yüz üstü bıraktığı ve dolayısıyla tümgüçlülüğünü reddettiği İsa ölür ve bütün yaratıkları bu uçuruma sürükler.

Melankolik Nerval babası tarafından terk edilen İsa'yla özdeşleşir, "O çılgın, o yüce kaçık... Göklere geri dönen o unutulmuş İkaros" ("ce fou, cet insense sublime... Cet Ikare oublie qui remontait les cieux") mitine artık inanır gibi görünmeyen bir ateisttir. Nerval'de söz konusu olan, Jean-Paul'den Dostoyevski'ye ve Nietzsche'ye kadar Avrupa'yı sarsan ve Jean-Paul'ün şu ünlü sözlerini, Christ des Oliviers'nin önsözüne varana dek yankılayan o nihilizm midir: 

"Tanrı öldü! Gökyüzü boş.../ Ağlayın! çocuklar, artık babanız yok!"

("Dieu est mort! Le ciel est vide.../ Pleurez! enfants, vous n'avez plus de pere! ?") 

İsa'yla özdeşleşen şair bunu ima eder gibidir: 

"'Hayır, Tanrı yok!' Uyuyorlardı. 'Dostlarım, haberi duydunuz mu? Alnımla ebedi gömüte dokundum;/ Kanıyorum, tükendim, günlerdir acı çekiyorum! Kardeşler, sizi aldatıyordum: Uçurum! uçurum! uçurum! /Kurban edildiğim sunakta Tanrı yok... / Tanrı yok! Tanrı artık yok!' Ama hâlâ uyuyorlardı!...

("'Non, Dieu n'existe pas!' İls dormaient. 'Mes amis, savez-vous la novelle? J'ai touche de mon front â la voûte etemelle;/ Je suis sanglant, brise, souffrant pour bien des jours!/ Freres, je vous trompais: Abîme! abîme! abîme!/ Le Dieu manque â l'autel ou je suis la victime.../ Dieu n'est pas! Dieu n'est plus!' Mais ils dormaient toujours!...")

Ama şairin felsefesi, belki de daha çok, ezoterizme bürünmüş içkin bir Hıristiyanlıktı. Ölü Tanrı'yı gizli Tanrı'yla ikame ediyordu ama bu Jansenizmin değil, yıkıcı biçimde kaygılı bir ruhsal kimliğin nihai sığınağı olan dağınık bir tinselliğin Tanrı'sıydı: 

"Çoğu zaman, karanlık varlık gizli bir Tanrı barındırır; / Ve göz kapaklarının örttüğü yeni doğan bir göz gibi,/ Taşların kabuğu altında saf bir ruh büyür" 

("Souvent dans l’etre obscur habite un Dieu cache;/ Et, comme un ceil naissant couvert par ses paupieresj Un pur esprit s'accroît sous Vecorce des pierres.")

Özel isimlerin birikmesi (tarihsel, mitsel ve özellikle ezo-terik kişiliklere göndermede bulunan isimler), Tek"in o imkânsız adlandırılışını, ardından un ufak edilişini ve nihayet adlandırılamaz Şeyin karanlık bölgesine doğru ters dönüşünü gerçekleştirir. Bunun anlamı, burada Yahudi ya da Hıristiyan tektanrıcılığın Tanrı'yı adlandırmanın mümkün olup olmadığı, adlarının tekliği ya da çokluğu üzerine bir iç tartışması içinde olmadığımızdır. Nerval'in öznelliği içinde, adlandırmaya ve öznel tekliğin güvencesi olan yetkeye ilişkin kriz daha derindir.

"Tek" ya da "Onun Adı" ölü olarak kabul edildiği ya da yadsındığı için, yerine imgesel soy zinciri dizileri koyma olanağı ortaya çıkar. Nerval'in, "Tek"in yerine hararetli bir biçimde dayattığı bu mitsel, ezoterik ya da tarihsel aileler, kardeşlikler veya ikizler her şeye karşın ve eninde sonunda büyüleyici, fesatçı ve ayinsel bir değere sahip gibidirler. Bu özel isimler, somut göndergelerine işaret etmek yerine ve yoğun, kaçınılmaz, adlandırılamaz bir varlığı anlamlandırmaktan çok, -sanki biricik nesnenin anaforuymuşlar gibi-böyle bir varlığa işaret ederler: Annenin "simgesel eşdeğeri" değil, anlamdan yoksun gösterici "bu". Özel isimler, yaslı özneden ayrılmış erotik nesne ve bu nesneyi simgesel düzleme aktaran dilsel göstergelerin yapıntısı yerleşmeden önce, "melankolinin kara güneşi"nin ilk olarak içinden kopup çıktığı kayıp varlığı işaretleyen jestlerdir. Son tahlilde ve anaforların ideolojik değerinin ötesinde, şiir bu anaforları gösterilensiz göstergeler olarak, iletişimin ötesinde, ölü ya da dokunulmaz nesneye dokunmaya, adlandırılamaz varlığı sahiplenmeye çalışan alt ya da üst göstergeler olarak bütünleştirir. Dolayısıyla, çoktanrılı bir bilginin sofistike hale getirilmesinin nihai işlevi, bizi adlandırmanın eşiğine, simgelenmemiş olanın kıyısına götürmektir.

Melankolik imgelem, simgelenmemiş olanı annesel bir nesne, kederin ve nostaljinin ama aynı zamanda ayinsel saygının kaynağı olarak temsil ederek, onu yüceltir ve simge kaybında çökmeye karşı bir korumayla donanır. Nerval, kayıp "Şey"in uçurumundan çekilip çıkartılan özel isimlerin oluşturduğu bu gerçek çardağın geçici zaferini şöyle dile getirir: 

"Annemi antik ilahelere verilen adlarla çağırarak; uzun süre haykırdım."

*
J. Kristeva
Kara Güneş

Gérard de Nerval (In memoriam), Martin Greslou


AHMET OKTAY’IN ‘GERARD DE NERVAL ŞİİRİ’


Ramis Dara‘ya


Freud, sanatçılığı nevrotik durumla ilişkilendirir. Sanatçı elde edemediği zenginlik, statü, ün gibi geçerli değerlerin yerini, sanatı sayesinde elde ettiği ‘tuhaf bir saygınlık’la dengeler. Orhan Pamuk da aşağı yukarı benzer duruma işaret eder: Yazma eyleminin temelinde kadınların beğenisini kazanma isteği vardır.

Ahmet Oktay’ın ‘Gerard Nerval’ şiiri çağdaş şiirimizin en büyük şiirlerinden biri; keşke bu şiir diğer dillere de taşınabilse… Dünya şiirini taçlandıran şiirlerden biri olurdu. Ahmet Oktay’ın bu şiiri nevrotik durumdan çok p s i k o z / s a n a t ç ı ilişkisini kuşatan bir şiir. “Akıl ürünleri delilikten de çıkar” saptamasıyla Oktay, bir yerde şizofrenlerin sanatsal süreçteki paradoksuna radarını tutar. Belli bir ölçüde yapıtlarında psikozunu dışlamayı başarır şizofren sanatçı. Ferit Edgü, yıllar önce ‘Milliyet Sanat’ dergisinde kaleme aldığı bir yazıda, şizofreniyi olumlu ve özel bir durum olarak nitelendirir: 

“Şizoidler ve şizofrenler sanat harikaları yaratırlar.”

Yazı, şiir ve denemelerinden yaptığım çıkarsamaya göre Oktay intiharı, özellikle sanatçı intiharını bir ret, başkaldırı, bir varoluş biçimi olarak yorumlar. İntiharın, sanatçının ününü artıracağı, ölümünden sonra yapıtlarına artı bir değer kazandıracağı beklentisi, ya da ‘Ret’ sözcüğünün içerdiği bir seçim olmadığını, intiharı deneyen ve son anda kurtularak hayata yeniden merhaba diyen ve bu dönüşten memnun ve mutlu olan biri olarak, kendi deneyimimden biliyorum. Nitekim Pavese, “Bir kadına duyulan aşk yüzünden öldürmez kişi kendini” diyerek çaresizlik ve yalnızlığın bu eylemi tetiklediğini savunur. Sartre da Ahmet Oktay gibi düşünüyor: 

“İnsan gerçeklerden kaçarken yazarlığa, keşişliğe, deliliğe, ölüme sığınabilir.”

Nerval

Sade Üzerine (Michel Foucault)



*
kitap: 
Michel Foucault
Büyük Yabancı
Dil, Delilik ve Edebiyat Üstüne Konuşmalar

Melankolinin Kara Güneşi

EL DESDICHADO

1 Ben Zifiri Karanlık,- ben ki dul, -Çaresizim,
2 Şatosuna el konmuş, ben, Aquitaine prensi
3 Tek yıldızım da öldü, -şimdi yaldızlı sazım
4 Taşıyor Melankolinin Kara güneşini.
5 Mezarındaki güzel, sana geçiyor nazım
6 Ver bana Pausilippe'i, İtalyan denizini
7 Nerde Gülle Asmanın kucaklaştığı üzüm
8 Ver bana yüreğimin hoşlandığı çiçeği
9 Amour muyum, Phoebus mü?... Lusignan ya Biron mu?
10 Öpmüştü Kraliçem, hâlâ kırmızı alnım;
11 Syrene'in mağrasında tatlı düşlere daldım...
12 Utkuyla gelip geçtim iki kez Acheron'u
13 Dile getirdim tek tek çalıp Orphee'nin lirini
14 Perinin, Ermiş Kızın hazin iniltilerini

*
Nerval'ın El Desdıchado şiiri üzerine 
derin bir okuma yapmak için:
J.Kristeva, Kara Güneş Kitabı (s. 169 - 207)

robert mapplethorpe in front of his cover for patti smith's horses (1975)


Rimbaud: Sessizliğin Efendisi

 Nasıl "her şey var olacaktı"? Şu yeryüzünde, karanlık bir felaketten düşmüş sessiz bir kitle yerine bir meteoru neden yeğlememeli? Ne diye "yazınsal" olmak söz konusu? Aslında, saygıdeğer Mallarme, tartışmasız mücevheri olduğu yazarlar topluluğu adına konuşmaktadır. Ama işte, arzu kendini belli ediyor. Gencecik Rimbaud, Paris'e, ona bir hizmetçi odası veren Banville'e geldiğinde; soyunmuş ve pencerede çırılçıplak görünmüştü. Halktan, basit bir kıza benziyordu, "koca çamaşırcı elleri vardı, bir erkek çocuğunun yapabileceği çok daha korkunç meslekleri haber veren eller". O bir "oğlan"dı, şuraya bakın, "sızlanan ve alaycı bir ağız çizgisi" vardı, genellikle dışarıda, mavnalarda yatardı, evsiz barksızdı, onu alıkoymazlardı, şiirsel dinsel ayini, arkadaş toplantılarını, kutlamaları, dinletileri rahatsız ederdi. Hiçbir kutsal kitaba ulaşmak istemezdi, dünya bir ayine veya kilise kitabına kapatılacak gibi gelmiyordu ona, sonra, açıkça söyleyelim; koca elleri, sızlanan ağız çizgisiyle kendisi de çok heyecan uyandırıcıydı. Geçelim. Saygıdeğer Mallarme, sanki rastlantıymış gibi, anne Madam Rimbaud'yla kızı Isabelle'in Paterne Berrichon'la evlenmesi konusunda yazışacaktır. Bu adam konusunda mükemmel tavsiyelerde bulunmaktadır. Mallarme, büyük vaftiz babasıdır, aklı başında amca, bütün düğün çiçeklerinde veya cenaze çelenklerinde bakir namevcut! Bakir olmanın korkunçluğunu seviyorum, der. Bu garip seste ölüm kol gezer. Buz gibi bir ürperme zamanın içinden geçer. Kız kardeşine, kendisini Rodin'e mıncıklattırdığı için kızan dindar Claudel, Rimbaud'ya toslayacaktır, Notre-Dame de Paris'de bir sütuna dönüşmüş olan Rimbaud'ya. Öfkeye kapılan gerçeküstücüler Rimbaud'yu hemen devrim ordusuna postalarlar. Victor Hugo, iki ruh çağırma seansı arasında onu çocuk Shakespeare'e benzetir, Zola onu sıkıcı bulur, Malraux, geceleri yaptığı ipnotizma hareketleri sırasında onu unutur, Pantheon rahat uyuyabilir. Proust hiç sözünü etmez, haklı olarak, Gide ve Valery onu tanımaz, Celine, Villon aracılığıyla belli belirsiz hatırlar, Sartre onu Genet'yle karıştırır, Camus ona yabancıdır, Breton onu delice aşkla, tarot kartlarıyla, ortaçağla silikleştirir, Aragon ömrünün sonunda, hummalı bir biçimde çamaşırcılarda izini sürmeden önce Stalin'in bıyıkları altında arar onu. Rimbaud bu, ne yaparsınız, bir şeytan, bir insan değil.


Le Poete, Hommage A Rimbaud (Francis Gruber, 1942)


(Ç)a(lı)şmak


1872 Haziranındayız. Rimbaud "juin" sözcüğünü (Fransızcada Haziran.), junphe diye yazıyor. Arkadaşı Delahaye'e yazdığı mektupta Komün Parisi'nin adı onun için: Parmerde. (Merde Fransızcada bok) Güzel bir odada yaşadığını söylüyor, oda derinliği olmayan bir avluya bakıyor, diyor ama üç metre kare, Sorbonne'un hemen yani başında. 

"Orada, bütün gece su içiyorum; sabahı görmüyorum, uyumuyorum, boğuluyorum"

 Monsieur-le-Prince sokağında. Mayıs ayında oturduğu odayı arıyor:

 "Şimdi geceleri (ç)a(lışıyorum, gece-yarısından sabahın beşine kadar! Geçen ay, odam Saint-Louis lisesinin bahçesine bakıyordu. Dar penceremin altında koca koca ağaçlar vardı. Sabahın üçünde mum sönerdi: Bütün kuşlar ağaçlarda aynı anda öterdi: Tamam. İş biterdi. Ağaçlara, gökyüzüne bakmam gerekirdi, sabahın bu ilk saatlerinde, anlatılması olanaksız bu vakitte kavranan ağaçlara, göğe. Lisenin sessizliğe gömülü yatakhanelerini görürdüm. Bulvarlarda yük arabalarının kesik kesik, çınlayan, doyum olmaz gürültüsü başlamış olurdu bile. Pipomu içerken kiremitlere tükürürdüm çünkü odam tavanarasındaydı. Saat beşte, aşağıya ekmek almaya inerdim. Her yerde işçiler hareket halinde olurdu. Benim için şarapçılarda kafa çekme vaktiydi. Yemek yemeye eve dönerdim, sabahın yedisinde yatardım, güneşin, kiremitlerin altından tespih böceklerini çıkarttığı saatte. Yazın sabahın erken saatleri ve Aralık akşamları, burada beni her zaman büyüleyen bunlardı işte."

"(Ç)a(lı)şıyorum": Latince vincere "aşmak, yenmek" ten. Meni, vidi, vici. (Ç)a(lı)şmak, çalışmak değil. Kendiliğinden oluşuyor ya da hiç. Dikkat, (ç)a(lı)şıyorum, benim intikamım olacak. Pek de hafif bir intikam değil. Bir şeyden kuşkulanmayanlara yazık, hattâ daha sonra gelip, Verlaine gibi, 'ayaklara tespih geçirerek' beni dinsel hücreye tıkmaya çalışanlara da. 

*
Philippe Sollers
Stüdyo

rimbaud's utensils (musee rimbaud charleville)


Portfolio for A Season in Hell, Robert Mapplethorpe, 1986


Mezar Yazıtları

Genelde mezar yazıtları saçmadır, naiftir, hafiften mistiktir, ibret vericidir ya da melankoliktir. En yaratıcı olanları: 

"Et in Acardia ego" ("I too [was] in Arcadia"),

Et in Arcadia ego (Les Bergers d’Arcadie), late 1630s, Nicolas Poussin.
Ben de Arkadya'dayım (ölümü kastederek) ya da ben de bir zamanlar Arkadya'da yaşadım (mezardaki insanı kastederek)
Arkadya: Burada mistik bir ideal mekan olarak anlaşılmakta.

Nicolas Poussin - Et in Arcadia ego (premiere version)

Guercino - Et in Arcadia ego

Charles Darwin (Beagle Yolculuğundan)


erotomania


1755'te basılan Encyclopedie, "erotik" sözcüğünün tanımını "chanson-şarkı" sözcüğüne bağlayarak vermekte. "Chanson", aşk ve kahramanlığın karıştığı bir şiir türü olarak tanımlanmakta. "Erotik" sözcüğünün tanımı "melankoli" sözcüğüyle ilişkilendirilmekte ve tıp dilindeki anlamı uzun uzun anlatılmakta: " 'Erotik', karşı cinsi sevmeyle ilgili her şey için kullanılır, özellikle de ahlâk düşkünlüğüyle ortaya çıkan bir tür deliryum (hezeyan), bedensel arzuların fazla oluşu kastedilir. ... Bir tür melankolik rahatsızlık, gerçek bir hastalıktır; Willis'in 'erotomania' diye adlandırdığı şeydir."

Tıptaki tanımı 'erotik' sözcüğünü, ayrıntılarıyla anlatılan, aşırı aşkın neden olduğu tepki ve hastalıklarla bağdaştırıyor. İma edilen ve bu tanımlarla pekiştirilen ise sevilen "nesne"nin (ansiklopedi bu sözcüğü kullanıyor), seven üzerinde sahip olduğu güç. 

Vivian Cameron