Didik Didik Freud XVI: Freud'un Son Günleri



Şenol Ayla: 94.9 Açık Radyo’da Didik Didik Freud programındayız, merhaba ben Şenol Ayla.
Serol Teber: Merhaba, ben Serol Teber.
Şenol Ayla: Freud’un neredeyse vasiyetnamesi olduğunu düşündüğümüz Musa Denen Adam ve Tektanrılı Dinler kitabından bahsettik geçen programımızda. Freud’un bu çok dikkat çekici ve iddialı kitabının aslında bir karşı çıkış, bir karşı duruş, insanlara doğruyu söyleme olduğunu ama bunun karşılığında da bayağı risk aldığını gördük. Bu açıdan da, Truva’ya tehlikeyi, tahta atı haber verip, bunun karşılığında da tanrılar tarafından cezalandırılan Laokoon’a benzetmiştik. Birisine daha benziyor, yine Truva efsanesinden bir kişiliğe Kasandra’ya. Ondan da bahsedelim mi biraz?
Serol Teber Evet, seve seve. Freud’un tüm biyografisini göz önüne alırsak, gerçekten Kassandra’yı anımsamamak mümkün değil. Kassandra Priamus’un kızı.


Şenol Ayla Truva Kralı değil mi?
Serol Teber Truva Kralı Priamus’un kızı. Kahin, bilici, olacak olanları önceden görme yeteneğine, şansına ya da şansızlığına sahip; çünkü olacak olanları önceden gördüğünü etrafındakilere söylemesi, anlatması ve başkalarının onu anlaması pek mümkün olmuyor. Böyle bir açmazın ve acının içinde yaşıyor. Tabii Kassandra denince hemen Christa Wolf’un Kassandra romanının okunmasını bütün Açık Radyo dinleyicilerine, bütün yüreğimle önermek istiyorum. Nereden bulup edip Christa Wolf’un bu kitabını mutlaka okumalılar diyorum. Nefis bir roman. Az rastlanır güzellikte bir roman. Bu romanla Kassandra’yı anlamak çok daha kolay olacaktır. Kassandra, Truva’ya Yunanlıların geleceğini antik çağdaki Yunanlıların, Akaların geleceğini ve oraları ne hale getireceğini, tahrip edeceğini, şehri yok edeceklerini, Truva’nın biteceğini önceden bilir, görür, etrafındakilere söyler, ama kimse buna inanamaz. Ama hiç olmazsa önceden söylemenin mutluluğunu yaşar Kassandra.
Şenol Ayla: Christa Wolf’un bir Yunan heykeltıraş arkadaşı tarafından da yapılmış bir büstü var, Berlin’de.
Serol Teber: Yenilerde yapılmış, 1984’te yapılmış. Ben onun kaçak bir fotoğrafını çektim. Bir önceki programda Laokoon için söylediklerimize benzer bir ikilem burada da Kassandra’nın yüz ifadesinden de izlenebiliyor. Bir yanıyla olacak felaketleri önceden görmenin verdiği acının ifadesi, öbür yanıyla da bunları insanlara, anlamasalar da söylemiş olma dürüstlüğünün huzurunu sezinleyebiliyor insan bu yapıtta. Yine Freud, böyle bir dinginlik içinde bildiklerini insanlara söylemiş, pek çok eleştiri almak pahasına bile. Eleştirilerde sık sık kullanıldığı gibi, Ortaçağ’da çok kullanılan bir kavram var; ‘Meneteke’. Felaket habercisiymiş gibi görülüyor Freud’un yazdıkları, ama Freud en son kitabını yazdığı günlerde ki onun da son günleridir, Nazilerin savaşı başlattığı ve Polonya’ya, Çekoslovakya’ya girdiği ve Londra’yı bombalamaya başladıkları günlerdir. Freud da yaşamının artık son günlerine gelmiştir. 1938 yılı Haziran’ında özel doktoru Max Schur, Freud’un çenesinde yeni bir kanserojen oluşum tespit eder. Hemen, Viyana’da kendisini defalarca ameliyat etmiş olan Doktor Picher gelir, bir kez daha kanserojen dokuyu almaya çalışır, ama bedensel olarak Freud artık iyiden iyiye çökmüştür.
Şenol Ayla: Marie Bonaparte’a bir mektup yazmış bu sıralarda, “Okyanusta yüzen acı dolu küçük bir ada gibiyim” demiş. Tekrar çok fazla acı çekmeye başlamış. Freud’un son günlerine yaklaşıyoruz üzülerek. Epeydir beraberiz. Bugün ölümüne tanıklık etmemiz gerekiyor.
Serol Teber: Tekrar tümör çıkıyor çenesinde, yine küçük bir parça alınıyor, fakat kısa bir süre sonra tümörün iki yeni tümörle çoğaldığı görülüyor ki artık yapacak pek fazla bir şey yok. Ayrıca Freud’u üzen bombardıman sesleri Nazilerin İngiltere çıkartması da başlıyor. Freud yaşamının son günlerinde bunlara da tanık oluyor. Belki, Freud’un tam da tarihin o günlerinde ölmesi, onun için bir şanstır gibi geliyor bana. Çünkü Freud bütün yaşamı boyunca, aklın bütün olumsuzlukları, insanın bütün mutsuzluklarını aşacağına inanıyordu. Oysa Naziler inanılmaz bir şekilde -burada “inanılmaz”ı ben negatif anlamda kullanıyorum- akılcılığı, irrasyonalizm, çılgınlık haline dönüştürerek insanlığın bütün kültür birikimlerine saldırıyorlar ve Avrupa kıtasındaki birikmiş maddi ve manevi kültürel yoğunlaşmayı dağıtmaya başlıyorlar. Bu arada İngiltere’ye de saldırıyorlar, top sesleri duyulmaya başlıyor. Bu sırada Freud’un yine tipik bir kara mizah örneği var; özel doktoru ona soruyor “Üstat, bu savaşın son savaş olacağı söyleniyor, buna inanıyor musunuz?” diye, Freud diyor ki, “Benim son savaşım olduğuna inanıyorum sadece” diyor.
Şenol Ayla: Evet, farkında.
Serol Teber: Farkında kendisinin geri saymaya başladığını. Freud’un bu arada, son günlerinde okuduğu bir roman vardır, onu anımsatmak, altını çizmek istiyorum.
Şenol Ayla: Son okuduğu kitap.
Serol Teber: Bunu nereden bulmuştur ya da kim vermiştir ona, ben bunu bilmediğim için hayıflanıyorum doğrusu. Bu gizemi çözmemiz lazım ilerideki yıllarda. Bu Balzac’ın Tılsımlı Deri kitabıdır. Balzac bunu 1830-31 tarihlerinde yazmıştır ki Balzac’ın da otobiyogrofik yapıtı olduğunu eleştirmenler söyler. Burada Raphael adında genç bir Fransız ressamın gizemli öyküsü anlatılır ki Freud’la paralellik gösterir bir anlamda. Açlıktan, yoksulluktan, başarısızlıktan, dünyada anlaşılmamaktan dolayı kendini Seine nehrine atıp intihar etme kararı veren genç adam, zamanın biraz geçmesini, havanın kararmasını bekler ki kimse görüp kurtarmasın; o denli kararlıdır intihar etmeye. O sırada bir tür Dr. Faust – Mephisto ilişkisini anımsatır paralellikte bir antikacı dükkanına gider zaman geçirmek için. Antikacıyla konuşmaları sırasında, antikacı der ki; “Tamam, senin durumunu anlıyorum, ama bir anlaşma yapalım, sana bu dükkândan doğu ülkelerinden getirilmiş yaban eşeği derisi vereyim. Onun üzerinde gizemli, Arapça yazılmış şöyle bir yazı vardır: ‘Bu deriyi alan beni de satın alacaktır, ama yazgısı bana bağlı olacaktır. Ne isterse bu deri tarafından yerine getirilecektir, ama her istediği şeye karşılık deri, dolayısıyla da yaşamı biraz küçülecektir’, böyle bir anlaşmaya var mısın?” der. Adam kabul eder bunu. Zaten intihar etmek üzeredir. Batıl inançlara inanmaz, ama öylesine şaka olsun diye kabul eder. Hakikaten bazı uçkun isteklerde bulunur. Bunlar hemen gerçekleşir, ama her isteğinin gerçekleşmesi anında da derinin önünde bir miktar küçüldüğünü görür ve büyük bir paniğe kapılır. Kısa bir süre önce intihar etmek isteyen insan, bu kez ölümün bu derece yaklaşmasından müthiş korkuya kapılır ve kendini karanlık bir odaya kapatıp, hiçbir şey istememeye, hatta hiçbir şey düşünmemeye mahkum eder bir anlamda. Buna rağmen en küçük hareketinde deri gittikçe küçülmeye başlar. Tabii çok trajik bir şekilde bir aşkı vardır. Kadın ısrarla, kendisini sevip sevmediğini bir kerecik olsun söylemesini, isteyip istemediğini bir kerecik olsun dile getirmesini ister. Adam bunu dehşetli bir şekilde, aşkını, duygularını ifade etmek istemektedir, ama her ağzını açışta deri biraz daha küçülmektedir.
Şenol Ayla: Ömründen yiyecektir.
Serol Teber: “Beni hiç mi istemiyorsun” diye ısrar eder kadın, dayanamaz “Çok istiyorum” der ve deri biter. Bu da ölümü olur genç ressam Raphael’in. Freud’a böyle bir romanı seçmiştir okumak için son günlerinde ve özel doktoru romanı beğenip beğenmediğini sorduğu zaman, “Tam benim bu günlerime uyan bir roman, bu okuduğum son kitap” der, ama Freud’daki ilişki biraz tersinedir, ağzında kanserojen bir doku gittikçe büyümektedir.
Şenol Ayla: Küçülen derinin tersine…
Serol Teber: Derinin tersine küçülmeyip büyümektedir ve o dokunun büyümemesi için Freud neredeyse soluk bile almak istemez. Hiç yemek yemez o sıralarda. Yiyemez daha doğrusu. Büyük acı vermektedir yemek, acıları gittikçe artmaktadır. Yanağında yara çıkmak üzeredir. Finale gittiğini görmektedir ve böyle çelişkili bir durumda o da yatakta yaşamını minimalize ederek giderek son saatlerine doğru yaklaşmaktadır.
Şenol Ayla: Freud büyük bir olasılıkla bu romanı daha önce okumuştu. Tekrar bir okuyuş herhalde diye tahmin ediyorum.
Serol Teber: Bilemiyorum...
Şenol Ayla: Yoksa büyük bir ilahi bir rastlantı mı?
Serol Teber: Son anında böyle bir romanı, bir yerde saklayıp okuması bize getirdiği son hediye diyelim yani…
Şenol Ayla: Freud’un kanseri ilerliyor ve çok acı çekiyor, bir yandan da savaş ilerliyor. 2. Dünya Savaşı artık Londra’ya kadar gelmiş. Sirenler çalıyor, bombalar patlıyor. Freud yatağına iyice kısılmış durumda, iki anlamda da -psikolojik ve bedensel olarak- kötü.
Serol Teber: Evet, böylesi bir acı içindeyken, 21 Eylül 1939’da Freud, özel doktoru Max Schur’u yanına çağırır ve “Sevgili Max” der, “yıllar öncesinden seninle konuşmuştuk, acılar dayanılmaz duruma geldiği zaman bana yardım edeceğini vaat etmiştin. Bu sözünü anımsıyor musun?” der. Çok çok duygulu bir hava içinde geçen bir konuşma olduğunu sonradan doktorun anılarından okuyoruz. Max Schur da ilk defa belki yaşamında Freud’un iki eline birden sarılır ve “Hayır” der, “konuşmayı hatırlıyorum, istediğiniz zaman, istediğiniz şekilde yardım etmeye hazırım” der.
Şenol Ayla: Ötanazi istiyor aslında değil mi?
Serol Teber: Evet evet, hınzırca kendi yaşamını noktalama kararını da kendi elinde tutmak istiyor. O kararını da kendi vermek istiyor. Gene bu kararı verirken 23 Eylül’ü gözüne kestiriyor ki bu Yahudi sayıcılığında erkekler için önemli bir tarihtir. Erkeklerin bu tarihte ölmelerinin ya da öldürülmelerinin bir tür kutsallıkla ilişkisi olduğu rivayeti çok vardır ve Freud da bunu seçiyor. Ve doktoruyla konuşmalarının sonundaki cümle de çok tartışma konusudur. “Peki o zaman” diyor, “bu gece bunu halledelim” ve “bu konuşmamızdan lütfen Anna’yı haberdar edin” diyor ve yine eşi Martha’yı yok sayıyor.
Şenol Ayla: Zaten Anna yanında değil mi?
Serol Teber: Anna yanında, ama bu konuşma sırasında doktoru ile yalnızlar ve o günü izleyen saatlerinde 22 Eylül’de 30 mg’lık bir morfini enjekte ediyor doktoru. Freud derin bir uykuya dalıyor, acısız bir yüz ifadesine kavuştu diyor doktor notlarında. 22 Eylül akşamı 12’den sonra ikinci bir doz daha 30 mg’lık morfin yapıyor ve saat 3- 4’e doğru Freud derin bir komaya giriyor, yaşamı noktalanıyor.
Şenol Ayla: Hamlet’in ünlü, sevdiği dizesiyle “Bundan sonrası büyük sessizlik” ve sonra da yakılıyor kendi arzusu üzerine ve en çok sevdiği Yunan vazosu içinde Golden Green mezarlığında, kapalı bölümde defnediliyor. Marie Bonaparte’ın hediye ettiği bir Yunan vazosu içinde külleri gömülüyor, hatta daha önce Marie Bonaparte’a şöyle diyor; “İnsanın bu vazoyu beraberinde mezara götürememesi ne acı”. Bunu da yerine getiriyorlar.
Serol Teber: Bunu da yerine getiriyorlar.
Şenol Ayla: Sen mezarını ziyaret ettin diye tahmin ediyorum, Londra’da.
Serol Teber: Evet gördüm. Çok duygu dolu. Anlatılması çok zor bir şey tabii.
Şenol Ayla: Haftalardır konuştuğumuz, didiklediğimiz, çoraplarındaki deliklere kadar ayrıntılı baktığımız Freud’un ölümüne tanıklık ettik. Kendi isteğiyle bir ölüm seçti ve arkadaşı da ona bunda yardımcı oldu. Hiç çekinmedi aslında, büyük bir dostluk var aralarında anladığım kadarıyla, öyle değil mi Max Schur’la. Bir sürü Freud konuştuk. Freud ne yaptı peki sonuç olarak? Kendisi huzur içinde öldü, tercih etti bunu. Çünkü insanlara bir gerçeği bulup söylediğini hissediyordu sanıyorum. Peki genelde ne yaptı, ne verdi bize Freud?
Serol Teber: Genelde ne verdiğini ya da bizim söylediklerimize izleyicilerin ne kadar güvenmesi, ne kadar inanması gerektiğini anlatan küçük bir espri var. Bir İspanyol şairinin, yazarının Pia Baroja’nın yaptığı bir espri var, onu anımsatarak, Freud’un neler verdiğini ya da bir büyük dahinin insanlara neler verebileceğini böylece formüle edebiliriz gibi geliyor bana. Pia Baroja şöyle bir espri yapar “İnsanlık tarihine üç büyük bilge, üç büyük Yahudi gelmiştir. Bunlar insanoğullarını üç kere kandırmışlardır, yanıltmışlardır” der. “İlk önce Musa gelmiştir, insanların durumuna bakıp, çok acı çektiklerini görmüş, ama ‘dayanın çocuklar, bu dünyada acı çekmenize rağmen öbür dünya var, cennete gideceksiniz orada çok rahat bir hayat yaşayacaksınız, çok mutlu olacaksınız orada’ demiştir. İnsanlar Musa’ya inanmışlardır, Musa’nın ardına takılmışlardır, çalışmışlardır, çabalamışlardır, ölmüşlerdir ama görmüşlerdir ki ne cennet vardır ne bir şey. Ve kendi kendilerine ‘Tuh be Musa bizi yanılttı’ demişlerdir. Bir daha Musagillere inanmamaya karar vermişlerdir. Sonra bunun ardından diğer büyük bir Yahudi düşünür Karl Marx gelmiştir. ‘Dinler insanların afyonudur, dinlere inanılmaz. Ne Musa’ya, ne İsa’ya, ne şuna ne buna hiçbir şeye inanmak gerekli değildir. Cennet bu dünyadadır. Cenneti bu dünyada kurmak gerekir. Bunun için de sınıf savaşları yapmak gerekir. Bunun için barikatlara çıkmak gerekir’ demiştir. Ve bu söylediklerine biz inanmışızdır.” Pia Baroja de komünist kökenli bir şairdir. Dövüşmüştür İspanya İç Savaşında kendisi de. Şöyle devam ediyor; “bazı yerlerde Karl Marx’ın dediklerine benzer bazı devletler bile kurulmuştur, ama insanoğullarının acıları hiçbir yerde, hiçbir zaman azalmamıştır ve biz yine ‘tuh be yine yanıldık, yine yanıtıldık’ demişizdir. Fakat bu sırada Sigmund Freud gelmiştir. Sigmund Freud bu kez !cennet ya da mutluluk ne öbür dünyadadır, ne sınıf savaşlarındadır ne de bu dünyadadır, cennet bilinçaltımızdadır bunun için de analiz olmanız gerekir. Gelin ben sizi tek tek analiz edeyim! demiştir. Biz de son gücümüzle, elimizde son kalanlarla, teker teker sıraya girip analiz olmuşuzdur. Oysa ki acılarımız azalmamıştır, tekrar artmıştır. Daha beter durumlara düşmüşüzdür. Ve biz de artık karar vermişizdir ki, ‘bundan sonra hiçbir Yahudi’ye, kimseye inanmayacağız, hiçbir düşünüre, hiçbir Yahudi’ye inanmayacağız’ diye, ama gelin görün ki insanlar hiçbir şeye inanmadan da duramıyor, yapamıyor. Şimdi merakla yeni birinin çıkıp bir şeyler vaat etmesini, o yeni vaat edilen şeylere inanmayı bekliyoruz” der.
Şenol Ayla: Pia Baroja’nın sana gösterdiğim bir resmini hatırlıyorum, Ernst Hemingway’le beraber. Pia Baroja’nın ölümüne yakın zamanlarıydı, yatakta ağır hasta. Hemingway de başında ve O’na şunu söylüyordu resmin altında, “senin gibi bir yazar dururken bana Nobel verilmesini hayretle karşılıyorum” diyordu Hemingway. Baroja’nın da cevabı kısaydı, “Vay canına!” gibi bir şey söylüyordu, “Karamba!” diyordu, “Helal olsun!” Pia Baroja büyük bir yazar.
Serol Teber: Evet bizim de söyleyeceklerimizi ya da şimdiye kadar söylemeye çalıştıklarımızı en iyi toplayan da belki onun bu üç Yahudi ile ilgili esprisi oluyor.
Şenol Ayla: Freud’un ölümünü de gördük bugün. Artık Freud’la ilgili söyleyeceğimiz çok fazla bir şey kalmadı. Zaten daha önce şöyle bir karar vermiştik birlikte, Ömer Madra’nın da katılımı olacak sanıyorum ilerideki programlarımızda. Önümüzdeki birkaç programı Tevfik Fikret’e ayıracağız. Freud programının içine konuk gibi gelecek Tevfik Fikret. Senin için önemini, bir iki cümleyle söyler misin Tevfik Fikret’in?
Serol Teber Evet, Tevfik Fikret Osmanlı Türkiye kültürü içinde çok özel bir yeri olan bir kişilik. Hem yaşam tarzı, hem biyografisi, hem de yapıtlarının nitelikleri Freud’unkini neredeyse tamamlar kalitede. Freud’un ilk kitabı Düş Yorumu ile Tevfik Fikret’in ünlü şiir kitabı Rubab-ı Şikeste, Kırık Rubap kitapları da aynı yıl ve aynı aylarda basılmıştır, 1900 yılında çıkmıştır Tevfik Fikret’in yapıtı da Freud’unki gibi. Ve içerik olarak da gerçekten birbirlerini tamamlar niteliktedir. Freud’un söylediklerinin şiirsel ifade ile yazılması şeklindedir. Ömer Madra’nın da ısrarıyla birkaç programı Tevfik Fikret’e ayıracağız.
Şenol Ayla Katılacağına da söz verdi, buradan söyleyelim, kontrat olsun. 19 Ağustos 1915’te ölmüştü Tevfik Fikret, yani 89 yıl olmuş olacak.
Serol Teber Tevfik Fikret’e de buradan birkaç kere “merhaba” demek istiyorum.
Şenol Ayla O zaman haftaya görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın diyoruz, ben Şenol Ayla hoşçakalın.
Serol Teber Hoşçakalın, ben Serol Teber.

16 Ağustos 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder