Didik Didik Freud VII: Libido



Şenol Ayla 94.9 Açık Radyo’da Didik Didik Freud programındayız, merhaba ben Şenol Ayla.
Serol Teber Merhaba, ben Serol Teber.
Şenol Ayla Geçen hafta bıraktığımız yerden devam ediyoruz. Geçen haftayı kısaca toparlayabilir miyiz?
Serol Teber Evet, şöyle bir toparlamaya çalışayım. Geçen hafta Freud’un aile romanının yazılışına biraz daha yakından bakmaya başlamıştık. 1880 – 1900 yılları arasında geçirdiği yoğun psişik bunalım dönemlerini, büyük yalnızlığını, muhteşem yaratıcı melankolisini tartışmaya çalışmıştık. Freud daha Paris’teyken ilk şoku yaşamıştı, hem Charcot’nun kişiliğinin getirdiği büyük şok, hem de Paris kentindeki kültür şokunu. Viyana’ya döndüğünde kriz öncesi kriz diye tanımlanan çeşitli psikosomatik reaksiyonlar göstermeye başlamıştı, kalp bölgesinde lokalize olan sancılar, taşikardi, kronik kabızlık, solunum bozukluğu, uykusuzluk, ölüm isteği gibi. 1893 yılında iyice çözülme dönemine gelir onun psişik yapısı. Buna göre yeni bir kriz başlar. Kendisine sigarayı bırakması önerilir, fakat kabul etmez.


Şenol Ayla Hatta “öleyim daha iyi” gibi bir şey söyler.
Serol Teber Evet hakikaten önemli yanıttır bu, “Sigarayı bırakarak mutlu yaşayacağıma, sigarayla birlikte mutsuz da olsa keyifli yaşayayım” der. Freud yine bu dönemde, 1894 yılı Haziran ayında, sonradan psikanalizin temel kavramlarından biri olan libido tanımını ilk kez kullanır.
Şenol Ayla Libidoyu anlatalım.
Serol Teber Libidoyu biraz açmanın gereği olacak. Şöyle yazar; “cinsel içgüdülerde saklı ya da yoğunlaşmış enerji yüküne libido adını verdim” der. İlk kullandığı cümle şöyledir; yine kendi kendinde bulduklarını tanımlamaktadır burada, altını çizmek isterim, izleyicilerin dikkatini çekmek isterim ki, kullandığı bütün tanımları ilk kez kendisinde duyumsamıştır ya da çoğu zaman kendisinde duyumsamış, sonra bunları duyumsadığı gibi dış dünyaya yansıtmıştır. Belki onun inandırıcılığı ya da gücü biraz da buradan gelmektedir. Mektubunda şöyle yazar “Cinsel gücümün, libidomun çoktan yitip gittiğini duyumsuyorum.” Arkadaşına yazdığı mektupta böyle der. Burada bazı kavramları anımsatmaya devam etmek gerekir gibi geliyor bana.
Şenol Ayla İyi olur.
Serol Teber Örneğin psikanaliz literatüründe çok kullanılan ‘içgüdü’, ‘dürtü’ tanımlamaları var, çok sık geçiyor. Burada ‘dürtü’ ve ‘içgüdü’yü, yine kendisinden yola çıkarak şöyle tanımlar “biyolojik gereksinmelerin öncelikle ruhsal gerilimler ve ruhsal heyecanlar olarak duyumsanması ve canlının, insanın yani benim, yaşanan, yaşadığım bu bedensel, ruhsal gerilimi ve heyecanı çözmeye yönelik hareketlere ve davranışlara zorlanışımı anlatmak istemekteyim.” İçgüdüyü böyle tanımlıyor. Biraz da bilinçdışından söz edersek, daha önce yazarların, şairlerin, filozofların sözünü ettikleri, kullandıkları ‘bilinçdışı’ tanımını geliştirip, psikanaliz kuramının temel kavramlarından biri olarak kullanır Freud. Tabii hemen burada bir parantez açıp şunu eklemek isterim, beynimizde, merkez sinir sisteminde bilinçdışı diye bir bölge yoktur. Bu sanal, kurgusal bir konsepttir bir anlamda. Çünkü beyinde MR teknikleriyle bile, PET araştırmalarıyla bile herhangi bilinçdışı diye bir şey görmedik. Bundan sonra da bulunur mu bulunmaz mı bilmiyorum, ama bu bilinçdışı tamamıyla sanal bir bölgedir, sanal bir tanımlamadır. Bilinçdışının, içinde yaşanan kültürün etkileri, kısıtlamaları, yasaklamaları barındırdığı, birikmiş bir tortuyu zaman zaman çeşitli yüceltmelerle, saptırmalarla, çarpıtmalarla, bu bastırılmaların geri dönüşü olarak yeniden bilinçli yaşama yansıttığını vurgulamıştır.
Kısaca, bilinçdışı, bastırılmış istekler, yaşanmak isteyip de yaşanamamış arzuları barındırmaktadır. Ama onlar bir gün kılık kıyafet değiştirerek ya da tam eski Türkçe’sini söylersek, tebdil-i kıyafet ederek bizim bilinçli dünyamıza gelip, kendilerini şu ya da bu şekilde gösterme çabasına girerler. Bunlar normal yollardan girip, bu gerilimi boşaltamazlar ise işte sözünü ettiğimiz hastalık belirtileri olarak bu kez kendilerini gösterirler.
Şenol Ayla Az önceki Freud’un belirtileri gibi.
Serol Teber Tam da öyle. Daha evvelden bunlara histeri deniyordu. Histeriyi günümüzden 2500 yıl kadar öncesind, ilk defa Hipokrat kullanmıştır. Histeri kadın cinsel organı uterustan -histeron- kaynaklanan bir sözcüktür, cinsel olarak tatmin edilmemiş kadınlarda görülen bir takım sıkıntılar zannediliyordu, ama sonradan bunun erkeklerde de olabileceği, sadece kadınlara özgü bir rahatsızlık olmadığı ve daha başka belirtilerle, yaşanan kültür ortamına uygun olarak, depresyonlarla, baş ağrılarıyla, huzursuzluklarla, hırçınlıklarla, günlük yaşam kavgalarıyla kendisini ortaya çıkarabildiği gösterilmiştir ve bunun erkeklerde de olabileceğini duyduğu zaman Freud çok korkmuştur.
Şenol Ayla Geçen haftaki bir kavramı bir daha tekrarlayalım mı, kışkırtma teorisini…
Serol Teber Evet, Freud Viyana’da gerçekten zor durumdadır, hem ekonomik hem psişik bakımdan. Bizzat yaşadığı nörotik belirtileri, kalp nevrozunu, korku nevrozunu ya da nevrasteni tipi semptomları yeniden yaşar, ölüm fantezilerini, ölüm korkusunu yeniden yaşar. Ünlü bir sözü vardır; “Bir psikiyatrın, yaşamı boyunca en yakından tanıyabileceği tek ve biricik hasta bizzat kendisidir” der, ancak ve ancak kendisinde bulabileceği kavramları bulabilir, konuşabilir, tartışabilir ve bunun için karar verebilir. Geçen hafta değindiğimiz gibi, ilk kez kışkırtma teorisi diye bir teori öngörür. Bu oldukça tepki çeker, bu yüzden büyük eleştirilere uğrar. İlk tebliğ ettiği 18 hastanın hepsi genç kadınlardır ve bunlar yaşamlarının çocukluk dönemlerinde, bir ya da birkaç kere evlerinde özellikle babaları tarafından cinsel tacize maruz kalmış kadınlardır. Ondan sonra da bu konuları evlerinde başkalarıyla konuşamadıkları için de çeşitli nörotik belirtilerle, psişik rahatsızlıklar göstermişler, bu nedenle de hekime gelmek zorunda kalmışlardır. Freud’un bu tavrı, bu anlattıkları 100 yıl önceki Katolik Viyana’sında bir tür bomba tesiri yapar. Bir yandan da Freud’un, kutsal çocuğun, yine kutsal baba tarafından bir tecavüze maruz kalmış olabileceğini söylemesi her tarafı alt üst eder neredeyse.
Şenol Ayla Bomba düşmüş gibi oluyor.
Serol Teber Freud burada birkaç yönden sıkıntı içindedir; hem akademik kariyeri tehlikededir, hem muayenehanesine gelen hasta sayısı hızla, dramatik bir şekilde azalır. Bir an için Freud’u Viyana’da sıkıntılar içinde baş başa bırakıp da günümüze döndüğümüz zaman, genç kadınlarda aile içinde cinsel tacize uğrama yüzdesinin günümüz dünyasında bile şaşırtıcı ölçüde yüksek olduğunu görüyoruz.
Şenol Ayla Burada günümüze biraz atlayıp sonra geri dönebilir miyiz? Geçen programda da bahsetmiştik, senin bir yazın çıkmıştı 80’lerin başında Türkiye’de, Düşün Dergisi’nde. Ama Almanya’da da bir sürü çalışman oldu bununla ilgili. Bize onlardan bahsedebilir misin?
Serol Teber Bu konuların çok canlı bir şekilde gündeme gelmesi, Almanya’da 1980’lerde, barış hareketleri, kadın hareketleri ve çevre hareketleri ile birlikte oldu. Kadınlar, doğrusu pek çok şeyi hakikaten kendi güçleriyle elde ettiler. Ortaya çıkıp başlarından geçen bu trajik olayları hem TV’lerde, hem radyolarda hem günlük konuşmalarda, panellerde anlatmaya başladılar, otobiyografik romanlar yazmaya başladılar ve gittikçe iş güncelleşti. İlk önce soru işaretleriyle bakılmasına rağmen, giderek 1980’lerin başlarında Alman Tabipler Birliği’nin, -ki Almanya’nın en tutucu örgütlerinden biridir, kurumlarından biridir-, haftalık dergisinde, mızrak çuvala sığmaz hale geldiği için, uzun tartışmalar başladı ve birkaç yazı çıktı. Ortalama bir çıkarsamayla, her 3 ya da 4 kadından birinin, 18 yaşından küçükken -ki bu yaş ortalama 9-9,5’tur- baba ya da babalıkları ya da ağabeyleri, yani evin içinde biri tarafından tecavüze uğradığı, taciz edildiği artık açıkça itiraf edildi, yani toplumsal bir skandal açıkça itiraf edildi. Tecavüz eden kişinin ortalama yaşı 35 idi. Hamburg Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün binlerce kadınla yaptığı bir alan çalışmasında, tecavüze uğrayan genç kızların yaşı da 9,3 dolaylarındaydı. Fransa da aşağı yukarı aynı yüzdeleri vermeye başladı, ABD biraz çekinceli, biraz uzak durarak yine aynı yüzdeleri vermeye başladı. Yani bugün aslında böyle bir taciz olayı çok aktüel olarak gündemdedir ve zannediyorum günümüzün en önemli olaylarından biridir. Ben Almanya’da hem erişkin psikiyatrisinde hem de çocuk psikiyatrisi kliniğinde hekimdim. Bugün Almanya’da çocuk psikiyatrisinde yatan, Türkiye’den gitme genç kızların en büyük bölümünü, evlerinde babalarından ya da ailenin yakınlarından cinsel taciz görenler oluşturmaktadır, bu kadar açıktır.
Şenol Ayla Söylediğin rakamlar 9 yaş altı kızların % 25-30’unda bunun olduğunu gösteriyor. Bu tabii bire bir yansıtan bir rakam değil büyük olasılıkla. Gerçeğin bundan daha da fazla olması olası. Düşük değil, ama daha fazla olabilir bu.
Serol Teber Kesinlikle.
Şenol Ayla Bu Avrupa için rakamlar. Bizim böyle bir bilgimiz var mı bilemiyorum.
Serol Teber İki çalışmanın ön bulgularını ben duydum.
Şenol Ayla Türkiye’de yapılan…
Serol Teber Almanya’da Türkler üzerine yapılan. Bir tanesi Berlin kökenli, diğeri Köln kökenli bir çalışma. Yani iki ayrı şehirde yapılıyordu. Onların ilk ön çalışmaları gelmeye başlamıştı 2-2,5 sene kadar önce. Gelen yüzdeler aşağı yukarı böyle bir sayıyı doğruluyordu. Benim burada yaşadığım bir anekdotu anlatmak istiyorum. 93-94 yıllarında birkaç kez, İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e çağrılı konuşmacı olarak gittim. İzmir’de, bir de Ankara’daki panelde bu konuya değinmek istedim. Önceden de paneli yöneten arkadaşları haberdar ettim, “böyle bir şeyi konuşmam sakıncalı mıdır, ne dersiniz?” diye. İlk önce biraz kuşkulu davrandılar, ondan sonra da sözün bir yerinde -çünkü çok günceldi ve çok trajik sonuçları oluyordu- bunu konuşmaya başladım. Sözüm bittikten sonra bir tepki gelmedi; olumlu, olumsuz hiçbir tepki gelmedi. Her iki konuşmada da benzer bir olay olduğu için benim çok ilgimi çekti. Sonra, orta yaşlı bir erkek söz istedi; “ama” dedi, “doktor bey, bu bizim oralarda bilinen bir adettir, her bahçıvan yetiştirdiği meyvenin tadına ilk önce kendi bakar” dedi. Ben bunu dünya literatüründe ilk defa duydum. Hayretler içinde kaldım, anlatırken de hâlâ hayret ediyorum. Ve bu hadisat-ı adiyyedenmiş gibi de bütün diğer izleyiciler tarafından da sessizlikle karşılandı.
Şenol Ayla Olasılıkla birçok kültürde benzeri tabirler olabilir, bu söylediği sinir bozucu vecizenin karşılıkları olabilir. Ama sinir bozucu olmasını değiştirmiyor tabii ki.
Serol Teber Kesinlikle!
Şenol Ayla Günümüzden tekrar geriye, 100 yıl geriye gidiyoruz. Otoanalizine başlamıştı Freud.
Serol Teber Evet tekrar Freud’a dönersek; o bütün bu zamanlar içinde acılar içinde kıvranmaktadır sözcüğün tam anlamıyla. Kendi analizine başlamıştır ki, 1896 yılının Haziran ayında baba Jacob Freud’un da hasta olduğu öğrenilir. Arkadaşına yazdığı mektuplar çok duyarlıdır, hüzün doludur, şöyle yazar: “İhtiyarın artık günleri sayılıdır ve büyük termin günü yaklaşmaktadır.” Ama buna paralel olarak kendi analizini, düş analizlerini sürdürür. Freud’un neden kendi kendine ya da arkadaşları aracılığıyla kendisine hipnoz yapmadığını da serbest çağrışıma geçtiğini burada anımsatırsak, Freud çok iyi bir düş görücü olmasına karşın çok kötü bir hipnoz yapıcısıdır.
Şenol Ayla Kendisi hipnoz uyguladığı zaman kötü sonuçlar çıkıyor, çok başarılı değil.
Serol Teber Evet, çok başarılı olmayan hipnozcu. Onun için, hipnozda başarılı olmadığını gördükten sonradır ki hipnozdan çok ileri tedavi yöntemi olan serbest çağrışımı geliştiriyor. Ama kendisinin çok iyi bir düş görücü ve düş yorumcusu olduğu biliniyor. Tabii bütün söylenenlere inanmak gerekirse.
Şenol Ayla İrma düşünden bahsedecek misin acaba burada?
Serol Teber Evet, kendi analizinden o kadar emindir ki, kendi düş yorumlarından, o kadar emindir ki, şeytani bir refleksle daha 24 Temmuz 1895’te arkadaşı Fliess’e yazdığı mektupta, -ki bir gün evvel İrma düşünü görür-, der ki; “bu analizin yapıldığı evin kapısına ileride şöyle bir plaket yazılacaktır: ‘24 Temmuz 1895’te Dr. Sigmund Freud bu evde düşlerin gizemini çözdü.” Bu kadar emindir kendisinden.
Şenol Ayla Çok iddialı ama çok da cazip bir ifade değil mi?
Serol Teber Çok cazip ve hatta daha önceki konuşmalarımızda galiba söylemeyi unuttuk, daha 28 yaşındayken Freud, içinde bir şeyler kabardığını, bir yerlere doğru gittiğini ve gitmekte olduğunu sezinler ve o zaman adı sanı olmayan düş yorumuna başlama kararını bile almamış bir durumdayken Martha’ya yazdığı mektupta “Sevgilim” der, “prensesim, güvercinim”, -bu sözleri sıklıkla kullanır Martha’ya karşı, erkek komplosunun parçası olarak ya da aksesuarı olarak diyelim-, “ilerde ben büyük bir adam olacağım, bunu sezinliyorum ve bunun için de bu yaşa kadar, bu güne kadar yazdığım notların büyük bir bölümünü, sana gönderdiğim mektupların kopyalarının büyük bir bölümünü imha ettim, ilerde benim biyografimi yazacak olanları yanlış yola sevk etmek için. Onlar gerçekleri bulmak için uğraşacaklardır.”
Şenol Ayla Muzip bir mektup.
Serol Teber İnanılmaz derecede. Bunu yapıyor ve büyük bir miktarda mektubu ve belgeyi tahrip ediyor. Burada iki olay var, yine anımsamadan edemeyeceğimiz, bütün programlarımız boyunca, tıpkı Anna O gibi, Freud’un babası bir odada ağır hastadır. Freud kendi odasında, kendi otoanalizi ile meşguldür. Kendi otoanaliziyle boğuşmaktadır. Yani baba-oğul aynı anda... Anna O ile babası aynı anda hastadır ya...
Şenol Ayla Aynı sahne vardı.
Serol Teber Aynı sahnedir, baba ölmektedir, kız ağır nörotik sancılar, rahatsızlıklar içindedir. Burada da baba gerçekten ölmektedir, Freud kendi otoanalizini sürdürmektedir.
Şenol Ayla Anladığım kadarıyla otoanaliz için uygun bir zaman.
Serol Teber Ever 40 yaşlarında tam da Freud o sırada, 30’ların sonlarında 40 yaşlarındadır. Burada onun yaptığı şey nedir, neden bu kadar önemsenir? Freud kendi kararıyla, bilimsel bağlarını koparmadan, kendini tanımasını engelleyen sınırlamalar arasından geçip, kendi kendini keşfetme serüveninin sonuçlarını gün be gün yazmıştır. Düş görmenin anlamsız bir şey olmadığını, düşlerin insanların istemlerini gerçekleştirmelerini sağlayan bir tür örtük anlatım ve boşalma kanalları olduğunun altını çizmiştir. Trajik bir şey kendisi için, aynı anda hem hasta hem de hekim olmak durumunda kalmıştır ve bu bilebildiğimiz kadar tarihte ilk kez olmaktadır.
Şenol Ayla En azından kayda geçen ilk kez olmaktadır.
Serol Teber Evet, yine bu analizin orta yerinde bir yerde -henüz babası ölmemiştir- Freud yeni bir melankolik kriz içine düşer. Yalnızlık, terk edilmişlik duygusu, korkular, taşikardiler, kalp ağrıları çalışmasını zaman zaman önleyecek düzeyde artar. Ama öte yandan da hemen hemen babası ölmektedir. Freud, neredeyse günlük tutarcasına arkadaşına yazdığı mektuplarda, “İhtiyar yemek yiyemiyor, kalın bağırsaklarda felç var, yüzü beyaz. Buna karşın ruhsal yönden çok canlı, sanıyorum son vade zamanı geldi” diye yazar. Devam eder sonra, “İhtiyarın durumu beni çok üzüyor. Onun artık dinlenmeyi hak ettiğini düşünüyorum. Kendisi de bunu istiyor. Çok ilginç bir insan, kendi içinde tutarlı ve mutlu. Pek acı çekmedi, hastalığının uzun sürmemesini diliyorum.” Daha sonraki günde, “Son günlerde babamda zaman zaman bilinç bulanıklığı oluyor, akciğer ödemi başladı, iltihap yayılıyor.” Ama gene kendi kişiliğinin tarih öncesini analiz etmeye devam eder. Bu sırada, ki önemli günlerdir bunlar analiz için, çocukluğundaki ana baba ilişkileri birden beklenmedik biçimde bir kez daha ortaya çıkar. Nevrozların, yaşamlarındaki ilk yılların, ilk cinsiyetin önemini bir kez daha kavrar. Bunu kendi yaşamında da araştırmaya başlamıştır. Daha önce anlattığımız gibi Freiberg’den, doğduğu yerden Viyana’ya gelmekteyken, annesiyle kompartımanda yaşadığı o büyük ilk sahne gözlerinin önüne gelir, tekrar anımsar onu ve annesine duyduğu cinsel duyguları bir kez daha anımsar, notlarına geçirir. Biraz daha ileri gitmek ister aslında, bakar ki Freud, bu dönemi -kendi deneyimiyle- tercüme etmenin sanıldığından çok zor olduğunu görür ve bunu yazar arkadaşına “Daha fazla ileri gidemeyeceğim” der. Bu az rastlanan bir içtenlikli durumdur kanımca. Bu sırada da kendi bilinçaltında bir çocuk görür ve bu çocuk babasına karşı öfkeli, hatta babayı öldürme isteği içindedir. Amacı babayı öldürüp anneyle birlikte olmaktır.
Şenol Ayla Ve mitolojide de….
Serol Teber Ve bu onun kuramında yeni bir başlangıcın ilk işaretlerini vermeye başlar. Burada Oidipus kompleksi ilk defa tartışma gündemine gelir. Yani Freud kışkırtma teorisinden Oidipus kompleksi teorisine geçmek üzeredir ya da geçmiştir.
26 Ekim 1896 tarihli mektubunda, Fliess’e yazdığı mektupta, “23 Ekimde babamı gömdük” der, “Kesinlikle sıradan bir insan değildi, beyin kanaması geçirdi, nedeni bilinmeyen bir ateş, duyu bozuklukları, kasılmalar, akciğer ödemi ve sonunda acısız bir ölüm.” Gene 2 Kasım 1896’da “İhtiyarın ölümünden sonra resmî bilincimin arkasında karanlık bir bölge beni çok etkiliyor. Babamın ölümü beni çok etkiledi. Onu çok iyi tanıdığımı, anladığımı sanıyorum. Yaşamıma çok etkisi olmuştu. Bilgelik ve fantezi içinde uzun yaşadı. İçimde bir şeylerin koptuğunu, köksüz kaldığımı duyumsuyorum” diye vurgular. Ayrıca hissettiği suçluluk duygusunun nedenini çözemediğini, bunu belki de babanın ölmesine karşı kendisinin hâlâ yaşıyor olabileceğine bağlayabileceğini düşünmüştür. Babası için çok çok mütevazı bir cenaze töreni düzenler. Ama bu cenaze törenini, hınzırlığından mı bu kadar mütevazı düzenler bilemiyoruz. Çünkü bu kadar basit, bu kadar yalın bir cenaze töreni gene çevresinin büyük eleştirilerine maruz kalır. Eleştirilir, daha görkemli bir tören beklemektedir etrafındakiler. Freud bu kadar mütevazı bir tören düzenleyerek belki de kendisine ömür boyu babasını unutmama yarası açar bir kez daha.
Şenol Ayla Bilinçli olarak böyle bir yara açar.
Serol Teber Bilinçli olarak böyle bir yara açma ihtimali Freud’dan beklenir doğrusu.
Şenol Ayla Çok önemli bir noktadayız. Freud’un babasının ölümünde ve Oidipus’a geçişinde, aradaki dakikalardayız.
Serol Teber Evet burada hakikaten dakika dakika görülür ki Freud artık babasına karşı cepheden saldırmaktan yavaş yavaş vazgeçmekte ve psikanaliz söyleminde bir tür babasıyla barışma yollarını aramaktadır. 2 Mayıs 1897’de kendi analizini sürdürür ve 8 ile 12 yaş arasındaki çocuklarda ensest fantezilerinin ve istemlerinin çok yoğun olduğunu tespit eder, bu kez çocuklar tarafından, çocukların düşüncelerindeki gelişmeleri değerlendirmeye çalışır. 31 Mayıs 1897 notlarında, ilk kez Oidipus kompleksi daha açık bir şekilde gündeme gelir. Burada çocukların ana babalarına duydukları düşmanca duyguları kendisinde de duyduğunu, kendisinde de bu duyguları duyumsadığını, hatta bunu düşünde gördüğünü, buradan babasına karşı duyduğu hüznü açıklama olanağını bulabileceğini, bunun nedeninin daha çocuk yaşındayken Jacob Freud’u öldürmek isteyip, annesiyle birlikte olmak düşüncelerinden kaynaklandığını kendisinde tespit ettiğini söylemeye başlar. Burada bir karar vermek durumundadır. Çok sıkıntılıdır. Bunları yazsın mı, yazmasın mı, söylesin mi, söylemesin mi...? Burada yine kendisine mitoloji ve Goethe yardım eder. Delfi tapınağı kahininin 2500 yıl önce önerdiği “Kendini tanı” uyarısını ve “Çıplak hakikat, getirmesi olası felaketlere rağmen, ihtişamın doruk noktası olarak görülür” özdeyişini anımsar ve hemen ardından, Goethe’nin “Bir dahinin ilk ve son istemi hakikat aşkı olmalıdır” dizesini bir kere daha kendi kendisine yüksek sesle söyleyip, duyduklarını, düşündüklerini yazmaya başlar ve insanın, kendi ruhsal dünyasını anlamadan başkalarını anlamaya çalışmasının olanaksız olabileceğini bir kez daha düşünür ve yazar. Tabii bu arada yeniden bir ruhsal çöküş dönemine girer ve ağır bir melankolik kriz yaşamaya başlar.
Şenol Ayla Ama Sofokles’in trajedisindeki gibi, Oidipus’u ortaya koymaya Goethe’nin ışığı altında karar verir.
Serol Teber Goethe’nin ışığında karar verir ve bu arada yine arkadaşına yazdığı bir mektupta, “entelektüel bir felç” der içinde bulunduğu duruma, yani bir tür ketlenme, o kadar çok şey söylemek istemindedir ki, -Freud’un jargonuyla konuşursak- süperego, egoyu bloke etmektedir. “Dur, düşün, hepsini birden yazma; belki başına bir felaket gelebilir” der.
Şenol Ayla Ki nitekim daha önce başına gelmişti bu korktuğu. Oidipus’a uzun uzun girmemiz gerekiyor. Onu öbür haftaya bırakalım. Hoşçakalın.
Serol Teber Hoşçakalın.

14 Haziran 2004’te Açık Radyo’da yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder