Thomas Chatterton (1752 - 1770)

İntihar ederek yaşamına son veren yazınsal kişiliklerin en ünlüsü Thomas Chatterton duygusal taşkınlıklar sonucu değil, yazarak hayatını kazanamadığı için kendini zehirlemiştir. Sonra romantikler onu kötü kaderin bir sembolü ilan ettiler. Gerçekte Group Street'in ve züppeliğin kurbanı olmuştu.

The Death of Thomas Chatterton(1801) Francesco Bartolozzi


Chatterton, aşağı bir toplumsal sınıftan geliyordu. Baba tarafı yıllardan beri Bristol'deki Gotik St. Mary Redcliffe kilisesinin zangoçluğunu yapıyordu. Babası üç dört işi başarıyla yürüten biriydi. Müzikle ve sihirbazlıkla amatörce uğraştığı gibi oradaki okullardan birinde öğretmenlik de yapıyordu. Fakat oğlu Thomas 1752'de doğmadan üç ay önce ölmüştü ve dul karısı oğlunun çocukluğu sırasında büyük bir yoksulluk içinde kalmıştı. Bir anaokulunda işe başladı. İğne işi aldı, civardaki zengin kadınlar için elbiseler işledi. Chatterton daha sekizine varmadan Bristol'de hayırseverlerin kurduğu Colston Darülacezesine gönderildi. Yedi yıl sonra Bristol'de bir noterin yanına çırak olarak verildi. Kısacası işçi sınıfının karanlık vadisine düşmüştü ve yapabileceği tek şey orta sınıfa geçmek için kendi başına yorucu bir kapışmaya girmekti. Ama iki yıl içinde, daha on yedisine basmadan Rowley şiirlerini yazdı -parşömen kâğıdına geçirilmiş, ortaçağ elyazmalarıyla tastamam aynı biçemde, sözcük bilgisi ve boğumsal özellikleri bütünüyle ortaçağa özgü. Bu çok şaşırtıcı bir biçimde Rimbaud'yu önceleyen muazzam bir yetenektir.


Bu ona hiçbir şey getirmedi. Üç yaşlı Bristollü ona alçakgönüllülükle yaklaştı. O da bu çok güzel Rowley yazmaları onlara verdi. Onlar da karşılık olarak arkadaşlıklarını sundular ve bir de birkaç şilin. Londra yayımcısı ve kitapçısı Dodsley'e en güzel Rowley şiirlerini beraberinde gönderdiği bir mektup yazdı. Ama bundan bir sonuç çıkmadı. Gelecek sefere en azından ideal bir patron olarak gördüğü Horace Walpole'yi denedi: Sadece zengin değildi, etkili, çevresi olan ve güne uygun yaşayan biriydi. Gotik Revival'dan sorumluydu. Aynı zamanda baskıcılık da yapıyordu. Romanı Otranto Şatosu (The Castle of Otranto) ilk kez "Kuzey İngiltere'de Katolik bir ailenin evinde bulunan ve 1520'de Napoli'de gotik harflerle basılan bir İtalyan elyazmasından William Marshall’ın bir çevirisi" olarak sunulmuştur. Resimli Anekdotlar Rowley yazmalarından, Redcliffe Kilisesi'nden ve "Master Canynge"den söz eder. Demek ki Chatterton anekdotlara yardımda bulunmuştu: "The Ryse of Peyncteynge, İngiltere'de 1469'da Mastre Canynge adına T.Rowlie tarafından yazılmıştır." Bu Rowley lehçesini kopya eden, ayrıntılarla tıka basa dolu, şarlatanlığa çok güzel örnek oluşturan bir kitaptır. Göze daha hoş görünmek için birkaç şiir kırıntısı eklemeyi de unutmaz. Walpole keyiflidir: Keşfedilmekten mutludur ve bu işten anlayan birinin sözünü dinliyor olmasından büyük övünce kapılır. Sonra Chatterton'a birbirlerinden öğrenecekleri çok şeyleri olduğunu, yapmaya söz verdiği pek çok şeyle birlikte Rowley şiirlerinin bir kısmını yayımlayabileceğini belirttiği dalkavukça bir mektup yazar.


Bu noktada Chatterton büyük bir hata yapar: Walpole'nin züppece övgülerde bulunmaktan öte işi gerçekten benimsediğine inanır. Böylece bir edebiyat kaplanı tarafından ciddiye alınmanın verdiği coşkuyla daha çok Rowley şiiri gönderir ve boş vakitleri olan bir beyefendi olmadığını, patronunun yanında çırak olarak çalışan on altı yaşında beş parasız biri olduğunu da ekler. Walpole'nin adiliğinin, züppeliği kadar ünlü olduğunu hemen hiç anlayamamıştır. Chatterton'ın böyle bir talepte bulunmasından dehşete kapılan Walpole onu yüzüstü bırakır. Yıllar sonra şöyle diyecektir: "Bir baba şefkati ve içtenliğiyle yazdım ona." Bunun anlamı, Chatterton'un ilk görevinin dul annesine yardımcı olmak olduğunu bildiğidir. Şiir beyefendilerin işidir. Önce geleceğini garantiye almalıydı sonra sanatla uğraşmak için yeteri kadar vakti olacaktı. Danıştığı uzmanların, elyazmalarının sahte olduğunu söylediklerini de ekledi. Kısacası aristokrat mevkiine sımsıkı sarılarak, tam da türediliğine yakışan bir tavır koymuştu. Ama elyazmalarını sakladı. Chatterton'dan onları geri göndermesini isteyen öfkeli mektuplar aldı. Walpole bu küstahlığı asla affetmedi ve ölümünden yıllar sonra bile, Chatterton'u hırslı, küçük dolandırıcı olarak niteledi.

Chatterton da aynı şekilde onu affetmiyordu, ama intikam çabaları tümüyle boşunaydı. Hâlâ elyazmalarını geri almaya çalışırken "Bu davranışınızı verdiğiniz sözlerle bağdaştıramıyorum. Beni çok kötü incittiniz bayım. Ne durumda olduğumu bilseydiniz bana böyle davranmaya cesaret edemezdiniz,” diye yazıyordu. Walpole bunu "benzersiz küstahlık" olarak niteleyecektir, ama benzersiz bir doğruluktur da. Ele aldığı her işte mükemmel bir yetenek ve yaratıcılık ortaya koyan, kendini büyük bir şevkle çalışmalarına veren Chatterton'u tüm bunlar yanlış bir sınıfta doğmuş olmanın günahından kurtaramıyordu. 

Yeteneği kadar büyük olan gururunu hizmetçilerle yiyip içtiği, uşaklarla aynı odayı paylaştığı ve karşılığını alamadığı ağır ve sıkıcı çıraklık hayatı daha da kamçılıyordu. Şimdi de Walpole'nin küçümseyici davranışları tepesini attırmıştı. Örümcek kafalı, zorba ve cimri Bristollü yaşlılar arasında geçen yaşam, bir darboğaza gelip dayanmış gibiydi.

Ama bu kaçınılmazdı aynı zamanda. Bir çırak yasal olarak ustasına bağlıydı ve günlük masraflarının dışında ücret istemeye hakkı yoktu. Annesi çok az da olsa elinden geleni esirgemiyor ve büyükler elyazmalarını alıyor, duruma göre küçük bir miktar ödüyorlardı. Şiirleri dergilerde yayımlanmasına rağmen herhangi bir ödeme yapılmadı. Böyle bir şey de talep etmiyordu. Yayınlanması yeterdi. Kaçınılmaz olarak borç almaya başladı. Çok küçük olmasına rağmen o koşullarda ödemesi imkânsızdı.

Walpole en sonunda dört aylık bir gecikmeyle elyazmalarını geri gönderdi. Aynı ayda Chatterton'un sınıf arkadaşı William'ın erkek kardeşi Bristollü şair Peter Smith ailesiyle yaptığı kavga sonucu intihar etti. Yirmi bir yaşındaydı. Sonra üç ay gibi kısa bir süre içinde Chatterton'un okul danışmanı Phillips aniden ölüverdi. Chatterton, kendi de bir şair olan ve çocukların ilk çabalarını yüreklendiren Phillips, Walpole dahil kim olursa olsun, Charles Churchill tarzıyla onu hicveden sözde patronlarıyla kavga etmeye ve onlara çıkışmaya başladı. Ama bunlar onu rahatlatmıyor ve bu arada borçları dağ gibi yığılıyordu.

Nisan 1770'de tüm sabrı tükenmişti. Yeni arkadaşı Micheal Clayfıeld'a eline geçtiğinde kendisinin çoktan ölmüş olacağını söylediği teşekkür dolu bir mektup yazdı. Ama ailesine bir intihar notu bırakan Freud'un on sekiz yaşındaki histerik hastası Dora gibi, o da mektubu ortalıkta bir yerde bıraktı ve ustası Lambert onu buldu. Korku içinde mektubu Chatterton'un henüz kavga etmediği William Barrett'e götürdü. Barrett ona uzun uzun öğüt verdi ve ertesi gün Chatterton, Barrett'in mektubun kokusunu nasıl aldığını hâlâ bilmeden onu buna iten şeyleri açıklayan bir mektup yazdı:

Bu benim gururum, benim lanetli, doğal, fethedilemez, aklımı karıştıran gururum. Gurur benim özelliğimdir, bunu bilmelisiniz. Ya kendi adıma hiçbir şey yapmadan, kendi isteğime, özgürce açıklayabileceğim kendi düşüncelerime sahip olmadan yaşamak, bir köle; bir hizmetçi olarak, -ya da ölmek- akıllara durgunluk veren seçenek.

Sadece sınırsız bir yeteneği olmakla kalmayan aynı zamanda ailenin delice üzerine titrediği tek erkek çocuğu olduğu için bu gurur oldukça doğaldı. Bu aynı zamanda şiirlerinin önüne bilerek ortaçağ engelleri çıkaran ve sonra bunların listesinden kolaylıkla gelen yeteneğinin bir parçasıydı. Bir de kimsenin özellikle kadınların dayanamadığı kişisel çekiciliğinin bir parçasıydı. Alışılmadık bir erkeksilik, bir vakar ve bağımsızlık. Bir çırpıda soyutlanma nöbetiyle yer değiştiren var olmanın tutkulu havası. Tüm bunlardan öte, Barrett'in dediği gibi "diplerinden ateş fışkıran" eşsiz gri gözleri. Yaşlılardan biri olan George Catcott "dik dik bakan atmaca gözleri vardı ve ruhunu gözlerinden okuyabilirdiniz" der.

Yoksulluğu ve toplumsal güçsüzlüğü, hizmetçiler arasındaki durumu ve herkesin küçümsemesine ve alay etmesine katlanmak zorunda kalışı onda ödün vermez bir öfke yaratmıştır. Son bir haksızlık olarak da Bristollü en aptal yaşlılardan Henry Burgum, Chatterton’un tüm borçlarını ödeyebileceği -hepsi beş pound bile tutmayan- küçük bir miktar para göndermeyi reddetmişti. îlk intihar notuyla yaptığı blöf zaten alaya alınmıştı. Şimdi, onuru hiçbir seçenek tanımayacak ve tekrar intiharı deneyecekti. Büronun ona teslim edildiği bir Paskalya Cumartesisinde, "tüm bunlar saat 11 ile 2 arası kötü bir ruh haletiyle yazıldı" diye başlayan Son Arzusu ve Vasiyetnamesini yazmaya koyulur. Kızgınlığının yanında sönük kalmasına rağmen büyük bir acı içindedir. Arzu, üç büyüğe öfke kustuğu dizelerden oluşan uzun bir bölümle başlar. Dizeleri izleyen tümcelerden Bristol'ün paragözlülüğünü ve filistinizmini eşit derecede aşağılayan bir ses tonu yükselmektedir. Ama ustası Lambert'i -eğer olur da- ona gelecek sağlayabilecek bu tek kişiyi intiharı tasarlarken bile karşısına almaya hiç istekli değil gibidir.

Yazdıklarında bir intihar notunda pek rastlanılmayan bir coşku vardır. Sanki kendisiyle eğlenir gibidir. O akşam gerçekleştirmeyi tasarladığı ölümü, kendisine yapılan haksızlıkların nasıl şiddetli ve bağışlanamaz olduğunu herkese göstermekten daha az önemlidir sanki. Bir kez daha ortalıkta bir yerlere bıraktı sayfaları, bir kez daha bulundu onlar. Lambert ve karısı bu görünümden dehşete düşerler ve sözleşmeyi bozarak onu özgür bırakırlar. İntikam duygusuyla tasarladığı bir intihar çocuksu, sınırsız hayallerini gerçekleştirmiştir. Yaşamına son vereceği tehdidi, önceden sadece gerçek bir intiharın sağlayabileceğini sandığı şeyi ona vermişti: özgürlüğünü.

Bir hafta kadar sonra hayatını bir yazar olarak kazanmaya kesin kararlı Londra'ya gitti. Böyle bir denemeye girişmek için çok iyi nedenleri vardı. Yazılarına genişçe yer verilen başkent dergileri editörleri onu yüreklendiriyor ve ateşli vaatlerde bulunuyorlardı. Oraya varır varmaz onları aradı ve kabına sığmayan ilginç kişiliğiyle herkesi etkilediği gibi onları etkilemiş olmalıydı. Elyazmalarını kabul ettiler ve daha büyük vaatlerde bulundular. Rowley'i yaratan zengin imgelem, bu göz kırpmaları büyük bir başarıya dönüştürüvermişti. Annesine ve kız kardeşine yazdığı mektuplarda coşkuyla bunlardan söz ediyordu. Onlar sevinsin diye, bütün kapıların kendisine açık olduğunu ve ünlülerin onunla dostluk etmek için yarışa girdiklerini söylediği hayaller uyduruyordu.

Gerçekte annesi tarafından çok uzak bir akrabasıyla kenar mahallelerden birinde oturuyordu ve her zamanki gibi kendine ait bir odası yoktu. Bu sefer oda arkadaşı pek çok gece Chatterton'un şiir yazma alışkanlığı yüzünden uykusuz kalan, evin oğluydu. Sabahları, buruşuk kâğıtlar yerlere atılmış duruyordu. Ürkütücü bir kolaylıkla kıvırdığı yergili dizeleri, siyasi denemeleri ve broşürleri her yerde yayımlanırken aynı zamanda sistemli bir biçimde sömürülüyordu. Editörler hiçbir zaman hakkı olan parayı vermiyorlardı. Mayıs ayı boyunca tüm çalışmaları ona sadece 4 florin 15 şilin 4 pens getirmişti ve ayın ortalarına doğru, Londra'ya geleli henüz dört hafta olmadan şans onu bırakıp gidiyordu. Onu en çok cesaretlendiren editörlerden ikisi politik nedenlerden dolayı tutuklanmıştı. Bunu öğrenen diğerleri, hükümetin muhalif yayınlara baskı yapacağını düşünüp haklı olarak daha sakıngan olmaya başladılar. Chatterton'un gelir kaynakları gittikçe kurumaya başlıyordu.

Ama öbür ay şans yüzüne güler gibi oldu. O günlerin politik kahramanlarından biri olan Londra Belediye Başkanı William Beckford'a bir mektup gönderdi. Beckford çalışmalarını beğendi ve bir yenisini görmek istediğini söyledi. Benzer bir mektup adresine postalandı. Chatterton tüm gücünü ve cazibesini ortaya koyarak haftalık dergiler arasında çok özel bir yeri olan North Briton'da bunu yayınlatmaya William Bingley'i ikna etti. Bingley çocuktan öyle etkilendi ki, o sayıyı tümüyle ona ayırmaya karar verdi. Sonra, makale dizgideyken Beckford ateşli romatizmaya dönüşen bir soğuk algınlığı sonucu 21 Haziran'da öldü. Shoreditchli akrabası bayan Ballance'ın söylediğine göre "tam anlamıyla çılgına dönmüştü ne dediğini bilmiyor ve sürekli mahvolduğunu söylüyordu."

Eline bir fırsat daha geçti. Drury Lane Tiyatrosu'nda şanslı bir rastlantı sonucu bir müzisyen olan Dr. Samuel Arnold ile tanıştı. Arnold'un önerisiyle bir yıl önce Bristol'de yazdığı operayı gözden geçirip yeniden yazdı ve haziran başlarında Marllebone'daki eğlence bahçelerinin sahibine sattı. Beş gine ödenmişti, aldığı en büyük paraydı ve belki de en son para.

Büyük bir sevinçle annesine ve kız kardeşine hediyeler gönderdi ama mektubunda geleceğiyle ilgili parlak kehanetlerde bulunmuyordu artık. Üç ay önce Londra'ya gelişinden bu yana verdiği sözlerden birini yerine getirmişti. Para ona uzun süreden beri sayıklayıp durduğu bir diğerini de sağlamıştı: Kendine Holborn Brooke Caddesinde bir çatı katı kiralamıştı. Bu şimdiye kadar ona ait olan tek odaydı.

Bu sırada ona, az da olsa bir şeyler getiren gelir yolları tümüyle tıkanmaya başlamıştı. Kuzey Yönetimi yayın dünyasına büyük baskılarda bulunuyor, pek çok editörü tutukluyor ve Chatterton'a politik darbeler indiriyordu. Sonra da yaz gelip herkes Londra dışına ve deniz kıyısına gidince, bütün piyasa iyice durmuştu. Bu arada en son ve en iyi şiiri olan "Yetkin Bir Hayırseverlik Baladı"nı yazdı. Deyim yerindeyse şiir, Rowleyceye uyarlanmış Samiriyeli kıssasıdır. Bunu daha önce Rowley şiirlerini yayımlayan bir editöre gönderdi ama adam geri çevirdi. Ne Samiriyeli, ne patronlar, ne de Group Street Chatterton'un yardımına koştular.

Chatterton'un kuzeni, eve Walmsley adında bir sıvacının ailesini almıştı. Chatterton öldükten sonra Walmsley'in yeğeni ondan şöyle söz edecektir: "Yemeklere hiç dokunmuyordu, sadece su içiyor ve nefes alıyordu." Küçük erkek kardeşi de şunları ekliyordu: "Bir parça ekmek veya börekle ve suyla yaşıyordu." Ağustos geldiğinde ekmek bile alacak durumu yoktu.

Gene de bir umudu vardı: Bristol'deyken düşünsel gelişimini kolayca gören ve hayranlıkla izleyen Barrett'ten tıp olayının inceliklerini öğrenmişti. On sekizinci yüzyılda bu kadarcık bilgi onu gemi doktoru yapmaya yeterdi. 12 Ağustos'ta Catcott'a yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Bir cerrah olup denizlere açılmayı düşünüyorum, Bay Barrett'in doktorluğumu onaylayacak yetkide olduğuna inanıyorum: Umarım yapar." Bu son tümce Chatteton'un şimdiye dek kendine asla izin vermediği bir yardım çığlığıydı. Ama bayağılık ölümüne değin onu bırakmadı; Barrett böyle bir yükümlülüğü üstlenmedi.

Town and Country Magazine'in ağustos sayısı kendisinin de beklediği gibi çalışmalarına yer vermemişti ve yayıncıların hiçbiri ona olan borçlarını ödemeyecekti. "Lanetli, doğal, yenilemez gurur” açlığına çözüm getirebilecek beden işlerinin hiçbirine izin vermeyecek ama 24 Ağustos'a kadar nefes alarak yaşamakta ısrar edecekti. Bir öyküye göre ev sahibi bayan Angel o gün, "Chatterton'un iki üç gündür hiçbir şey yemediğini bildiğinden akşam yemeğinde birlikte olmak için... ona yalvarır... Chatterton kendisinin bakıma muhtaç olduğu anlamına geldiğine inandığı bu ricadan alınıp onu aç olmadığına inandırır." Öykü onun kişiliğine uyuyor, ama gerçek olmayabilir de. Bir intihar ertesini yaşayan biri, olaydan sonra en azından suçsuz olduğunu göstermek için neşeli bir tavır takınmaya çalışır.

O gece, aynı evi paylaşan komşuları, saatler boyunca durmadan, odada bir uçtan gidip gelen adımlarını duyduklarını söylediler. Sabah gözükmeyince geç saatlere kadar uyuduğunu düşündüler. Öğleye doğru telaşa kapılıp kapıyı kırdılar. Barrett onu yatağında bulduklarını söylemiştir; "Korkunç bir manzaraydı. Çırpınmalarla eciş bücüş olmuştu." Arsenik içmişti. Ve odası altı peniden daha küçük parçalara ayrılmış ve yırtılıp etrafa atılan elyazmalarıyla doluydu.

Soruşturma yapılırken kimliğini tespit edecek kimse yoktu ve ölüm kayıtlarına ismi "William Chatterton" olarak geçti. Shoe Lane'de bir yoksul mezarlığına gömüldü. On sekiz yaşına girmesine daha üç ay vardı.


Chatterton'un yaşadığı trajedi gelecek vaat eden dipdiri bir yeteneğin boşa harcanmasıydı, hem de çok kötü bir şekilde. Ama aynı zamanda kendi önyargıları adına hiçbir yeteneği harcamaktan çekinmeyen yoğun bir Toryizmin ürünü, hasis, züppe ve sömürücü on sekizinci yüzyılın yaşadığı trajedidir. Ama bir yerde Chatterton'un aşırı yetenekli oluşu intihar etmesini kolaylaştırmıştır. Onlardan son bir savunu kurgulamıştır: Gururu, son bir jest olarak, çevresindekilerin bariz bir şekilde yoksun oldukları tüm o yeteneklerini küçümseyerek, onları yok etmiştir. William James bir yazısında şöyle der:

İnsanoğlu her zaman içgüdüsel olarak dünyanın bir kahramanlık sahnesi olduğu duygusunu içinde taşımıştır. Yaşamın büyük gizeminin kahramanlıkta gizlendiğini hissederiz. Doğrultusu ne olursa olsun böyle bir kapasiteden yoksun olan birini bağışlamayız, öte yandan bir kimse ölümü göze alıyorsa ve bundan kahramanca bir acı duyuyorsa, sevmediğimiz yanlarını hemen unutup ona sonsuza dek tapınırız. Biz hâlâ yaşama sımsıkı tutunurken, o hiçbir şeyi umursamadan "hayatı bir çiçek gibi fırlatıp atıyorsa" şu veya bu şekilde aşağılık duygusuna kapılır ve onu, tüm içtenliğimizle üstün kabul ederiz.

Bu açıdan bakacak olursak Chatterton kendini temize çıkarmak ve hatasına bir çizgi çekmek isteğiyle yaşamına son vermiş olabilir. Şiirleri çok geçerli nedenlerle pek fazla okunmamasına rağmen, intihar etmekle başarılı bir kuşağı müjdelediğine dair beklentileri doğrulamıştır. Chatterton, yaşam dolu ve tutkulu olanların çabucak gittiğini öte yandan kaybedecek çok az şeyi olanların hayata yapışıp kaldığını doğrulayan çok güzel bir örnektir.

Ama asıl önemli sorular bizi bekliyor: Bir jest olsa bile Bristol'de yaşam zorlaştığında niçin hemen intihara başvurur? Gurur bir yana, sonuçta niçin bunu yapar? Her şey bir yana gurur yüzeysel bir güdüdür, denetleyemediğimiz itkilerden dolayı kendi kendimizden bir özür dilemedir. Kanımca daha şanslı olsaydı ve toplumsal önyargılar o kadar üstüne gelmeseydi bile intihar uzak bir olasılık değildi. İntihar mekanizmaları hakkında bildiklerimiz Chatterton'un da başından beri bu öğelerin pek çoğuyla iç içe olduğunu gösteriyor. Babası o doğmadan önce ölmüştür. St. Mary Redcliffe mezarlığına gömülüp gömülmediğini bilmiyorum ama o ve ailesi kuşaklar boyu kiliseyle yakın ilişkiler içindeydi ve oraya gömüldüler. Aniden Londra'ya gidişine kadar genç Charterton'un büyük bir değer vererek sakladığı sihirbazlık kitabından başka ona babasından kalan tek miras, kilisenin Evrak Odasından aldığı bir yığın parşömen kâğıdı, odanın ortasında darmadağın bir halde bulunmuştur. Çünkü bazısı "Mr Canynge's Cofre"den gelmiştir ve birkaç tanesi Rowley şiirlerinin bilge, cömert, neredeyse koruyucu bir aziz olan patronu ile ilgilidir. Bunlar Chatterton için zamanla büyük manevi önem kazanırlar.

Çok erken olgunlaşmasına rağmen, geç başlayan biriydi. Kız kardeşi ondan şöyle söz eder: "Kardeşim çok zor öğreniyordu, dört yaşındayken harflerin çoğunu bilmiyordu." Anaokulu öğretmeni onu gerizekâlı diye geri göndermişti. Sonra bir gün annesi, babasına ait eski bir müzik kitabını yırtarken gözlerini kocaman harflere dikmiş ve annesinin deyimiyle "onlara âşık olmuştu." Bundan sonra çok çabuk öğrenmişti. Ama küçük kitapları hâlâ istemiyordu, bunun üzerine annesi ona gotik harflerle yazılmış bir ortaçağ İncili getirmişti. Yani kısacası daha başlarken, ölen babasını paylaştığı bir ortaçağ dünyasına gömülmüştü.

Sonra Rowley şiirlerini yazmaya başladığında sadece dizelerle yetinmedi, sözcük bilgisi ve boğumsal özellikleri babasının ona bıraktığı parşömenlere benzeyen güzel yazılar çıkarmak için büyük emekler verdi. Sonuç pek çok amatör antikacıyı cezbedecek kadar otantikti. Şiirlerinde genel bir şefkat havasının yanında onu yüreklendiren, tüm içtenliğiyle kendini adadığı şiirlerinin yanında olan, unutulup gitmesine göz yummayacak kadar Thomas Rowley hayranı ve kendinden sonrakilere bir anı olarak St. Mary Redcliffe ve Chatterton aile kilisesini yaptıran babacan Canynge vardır bir de. Tüm bu olağanüstü çaba, bana, ölü babasının kendi sözcükleriyle idealize edilmiş bir imgesini yeniden yaratmak için verilmiş gibi görünüyor. Ürkütücü nöbetlerde, özellikle Rowley şiirlerini yazarken başına üşüşen bu tür fanteziler olabilir. Erkek kardeşi intihar eden William Smith şöyle bir olaydan söz eder; "kilisede adeta özel bir zevk aldığı bir yer vardı. Oraya uzanır, gözlerini kiliseye diker ve kendini tüm dünyadan soyutlayıp transa geçmiş gibi bir hal alırdı."

Chatterton bir deha idi -kazanımlarında değilse bile erken olgunlaşmışlığıyla- ve bunun mekanik bir açıklaması asla yapılamaz. Benim bütün söylemek istediğim ölmüş babasını diriltme gereksinimi -psikanalistler açısından güdüdeki şevk ve atılımın bir açıklaması olabilir, tıpkı Rowley şiirlerinde çok daha açıkça görülen ayrıntılı planların bir açıklaması olması gibi. İşlerin sarpa sarması öyle bir eğilimi güçlendirmekten öte intihar düşüncesini yaratmış da olabilir. Sylvia Plath'da olduğu gibi ölüm, ölmüş ve sevilen biriyle buluşmak amacını güdünce korkunçluğunu yitirmiş olmalı.

Belli bir soyutlama düzeyinin dışında, bu şiirlerine bir gölge düşürmez. Rowley şiirleri, on sekizinci yüzyıl gibi, politik broşürleri gibi gotik uyanışın bir parçasıdır. İntihar nedenleri de öyle. Kırılgan duyarlıkla ya da aşırıcılıkla hiçbir ilişkisi yoktur. Gerçekte intihar, her an kapıda bekleyen can sıkıcı gündelik sorunlara bir çözümdü. Group Street'in başarısızlıkla sonuçlanması ve aç kalmak. Arsenik zaten kaçınılmaz olan sonu, birkaç gün daha erken getirmiştir.

*
A. Alvarez
Kan Dökücü Tanrı İntihar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder