Werther Salgını


Bir Werther salgını vardı: Werther humması, Werther modası -gençler kuyruklu mavi ceketler ve sarı yelekler giyiyorlardı. Werther taklitleri, Werther intiharları. Din adamları utanç verici kitaba karşı vaazlar verirken, anısı mezarı başında vakarla yâd ediliyordu. Ve tüm bunlar bir yıl değil, on yıllarca sürdü ve yalnızca Almanya'da değil; İngiltere'de, Fransa'da, Hollanda'da ve İskandinavya'da... Goethe Çin'de bile Werther ve Lotte'nin porselenleri süslediğini gururla anlatır, bir karşılaşmalarında Napoleon'un kitabı tam yedi kez okuduğunu söylemesi, onun en büyük kişisel zaferi olmuştur...

kitabın birinci baskısı

Salgın tam doruğundayken, bir polis memuru şunları söylemiştir; "birlikte uyuyamadığı bir kız uğruna kendini vuran herif delinin tekidir ve bir delinin bu dünyada işi yoktur." Böyle bir sürü deli vardı. Bir yeni Werthern büyük bir gösterişle kendini vurdu: Güzelce tıraş olup saçlarını kıvırdıktan sonra yeni elbiselerini giydi, Werther'in 218. sayfasını açıp masaya koydu, seyircilerin dikkatini çekmek için elinde tabanca kapıyı açtı, ilgiden emin olmak için etrafına bir göz attı, tabancayı şakağına dayadı ve tetiği çekti.

Werther çılgınlığından önce intiharın, paradan daha anlamlı bir gerekçesi zevksiz bir olaydı; şimdi kendini temize çıkarmaktan farklı bir şeydi, bir modaydı. On sekizinci yüzyılın bitiminde şişedeki dev gibi patlayan yüce duyguların büyük, kendiliğinden boşalması bütün aşırılığıyla gözlendi. Klasik dönemin usçu, lafazan, köhne kısıtlamalarından yeni özgürlüğü kuran kesinlikle bunlardı. 

Werther en önde ve en iyi paradigmaydı:

O günlerde halk yazara ve roman karakterine karşı çok özel bir tutum içindeydi... Roman karakterlerini canlandıranlar hiç bıkmadan izlenir ve bir bulundu mu, özel yaşamlarına hiç çekinmeden, davetsizce girilirdi. Lotte rolünde Frau Hofrat Kestner, onu hem üzen hem sevindiren bu tutumun ilk kurbanıydı; sonra Albert rolünde oyuna giren ve Goethe'nin kendisine gerekli asalet ve soyluluğu vermediğinden yakınan kocasına geldi sıra. Mutsuz Yeruşalim'in mezarı kutsal bir yer oldu. Ziyaretçiler onun soylu bir törenle gömülmesini reddeden rahibe beddua okudular, mezarına çiçek koydular, içli şarkılar söylediler ve evlerine bu yaşadıklarını yazdılar.

Romantik devrimin en önemli özelliklerinden biri sanatı yaşamın bir aksesuarı -Walpole'nin can havliyle didişen Chatterton'a resmen söylediği gibi parası ve zamanı olan beyefendilerin uğraşacakları bir zevk ve eğlence aracı- olmaktan çıkarmak ve kendi içinde bir yaşam biçimine dönüştürmektir. Nitekim halk için Werther artık bir roman kişisi değildir; yüce duyguların ve karamsarlığın biçemini sunan bir yaşam modelidir. Bir önceki kuşağın usçuları intiharın tarafını tutmuşlar, yasaların değişmesine ve ilkel kilisenin ürettiği tabuların yumuşamasına yardım etmişlerdir, ama bütün Avrupa'da intiharı genç romantikler için cazip hale getiren Werther'di. Chatterton aynı etkiyi İngiliz şairler üzerinde bırakmış; üne yazdıklarıyla değil ölümüyle kavuşmuştur.

Goethe, Genç Werther trajedisinin eriştiği büyük başarıya rağmen tüm bu yorumlara şüpheyle baktı. Gençliğinde, kendini hançerleyen İmparator Otto'ya nasıl hayran olduğunu ve sonunda aynı şekilde ölecek kadar yürekli değilse hiçbir zaman ölecek kadar yürekli olmadığına karar verdiğini anlatır:

Kendimi bu inançla intihar kararından ya da daha doğrusu intihar hevesinden caydırdım, iyi bir araştırma yapıp epey pahalıya bir hançer aldım. Akşamdan yanıma koydum ve ışıkları söndürmeden önce ucunu göğsüme bir veya iki inç derinliğinde saplamaya uğraştım. Ama asla başaramadım, sonunda halime gülmeye başladım; bu sevdadan vazgeçtim ve yaşamaya karar verdim.

Olgun Goethe’ye bu heves gülünç gelebilir ama romantikler yatağa girdiklerinde intiharı düşündüler ve sabah tıraş olurken de onu düşündüler.

William Empson'a göre Keats’in Melankoliye Övgü'nün (Ode to Melancholy) ilk dizesinde -"Hayır, hayır gitme Lethe’ye ne de uğra..."- "şairi rahat bırakmayan bir güç ya da biri Lethe’ye gitmeyi çok istemiştir, ilk dizede dört tane olumsuzluk öğesi varsa, bu onları durdurmak içindir." Bu değişik derecelerde bütün romantikler için doğrudur. Ölüm onların kötücül Kleopatra'sıydı. Ama ölüm ve intihar anlayışları çocuksuydu: Her şeyin bir sonu olarak değil, ruhsuz burjuvaziyi aşağılayan dramatik bir jest olarak. Werther'in yükselişi Hint Juggemaut'unki gibiydi; zafer içinde ölenlerin sayısı ile ölçülüyordu. Aynı durum Fransa'da yıllık intihar oranlarını iki katına çıkarmasıyla saygınlık kazanan Vigny'nin Chatterton’u için de geçerliydi. Ama bu intihar salgınlarında yaygın bir kanı vardı: intihar eden biri ölümüyle yaratılan dramın tanığı olacaktı. "Bilincimiz" der Freud "... kendi ölümüne inanmaz; sanki ölümsüzmüş gibi hareket eder." Böylece bir jest olarak intihar büyüsel bir şekilde varlığını sürdüren bir kişiliği yüceltir. Bu tıpkı Werther'in mavi ceketi ve sarı yeleğinin moda olması gibi tamamen yazınsal bir etkilenimdir. Yine Freud:

Ölümü yoksamamızın kaçınılmaz sonucu yaşamda yitirdiklerimizi kurgu dünyasında, yazında ve tiyatroda aramak olacaktır. Orada nasıl öleceğini bilen insanlar buluruz -hatta başka birilerini öldürmeye kalkışanları da. Aynı zamanda bizi ölümle uzlaştırabilen koşullar yalnızca orada mevcuttur; şöyle ki bütün çalkantılarına rağmen yaşamın bozulmamışlığını korumamızı sağlar. Bu gerçekten çok acıklı olduğundan yaşamda da satrançtaki gibi olabilir, ama bir farkla; ikinci bir oyuna, rövanş maçına başlayamayız. Kurgu dünyasında gereksindiğimiz çoğulluğu bulabiliriz. Özdeşleştiğimiz kahramanla ölürüz; ama o öldükten sonra biz yaşamaya devam ederiz ve başka bir kahramanla aynı güvenle ölmeye her an hazırızdır.



Romantizmin doruğunda yaşam bir kurgu gibi yaşanılmış ve intihar imgesel kahramanlarla özdeşleşilerek yazınsal bir edim, histerik bir jest biçimini almıştır. "... Bütün Renklerimizin, bütün Chatterton'larımızın tek isteği" der Sain-te-Beuve "büyük bir şair olmak ve ölmekti." Alfred de Musset yirmi yaşına girdiğinde önünde çok hoş bir görüntü bulmuş ve zevkle inlemiştir: "Ah! Kendini öldürmek için ne güzel bir yer!" Gerard de Nerval bir akşam Danube'de yürürken tıpatıp aynısını tekrarlamıştı. Yıllar sonra bir çılgınlık nöbetinde " Mne de Maintenon'un Saint Cry tiyatrosunda Esther'i oynarken giydiği korse" dediği kravatıyla kendini astı. Ama Romantik can çekişmeyi mantıksal sonucuna ulaştıran çok az yazardan biriydi. Kalanlar onu yazmaktan mutluydular. Hatta kendini çok daha sakin konulara veren Flaubert bile mektuplarında, gençliğinde "intiharı düşlediğini" itiraf etmiştir. O günleri ve taşralı arkadaşlarını nostaljiyle anarken:

 "...inanın çok değişik bir dünyada yaşadık; intiharla delilik arasında gidip geldik; bazıları kendini öldürdü... biri kendini kravatıyla boğdu, kimisi cansıkıntısından kurtulmak için ayyaşlıktan öldü; çok güzeldi."

*
A. Alvarez
Kan Dökücü Tanrı: İntihar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder