Didik Didik Freud XXII: Totem ve Tabu


Şenol Ayla 94.9 Açık Radyo’da Didik Didik Freud programındayız, ben Şenol Ayla, merhaba.
Serol Teber Merhaba, ben Serol Teber.
Şenol Ayla Geçen hafta Freud’un dinle nörozlar arasında kurduğu paralellikten ve Vatikan’ın tepkisini çektiğinden söz etmiştik. Bugün bunun tersine çok beğenilen, övgüler alan bir kitabından söz edeceğiz.
Serol Teber Totem ve Tabu. Totem ve Tabu,Thomas Mann’ın deyimiyle, "Freud’un en şiirsel, en poetik, insanları, özellikle edebiyatçıları ve sanatkârları en fazla etkileyen yapıtlarından biri." Bu kitabın yazılmasının trajik bir geçmişi var diyebiliriz. Freud için de, hem coşkulu, hem üzüntülü bir geçmişi var. Kitap 1912-1913 yılları arasında yazılmıştır, ama Freud’u bu kitabı yazmaya götüren nedenler 1906’larda başlar. Freud, psikanaliz kuramını, yoğun bir istekle, Yahudi olmayan bir grubun eline teslim etme çabasındadır. Çünkü o da Yahudilerin diaspora yaşamındaki durumlarını bilir, dünyanın Yahudilere bakış açılarını bilir, bir teorinin sağlam ellerde ileriye dönük uzun yıllar kalabilmesi için bunun, tırnak içinde “ari” bir ırkın temsilcileri tarafından sahiplenilmesi gereğinin altını çizer. Bu söylediklerim Freud tarafından söylenmiş sözcüklerdir ve o sırada, Zürih’te klasik üniversite psikaytrisinin en büyük papalarından biri olan Breuler’in, Düş Yorumu’nu ve Freud’un diğer yazdıklarını önemle izlediğini duyar ve çok sevinir. O Breuler’dir ki, bugün hâlâ yazdığı kitaplar psikiyatrinin vazgeçilmez başyapıtlarıdır, en akıllı psikiyatrlardan biridir. Onun yaşam öyküsünden şöyle küçük bir anekdot anlatayım; Bir psikiyatri kliniğinin nasıl işlediğini anlamak ve psikiyatri kliniğinde yatan insanları yani hastalarını çok daha iyi tanıyabilmek için, Breuler yatağını Zürih Psikiyatri Kliniği’ndeki koğuşlardan birine taşımış ve 11 yıl o koğuşta hastalarla birlikte yatıp kalkmıştır.


Şenol Ayla Eyvah!
Serol Teber Evet yani en akıllı psikiyatr bile bu durumdadır. Ama ondan sonra da, dev yapıtı Psikiyatri Ders Kitabı’nı yazmıştır. Hâlâ vazgeçilmez başyapıtlardan biridir. Breuler’in Freud’un çalışmalarına ilgi duymaya başladığını işitmesi Freud’u coşturmuştur ve ardından da baş asistanı Jung’tan çok övgü dolu mektuplar almak Freud’u gerçekten çok heyecanlandırmıştır ve beklediği an gelmiştir sanki. Teorisini bir Alman psikiyatra teslim etmek üzeredir. Jung büyük yakınlık gösterir ve 1906 yılının Nisan ayında kalkar Viyana’ya gelir, kucaklaşırlar. Gerçekten de çok parlak bir kişiliktir Jung, çok doludur, ansiklopedik derinlemesine bilgileri vardır.Görenin gözlerini kamaştırır ve Freud, Jung’un kişiliğinde psikanaliz kuramının veliahdını bulur. Yalnız çevresindekiler ona hınzırca bir refleksle bir yanıt verirler, “Üstat, dediklerinizin hepsi doğru, Jung çok parlak kişi falan ama…”, “Ne kusuru var?” diye Freud onları sıkıştırdığı zaman, “çok fazla Alman’a benziyor” derler. Yani o “çok fazla Alman’a benziyor” esprisi aslında gerçekten birtakım şeyleri ifade etmektedir. Saç tıraşı bile Prusya subaylarına benzer Jung’un. Giyimi, kuşamı, hareketleri, gerçekten de tam bir ari ırk temsilcisidir. Bu tespiti yapanlar, ilerideki yıllarda yanılmadıklarını görürler. Freud öldükten sonra, Jung Nazilerle neredeyse işbirliği yapıp, ari ırk psikolojisi üzerine radyo programları yapacak kadar zıvanadan çıkar. Freud ile Jung’un ilişkileri ve ortaklaşa birtakım yapıtlar üretmeye kalkmaları, ikisinin açısından da, özellikle Freud’un açısından, coşku dolu yıllardır. Ama kısa zamanda Jung’un din konusunda Freud’dan çok farklı düşünmeye başladığı ortaya çıkar. Dinin vazgeçilmez bir duygu alanı olduğunun altını ısrarla çizmesi, Freud’un ödün veremeyeceği bir konudur. Ayrıca cinselliğin ve Oidipus kompleksinin Freud’un vurguladığı kadar önemli olamayacağına Jung kanaat getirmeye başlamıştır. Haklıdır, haksızdır, bilemiyoruz çünkü en az Freud kadar kapasiteli ve dolu bir insandır Jung da. Araları açılmaya başlar. Jung Freud’a biraz daha  üsten bakmaya başlar -ki aslında fizyolojik olarak da boyu Freud’dan 18 cm uzundur.
Şenol Ayla Gerçek anlamda da yukardan bakıyor.
Serol Teber Gerçek anlamda da uzundur ve 18 yaş daha gençtir. Bu gençliğin ve uzunluğun da getirdiği avantajları kullanarak Freud’a tepeden bakar ki, Freud da kendisinden başka büyük tanımayan kişiliktir. Burada onun da zaafları çıkar ortaya. İkisinin arasında çatışma başlar.
Şenol Ayla Beklenen bir şey aslında.
Serol Teber Kesinlikle beklenen bir durum. Dünya bu kadar büyük iki deve yetmeyecek kadar da küçüktür bir yanıyla. Çatışma başlar, kopar.
Şenol Ayla Freud ile Jung, 1906 yılında ilk defa bireysel olarak karşılaştılar. Çok yakın olurlar. Yedi yıl mektuplaşırlar, birbirlerini çok severler ama iki önemli, ağır, iki narsisist insan… Çatışmalar başlar.
Serol Teber İki yoğun narsistin karşılıklı gelmesinden ancak kavga çıkar.
Şenol Ayla Çıkıyor da zaten.
Serol Teber Nitekim bu ikisinin arasında da kavga çıkmıştır. Ayrılmışlardır birbirlerinden. Freud bir kuluçka döneminden, düşünme döneminden sonra, 1909 yılının son gecesi, yılbaşı gecesi oturup yazdığı ayrıntılı bir mektupta -ki 1 Ocak 1910’da postaya verilmiştir- der ki; “Dinlerin kökeninin, insanın çocukluk dönemindeki zaaflarının dış dünyaya yansıtılmalarından başka bir şey olmadığı inancındayım. Nokta.”
Şenol Ayla Ferenczi’ye söylüyor bunu galiba.
Serol Teber Ferenczi’ye yazıyor. Onu izleyen bir yıla yakın süre bu konuda hiç konuşmaz. Ondan sonra tekrar arkadaşlarına küçük küçük cümlelerle, “Ben baştan aşağıya Totem ve Tabu kesildim” der. O zaman anlarlar ki, üstat yeni bir kitabın üzerinde çalışmaktadır, hatta adını bile vermektedir: Totem ve Tabu. Fakat çalışmaları istediği üretkenlikte değildir. Bir süre sonra, buna rağmen, 1912’de Freud, Totem ve Tabu kitabının birinci bölümü olan “Ensest Korkusu” bölümünü bitirir ve bu bölüm İmago dergisinde yayımlanır. Ve olağanüstü bir tepki alır. Aslında Freud, yaptıklarından memnun değildir, beğenmez. “Bundan sonrakiler daha iyi olacak” denir. Ona rağmen çok yoğun bir etnoloji, tarih, sosyoloji, kültür antropolojisi araştırmalarının sonunda, masallar ve mitoloji çalışmalarının sonunda, Freud gerçekten çok yoğun bir bilgi birikimiyle, aile içi cinsel ilişkinin kökenine gelir. En eski insan toplumlardaki ilişkilerde bile, iki önemli yasağın bulunduğu görülür. Özellikle Avustralya kabileleri üzerine yoğunlaşmıştır, ki neolitik dönemin de altındaki yaşam koşullarında yaşamaktadırlar, temel barınmaları yoktur, sistematik bir dinleri yoktur, ama iki önemli yasakları vardır: bir, grup içi evlenme, cinsel ilişki; iki, grup içinde birbirini öldürmek. Bu iki yasak Freud’a çok çekici gelir. Neden grup içinde evlenme ya da cinsel ilişki, ensest yasağı vardır? Bunu irdelediği zaman ortaya şu çıkar; çünkü cinsel ilişki yada cinsel duygu, aslında insanları birbirine bağlayan değil, -grup anlamında söylüyorum, iki kişiyi tabii ki birbirine bağlıyor, kadın erkek ya da başka boyutlardaki eşleri birbirine bağlayan- grup söz konusu olduğu zaman parçalayıcıdır, dağıtıcıdır. Bunun için, grubun güvenliğini koruyabilmek için, grup içinde cinsel ilişki yasaklanır. Bütün toplumlarda böyledir. Freud’a bu düşünceyi veren de Darwin’in çalışmalarıdır. Darwin, özellikle şempanzelerde ve şempanze benzeri gelişmiş maymunlarda yaptığı gözlemlerde, sürüde bir tek erkeğin bulunduğunu, bunun yanında 8-10 arasında dişinin olduğunu ve bu erkeğin hiçbir şekilde sürü içinde yetişmiş genç erkek yavrulara ne de dışarıdan gelenlere bu sürüdeki dişlerle ilişki kurmalarına müsaade etmediğini görür. Aynen bir tür maymun haremi oluşturduklarını yazmıştır. Freud Darwin’i çok önemser. Bugün Darwin’in yazdıkları, kameralarla doğrulanmaktadır. Erkek maymun güçlü olduğu sürece, dışarıdan hiçbir erkeğin sürünün içine girmesine müsaade etmez. Ve kendi çocuklarının da dişilerle ilişki kurmalarına olanak tanımaz. Onları sürüden dışarı kovalar. Yani ekzogami-ensest ilişkisi maymun sürülerinde de, ilk toplumlarda da benzer şekillerde gelişmiştir. Peki Freud bunu nasıl yorumlar? Oidipus Kompleksi’ne doğru nasıl bir adım atar? Freud, burada bir baba metaforu oluşturur, otoriter baba ve otoriter baba karşısındaki genç çocukların tavrı -ki bu Freud’un günlük psikoterapi çalışmalarında karşılaştığı, insan toplumundaki otoriter babayla, ya da tanrı baba ile  birbirine çok paralellik gösterir. Tam da bu zamana denk düşer bir şekilde, Girit’te kazılar yapılmaktadır o sırada, ve Girit’te, Zeus’un atası, ya da ön Zeus diyebileceğimiz bir boğa başı bulunmuştur. Freud bunu arkadaşına yazmakta gecikmez, “Dostum” der, “görüyor musun Zeus’un öncülü bir boğa idi, o sonra insan şeklinde Zeus’a dönüştürüldü ve daha ileriki yıllarda da daha ideal bir tanrı olarak çıkarılıp tanrı babaya dönüştürüldü. Aslında tanrı babanın en ilkel tipi bir boğaydı.”
Şenol Ayla Minos’tu yani.
Serol Teber Minos’tu.
Şenol Ayla Bahsettikleri de Knossos Sarayı’nda, labirentte bulunan boğadır değil mi?
Serol Teber Evet. Burada küçük bir mitolojik alıntıya yer vermek gerekir. Antik Grek Mitolojisi bunlara çok güzel yanıt verir. Uranos, Kronos ve Gaia üçlüsü vardır. Gaia, ile Uranos, yani gökyüzü baba arasında kavga çıktığı zaman, Gaia anne, oğlu Kronos’a der ki; “babanın cinsel organlarını kes ve denize at.” Kronos da annesinin bu sözüne uyar, babasının cinsel organlarını keser, denize atar.Yani babayı kastre ederek güçsüzleştirir.
Şenol Ayla Kendisi de Olimpos’a oturur.
Serol Teber Gidip Olimpos’a oturur ama huzur içinde değildir. Her zaman için oğlu tarafından kendisi de aynı biçimde kastre edilerek, yerinden atılacağını söyler ve inanır. Ve dolayısıyla bütün çocuklarını yemeye başlar, ama karısı Zeus’u -Girit söylencelerine göre tabii- Girit’te bir mağaranın içinde gizler ve tabii mitolojinin kanunları işler, Zeus da babasını aynı şekilde öldürüp, tanrı baba olarak Olimpos’a oturur. Freud, bize böyle bir metaforu anımsatır. Maymun türlerinden sonraki ilk insan topluluklarında, ilk toplumlar için de, Freud bize yine bir baba metaforu çizer. Burada oğullar babanın despotluğundan ve kendilerini sürünün dışına atma tehdidinden ve de anneleriyle ya da sürünün dişileriyle cinsel ilişki kurma istemlerinden dolayı, kendi aralarında örgütlenirler ve babayı öldürürler ki bu, yani oğulların babadan intikam almaları, teoloji kitaplarında, dini kitaplarda da vardır. Fakat bu sefer kadınları ya da dişileri paylaşmakta kendi aralarında kavgaya düşerler. O zaman bütün grubun içinde cinsel ilişki yapılma yasağı konur.
Şenol Ayla Külliyen yasaklanır.
Serol Teber Külliyen yasaklanır, ama babayla olan hesaplaşma, psişik hesaplaşma bir türlü bitmez. Bir süre sonra babayı yücelterek tapınmaya başlarlar. Baba tapıncı böyle bir yol izler. İlk önce öldürürler ondan sonra makul bir zaman dilimi geçtikten sonra tapınırlar. Hatta babanın tapıncını somutlaştırmak için, totem olarak inandıkları hayvanın etini belirli dönemlerde yerler. Bu babanın etini yemek, hem babayı öldürmek coşkusunu tazelemek, hem de babanın etini yiyerekten babadan gelecek gücü de kendi içlerine katmak anlamındadır.
Şenol Ayla İçselleştirmek istiyorlar.
Serol Teber Babayı içselleştirmek istiyorlar.

Şenol Ayla Evlatları baba figürünü, kuvvetli bir erkek figürünü öldürüp, onun yerine geçmeye çalışıyorlar ve daha sonrasında da belki de suçluluk duygusuyla beraber onu toteme dönüştürüyorlar. Baba ölünce geriye kalan dişiler paylaşılamadığı için de o topluluk içinde dişilerle ilişkiye yasak getiriliyor. Bu da ensest yasağını açıklıyor. Diğer yandan totem haline getirilmiş bir babayla da totem olarak kullanılan hayvanın kurban edilip yenilmesi yoluyla babayı içselleştirme, onun gücüne kavuşma arzusu var. Doğru mu?
Serol Teber Evet.
Şenol Ayla Bu anlamda kurban etleri, günümüze kadar varan boyutuyla aslında bir totem yemeği.
Serol Teber Kesinlikle. Bizim arada bir oturup kafayı çekmemiz de bir totem yemeği. Bir araya gelip hep birlikte yemek yemek törensel bir şey. Bir tür ritüel. Belki din dışı ikonlaştırdığımız bazı şeyleri konuştuğumuz bir tür ritüel.
Şenol Ayla Evet doğru. Bunu hiç düşünmemiştim. Bir yerde de duymadım. Bu senin tanımlaman.
Serol Teber Freud’un alıntıladığına göre, “Arap yarımadasında, Bedevi topluluklarda, yani İslam öncesi Bedevi topluluklarda, şaşmaz bir gelenek var. İki kişi ya da bir grup birbirleriyle karşılaştıkları zaman, birbirlerini öldürmemeleri için oturup ortak yemek yemeleri lazım. Ortak yemek yerlerse, makul bir zaman dilimi içinde birbirlerine karşı bir kötülük yapmayacaklarının güvencesini vermişler demektir.
Şenol Ayla En azından yemek bitene kadar.
Serol Teber Hayır, en azında yemek bitene kadar değil. Yani çok hoş binlerce yıllık bir gelenek. Yemek yenip bittikten sonra, yemek vücuttan çıkana kadar, hazmedilene kadar, yani bunu 6-7 saatte, sabaha kadar herkes rahat bir uyku uyuyabilir. Sabah tekrar ayılıp istedikleri yerlere gidebilirler, güvence için de koşul yemeği tekrarlamak. Yani tekrardan oluşturup da ertesi günü de bir yemek yerlerse bunların dostlukları daha uzun süreli olur. Bugün de Hıristiyanlık dininde pazar günleri kiliseye gidip de dua eden, birlikte olan cemaatin birbirleriyle rölatif bir güvence içinde olmaları ya da günde beş vakit namaz kılan insanların aynı cemaat içinde birbirlerine daha güvenli duygular beslemeleri gibi. Beş kere bir araya gelip de aynı tanrıya tapındığı zaman, o insanlar birbirleriyle de yakın ilişkiler içinde olduklarını, birbirlerine kanıtlıyorlar en azından.
Şenol Ayla Haziran sonunda İstanbul’da yapılan NATO toplantısından sonra yenen yemeği böyle görebiliyor muyuz? Görmek istiyor muyuz?
Serol Teber Biraz korkuyorum. İtiraf edeyim korkuyorum.
Şenol Ayla Oradan çıkalım o zaman.Yemeklere başka bir gözle bakalım şimdi.
Serol Teber Yani Bush olmasaydı belki ama…
Şenol Ayla Çok da güvenmemek lazım totem yemeklerine.
Serol Teber Hiç güvenemiyorum.
Şenol Ayla Mitolojinin, birçok şeyi çok güzel açıkladığı noktalar var. Psikanalizin gelişmesine de çok büyük katkıları olmuş. Örneğin Dionisos törenlerine bakacak olursak, Dionisos da tanrılar tarafından öldürülmüş, sonra da parçalanarak yenmiş. Benzeri bir şey görüyoruz burada da değil mi?
Serol Teber Kesinlikle, Dionisos şölenleri babayı öldürme yasını festival haline dönüştürmüş, şarap içme törenlerine dönüşmüş şekli.
Şenol Ayla Düzenli aralarla da tekrarlanıyor.
Serol Teber Düzenli aralarla tekrarlanıyor ve o törenler sırasında bütün yıl boyunca sürmüş yasaklar adeta abartılmış biçimde çiğnenerek şenlik halini alıyor. Daha ileriki yıllarda Dionisos şölenlerinin bir kötü kopyasını Satürn şenlikleri şeklinde Roma da devam ettirmeye çalışıyor. Hep bu babayı öldürme törenlerinin ve acılarının ifadesi şeklinde. Sonra Hıristiyan dininde Freud’un gene Totem ve Tabu’da altını çizdiği gibi, babayı öldürme suçunu oğullardan biri, İsa, üstleniyor ve kendini bütün insanlık adına kurban ediyor. Dolayısıyla arkadan gelen diğer insanları kurtarmaya çalışıyor. Ünlü sözüdür “Ekmek benim etimdir, şarap benim kanımdır” diye son akşam yemeğinde arkadaşlarına söylüyor. O günden bu yana da, Hıristiyan dininde kilise törenlerinde ekmek ya da ekmeği sembolize eden küçük ekmek parçacıkları İsa’nın eti olarak verilir, dağıtılır, şarap da İsa’nın kanı olarak içilir. Ama bu bütün dinlerde böyle değil. Bazı dinler bu kadar sembolize, bu kadar estetize olmamışlardır. Hâlâ sokakta bağırta bağırta koyun keserler, sokak ortasında parçalayıp neredeyse yemeye kalkarlar. Böyleleri de var.
Şenol Ayla Daha sonra da zaten Hıristiyan teolojisine “babayı öldürmeyeceksin” emriyle beraber giriyor. Şekil değiştiriyor bayağı.
Serol Teber Burada tabii teologların İsa’yı estetize etmeleri, zarifleştirmeleri, pek çok kişi tarafından kabul edilebilir hale getirilmeler söz konusu. Üzerinde çok çalışılmış bir teoloji.
Şenol Ayla Totem ve Tabu nasıl tepkiler aldı yayınlandıktan sonra?
Serol Teber Bunu iki bölümde söylemek lazım. Bir, sanatkârlar arasından bomba gibi bir tepki aldı, çok olumlu bir tepki aldı. Örneğin Thomas Mann alkışlarla karşıladı ve hemen ardından Thomas Mann’ın oradaki ensest konusunu içeren bir romanı var: “Seçilmiş” ya da “Seçilen” diye. Bu roman Türkçe’ye çevrilmiştir, okunabilir. İki kardeş arasındaki aşkı anlatır. Tabii Ortodoks kilisesi ve Jung’un yakınları yapıta karşı oldukça ters tavırlar aldılar. Büyük eleştiriler getirdiler, ama işte yüz yıla yakın oluyor yayınlanalı, 90 sene oluyor, Totem ve Tabu hâlâ elden düşmeyen başyapıtlardan biridir. Tabii ki bir çok bölümü aşılmıştır, yeni bilgilerle zenginleşmiştir, orada bazı söylenenlerin eksikliği söz konusudur, ama temel mantık, baba metaforu, oğulların babaya başkaldırmaları, babayı alt etmeleri, ama sonradan da ona tapınmaları metaforu, söylencesi, bu yoldan da Oidipus kompleksinin daha belirgin olarak altının çizilmesi bugün hâlâ güncelliğini, en azından benim görüşümle, korumaktadır.
Şenol Ayla Totem ve Tabu hâlâ kitaplıklarda, kitapçılarda yerini buluyor, tartışılıyor.
Serol Teber Yani okumadan edemediğimiz başyapıtlardan biri herhalde.
Şenol Ayla Bugünün de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Hoşçakalın
Serol Teber Hoşçakalın.

19 Temmuz 2004 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder