Şenol Ayla 94.9 Açık Radyo’da Didik Didik Freud programında, 5. programda birlikteyiz. Merhaba ben Şenol Ayla.
Serol Teber Merhaba ben Serol Teber.
Şenol Ayla Önemli bir konuyu bölmüştük geçen hafta, onun için kısa bir hatırlatma yapalım dinleyememiş olanlar için, çünkü onun devamını getireceğiz. Anna O vakasından bahsetmiştik.
Serol Teber Şöyle bir toplamaya çalışalım. Anna O, Viyanalı bir genç kız. 21 yaşlarında. Breuer tarafından tedavi edilmeye çalışılıyor. Çok zengin bir semptomatoloji gösteriyor. Baş ağrılarından bilinç bulanıklığına, kollarda bacaklardaki kısmi felçlere, yutkunma bozukluklarına, yataktan çıkmama hallerine kadar. Aynı zamanda babası da bir akciğer hastalığından ölüm döşeğinde yatmaktadır. Kızın babasıyla çok yakın ilişkisi vardır. Hem duygusal olarak, hem de onun bakımını da üstleniyor. Ve bu sırada babası ölüyor ve Breuer de onu hipnoz ve konuşma kürü ile tedavi etmeye çalışır. 18 aylık bir tedaviden sonra kısmen sağlığına kavuşuyor ve Breuer ile ilişkisini keser. Belki geçen hafta biz şu önemli noktayı söylemeyi unuttuk. Breuer’in, Anna O’nun tedavisini kesmesi çok apar-topar, korku içinde olur. Bunu söylememiştik.
Serol Teber Çok çok önemli bir nokta. Bunu açmak istiyorum. Haziran ayının ortalarında 1882 yılında tedavi kısmen bitmiştir. Breuer artık kendisinin yapacağı bir şey olmadığını söyleyip, evine gelir. Ama o sırada aynı gece eve gelen bir ulak acilen Anna O’nun ailesi tarafından çağrıldığını çünkü kızın sancılar içinde kıvrandığını söyler.
Şenol Ayla Ne sancısı bunlar?
Serol Teber Karnından gelen sancılar. Breuer apar topar kızın evine gider ki kız yatakta yatmaktadır ve “şimdi benim bir çocuğum olacak, Dr. Breuer’den bir çocuk doğurmak üzereyim” der. Bunu duyan Breuer büyük bir panik atak türü korkuyla artık tedavisini kendisinin üstlenemeyeceğini, çünkü seksüel bir skandalın ortaya çıkabileceğini düşünür, tedavinin devamını bir arkadaşına emanet eder ve evine döner.
Şenol Ayla “Kaçar” diye yazmışsın sen.
Serol Teber Neredeyse kaçar. Bundan sonra Anna O’nun tedavisini başka bir hekim, başka bir psikiyatr üstlenir ve onu İsviçre’de bir kliniğe yatırırlar. Bu çok önemli. Aslında ilerdeki yıllarda Freud bu noktaların altını çizmiş ve Stephen Zweig’a yazdığı bir mektupta “İşte tam da bu noktada” demiştir, “Anna O histerinin anahtarını Breuer’in eline verdi, fakat O onu tutamayıp yere düşürdü”.
Şenol Ayla Korktuğu için.
Serol Teber Korktuğu için yere düşürdü ve üstüne gidemedi.
Şenol Ayla Anna O’nun önemi bu anahtar olması değil mi?
Serol Teber Evet Rozette taşı diye bu yüzden diyoruz.
Şenol Ayla Şifre çözücü bir vaka.
Serol Teber Evet şifre çözücü. Biz bu sayede, -tabii ki Freud’un sayesinde- bilinçdışının gizemli yazılarını, hiyeroglifi okuma olanağı buluyoruz. Ama Anna O’nun tabii ki ayrı bir kişiliği var. Anna O’nun asıl adının Bertha Pappenheim olduğunu daha sonraki yıllarda öğreniyoruz. 59’lu yıllarda Freud’un aile vakanüvisi diyebileceğimiz biyografisi, Ernest Jones tarafından yazıldığında onun Bertha Pappenheim olduğunu -ki kendisi başlı başına bir ünlü, bir isimdi dünya tarihinde, edebiyatında, kadın hareketlerinde- geçmişte gösterdiği semptomatolojinin aslında ne denli birbirlerinin devamı olduğunu daha iyi gözleyebiliyoruz. Şöyle ki İsviçre’deki tedavilerin sonunda Bertha Pappenheim için, artık Anna O dönemi geride kalmıştır, annesinin arzusu üzerine Viyana’dan Frankfurt’a taşınırlar. Frankfurt’ta bir çocuk yuvasında, kimsesiz kalmış kızlar yuvasında çalışmaktadır. Sonradan İngiltere’de toplanan Fahişeleri Fahişelikten Kurtarma Girişimi’ne katılır ve burada kendisinin bir kariyerini başlatacak ünlü bir konuşma yapar. Ardından Almanya’ya dönüp benzer bir derneği Almanya’da kurar. Kadınlar Birliği’nde çalışır, Alman Kadınlar Birliği’nde. Dünyanın çeşitli kadın hareketlerinde çalışır ve bu arada pek çok ülkeyi gezer ve anımsadığım kadarıyla 8 Nisan 1911 tarihinde İstanbul’a gelir. Burada da, İstanbul’da çalışan fahişelerle konuşup, onları alınır satılır bir meta durumundan kurtarmak için çaba gösterir. Burada Hahambaşı’yla yaptığı bir unutulmaz bir konuşma vardır. Bertha Pappenheim Hahambaşı’na sorar “-İstanbul’da Yahudi kökenli fahişe var mıdır?” diye. Hahambaşı da “-Aslında” der, “bizim bütün gelirimiz bu Yahudi kökenli fahişelerden toplanan paralardan sinagoglara yapılan yardımlar üzerinden olmaktadır” der. Anna O…
Şenol Ayla Bir Rozette taşlık daha yapmış aslında.
Serol Teber Evet, bir anahtar rolü daha oynamış. Hahambaşı’na sorar “-peki bunları niye önlemiyorsunuz, niye kapatmıyorsunuz?”, “Onları çalıştıran şahıslardan gelen yardımlar olmazsa şayet, ne sinagoglarımız ayakta kalabilir, ne hastaneler ne de çocuk bakımevleri” der.
Şenol Ayla “Fahişeleri çalıştıran şahıslar” diyerek de gayet edepli konuşmuş olduk sanıyorum.
Serol Teber Evet yardım etmeseydin ben adıyla sanıyla bunların isimlerini söyleyecektim.
Şenol Ayla Artık Bertha ve Bertha’nın hayatını inceliyoruz. Hakikaten bir sürü şifreyi çözmemizi sağladı Anna O, belki de bu türdeki tek vaka değildi, belki değil, büyük olasılıkla tek vaka değildi. Bunu görebilmek önemli sonuçta değil mi? Yani Rozette Taşı’nı okumak burada daha büyük bir maharet istiyor sanıyorum.
Serol Teber Evet ayrıca da Anna O’nun, Bertha Pappenheim olarak da öğrenildikten sonra, kişiliği artık daha da önemli oldu. Çünkü Bertha Pappenheim’ın kişiliği, çalışmaları dünya literatürüne girişi de büyük ikilemlerle dolu. Ayrıca biz buna biraz da analitik bir gözle baktığımızda, daha da çıplak, daha da net görebiliyoruz bunları. Bütün yaşam fahişelerle geçiyor, bütün yaşam genelevleri gezmekle ve oradaki genç kadınlarla konuşmakla geçiyor. Amacı onlara yardım etmek, ana bütün gün neredeyse 24 saat onların yaşam öykülerini ve başlarına geleni dinlemekle geçiyor, teker teker neredeyse. Freud hınzırca, ileri yıllarda Marie Bonaparte’nin kulağına söylüyor. “-Bakın” diyor “-daha gençliğinde gösterdiği semptomatolojilerle bugünkü çalışma tarzı arasında aslında bir fark yok” diyor. “Gene aynı işi yapıyor, bir yandan kadınları kurtarmak istiyor, benliğinin bir bölümüyle, yani ikiye ayrılmış benliğin bir yarısı öbür yarısını eleştiriyor devamlı. Eleştiren taraf insanlara, kadınlara, fahişelere yardım etmesini istiyor. Ama benliğinin öbür tarafı, asıl dominant olan tarafı ise, Anna O ise, bir yandan fahişe gibi yaşamak istiyor. Çünkü içinde kabaran yoğun cinsel duyguları dizginsiz, sansürsüz boşaltmak istiyor. Ama süper egosu, baskın kültür bunları önlüyor. Çocukluğundan beri tatmin olmamış bir ağzı, yeteri kadar doygunluk ve sevgiyle ememediği anne memesini bu sefer başkalarıyla sürekli kavga ederek, herkesin çok dikkatini çeken bir tarzda ısırarak konuşuyor” diyor. Bertha Pappenheim, arkadaşlarının tanımıyla, gerçekten “ısıran vulva” biçiminde bir yaşam sürdürüyor ve kimse onunla konuşmak istemiyor. Bu bölümünü zaten kendisi de çiziyor, benim içinde iki benlik var, bir tanesi beni dizginlemeye çalışıyor ama öbür tarafım yoğun bir cinsel açlık içinde diye ve buna karşılık da ama aseksüel bir yaşam sürdürüyor ömrü boyunca, hiç kimseyle kucaklaştığı, hiç kimseyi yanağından olsun öptüğü ya da sarıldığı görülmemiş Anna O’nun. Tek başına yaşıyor, 77 yaşına kadar.
Şenol Ayla Yakın bir arkadaşına Bertha şöyle demiş, “-duygularımı aşmak için çalışmak zorundayım. Ben aşkı değil, görevi öğrendim ve hep görev yaptım. Ben istediklerimi değil yapmak zorunda olduklarımı yapıyorum.”
Serol Teber Evet bu da içinde doğup büyüdüğü otoriter ailenin ona ilk günden benimsettiği o anlaması kolay olmayan, aslında hepimizin yaşadığı kültürel baskının kurbanı oluyor bir yerde. Ayrıca buna bir de Yahudi ailelerindeki batıllığı ve tutuculuğu eklersek, Anna O ya da Bertha Pappenheim çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor ve Bertha bunu bütün yalınlığı, çıplaklığı, parlak zekâsı, zengin kültürü ve kişiliği ile bizim gözlerimizin önüne sergiliyor.
Şenol Ayla Bertha’nın hayatında iki önemli erkek var, biri babası -çok önemli-, bir de Breuer önemli.
Serol Teber Evet bir de erkek kardeşi galiba ve yaşamı boyunca bu üç kişiyi ne unutuyor ne affediyor. “-O Breuer’dir ki” diyor, “-o doktor beni doğurmak üzere olan çocuğumla bıraktı” tabii bu sanal bir doğum...
Şenol Ayla Sanal, ama doğru sonuçta, söylediğinde haklı. “Ben çocuk doğurmakta olduğumu hissediyordum, sen yoktun yanımda” diyor.
Serol Teber Evet beni bırakıp kaçtın diyor.
Şenol Ayla Evet.
Serol Teber Ve affetmiyor. Onlara benzeyen tipleri de affetmiyor, yanına sokmuyor.
Şenol Ayla Erkeklere karşı genellikle zaten uzak duran bir hayat sürüyor.
Serol Teber Kesinlikle çok uzak duruyor.
Şenol Ayla Asıl istediğinin de hep sevilmek olduğunu söylüyor, daha sonra yazılarında da belirtmiş; “Beni kimse unutmasın, unutulmak istemiyorum, sevin beni”. Bunları çok çok kullanıyor.
Serol Teber Ama yazık ki yalnızlık içinde yaşıyor ve öldüğü zaman da yanında birkaç tane Kadın Birliği’nden arkadaşı var. Ölümü debşanslı bir günde, hatta saatlerde gelmiş diyelim, çünkü o ölmeden önce ya da tam o saatlerde Naziler onun tutuklama kararını çıkarmış.
Şenol Ayla 1936.
Serol Teber 1936’da Naziler tutuklama kararı çıkartmış, ama tutuklanma kararı kendisine tebliğ edilmeden ya da tutuklanmadan Bertha Pappenheim’ın hayatı son bulmuştur.
Şenol Ayla Zaten şöyle bir şeyi daha önceki programda da söylemiştik; psikanalistler “tedavi ettik” diye bildirdiler ama böyle bir şey yoktu aslında. Bu, Bertha’nın Anna O olduğu ortaya çıkınca da daha açık ortaya çıktı galiba. Tedavi edilen falan yoktu sonuçta.
Serol Teber Yoktu, belki de O’nun kişiliğinin bilmedikleri yanları da ortaya çıktı, durumu daha da vahim hale geldi. Bilemiyoruz.
Şenol Ayla Bertha Pappenheim’ı ve Anna O’yu bitirdik. Freud’a tekrar dönelim. Odağımızı kaydırmıştık biraz. Freud’un Charcot’dan ne kadar etkilendiğini görmüştük Paris’te. Onun hayatında Bu kadar önemli yer tutan arkadaşı oldu mu? Yalnız bir adam çünkü genellikle.
Serol Teber Evet, Charcot’dan sonra Breuer Freud’u çok etkilemişti. Breuer ile ilk kitaplarını yazdılar. Histeri Üzerine Çalışma, 1895 yılında. Bu kitap onların hem beraberliklerinin doruk noktası oldu, hem de ayrılmaya başlamalarının başlangıcını oluşturdu neredeyse diyebiliriz. Yaşamında çok büyük rol oynayan Breuer ile Freud biraz da kaba bir biçimde ilişkilerini koparmaya başladı.
Şenol Ayla Neden?
Serol Teber Çok fazla nedeni var galiba. Birincisi, en başta geleni, Breuer Freud’a oldukça fazla borç para vermişti, ona yardım etmişti. Freud, bunları ödeyemez duruma gelmişti neredeyse. Freud’un ilk açtığı muayenehanenin ilk hastaları sürekli olarak Breuer’den gönderilmişti. O’na Viyana’nın pek çok kapılarını Breuer açmıştı. Bu kadar büyük bir yükün altında kalan Freud, bu babadan -tırnak içinde “yedek babadan”- kurtulmak istiyordu, zaten O’nun kişiliğinin temel özelliklerinden biri de budur, birine çok büyük bir tutkuyla tutulmak, her şeyini ona açmak, ondan sonra da ondan kurtulmak için onu düşman bellemek. Bu belki pek çoğumuzda görülen bir tavır, ama Freud’da da belirli biçimde görülür. Breuer’den ayrıldığı zaman yaşadığı yoğun yalnızlık, dayanılması zor arkadaşsızlık onu gerçekten derin bir psişik krizin içine sürüklemiştir. Ama tam da o sıralarda Berlinli Wilhelm Fliess adlı, kulak burun boğaz uzmanı bir doktor gelir, hem Breuer’in hem de Freud’un konuşmalarını dinler ve çok kısa bir süre içinde Freud ile çok yakın bir arkadaşlık kurarlar. O kadar yakın ki, yani 1890-1900 arasındaki döneme Freud için “Fliess Dönemi” adı verilir ki haklı olarak böyledir. Aralarında çok yoğun bir mektuplaşma başlar.
Şenol Ayla Fliess kim bu arada, yani ne yapıyor?
Serol Teber Fliess kulak burun boğaz mütehassısı bir doktor, Berlin’de çok iyi işleyen bir muayenehanesi var ve Fliess’in eşi Breuer’nin eski bir hastası. Böyle de bir hasta-hekim ilişkisi üzerinden bağlantı var ve hanımı çok zengin. Muayenehanenin açılmasını ve Fliess’in yaşamını finanse eden eşi. Freud ile arkadaşlıkları, dostlukları o derece yoğun o derece intim bir düzeye girer ki, aileler kocalarını kıskanmaya başlarlar. Ve özellikle de Fliess’in karısı Freud’dan kocasını ciddi bir şekilde kıskanır ve neredeyse bunun intikamını alacağı günleri bekler. Burada tabii psikanalizin bitip tükenmek bilmeyen yan soruları vardır. Kritik fesat soruları. Aradaki dostluğun boyutu bugüne kadar hâlâ bilinmemiştir. Bu bir biseksüel ilişkiye uzanan bir dostluk mudur, yoksa belli bir sınırda kalan bir dostluk mudur bilemiyoruz, bugüne kadar en azından bilinmiyor, bugünden sonra çıkacak bir belge ile açıklanabilir mi, biraz daha somuta indirgenebilir mi bilemiyorum.
Şenol Ayla Çok ortak ilgi alanları var hatta…
Serol Teber Arkeoloji var. Fliess’de çok yoğun bir arkeoloji merakı var, hatta Girit’teki Knossos Sarayı’nın kazılarına bizzat katılack kadar arkeolojiye tutkusu var. Gene Kabala sayıcılığına ve eski Yahudi mistisizmine çok ciddi ilgisi var. Böyle tutkuları var. Kulak burun boğaz hastalıklarında burun mukozasıyla kadın cinsel organı ve kadınlardaki aylık periyodik regller arasındaki bazı bağlantıları irdeleyen çalışmaları var. Bu çalışması basılmıştır ama büyük bir ilgi görmemiştir. Çok parlak zekâlı bir insandır ve aralarında şöyle bir ön anlaşma yapılmıştır Freud ile, birbirlerine her şeylerini yazacaklardır ama mektuplarını okuduktan sonra hızla yakacaklardır.
Şenol Ayla Evet deşifre olmadan…
Serol Teber Deşifre olmayacaktır.
Şenol Ayla Bunları da bilmiyoruz biz değil mi? Bu mektuplarından kalan…
Serol Teber Fliess’nin Freud’a yazdığı mektupları Freud verdiği sözü tutarak hemen yakmıştır. Ve bunlardan hiçbirini bilmiyoruz. Ama Freud’un yazdığı mektupları Fliess verdiği sözü tutmayarak yakmamıştır ve birdenbire erken ölümü kıskanç karısına düşleyemediği, bir şans vermiştir. 295 mektubu, Freud’un bugün öğrenebildiğimiz aynanın arkasındaki kişiliğini, sakladığı kişiliğini öğrenme şansı veren 295 mektubu, Fliess’in karısı satışa çıkarmıştır. Freud bunu duyduğu zaman nereyse şoka girmiştir, yeni bir şoka. Ama o sırada Marie Bonaparte, onun koruyucu meleği Marie Bonaparte, gidip Fliess’in eşinden bu mektupları gizlice almış, Freud’un kızı Anna ile sansürden geçirip bir bölümünü Freud öldükten sonra yayınlamıştır. Biz de buradan çok, çok, çok şey öğrenmişizdir.
Şenol Ayla Marie Bonaparte’ın ödediği miktar da 1200 Mark imiş bu mektuplara.
Serol Teber O zaman için çok ciddi bir para.
Şenol Ayla Marie Bonaparte kimdi aslında?
Serol Teber O da çağının çok renkli kişiliklerinden biriydi. Öncelikle III. Bonaporte’ın yakın akrabası oluyordu.
Şenol Ayla Prenses aslında.
Serol Teber Prenses. Fransız sarayından doğma büyüme bir prenses. Sonra gençliğinde bir Yunan prensiyle evleniyor, aynı zamanda Yunan Prensesi unvanını da alıyor. Yani Avrupa aristokrasisinin çok içinde olan, birkaç yönden içinde olan bir kişilik. Çocukluğu çok trajik bir ortamda gelişiyor Marie Bonaparte’ın. Fransa saraylarındaki bütün entrikaları yakından görme olanağını buluyor. Annesi çok genç yaşta ölüyor. Olasılıkla doğum sırasında ölüyor. Ve önünde işlenen cinayetleri, mirasa ve tahta yakın kişilerin nasıl planlı programlı öldürüldüklerini, zehirlendiklerini Marie Bonaparte çocuk yaşlarında görüyor ve şahit oluyor. Büyük korkuları var. Bunlardan benlik yarılmaları oluşuyor. Ve bunları tedavi ettirmek için Freud’un ismi O’na çok çekici geliyor ya da metodu. Gidip ilk önce psikanaliz oluyor Freud’la, ondan sonra da kendisi bizzat Paris’te, Fransa’da psikanaliz yapmaya ve psikanaliz okulunun Paris’te yayılmasına ön ayak oluyor. Çok büyük yardımlarda bulunuyor Freud’a. Çok büyük bir servetin sahibi. Her yanıyla Freud için tam bir koruyucu melek.
Şenol Ayla Birçok kez yardımı dokunuyor değil mi, sadece mektuplarını satın alarak değil?
Serol Teber Birçok kez yardımı dokunuyor. onun yaşamının sonunda Naziler Viyana’ya girdikleri zaman Freud’u olasılıkla öldürmek üzere oldukları anda, bütün dünyayı ayağa kaldırarak, başkan Roosevelt’e başvurarak, İngiltere Kraliçesi’ne ve parlamentosuna başvurarak, bütün dünya aristokrasisini ayağa kaldırarak, ailenin Viyana’dan kurtulmalarını sağlıyor. Eşyalarının, kıymetli antikalarının kurtulmasını sağlıyor, ama bu arada da gene de Freud’la aralarında intim bazı ilişkilerin olup olmadığı oldukça kuşkulu.
Şenol Ayla Böyle şüpheler var.
Serol Teber Böyle şüpheler var. En azından Marie Bonaparte da oldukça dünyaya açık bir kadın. Ben 1,5 ay önce onun bir televizyon filmini gördüm. 2004 yılı yapımıymış Marie Bonaparte’ı Catherine Deneuve oynuyor. Nefis bir sunuydu.
Şenol Ayla Zaten fotoğraflarında da Marie Bonaparte çok güzel bir kadın.
Serol Teber Çok güzel bir kadın, çok çarpıcı bir kadın. Ayrıca entelektüel kapasitesi çok çok fazla. Psikanaliz olduktan ve bu psikanaliz konusuna, hakim olduktan sonra, Edgar Allen Poe’nun üzerine bir biyografisi var, biyografi çalışması var ki bunu Freud bile alkışlarla karşılıyor, çok beğeniyor.
Şenol Ayla Önemli sayıda da günlüğü var herhalde Marie Bonaparte’ın, ama bunlar da yayımlanmadı.
Serol Teber Bunlar şu anda Tanya’da, torunu Tanya’nın kasasında duruyor. Ama bugüne kadar çıkmadı. Geriye atıf yaparsak Bertha Pappenheim ile ilgili Freud ile konuşmaları da bu günlüklerin içinde, ama bunları da biz bilmiyoruz, daha görmüş, okumuş değiliz. Ya da okuyan pek yok.
Şenol Ayla Marie Bonaparte, Freud’un hayatındaki bir sürü önemli kadından biri sonuç olarak. Bir sürü yakın arkadaşı olmuş -yalnız dememize rağmen- hayatına girip çıkan çok insan oldu Freud’un, gruplar da oldu… Viyana Çetesi gibi. Bundan bahsetmedik. Viyana Çetesi’nin zamanı geldi mi?
Serol Teber Çetelerin zamanı her zaman gelir.
Şenol Ayla O zaman buyurun.
Serol Teber 1902’de Freud artık ayakları üzerinde durmaya başladıktan sonra –ki bu sırada Düş Yorumu kitabı yayımlanmıştır…
Şenol Ayla Bir şey sorabilir miyim? Bizde hep bu, Türkçe’de, Düşlerin Yorumu diye çıktı, sen özellikle Düş Yorumu diyorsun. Doğrusu aslında Düş Yorumu değil mi? Orijinali bu.
Serol Teber Orijinali bu: Düş Yorumu. Bunun Almanca’sını söylememe müsaade eder misin, Die Traumdeutung. Bu bir kavram. Düşlerin Yorumu ise, rüya tabirleri gibi bir şey oluyor.
Şenol Ayla Evet yanlış kullanılıyor. Başka bir anlam var gibi.
Serol Teber Başka bir vurguya gidiyor. Ama alışkanlık olarak Düşlerin Yorumu değil, Düş Yorumu demek lazım. En azından Freud bunu böyle kullanmıştır.
Şenol Ayla O zaman bizim de öyle kullanmamız lazım.
Serol Teber Ben öyle kullanmaya çalışıyorum elimden geldiği kadar.
Şenol Ayla Viyana Çetesi diyorduk.
Serol Teber Evet, Freud adeti üzere 1900 yılından sonra Fliess ile aralarındaki bağları yavaş yavaş koparmaya başlar ve 1902 yılında kendi muayenehanesinin bekleme salonunda, ünlü Çarşamba Toplantıları’nı düzenlemeye başlar. Bu Çarşamba Toplantıları’nın ilk katılımcıları Alfred Adler, Marx Kahne, Rudolf Reiter ve Wilhelm Stekel’dir. Kısa bir süre sonra bunlara Karl Abraham ile Hans Sachs katılmaya başlarlar. Ve psikanalizin temel soruları burada tartışılmaya başlanır.
Şenol Ayla “Çete” adı nereden geliyor peki?
Serol Teber Freud’un karşıtları olanlar, özellikle Yahudi dışı bir ekip, buna ya “Başlik Çete” ya da “Viyana Çetesi” adını takmıştır, hemen toplantıların ardından. Ama hakikaten de Freud’un otoriter kişiliğini tanımlamamızda bu çetenin ya da 5’li grubun önemi çok, sonra da 7’li olacak, daha da ilerdeki yıllarda daha kalabalıklaşacaktır. Freud, kendi düşüncelerini kabul ettirmekte o kadar sert, o kadar otoriter tavır almıştır ki, kendisine en küçük bir eleştirel tavırda olanları hemen grubun dışına atmayı, itelemeyi temel yöntem olarak burada kullanılır. Kısa bir süre sonra Jung ile tanışacaktır örneğin. Jung ile tanıştıktan sonra da Alfred Adler’i kurban edecektir ve hemen çetenin dışına çıkacaktır. Daha küçücük bir grupken bile grup içi dinamiğine kendisinin otoritesine -mutlak- saygı duyulmasını ister, mutlak kabul görmeyi talep eder ve bunu uygular. Sonraki yıllarda, Anna Freud da bu çetenin içine girecektir ve çetenin içinde Anna Freud’un başını çektiği ikinci küçük bir çekirdek grup oluşturacaktır ve bu grupla başkalarının, -başkalarının dediğim zaten yüzlerce kişi yok ama diğer kişilerin- neler düşündüğünün ve kendisi hakkında hangi komplolar kurduklarını başka yollardan araştırmaya çalışacaktır. Ve kendisini eleştirmeye niyetlenenleri bile grup dışına çıkacaktır.
Şenol Ayla Paranoid de bir grup aslında.
Serol Teber Bütün narsistlerin düştüğü yazgı bu galiba.
Şenol Ayla Bu arada Jung da artık Freud’un tarihine girdi değil mi?
Serol Teber Evet, Jung Freud’un tarihine girer. Özellikle Düş Yorumu kitabını ilk okuyanlardan biridir, Zürih’te çalışmasına karşın. Jung, klasik psikiyatrinin en büyük isimlerinden, Bleuler’in yönetimindeki Zürih Kliniği’nde çok parlak bir doktordur. Çok büyük özellikleri olan, çok büyük bir kapasitesi olan bir doktordur ve çıktığı günlerden itibaren Freud’un Düş Yorumu’nu okur ve onun yöntemini kullanmaya çalışır. Ve bir süre sonra da kendisiyle görüşmek istediğini Freud’a haber verir. Freud, teorisinin Yahudi grubundan ve Viyana ortamından çıkıp, özellikle Ari Alman ırkına doğru yayılmasına çok büyük bir sevinçle bakar ve neredeyse “hurra!” diye karşılar böyle bir durumu. Çünkü amacı psikanalizi daha sağlam ellere emanet edebilmektir.
Şenol Ayla Bu arada, neredeyse dünyanın tüm psikanalizi burada değil mi? Yani psikanalizin dünyası burası.
Serol Teber Evet psikanalizin dünyası burası. Amacı bu küçük dünyayı kırmaktır, bu küçük dünyayı aşmaktır. Ve bunun için Jung’a çok güvenir. Jung geldiği zaman büyük övgülerle, neredeyse küçük bir tapınç ile Jung’u karşılar. Fliess’den boşalan yeri artık Jung dolduracaktır.
Şenol Ayla Yeni bir baba…
Serol Teber Etrafı tabii bunu kıskançlık ve kuşkuyla izlerler.
Şenol Ayla Yine aynı şeyler olabilir…
Serol Teber Yine aynı şeyler olabilecektir ve çok güvenmedikleri bir papazın oğlu . -ki Jung’un babası bir Protestan papazıdır- hakkında herkes temkinlidir. Saçları bile Prusya subayı biçiminde kesilmiş bir insan, tıpkı bir Prusya subayı gibi dik yürüyen bir insan, ki Freud’dan 18 cm uzun 18 yaş küçüktür. Bu farklılıklarını da vurgulayarak yaklaşmaktadır üstadın yanına. Kendisine, Freud, arkadaşlarına devamlı sorar, Jung’u nasıl bulduklarını, tabii herkes istediği gibi konuşmakta son derece temkinlidir, Freud’un tepkisini çekmemek için. Ama içlerinden birinin söylediği laf galiba doğru çıkmıştır, Jung’un bilgisi, kapasitesi her şeyi çok mükemmeldir, ama çok fazla Alman’dır.
Şenol Ayla Çok şey ifade ediyor.
Serol Teber Çok şey ifade etmiştir, özellikle Jung’un ilerdeki yıllarında bu “çok fazla Alman”lığı, Nazilerle birlikte anılmasıyla ve birlikte çalışmalarıyla kanıtlamıştır.
Şenol Ayla Bu günlük programımızı burada kesiyoruz, haftaya devam üzere. Haftaya Jung’a devam edeceğiz. Geniş bir konu çünkü. Hoşçakalın.
Serol Teber Hoşçakalın.
31 Mayıs 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder