"Ben en azından dörtnala gittim. Ya sen?"



Martin Dysart - Bu çocuk ve onun bakışları kendini benden kurtarmaya çalışıyor. Onunla ne yapıyorum ben?


Hester Salomon - Onu iyileştiriyorsun.

Martin Dysart - Ne için?


Hester Salomon - Normal bir yaşam için.

Martin Dysart - Normal mi?

Hester Salomon - Bunun bir anlamı var, biliyorsun. Bak, canım bir çocuğun gözlerindeki normal gülümseme ile ve normal olmayanla ne kastettiğimi biliyorsun, değil mi?

Martin Dysart - Evet.

Hester Salomon - O halde görevimiz bu gülümsemeyi sağlamak, tabii ki, ikimiz de yapmalıyız bunu.

Martin Dysart - Normal olan, bir çocuğun gözündeki güzel gülümsemedir. Normal olan ayrıca, milyonlarca yetişkinin gözlerindeki donuk bakışlardır. İkisi de hem güç verir hem öldürür... tıpkı Tanrı gibi. Normal, sıradanı güzel yapan şeydir. Normal ayrıca öldürücü bir ortalamadır. Normal olan zorunludur, sağlığın ölüm saçan Tanrısı. Ve ben de onun rahibiyim.








Martin Dysart - Birine, onu ibadetinden alıkoymaktan daha büyük kötülük edebilir misin? Ben bilmiyorum. Tek bildiğim ibadetin Onun yaşamının özü olduğu. Başka nesi var ki? Bir düşün. Zar zor okuyor. Dünyayı gerçek kılacak fizik veya makinistlik bilmiyor, başkalarının hoşuna gidecek şeyler resmetme yeteneği yok. TV cıngıllarından başka müziği yok, zavallı annesinin anlattığı hikayelerden başka tarih bilgisi yok, kendini eğlendirecek ya da daha çok tanımasını sağlayacak arkadaşı yok. O, cemiyeti olmayan modern bir vatandaş. Her üç haftada bir, sislerin arasında inleyerek yaşıyor. "Bedenimle, sana tapınıyorum." Pek çok adam karılarına karşı daha az hayat dolu.






Martin Dysart - Bu onun acısı. Onun kendi acısı. Bunu kendi yarattı. tutkudan bahsediyorum. Kendi maneviyatına kendi acın aracılığıyla ulaşmak. Kendi seçtiğin. Kendi yarattığın acıyla. Bu çocuk bunu yapmış.
Kendi dehşetli ayinini yaratmış. Çevresindeki maneviyattan yoksun çöplerin içinde, hakiki esrimenin fitilini ateşlemek için.

Tek bir şeyden eminim, bu çocuk tutkunun anlamını biliyor, benim hayatımda bir saniyeliğine bildiğim tutkudan çok daha coşkulu bir biçimde hem de. Sana bir şey diyeyim mi. Buna imreniyorum. Bana öylece baktığında hep bunu söyledi. "Ben en azından dörtnala gittim. Ya sen?" Kıskanıyorum,  Alan Strang'i kıskanıyorum.



Martin Dysart - İbadetin yoksa azalırsın! Hayatımı azalttım. Sonsuz korkaklığımdan başka bir de silikliğime ve dar kafalılığıma razı oldum. Boş konuşan bir herifin, hiçliğin eski alışıldık hikayesi. Çocuk yapmaya bile cesaret edemedim. Bir çocuğun, benimki kadar soğuk bir evde ve evlilikte var olmasına cesaret edemedim. Herkese Margaret'ın bağnaz bir Protestan, benimse pagan olduğumu söylerim. Bazı paganlar. Medeniyetin tam rahmine İnerek ne de sert bir dönüş yaptım. Akdeniz'de yılda üç hafta. Yataklar önceden ayırtılmış, yemeklerin paraları ödenmiş, kiralık arabalarla tedbirli gezintilere çıkılmış, bavullar merhemlerle tıka basa doldurulmuş. İlkelliğe ne de güzel teslim olunmuş! "İlkel". Bu kelimeyi durmaksızın kullanırım. "İlkel dünyayla" derim, "ne de çok içgüdüsel hakikat yitip gitti". O zavallı, hayal gücü kıt karımın canını sıkarım bu kelimeyle... Ben bunu yaparken o acayip çocuk gerçekliğe büyü yapıyor. Ben ancak, insan başlı atların Argos topraklarını ezdiğini resmeden sayfalara bakıyorum. Penceremin dışında ise, o çocuk Hampshire çayırlığında insan başlı atın ta kendisi olmaya çalışıyor. Ben her akşam o kadının örgü örüşünü izliyorum, altı yıldır hiç öpmediğim o kadının. Ve o çocuk bir saat boyunca karanlıkta durup, kendi tanrısının kıllı yanağındaki terleri emiyor. Sabah olunca, ben kitaplarımı rafa diziyorum, Olympos Dağı'nın fotoğrafına bakıyorum.Şans getiren şarap Tanrısı heykelinin basit bir taklidine dokunuyorum. ve ardından hastaneye gidip o çocuğun deliliğini tedavi ediyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder