1505 yılında, yeni seçilen Papa II. Julius Michelangelo Buonarroti’yi Roma’ya çağırdı. Benzersiz bir enerjiyle Julius, cesur askeri hareketler ve sanat himayesinde kapsamlı bir programla, papalık otoritesini yeniden tesis ediyordu. “Savaşçı papa” olarak papalık ordusunu yönetiyordu, sanat hamisi olarak da mimar Giuliano da Sangallo ile Donato Bramante’yi yeni bir Roma inşa etmeleri için, Raphael Sanzio’yu Vatikan dairelerini süslemesi için ve Michelangelo’yu, Klasik antikiteden bu yana, en görkemli anıt olacağı düşünülen lahtini yontması için işe aldı. Lahit için sekiz ay mermer çıkardıktan sonra Michelangelo Roma’ya döndü, ancak Papa’nın ilgisinin savaşa ve San Pietro’nun yeniden inşa edilmesine yöneldiğini fark etti. Papalığın ilgisinin ve kaynaklarının kendi projesinden çekilmesine öfkelenen Michelangelo Floransa'ya gitti. 1508’e kadar sanatçı, Roma’ya geri çağırılmadı. Bu tarihte de umduğu gibi lahitle ilgili çalışmalarını yenilemek için değil, bir mermer heykeltıraşı için uygun olmayan bir görevi, Sistina Şapeli’nin tavanının boyanmasını üstlenmesi için çağırılmıştı. Michelangelo’nun “Resim, benim sanatım değildir” sözleriyle yaptığı itiraz, buyurgan Papa’nın iradesi karşısında etkisiz kaldı. Ancak, ilk başta direndiği diğer işlerde olduğu gibi Michelangelo, göreve bir kez razı olduktan sonra bir başyapıt yaratmak için büyük çaba sarf etti.
1508-1512 arasında, dört yıl boyunca, Michelangelo tavan boyamanın türlü zorluklarıyla uğraştı. Görev, aşılması zor engeller sunduysa da, bu durum sanatçının hayal gücünü serbest bırakmasını sağlıyordu. Sağlığını ve sosyalleşmeyi gözardı eden, alışılmış, yoğun heyecanıyla işe başladı. Michelangelo’nun babası endişelenerek “Bana kalırsa çok fazla şey yapıyorsun, iyi olmaman beni üzüyor, sen de hoşnutsuzsun” dedi. Michelangelo, hiç parası olmadığını, “hâlâ yaşamaya ve kira ödemeye mecbur olduğunu” babasına itiraf ederek onun kaygılarını artırdı.
Domenico Ghirlandaio’nun atölyesinde geçirdiği kısa süreye rağmen, emek isteyen fresk yönteminin kullanıldığı büyük çaplı bir çalışmayı yönetme konusunda Michelangelo’nun hiç deneyimi yoktu. Bu büyük girişimde ona yardımcı olması için birkaç Floransa yurttaşını işe aldı. Bu kişiler arasında, uzun süredir arkadaşı olan ressamlar Francesco Granacci ve Giuluno Bugiardini’nin yanı sıra, yetenekli genç sanatçı Aristotile da Sangallo da bulunuyordu. Diğerleri, yapı iskeletinin kurulmasındaki teknik sorunlarda ve oldukça düzensiz bir yüzeyi olan tonozun resim için hazırlanmasında yardımcı oldular. Suyun taşınması, alçı için kirecin söndürülmesi, boyaların öğütülmesi ve karıştırılması, büyük resim taslaklarının delinmesi ve duvara aktarılması gibi freskle ilişkili pek çok görevin yerine getirilmesinde, toplamda, en azından bir düzine insan yardım etmiştir. Birkaç kişiyse, ikincil figürleri, süsleri ve aynı zamanda mimari süslemelerin çoğunu boyayarak Michelangelo’nun yanında çalıştı. Ancak Michelangelo, en önemli figür ve anlatıları kendisi için ayırmıştı. Michelangelo’nun biyografisinin yazarı Ascanio Condivi sanatçının bu işi “herhangi bir yardım almadan, onun için boyalarını öğütecek birisi bile olmadan” yirmi ayda bitirdiğini yazdığında, insanüstü bir başarı olan bu eseri övme çabasıyla, oldukça abartıyordu.
“Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı...”
Yaratılmış en büyük eserlerden biri olan insan bu tavana baktığında, Tekvin’in bu görkemli cümlesi aklına gelir. Bir elin parmaklarını geçmeyen ebedi anıtlar gibi Sistina Şapeli de merak uyandırmaktan asla geri kalmaz. Hiç kimse, küçük kapıdan Sistina Şapeli’nin muazzam genişliğine adım attığı ve gözlerinin amansızca cennete çekildiği o deneyimi unutamaz.
Her ne kadar ziyaretçiler şapele genelde Son Yargı’nın altından girse de bizim, gerektiği gibi, karşı uçta yer alan Nuh’un Sarhoşluğu sahnesinden başlamamız ve yaratılışa doğru, kronolojik sıralamanın tersine ve benzerlik kuracak olursak, bugünkü günah dolu durumumuzdan altarda inancın yenilenişine doğru ilerlememiz gerekir. Toplam dokuz -dikdörtgen biçimli, dört büyük ve beş daha küçük alandan oluşan- ana sahnede Michelangelo, zamanın başlangıcını ve kutsallığın çehresini resmetmiştir. Bu, konunun ne ilk ne de tek betimlemesidir. Ancak, Leonardo’nun Son Yemek resmi gibi, kanonik bir betimlemeye dönüşmüştür. Kutsal Kitap’ın ilk bölümünü, Michelangelo’nun eserine göre görselleştiririz.
Figürlerin yoğunlukla resmedildiği tonozun bölümlerinin çoğu dikkat çekmek konusunda yarıştığı için şapelin ziyaretçileri, doğrusal bir anlatıya odaklanmakta zorlanır. Ziyaretçilerin çoğu, tavana bir düzen içinde bakmaktansa büyük figürlere ve tanıdık sahnelere yoğunlaşarak, konudan konuya atlayarak bakma eğilimi gösterir. Tavanın ortasına doğru, Tanrı'nın Adem’i yarattığı ünlü sahne yer alır:
Tanrı’nın hayrette bırakan enerjisi, özlemle yaratıcısına bakan, edilgen Adem’le çarpıcı bir çelişki içindedir. Onların parmaklarını ayıran birkaç santimetrede Michelangelo, sanat tarihinde zaman ve anlatının askıya alındığı en büyük örneği yaratmıştır. Bu çekici jest tavanın odak noktası, belki de evrensel olarak en çok tanınan ve bütün zamanların en çok taklit edilen imgesidir. Tanrı’nın Adem'i yaratması gibi, Michelangelo da Batı Hıristiyanlığı için Tanrı'nın imgesini yapmıştır.
Tekvine ait dokuz sahnenin yanında, pagan antikitenin kâhin kadınları olan ve Mesih’in gelişinin kehanetinde bulundukları düşünülen beş Sibyllia'nın yanı sıra Eski Ahit’in yedi peygamberi de yer alır. Birbirini sırayla izleyen bu kadın ve erkek figürleri geniş mermer tahtlarda oturmaktadır ve her birine iki arkadaş ya da cinler eşlik eder. Cinler, görülebilen düşünceler gibidir ve görkemli peygamberlere ve Sibylla'lara okuma, yazma ve düşünme gibi bilimsel işlerinde yardımcı olur. Anlatı sahnelerinin arasında ve sıklıkla üzerlerinde yirmi çıplak genç ya da ignudi görülür:
Onlar, farklı bir dünyaya, belki de eski zamanlara aittir. Süslemeyle anlatı, pagan dünyayla Hıristiyan dünyaları, tenle ruh arasındaki aracılardır. Canlı heykellere benzeyen ignudo'lar, anlatıya ya da anlama dair kesin gerekçeleri olmayan hareketli bedenlerdir. Akla gelebilecek her türlü tavır içinde yerleştirilmiş figürler, doğal, hatta duruşlarının çoğu fiziksel olarak imkânsız olsa da rahat görünürler. Michelangelo, mermer figürlerinde olduğu gibi burada da bitkinlik hissini vermek için bedenleri gerçekçi olmayan şekillerde eğip büker. Yirmi antik mermer heykelin yeniden düzenlenerek resmedildiği bu figürlerde, sonraki asırlarda tekrar tekrar yağmalanan duruşlardan oluşan bir repertuar icat etmiştir.
Michelangelo, lünetlerde (şapel duvarlarını ve tavanı bağlayan yarım daire biçimli alanlar) İsa’nın atalarını betimlemiştir. Böylece Tekvin’le başlayan, peygamberler ve Sibylla'larla aşağıdaki 15. yüzyıl fresklerine kadar devam eden görsel bir soyağacı yaratmıştır. Michelangelo her bir lüneti iki ya da üç günde boyamıştır ve fresk yöntemindeki bütün ustalığını sergileyerek, resim taslağı kullanmamıştır. Bu bütünü çevreleyen, köşelerdeki dört kemer tablasında baskıya karşı zaferin yer aldığı sahneler betimlenir. Bunlar, Eski Ahit’te yer alan, İsa’nın zaferinin erken göstergelerini temsil eder.
Bu tavan, birçok açıdan bir derleme niteliğindedir: Michelangelo’nun sanatını, Rönesans’ı ve Hıristiyan ilahiyatını kapsayan, kısa ama ayrıntılı bir derlemedir. Sistina Şapeli Tavanı, Verdi’nin Requiem'i Milton’un Yitik Cennet’i gibi bakılmakla ya da anlatılmakla hiç tükenmeyecek bir resimdir. Bir dehanın aşkın eseridir. Johann Goethe’ye göre “Sistina Şapeli’ni görene kadar, insanlığın neleri başarabileceğine dair yeterli bir algıya sahip olamazsınız.” Michelangelo tavanı tamamladığında henüz otuz yedi yaşındaydı. 1512’de ölmüş olsaydı, Bacchus, Pietâ ve Davud'un yontucusu yine de büyük bir sanatçı olarak değerlendirildi. Ancak daha yaşayacak 52 yılı daha vardı: Son Yargı’yı boyayacak, Musa'yı yontacak ve San Pietro’yu inşa edecekti.
*
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder