Poz verenin kimliği, artık Mona Lisa'nın ünlü gizemine dahil değildir. O, Floransa’da 15 Haziran 1479 tarihinde, artık eskisi kadar zengin olmayan, toprak sahibi Toscanalı bir ailede dünyaya gelen Lisa Gherardini’ydi. Mart 1494’te, işleri iyi giden bir ipek tüccarı olan Francesco del Giocondo’yla evlendi, önemli bir noter olan Leonardo’nun babası Ser Piero da Vinci, Francesco’yu tanıyordu ve büyük olasılıkla arkadaşının eşinin portresini yapmaya ikna eden oydu. Francesco’nun, ölümünden iki yıl önce, 1537’de yazdığı vasiyetnamesi, “murisin, Mona Lisa’ya, sevgili eşine karşı duyduğu sevgi ve şefkati” kanıtlar. Ayrıca “Lisa’nın her zaman asil bir ruhla hareket ettiği ve sadık bir eş olduğu göz önünde bulundurulunca” Francesco “ihtiyacı olacak her şeye sahip olmasına” hükmetti.
Leonardo’nun portreye hangi tarihte başladığı konusunda da bir gizem yoktur. Ünlü Amerigo’nun kuzeni ve Niccolö Machiavelli’nin kâtibi Agostino Vespucci, 1503’te, Cicero’nun basılmış mektuplarının sayfa kenarına Leonardo’nun üzerinde çalıştığı resimler arasında “Lisa del Giocondo”nun portresi olduğunu yazmıştı. Lisa, büyük bir olasılıkla beş çocuğundan birine hamileydi. Bu, o tarihte tablonun bittiği ve teslim edilmeye hazır olduğu anlamına gelmez. Leonardo yavaş çalışan bir ressamdı ve bu portre elinden hiç çıkmadı.
Leonardo’nun 1519’daki ölümünün ardından tablo, ustanın, adı oldukça kötüye çıkmış öğrencisi Salai’ye geçti, Salai de beş yıl sonra öldüğünde, mallarının kız kardeşleri arasında paylaştırılması için hazırlanan listede bu tablo, son yıllarında satın aldığı eşyalar arasındaydı. Bir tarihte bu tablo, Fransız Kralı I. François tarafından satın alındı. Leonardo hayatının son üç yılında onun için çalışmıştı, sonunda tablo Louvre’a geçti.
Resmin asıl gizemli yanı, görünüşe göre fazla özellikleri olmayan, Floransalı bir burjuva kadının bu portresinin neden dünyanın en ünlü resmi haline geldiğiydi. Cevap: Hayatına sıradan bir sipariş olarak başlayan bu tablonun, bir portre olarak sahip olduğu işlevini, radikal bir biçimde aşmış olmasıdır.
Bir portre olarak bile, Mona Lisa, yenilikçiydi. Poz veren bu Floransalı, şaşırtıcı biçimde, bir kır manzarasına üstten bakan bir balkonda otururken resmedilmiştir. İzleyiciye bakar ve bizim varlığımıza, tarifi zor bir gülümsemeyle tepki verir. Bu gülümseme, öbür adının simgesi olabilir: “La Gioconda” (Neşeli). Bir kadın için, bu şekilde bir göz teması kurmak, oldukça cesaret gerektiren bir durumdu, hatta terbiyesizlik olarak bile görülebilirdi. Leonardo’nun kadınları resmettiği önceki portrelerinin hiçbirinde böyle bir şey yoktur. Bu siparişin özel olması, Leonardo’nun böyle bir yenilik yapmasına izin vermiş olabilir.
Ancak bu eserin özgünlüğü, bu biçimsel ve duygusal yeniliklerin çok ötesindedir. Resim, İtalyan Rönesans şiir sanatına nüfuz etmiş “sevgili hanımefendi” imgesini, yeni bir görsel biçime dönüştürmüştür. Dante şöyle yazmıştı:
“Ruh, büyük ölçüde, iki yerde etkilidir, çünkü ruhun üç karakteri de bu iki yerde yetkilidir: Gözlerde ve ağızda...
Güzel bir benzetmeyle, bu iki yer, bedenin mimarisinde bulunan hanımın balkonları, yani ruhu olarak adlandırılabilir, çünkü genelde, sanki bir peçenin arkasındaymış gibi, hanımefendi, kendini oradan belli eder.”
Ruhun, örtülmüş bir portresi... Leonardo’nun tam olarak önerdiği de budur. Renkli, yüzlerce sırla uygulanmış, mucizevi güzellikteki boya katmanları, tanımlanması zor yüzeyler oluşturur. Gözümüz, belirgin dış çizgilerin kesinliğini arar, ancak onun yüzündeki ifadeyle hayali bir oyuna doğru çekilir. Leonardo, gözleri, ruhun pencereleri olarak görürdü. Lisa’nın pencereleri ise tütsülenmiş bir camla sırlanmıştı.
“Bedenin mimarisi” Leonardo’ya göre büyük ölçüde, yeryüzü gövdesinin mimarisini yansıtıyordu. İnsan bedeni, bir mikrokosmostu ya da “ikincil bir dünya”, bir bütün olarak evrenin makrokosmosunun biçim ve işlevlerini yansıtıyordu. Leonardo’nun yazdığı gibi:
“Eskiler tarafından insan, ikincil bir dünya olarak adlandırıldı... İnsan su, toprak, hava ve ateşten oluştuğu için bedeni dünyanın bir benzeridir. Tıpkı insanın, teninin desteği ve donanımı olan kemiklerinin bulunması gibi, dünyanın da kayaları vardır. Tıpkı insanda, nefes alırken içinde akciğerlerin büyüyüp küçüldüğü kandan bir göl olması gibi, yeryüzünün gövdesinde de, aynı biçimde, her altı saatte bir yeryüzü nefes aldığında büyüyüp küçülen okyanuslar vardır. Tıpkı bütün bedende kolları olan o damarların bu kan gölünde oluşmasına benzer biçimde, okyanusu andıran bu deniz, dünyanın bütün kütlesini sonsuz sayıdaki su damarlarıyla doldurur.”
Lisa’nın saçı ve elbisesinin kıvrımları, aşağıdaki vadide yer alan akarsu mecralarını yankılayan, kıvrılan dereler gibi sarkar. Leonardo, kanı, “su damarlarının” yeryüzünü beslemesi gibi, insan bedeninin “canlandırıcısı” olarak tarif eder. Yeryuvarlağının bedenindeki hayat hareketleri, kır manzarasının içine işlemiştir. Sağdaki, yüksekte duran göl, soldaki, daha aşağıda yer alan gölü besler. Zaman içinde, tıpkı insan bedeninin değiştiği gibi bu da değişecektir.
Bir portre, dünyanın bedenindeki hayatı bağlamında, insan doğası hakkındaki felsefi bir arabulucuya dönüşmüştür. Leonardo, incelikli görsel sihrini, bizi kendi meditasyonuna ikna etmek için kullanır; ancak bizimle alay eder. Bize ne düşüneceğimizi söylemez. Biz de, önceki kuşaklar gibi, bu eserden, istediğimiz anlamı çıkarmanın cazibesine kapılırız.
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder