Chur'da sefil olan Nietzsche bulabildiği ilk fırsatta Sils'e doğru yola çıktı ve yaz mevsiminin ilk konuğu olarak 12 Haziran'da oraya vardı. Durisch evinin arkasındaki bir çığın kalıntıları ona ne kadar erken geldiğini gösteriyordu. Evine dönmüş olmanın sevincini hissetse de, sağlığı Zürih ve Chur'dakinden bile daha kötüydü. Vardıktan bir hafta sonra on iki saatlik bir baş ağrısı ve kusma nöbetiyle karışık uykusuzluk ve yüksek ateş yüzünden soğuğa rağmen terler içinde kaldı. "Sebebi ve yeri belirsiz derin, fizyolojik bir tıkanma yaşadığını, bu yüzden de ortalama his durumunun ... sürekli sıfırın altında olduğuna" karar verdi. "Hiç abartmıyorum," diye yazıyordu Overbeck'e ve "tek bir gün bile kendimi madden ve manen yenilenmiş ve hafiflemiş hissetmedim son bir yılda" diyor, "daimi bunalımdan " hiç kurtulamadığını belirtiyordu. Ama Haziran sonunda en azından erzağı düşünecek, annesine ve Overbecklere yardım çağrısı göndererek başka şeylerin yanı sıra bal, sosis ve " 12 düzine Roeder çelik kalem -no. 15 geniş uçlu" ve çay isteyecekti: "Güvendiğim tek çay Horniman İngiliz çayı ... 12 frank tutan kiloluk teneke kutularda satılıyor ... Bu çay çok güzel sayılmaz, ama (kırk yıldır) tadı hiç değişmedi, bu yüzden başka çaylarda olduğu gibi her seferinde yeni bir deney yapmıyorsunuz".
Haziran sonunda Nietzsche, Wagner çevresiyle arasındaki neredeyse son köprü olan Heinrich von Stein'ın ölüm haberini aldı. Von Stein Haziran' da, otuz yaşındayken ölmüştü. Nietzsche haftalarca perişan oldu:
İçten içe, kendimden geçmiş durumdayım [diye yazıyordu Köselitz'e]. Heinrich von Stein öldü ... aniden, kalp krizinden. Onu gerçekten severdim. Bana sanki sonraki bir tarihe, benim için ayrılmış gibi gelirdi. Varlığı bana neşe veren çok az sayıdaki insanlardan biriydi, ayrıca bana büyük inancı vardı . Yanında olduğum sırada asla yalnızken cesaret edemediği düşüncelerin aklına geldiğini söylerdi. Onu "özgürleştiriyormuşum". Birlikteyken ne çok gülerdik ... Wagnerciler arasındaki açık ara en güzel insan türü oydu.
Overbeck'e yazarken de ekliyordu: "Onun daha sonraki bir tarihte benim için ayrıldığından hiç şüphem yoktu: Onun gibi zengin ve derin insanlara, zorunlu olarak yavaş gelişenlere çok daha fazla zaman verilmeli. Ama bu zaman ondan esirgendi!"
Wagnercileri kendi davasına ayartma umudunun odağında von Stein'ın olduğunu daha önce görmüştük. Artık Nietzsche, von Stein'ın yeterince vakti olsaydı Wagnercilik yolundan ayrılıp "özgür ruhlular" arasına katılacağını hissediyordu (von Stein'ın onu nasıl hüsrana uğrattığını unutup gitmişti, yani kör ölmüş badem gözlü olmuştu).
Temmuz ayı, Goethe'nin günlüklerinde genç şairin bir gönül macerası olarak bahsi geçen gizemli "Muthgen"in, Nietzsche'nin babaannesi Erdmuthe'den başka biri olmadığına ilişkin heyecan verici bir keşifle başladı. Ne yazık ki, araştırmalar Erdmuthe'nin kesinlikle "Muthgen" olamayacak kadar genç olduğunu gösteriyordu; Nietzsche bu sonucu kabul etmeye kesinlikle gönüllü olmamıştı. Goethe onun en büyük kahramanı olduğundan, onun ruh sağlığı açısından kişisel bir bağlantı -hatta belki de Goethe'nin kanının kendi damarlarında akıyor olma ihtimalini bile düşünmüştü- büyük bir sevinç kaynağı olacaktı.
Doğru iklimin yanı sıra sıkı ve şaşmaz bir günlük rutinin de esas olduğunu hissediyordu:
Dokuzda yatmak, altı buçukta kalkmak, çay ve iki galeta, sabah bir saat yürüyüş, öğlen yemeği, öğlenden sonra üç saat yürüyüş, daima aynı yol, altıda akşam yemeği; şarap, bira, sert içki ya da kahve yok; daima aynı, her gün böyle.
Temmuz ortasında Emily Fynnler ve Kontes Mansuroff yine Engadin'e geldiler, ama bu sefer Sils'te değil Maloja'daki Grand Otel'de kaldılar. Burası Sils Gölü'nün karşı tarafta, güneydoğu ucundaydı ve yürüyerek bir buçuk saat çekiyordu. Nietzsche'nin otelin önündeki alanda dokuz yüz araç olmasının orayı çok "Nice'e benzettiği" ifadesi abartılı gelebilir, ama otelin yemek salonunun günümüzdeki fotoğraflarına baktığımızda kocaman masaların etrafına toplanmış üç-dört yüz kişi görüyoruz; bu da 1880'lerde kitle turizminin Engadin'e ulaştığını gösteriyor.
Yazın ortasında bütün Avrupa'ya yoğun bir sıcak dalgası gelince Nietzsche, Köselitz'e gönderdiği mektupta herhalde "insandan ziyade omlete benzediğini" yazmıştı. Nietzsche en az iki bin metre yüksekte olmaktan memnunsa da, Sils'te bile nem yüksekti ve sıklıkla fırtına çıkıyordu. Bunlar sağlığına da moraline de kötü geliyordu, ama yine de güzel geçen günler "küçük polemiğini" yani Ahlakın Soykütüğü'nü üç haftada bitirmesine müsaade etti.
Ağustos'un başında yine bir beslenme deneyine girişti. Maloja'daki kadar turist işgali altında olmasa da, Sils'teki Alpenrose'nin yemek salonunda da yaklaşık yüz kişi oluyordu ki bunların arasında pek çok çocuk da vardı. Nietzsche hem gürültü hem de yemeğin "tehlikeli" doğası yüzünden, kendisinin "sürüyle birlikte otlayamayacak kadar hassas bir hayvan" olduğuna karar verdi. Öğlen yemeğini kalabalık gelmeden yarım saat önce yiyecek, tabldot yerine de kapsamlı bir rejime girecekti: Her gün öğlen yemeğinde ıspanaklı biftek, ardından da büyük bir omletle elma reçeli; akşamları birkaç dilim domuz pastırmasının yanında iki yumurta sarısı ve iki küçük ekmek. Sabahları beşte içtiği bir bardak çayın yerine şekersiz kakao içiyordu (van Houten'in Hollanda kakaosunu tercih ediyordu, ama sonra İsviçre Sprügli'sini denemeye karar verdi). Ardından bir saat daha uyuyup kalkıyor, giyiniyor, bir bardak çay içiyor ve çalışmaya başlıyordu. Bu dumura uğratıcı, meyvesiz ve neredeyse sebzesiz beslenmenin sağlığına herhangi bir görülür katkısı olmaması hiç de şaşırtıcı değildir. Ardından öğlen yediği ıspanağı da bırakıp bifteğin yerine domuz pastırmasını geçirince işler iyice kötüye gitti; o zaman artık rahmetli olmuş olan (ki hiç şaşırtıcı değildi bu) Dr. Wiel'in karın ağrılarına karşı "domuz pastırması tedavisini" uyguluyordu.
Nietzsche Ağustos boyunca (artık Dr.) Meta von Salis'le düzenli olarak görüştü. Meta artık evini paylaştığı arkadaşı Hedwig Kym'le birlikte gelmişti. Meta hemen her sabah Nietzsche'nin iki dakika yürüyüş mesafesindeki odasından geldiğini, bazen öğlenden sonraları da uğradığını hatırlar. Eğer görünmüyorsa, bu hasta olduğu anlamına geliyordu. Hava çok sıcak değilse yürüyüşe çıkıyor, aksi takdirde Meta'nın odasında "samimi sohbetler" ediyorlardı. Nietzsche çoğunlukla çok neşeli oluyor ve zararsız şakalar yapıyordu -"kardeşçe" ilişkisi olan kadınlarla (daha önce de Elizabeth'le) birlikteyken hep böyleydi. İki kadın ona kürek çekmeyi öğrettiler ve Nietzsche rüzgar çıktığında hafiften tehlikeye düşmekten çok hoşlandı. Hiç kürek çekmediği bir yolculuğun ardından kendini suçlu hissedermiş gibi duran Hedwig'e, onu daima "denge için başının üstüne koyduğu bir taş" olarak hatırlayacağını söyledi. Meta'nın ziyareti Eylül başında sona erdi:
Ayrılışımızı asla unutamayacağım ... Corvatsch'ın [Dağ] eteğinde, Silvaplana Gölü'nün kıyısında yürüyorduk. Hava çok açıktı, güz renkleri gelmişti ki Nietzsche doğanın bu tonu için "öte dünyaya ait" diyordu. Göl hafiften dalgalıydı ve gül rengi akşam bulutlarını yansıtan küçük dalgalar kumsala hafifçe hışırdayarak vuruyordu. "Sanki veda etmek üzere elinizi sıkmak istiyorlar," dedi nedimimiz ahenkli sesiyle. Ardından, göl ile Sils'in yamacı arasındaki kasvetli bir yoldan eve doğru yürürken içini çekerek şöyle dedi: "İşte yine dul ve yetim kaldım."
Eylül başında son bir görüşmesi de eski okul arkadaşı Paul Deussen'le oldu. Nietzsche kısa süre önce Deussen'in yeni kitabının, yani Vedanta Sutraları (Die Sutra's des Vedanta, 1877) adlı geniş yorumlu tercümesinin protokol nüshasını almıştı. 45 Eskiden genellikle yaptığı gibi Deussen' e büyüklenmeyi aklına bile getirmeyen Nietzsche, onun Berlin'de felsefe kürsüsünü kazanmasını, bunu yapan ilk Schopenhauer'cı olmasını etkileyici bulmuştu. Ayrıca Deussen'in -hakikaten büyük- kitabından da çok etkilenmişti. "İncelikli ve özlü," diye yazıyordu. Bu kitap Deussen'i Avrupa'daki en önemli şarkiyatçı yapmıştı. Ayrıca, "modern Avrupa felsefesinin en zekice konumlarının (Kantçılık, atomculuk, nihilizm vb. ) hep birkaç bin yıl önce Hint felsefesinde ortaya çıktığını da fark etmemizi sağlıyordu. Deussen yarı yaşındaki Yahudi karısı Marie'yle birlikte 2 - 4 Eylül' de Yunanistan'a gidiş yolunda orada kalmıştı. Deussen ziyaretini şöyle hatırlıyordu:
On dört yıllık ayrılıktan sonra arkadaşımı ilk defa görünce kalbim hızla çarpmaya başladı, duygulandım ve ona sarıldım. Ama bu süre içinde ne kadar da değişmişti. Geçmişteki gururlu duruşu, esnek yürüyüşü ve akıcı konuşması gitmişti. Yavaş yavaş ve bir tarafa doğru yatarak sürükleniyor gibiydi. Konuşmakta zorlanıyor ve tereddüt ediyordu ... Ertesi sabah beni dairesine, ya da kendi deyimiyle "mağarasına" götürdü. Burası bir köy evinin sade bir odasıydı ve anayola üç dakika uzaklıktaydı. Bir tarafta kitapları duruyordu, eski zamanlardan çoğunu tanıyordum. Yanlarındaki gösterişsiz masanın üzerinde kahve fincanları, yumurta kabukları, el yazmaları, tuvalet malzemeleri rengarenk bir karmaşa halindeydi, bir çizme çekeceği ve üstünde bir çizme, son olarak da dağınık bir yatak vardı. Her şey gevşek hizmet ve hoşgörülü bir beyefendi getiriyordu akla ... Ayrılırken gözünde yaşlar vardı; daha önce ağladığını hiç görmemiştim. Bir daha onu hiç aklı başında göremeyecektim.
Güzle birlikte yine Sils'ten ayrılmanın vakti gelmişti. Nietzsche ayrılmadan birkaç gün önce Widmann'a (İyinin ve Kötünün Ôtesinde'ye "dinamit" yorumunu yapan kişi) bir mektup göndererek, Hayata Övgü'sünü (Hymnus an das Leben) dostu Johannes Brahms'a göstermesini rica etti. Belki de Wagnercilerden kopmuş olmasının, Wagner'in müzikteki karşı kutbu Brahms'ı doğal bir müttefik yapacağını düşünmüştü. Fakat Brahms sadece eseri aldığına dair resmi bir not gönderdi. Widmann'a gönderdiği mektupta (muhtemelen Widmann'ın tavsiye ettiği) İyinin ve Kötünün Ötesinde'yi aldığını, ama bir de İtalyan romanı aldığını, böylece "gri bulutların altında mı yoksa mavi göğün altında mı yürüyeceğine" karar verebileceğini yazmıştı. Anlaşılan Brahms "kaygan" esere en azından şöyle bir bakmıştı.
Nietzsche 21 Eylül'de Sils'ten ayrıldı ve bir kez daha iki "evi" arasında bir "perde arası" aramaya başladı. Bu sefer Venedik'te şansı yaver gitti, Calle Dei Preti 1263'te, yani çok sevdiği St. Mark Meydanı ve dostu Köselitz'e yakın bir yerde oda tuttu. Nice'te olduğu gibi burada da yatağının üstünde bir cibinlik vardı. Bu, Venedik'e son gelişi olacaktı, Köselitz'i de aklı başındayken son kez görüyordu. Ne yazık ki güneş çok yakıcıydı, bu yüzden de serin esintiyi ve berrak göğü sevmesine rağmen, iki aylık kalma planını bir aya indirdi. Cenova ile Milano arasındaki bir demiryolu tünelinde iki saatlik beklemeyi de içeren eziyetli bir yolculuktan sonra patlak bir valiz ve ağrıyan bir başla 23 Ekim'de Nice'e vardı.
...
kitap: Julian Young / Nietzsche