“Werthermania"


"İnsan tabiatının belli sınırları vardır; sevince, acıya, sıkıntıya bu sınırlar içinde katlanabilir.Sınırı aştı mı, perişan olur. Öyleyse burada mesele, bir insanın zayıf veya kuvvetli olması değil, maddi  manevi acılara dayanıp dayanmayacağıdır. Kendini yaşamaktan mahrum eden bir insana korkak demekle, ateşler içinde yanıp kavrularak ölen bir kimsenin korkak olduğunu söylemek arasında bir fark göremiyorum.

İnsanın bütün gücünü yok eden, bir daha kendine gelemeyecek ve hiçbir değişiklikle yaşayışını eski haline koyamayacak kadar kolunu kanadını kıran bir hastalığa ölümcül hastalık dediğimizi kabul ediyorsun. Öyleyse, dostum, şimdi bunu manevi alana uygulayalım. Manen kolu kanadı kırılmış bir insanı gözünün önüne getir. Her şey onun üzerinde nasıl iz bırakır, düşünceler onda katılaşıp kalır, sonunda, tutulduğu karasevda onun bütün düşünme gücünü alır, onu mahveder. Soğukkanlı, aklı başında bir insanın, o zavallının halini görmeyip ona öğüt vermesi boşunadır. Hastanın yanı başında duran sağlam bir insan, kendi gücünden birazını onun damarlarına akıtabilir mi?" Sf.  62 - 63
http://kaotikbenlik.blogspot.com.tr/2013/01/genc-wertherin-aclar-goethe.html


Goethe, 1774’te Genç Werther’in Acıları’nı (Die Leiden des jungen Werthers) yayımladığında yirmi beş yaşındadır ve bunu yazarken, yakından tanıdığı bir genç adamın, Braunschweig elçiliğinin sekreteri Karl Wilhelm Jerusalem’in intiharından esinlenir. Bu genç adam, âşık olduğu evli kadın tarafından reddedildiği için kendini öldürmüştür. Aynı dönemde, Goethe’nin kendisi de evli bir kadına, Lotte’a aşıktır. Hamlet’in, Richardson’un Pamela'sının ve La Nouvelle Heloise'in ışığında gelişmiş olan bu kişisel dramlar Werther'in temelini oluşturur.

Romanın uyandırdığı yankı çevrenin bu konudaki duyarlılığını açıklar. Werther bir moda yaratmaz; o, yansıması olduğu bir ortama bir biçim verir sadece. İntihar tartışmaları, yüzyılın ortasından itibaren kültürlü çevreleri geniş ölçüde duyarlılaştırmıştır: 1761'de Saint-Preux’nün mektubu, 1770’te Chatterton’un intiharı, Lyonlu âşıklar ve Hume’un kitabının Fransızca çevirisi, 1773’te de Saint-Denis’deki askerlerin ölümü... Werther, istemli ölümün yasallığıyla ilgili tartışmaların şiddetlendiği, coşkuların yükseldiği bir anda çıkar gelir. Genç bir adamla, evli ve namuslu bir kadın arasındaki bu imkânsız aşkın hikâyesi dokunaklı bir intiharla son bulur; bütün temel tutkular tam bir karışıklık ve belirsizlik içindedir: aşk, ölüm ve varlıkların çare bulunmaz iletişimsizliği. Bastırılmış cinsel duygular, erdem, kaçınılmaz kader, gençlik ve ölüm; Eski Rejim’in sonunda duyarlılıkları canlandıran her şey, Avrupa gençliğinin, sözlerini Hamlet’in sözlerini ezberlediği gibi ezberleyeceği Werther'de şiirsel ve melankolik bir ifadesini ve son noktasını bulur:

 “Ölmek! Ne demek bu? Bak, ölümden söz ederken hayal kuruyoruz. Ben kaç kişinin öldüğünü gördüm; ama insanlığın ufku öyle dar ki varlığının başıyla sonu hakkında en ufak bir fikri yok. Şu anda hâlâ bana ait, sana ait. Sana ait sevgilim! Ama bir süre sonra birbirimizden ayrılmış (...) kopmuş olacağız (...) belki de sonsuza dek! Hayır, Charlotte, hayır... Ben nasıl yok olabilirim? Sen nasıl yok olabilirsin? Biz varız, evet... Yok olmak! Ne demek bu? Yine boş bir sözcük, yüreğimin anlamadığı boş bir ses... Ölü, Charlotte! soğuk toprağın altına gömülmüş, dapdaracık, zifiri karanlık!”


Kitap 1775’ten sonra Fransızca'ya çevrilir ve on yıl içinde art arda on beş baskı yapar. Birçok uyarlaması yapılır. 1779-1799 yılları arasında dört İngilizce çevirisi yayımlanır, sonra 1810’a kadar üç çevirisi daha basılır. Ve hemen ona öykünmeler başlar; 1777 yılında, isveçli genç Karstens, yanında Werther'in sayfaları açık bir nüshasıyla birlikte, tabancayla kendini öldürür; ertesi yıl, sevdiği adam tarafından terk edildiğini sanan Christiane von Lassberg, cebinde Werther'in Acıları’yla birlikte kendini suya atar, bir kunduracı çırağı, yeleğinde bir Werther’le birlikte pencereden atlar; 1784’te, yatağında intihar eden genç bir İngiliz bayanın yastığının altında bir Werther bulunur. Bu durum, 1835 yılında Kari von Hohenhauser'e kadar aralıksız devam eder. “Werther dünyanın en güzel kadınından daha fazla intihara yol açmıştır” diye yazar Madame de Stael.

“Werthermania" kaygı verici bir boyut alır. Bazı bölgelerde kitap yasaklanır; Goethe eleştirilere maruz kalır; 1775 yılında, Papaz Goeze, Goethe’yi, “rezilliği" kahramanca bir davranışla bir tutmakla suçlar; Profesör Schletnvein onu “halka zararlı düşünceler aşılayan” biri olarak görür; Papaz Dilthey onu mahkûm eder. 1804'te, Mercure de France “Goethe hoş görülemez, yapıtının amacı apaçık ahlakdışıdır” diye yazar.

Suçlama gülünçtür kuşkusuz. Goethe, bir intihar savunusu değil, bir roman yazmıştır. Bütün gençlerin istemli ölümünden onu sorumlu tutmak, bütün edebiyatı suçlamak demektir. Asırlardır, binlerce roman, ahlakçıların kınamasına maruz kalmadan intiharları anlatmıştır. Werther aleyhindeki tepkilerin bu kadar sert olmasının nedeni, çoğu insanın, intiharın “toplumsal bir olaya”, dalga geçilemeyecek can sıkıcı ve tehlikeli bir soruna dönüştüğü izlenimine kapılmış olmasıdır.

Yapıtının varsayılan etkilerinden kaygıya düşen Goethe, 1775’ten sonra, Werther’in ikinci kitabının başına, şu dizeyle biten bir dörtlük koyar: 

“Bir erkek ol, bana öykünme.”

 1777’de, ona çağın hastalığı melankoliden acı çektiğini yazan bir genci ziyaret edip onunla konuşmaya çalışacak ve 1779’da şöyle yazacaktır:

 “Tanrı beni tekrar bir Werther yazmak zorunda kalmaktan korusun." 

İlk izlenimi düzeltmeye çalışmak için, yapıtında pek çok kez üstü kapalı biçimde bunu belirtir. Yaşamının sonunda, olayları daha doğru biçimde değerlendirecek ve Derby Piskoposu Lord Bristol, “tümüyle ahlakdışı ve lanetli" kitabından dolayı onu eleştirdiğinde, ona yanıt olarak, siyasetçilerin, vicdanları tümüyle rahat biçimde milyonlarca insanı ölüme gönderdiğini söyleyecektir.

*
İntiharın Tarihi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder